Rusya’da Altın Madeninde Göçük: 2 Ölü

Rusya’da altın madeninin çökmesi sonucu 2 madenci hayatını kaybederken 1 kişi de ağır şekilde yaralandı. Rusya’nın başkenti Moskova’ya yaklaşık bin 800 kilometre uzaklıkta bulunan Chelyabinsk kentinde bulunan bir altın madeninde çökme meydana geldi. Yerin yaklaşık 700 metre altında meydana gelen çökmede, 2 madenci hayatını kaybederken, 1 madenci de ağır şekilde yaralandı. Olay sırasında 160 madenci tahliye edilirken, olay yerine arama kurtarma ekipleri gönderildi.

Sağlık Bakanlığı yetkilisi olayla ilgili açıklamasında, “Yaralı madenci, Chelyabinsk kentinin Korkino kasabasından. Durumu ciddi ve yoğun bakımdaki tedavisi sürüyor. Madencinin iki bacağı da kırıldı ve vücudunda çeşitli yaralar mevcut” dedi.

Maden ocağının çökmesi sonucu 2016 yılında 1, 2015 yılında 2 ve 2013 yılında ise 1 kişi hayatını kaybetmişti.

(İHA)

İsrailli milyarder Soros’la yargıda karşı karşıya

İsrail’in en zengin işadamlarından milyarder Beny Steinmetz’ın sahibi olduğu madencilik şirketi BSGR, Yahudi asıllı Amerikalı spekülatör ve girişimci George Soros’u Gine hükümetini maden sözleşmelerinden yoksun bırakmak için manipüle etmekle suçluyor.

Geçen hafta madencilik şirketi BSG Resources (BSGR), Gine’deki bir demir anlaşmasının feshedilmesine neden olan George Soros’a, 10 milyar dolar zarara uğrattığı iddiasıyla New York’taki federal mahkemede dava açtı.

Finans uzmanı İsrailli milyarder işadamı Beny Steinmetz tarafından kontrol edilen BSGR, Soros ve kontrolündeki kuruluşlarını Gine hükümetini manipüle etmekle ve 2014’te Gine’deki maden sözleşmelerini kötü şekilde yönlendirmekle suçladı.

İsrailli yetkililer, geçen aralık ayında Steinmetz’i Gine’deki üst düzey kamu görevlilerine işlerini yapmaları için on milyonlarca doları ödemesi nedeniyle suçlayarak ev hapsinde tuttu. Suçlamalar ocak ayında düştü.  BSGR, Soros’un, şirketin yolsuzluklarıyla ilgili ifadeler yarattığını, Gine’de ekonomik bir çıkarı olmadan kötü niyetle hareket ettiğini iddia etti.

Türkiye’nin sondaj hamlesi Rumları kızdırdı

Türkiye, Rum Kesimi’nin tek taraflı doğalgaz çalışmalarına cevap olarak Barbaros Hayreddin Sismik Arama Gemisi’ni Kıbrıs’a gönderdi.

RUM YÖNETİMİ KIZDI

Kıbrıs Rum Yönetimi ise Türkiye’nin bölgede sismik araştırma yapmasının uluslararası hukuka aykırı olduğunu iddia etti.

ARAŞTIRMALAR BAŞLADI

Türkiye, Navtex adı verilen bir denizcilik bildirisi yayınladı. Bu çerçevede, Kıbrıs açıkları da dahil olmak üzere çok geniş bir sahada sismik araştırmalara başlanacağı ilan edildi.

Araştırmalar, Barbaros Hayreddin Sismik Arama Gemisi ile ona eşlik edecek olan Bravo Suppoter adlı destek gemisi tarafından gerçekleştirilecek.

SONDAJ GERİLİMİ

Türkiye, Rum tarafının temmuz ayında başlayacak tek yanlı doğalgaz sondajlarına, doğal kaynaklar üzerinde Türk tarafının da hakkı bulunduğu gerekçesiyle karşı çıkıyor.

KKTC’nin petrol arama sahalarındaki sondaj yetkisi Türk Petrolleri Anonim Ortaklığı’na verilmiş durumda.

http://www.ensonhaber.com/turkiyenin-sondaj-hamlesi-rumlari-kizdirdi-2017-04-22.html

Jeolojik Zaman Tablosu Nedir?

Jeolojik Zaman Tablosu Nedir?

Jeolojik zaman tablosu nedir? Jeolojik zaman tablosu ve özellikleri nelerdir? Jeolojik zaman tablosu ve özellikleri coğrafya derslerinin vazgeçilmezidir. Jeolojik zaman tablosu açıklaması çoğunlukla yeterli derece olmuyor. Jeolojik zaman çizelgesi hakkında bilgi kirliliklerine dikkat etmek gerekiyor. Jeolojik zaman çizelgesi açıklamalı bir şekilde her yerde aranıyor. Jeolojik zaman dilimleri dörde ayrılmıştır. Jeolojik zaman tablosu oluşturulmasında dünyanın yaşının 5 milyar yıl olduğu kabul edilerek oluşturuluyor.  5 milyar senelik uzun süreç boyunca fosil ve radyoaktif maddelerin yapılarının incelenmesi için dünyanın ömrü zaman dilimlerine ayrılmıştır. Radyoaktif maddeler olarak adlandırdığımız uranyum, toryum ve titanyum gibi maddeler bu devirde oluşmuştur.

4. Zaman(Kuaterner) Buzul çağında şiddetli soğuma ile karşılaşmıştır. Buzul çağının ismi Pleistosen’dir. Batı Avrupa, İskandinavya, Kanada gibi kara parçaları buzullar altında kaldı. Buzulların artmasıyla birlikte deniz seviyesi de düşmüştür. Buzul sonrasındaki dönem Holosen olarak adlandırılmıştır. Holosen’de sıcaklık artıyor. Günümüzün iklim şartları bu dönemde oluşmaya başladı.

Bugünkü deniz seviyesine bu dönemde ulaşılmıştır. Egeid karası bu döneme çökerek Ege Denizi’ni oluşturmuştur. 3. Zaman(Tersiyer) Bu zaman diliminde kıtalar birbirinden uzaklaşmaya devam etmiştir. Antartika, Avustralya kıtasından bu dönemde ayrılmıştır.

Alp ve Himalaya kıvrımları bu dönemde oluşmuştur. Hint ve Atlas okyanusları oluştu. Dünyanın çeşitli bölümlerinde linyit, petrol, bor ve tuz oluşumu başlamıştır. Günümüz canlı türleri oluşmaya başlamıştır. Günümüz canlı türlerinin ana hatları bu dönemde belirginleşmiştir. 2. Zaman(Mezozoik) Alp kıvrımları bu dönemde henüz hazırlık dönemindedir. Karetase, Jura ve Trias bu dönemlerde oluşan jeolojik devirlerdir. Deniz çukurlarında tortulanmaların büyük bölümü bu dönemde oluşmuştur. Dinazorlar bu zaman çağında ortaya çıkmıştır.

1.Zaman(Paleozoik) Permiyen, Karbonifer, Silüriyen, Ordovisyen ve Kabriyen gibi jeolojik devirler 1. Zaman içerisinde yer alır. Kıtalar tek parça halinde bulunuyordu. Ural ve İskandinav dağları 1. Zaman’da oluşmuştur. Dev ağaçların ortaya çıktığı bir zaman olmuştur. Dev ağaçların çürümesiyle birlikte 1. Zaman sonlarına doğru taş kömürü yatakları oluştu. İlk Zamanlar(Antekambriyen) Kıtaların çekirdek kısmını oluşturan eski kütleler bu zaman oluşmuştur. Bakteri ve su yosunları ve benzeri bitki türleri bu dönemde ortaya çıkmıştır.

KAYNAK HABER ==>https://www.vatandanhaber.com/egitim/jeolojik-zaman-tablosu-nedir-jeolojik-zaman-tablosu-ve-ozellikleri-nelerdir-h45367.html

Vatandan Haber

Günün Madencilik Makaalesi

7 bin metrekare mermeri söküp attım, çünkü…

İSTANBUL Maden İhracatçıları Birliği (İMMİB) Başkanı Ali Kahyaoğlu, Doha’da düzenlenen “Expo Turkey by Qatar” fuarının sakin geçen ilk günü, 1-5 dolarlıkları hazırladı, komşu stantları turladı:

– Buyurun, benden size 1 dolar, 5 dolar siftah parası…

Kahyaoğlu’nun amacı, fuarın tamamı Türk olan katılımcıları arasında tanımadıklarıyla ilişki kurmaktı. Aynı düşünceyle Gayrimenkul Yatırım Ortaklığı Derneği’nin (GYODER)  standına da uğradı, Başkan Aziz Torun’la ilk kez bu vesileyle tanıştı.

7 bin metrekare mermeri söküp attım, çünkü...Bu yıl dünyaya 2.2 milyar dolarlık Türk doğaltaşı ihraç etmek için sektörüne önderlik yapan Ali Kahyaoğlu,yurtiçindeki büyük ve lüks projelerde yerli mermer kullanmayanlara dönük eleştirisini Torun’a da tekrarladı.

İki sektörün başkanının ilk kez Doha’da tanışmalarına tanıklık edinceKahyaoğlu’na takıldım:

GYODER’in Başkanı ile bugüne kadar tanışmamışsınız, hâlâ “Neden yerli mermer kullanmıyorlar?” diye dert yanıyorsunuz. Sektörünüzde pazarlama eksikliği var galiba?

Torun, yerli mermerle ilgili yaşadıkları sıkıntıyı aktardı:

– İstanbul Torium’da zeminde kullandığımız 7 bin metrekare mermer zamanla çok kötü bir görüntü oluşturmaya başladı. Biz de mecburen söküp, yerine seramik döşedik…

İşin ustalarının söküm sırasında kendilerini uyardığını belirtti:

-Meğer bize yerde kullanılmaması gereken mermeri döşetmişler…

Kahyaoğlu, Torun’a söz verdi:

– Bundan sonra ben size ücretsiz mermer danışmanlığı yapayım. Yeter ki yerli mermer kullanmaktan vazgeçmeyin.

Yerli mermer kullanan gayrimenkul yatırımcılarına Özak GYO Yönetim Kurulu Başkanı Ahmet Akbalık’ı örnek gösterdi:

– Ahmet Bey sağ olsun tüm projelerinde yerli mermer kullanmaya özen gösteriyor.

3’üncü havalimanını anımsattım:

– İtirazlarınız üzerine 3’üncü havalimanında yerli mermer kullanımı sağlandı sanırım…

– Maalesef tam öyle olmadı.

“Expo Turkey by Qatar”ı düzenleyen Medyacity Yönetim Kurulu Başkanı Hakan Kurt, Katar’la Trabzon’da imzalanan anlaşmaların maddeleri arasında bu organizasyonun da yer almasıyla umutlanmıştı:

– Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek ile Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Berat Albayrak’ın katılımını bekliyoruz.

Ancak, iş planlandığı gibi yürümedi. 16 Nisan referandumu, bakanların programını değiştirdi. Türkiye’den üst düzey katılım olmayınca, Katar tarafı da ilk gün fuara resmi açıdan ilgisiz kaldı.

İkinci gün akşam saatlerinde Türkiye’nin Doha Büyükelçisi Fikret Özer’in Katar’dan bir heyete eşlik edip, stantları gezdirdiğini gördüm:

– Katar Şehircilik Bakanı’na rica ettim, sağ olsun bizi kırmadı.

Fuarın ağırlıklı katılımcısı gayrimenkul sektörü temsilcileri Doha’daki bu ilk gövde gösterisinde kısmen hayal kırıklığı yaşadı.

İMMİB ise, yurt içinde eksik bıraktığı “Türk’e yerli mermer propagandası”nı Doha’da gidermeye çalıştı..

 

Günün Madencilik Makalesi

2015 Envanteri: Türkiye iklimi değiştirecek!

Dünya artık ekonomisini kömür, petrol ve doğal gazdan arındırmaya çalışırken, kentler yakın zamanda şehir merkezlerine araba sokamama kararı alırken, ülkeler petrol yakan arabaların satışını yakın gelecekte engellemeyi konuşurken, dünya çimento gibi zararlı alışkanlıkları bırakırken Türkiye tam tersini yapıyor.

Türkiye’nin 2007 yılından bu yana her yıl sürekli verdiği sera gazı envanterini 14 Nisan günü BM İklim Değişikliği Sekretaryası’na verdi. 1990 yılından bu yana Türkiye’nin atmosfere verdiği sera gazlarının miktarını ortaya koyan rapor bu sene oldukça ilginç. O kadar ilginç ki, bu sene net bir şekilde kömür-beton-asfalt aşkını görebiliyorsunuz.

Türkiye 1990 yılında atmosfere 213,97 milyon ton sera gazı verirken, 2015’te bu 475,1 milyon tonu geçti. Yani 25 yılda yüzde 122 artmış. Bir anlamda Türkiye’nin artan enerji bağımlılığına artan sera gazı bağımlılığı da güçlenerek eklenmiş oldu. Envanter sadece salınan sera gazlarını sayısal olarak göstermiyor. Okumayı bilirseniz duble yolları, köprüleri, kuş cennetine kömür santrali projesini ve sonuçlarını da veriyor.

TÜRKİYE DAHA ÇOK SALDIKÇA ARTIŞ ORANI DÜŞÜYOR!

Geçen yıl verilen rapora göre 1990 yılına göre Türkiye 2014’te atmosfere yüzde 125 daha fazla sera gazı verdi. Bu seneki rapor aynı dönem için yüzde 113 artış verdi. Çünkü 1990 yılı rakamı bu sene 6,2 milyon ton arttı. 2014 rakamı ise 11,9 milyon ton düştü. Türkiye’nin gerekçesi enerji, endüstriyel işlemler ve ürün kullanımı, tarım ve atıkta revizyona gitmiş olması.

Hesaplamayı güncellemesi iyi de neredeyse her sene olması biraz garip. Bir bakıyorsunuz 1990’da 170,7 milyon ton sera gazı salıyorum diyen Türkiye, 2016’da “güncelledim, 1990 rakamım 207,77 milyon ton oldu” diyor. Böylece son yılın rakamı yükselse bile referans yıl yükseldikçe oran artmıyor, aynı kalıyor.

Sonuçta ülke aynı, gazlar aynı ama yöntem değişikliği ile sürekli karşılaştırılamaz bir envantere sahip olduk. Böylece her sene yaptığınız analiz bir sonraki sene tam olarak tutmuyor. O yüzden bu seneyi kendi özgül yöntemi içinde incelemek gerekiyor.

TÜRKİYE İKLİMİ DAHA ÇOK DEĞİŞTİRİYOR

Yeni hesaplamaya göre 2014 yılında önceki yıla göre 13,4 milyon ton daha fazla sera gazı salan Türkiye, 2015’te bunun üstüne 19,4 milyon ton daha ekledi. Bu artışın neredeyse tamamı enerji sektöründen geldi. Yani 2015’te ülkemiz yemedi içmedi kömür petrol ve doğal gaz yakma konusunda motivasyonunu kaybetmedi. İşin kötüsü bilimsel raporlar sıcaklık artışını 1,5 C’de durdurmak için bugün azaltmayı, 2050, hatta 2040’ta sıfırlamayı tartışa dursun, Türkiye duvara daha hızlı çarpmak için gaza basıyor. Bir başka deyişle bilim 120 ile gitmeyin, yavaşlayın ve sonrasında durun derken Türkiye bütün kaynaklarını seferber edip hızını 150’ye çıkarma derdinde.

YERLİ KÖMÜR İTHALATI PATLATMIŞ

2014 yılında ithal kömür kaynaklı atmosfere 59,7 milyon ton karbondioksit salan Türkiye, yerli kömür dedikçe daha fazla ithal kömür yakar oldu. Böylece 2015 yılında 66 milyon tona varan ithal kömür kaynaklı atmosfere sera gazı saldı. İthal kömürün önemli bir kısmının elektrik santrallerinde yakıldığını düşündüğümüzde, Türkiye’nin yerli kömür politikalarının sonucunu görebiliyoruz. Nitekim linyit ve ithal doğal gazın santrallerde biraz daha az kullanılması resmi dengelemiş.

BİNALAR ENERJİ SANTRALİ GİBİ

2015 yılının en ilginç yanı, binaların atmosfere 6,5 milyon ton daha fazla karbondioksit salması. Binalarda ısınma amaçlı kömür tüketimi 2015’te önceki yıla göre yüzde 15 artış ile rekor bir artış sergilemiş. Isınma ve mutfaklarda kullanım amaçlı doğal gaz tüketimi ise yüzde 14 civarında artmış. Türkiye’nin toplamda bir yılda yüzde 4,3 sera gazı salımı artışı yaparken sadece konutlarda kömür ve doğal gazda yüzde 15’e varan artış akla AVM ve rezidansların verimsizliğini getiriyor.

KÖPRÜLER, YOLLAR İKLİM DEĞİŞİKLİĞİNİN SORUMLUSU

2015 yılında enerjide yakılan kömür emisyonu en büyük paya sahip oldu. O kadar yatırımın yapıldığı ve devletin vergilerini topladığı ulaşım ise müthiş bir başarı gösterdi. Kara yolu ulaşımı tek başına doğal gaz yakan enerji santrallerini geçti ve ikinci oldu. Böylece, yapılan duble yollar, köprüler, tüneller ile artan vergi gelirlerine artan sera gazları da eklendi.

ÇİMENTO SEKTÖRÜ İLK 5’TE!

Gelişmiş ülkeler çimentoyu terk ederken Türkiye’nin çimento sektörünü desteklemesi ile sektör ilk 5’e girdi. Çimento sektörü kaynaklı karbondioksit miktarı 32,6 milyon ton gerçekleşti. Böylece Türkiye’nin o kadar sanayisi varken çimento tek başına dördüncü oldu.

TÜRKİYE’NİN YÜKSEK KARBON EKONOMİSİ

Dünya artık ekonomisini kömür, petrol ve doğal gazdan arındırmaya çalışırken, kentler yakın zamanda şehir merkezlerine araba sokamama kararı alırken, ülkeler petrol yakan arabaların satışını yakın gelecekte engellemeyi konuşurken, dünya çimento gibi zararlı alışkanlıkları bırakırken Türkiye tam tersini yapıyor. Yerli kömür dedikçe ithal kömürü, enerji bağımsızlığı dedikçe doğal gazı coşturuyor. Vergiden dolayı petrol bağımlılığı daha çok yol yaptırıyor, yol yaptıkça sadece vergi gelirleri değil, iklimi değiştiren sera gazları da artıyor. Deprem dedikçe depreme dayanıklı evler yerine gökdelenler, ekonomi dedikçe AVM’ler yapılıyor. Bugün binalar artık tek başlarına enerji canavarına dönmüş durumda. Çimento sektörü de cabası.

Çok açık ki Türkiye’nin yüksek karbon ekonomisi nasıl kendini yok olan doğa, artan iklim felaketlerinde bile kendini gösteriyorsa, sera gazı envanterinde de gösteriyor.

HEDEF NE OLMALI?

Sorun ortada, hedef ne olmalı? Türkiye daha fazla ithal kömür, doğal gaz ve petrol için can atıyor. Envanter bunu çok net ortaya koyuyor. Ama bir sıkıntısı var. Bu kadar kaynak ve çabaya rağmen ilerlemiyor. Kömürün, çimentonun bir sınırı var. O sınırı zorladıkça ibre tersine dönüyor.

Şili güneş elektriğin kilowatına 2,91 sent verirken Türkiye’nin bağımlılığı yüzünden biz Çayırhan B’deki gibi kömürden elektriğe 6,04 sent mi vermeliyiz? Tabii ki hayır. Türkiye eğer 2050’de sıfır karbonlu dünyasında var olmak istiyorsa ormanlarını kesmeden, meralarına beton dökmeden onların tutabildiği kapasite kadar salım yapmayı hedeflemeli. Bu da envanterde verdiği gibi 64 milyon ton. Yani Arnavutluk gibi ağaç kesmeyi yasaklamalı. İskoçya gibi kömür santrallerini kapatmalı. Hollanda gibi petrol üreten arabaların 2025’ten itibaren satışını durdurmayı konuşmak zorunda.

Türkiye’nin politikası ne ise ikim değişikliği envanteri de o aslında.

Bilkent Üniversitesi’nden değerli çalışma arkadaşım Necdet Pamir, “Dünyadave Türkiye’de Kömür” dosyasını araladı. Günümüz Türkiye’sinin önemli rant alanı kömür-merkezli enerji üretimi stratejisinin temel unsurlarını net ve yalın bir biçimde açıklayan bu kapsamlı dosyadan önemli satır başlarını bu hafta siz değerli okuyucularımla paylaşmanın uygun olacağını düşündüm.

Önce dünya kömür sektörüne ilişkin temel veriler: 2015 yılında petrol, dünya birincil enerji tüketiminde yüzde 32.9’luk payı ile ilk sırada yer alırken kömür yüzde 29.2’lik payı ile ikinci sıradaki yerini korumaktadır. Fosil kaynaklar arasında görece daha verimli ve “temiz” olarak nitelendirilen doğalgazın payı ise yüzde 23.9 olmuştur. BP istatistiklerine göre, 2015 yılı sonu itibarı ile dünya ispatlanmış kömür rezervleri 891.5 milyar ton olarak verilmektedir. Petrol ve doğalgaz rezervlerine göre çok daha yaygın ve “dengeli” coğrafi dağılımı olan bu kaynakların, mevcut ispatlanmış rezervler ve mevcut yıllık üretim miktarları dikkate alınarak hesaplanan rezerv ömrü ise (Rezerv/Üretim) 2015 sonunda 114 yıl olarak verilmektedir.

Uluslararası Enerji Ajansı’nın (WEO 2016) Yeni Politikalar Senaryosu’nda, 2014 – 2040 dönemi için; kömür talebinde son 25 yılda gerçekleşen yıllık ortalama yüzde 2.4’lük büyüme oranının çok altında (yıllık ortalama yüzde 0.2) bir artış öngörülmektedir. Bu azalma eğilimi, bir yandan Paris 2015 toplantısında hükümetler tarafından verilen ulusal taahhütlere, diğer yandan da incelenen dönemde, yenilenebilir enerji kaynaklarıyla ilgili maliyetlerdeki düşüşe bağlı olarak belirlenmiştir. WEO’nun referans senaryosuna göre 2014 yılında dünya birincil enerji üretiminde yüzde 29 olan kömürün payının, 2040’ta yüzde 23’e düşmesi beklenmektedir.

Türkiye’de ise 2015 yılında tüketilen birincil enerjinin, yüzde 17’si taş kömürü, yüzde 9’u linyit olmak üzere, toplam yüzde 26’sı kömürle karşılanmıştır. Son yıllarda, Türkiye kömür sektöründe, hızlı bir özelleştirme süreci ve buna bağlı olarak da yapısal bir dönüşüm yaşanmaktadır. Bu dönüşüm, bir yandanişletme hakkı devirleri, diğer yandan ise kömür üretiminde, redevans veya hizmet alımı yöntemleriyle sürdürülmektedir. Kamu kuruluşları, üretim faaliyetlerinde, kendi makine parkları ve personeliyle faaliyetleri sürdürmek yerine, giderek daha fazla oranlarda özel sektörden hizmet alma yolunu tercih etmektedirler. Sektörde kamudan özel sektöre, çok hızlı diye tanımlanabilecekmülkiyet transferleri sürdürülmektedir. TKİ’nin toplam linyit üretimindeki payı, 20 yıl önce yüzde 85 civarındayken 2015 yılı itibarıyla yüzde 25 civarına kadar gerilemiştir. Kömür sektörüne 1989 yılında giren EÜAŞ’ın payı ise bir ara yüzde 50’ler düzeyine kadar yükselmişken; son yıllardaki özelleştirmeler ve üretim aksamaları nedeniyle, 2015 yılında yüzde 20’lere kadar düşmüştür.

Bugüne kadarki uygulamaların getirdiği en somut “yenilik”, bu yöntemler sayesinde santrallara sahip olan ya da işletmesini devralan şirketlerin teşvik, alım ve fiyat garantisi talepleri olmuştur. Ayrıca, bu uygulamaların, çok sayıda sakıncalı yanı ortaya çıkmaktadır. Kamu şirketlerine kömür işletmeciliğinden el çektirilirken bu işlevi “devir alan” firmaların büyük çoğunluğu, gerek sermaye ve gerekse teknik birikim bakımından son derece yetersiz firmalardır ve kömür madenciliği gibi özel bir alanda başarılı olamamaktadır. İnsan kaynağına, aramaya, Ar-Ge’ye, iş güvenliğine ve çevre korumaya yönelik yatırımları asgari düzeydedir ve bunlar genellikle maliyet arttırıcı unsurlar olarak görülmektedir. Mühendislik kalitesi ve etütproje deneyim ve yetenekleri sınırlıdır.

Diğer yandan, devir yapılan şirketlere, seçilecek teknoloji, elde edilecek verim, oluşacak çevre kirliliği, hava kalitesi gibi konularda, hiçbir standart belirlenmemesi ve de yaptırım ya da yönlendirme yapılmaması, ne ulusal çıkarlarla ne de kamu yararı ile bağdaşmaktadır. Devir yapılan firmalara, mevcut santralların rehabilitasyonu ya da ilave yatırımlar konusunda da bir yaptırım getirilmemiştir. Oysa, Hindistan ve Fas gibi ülkelerde, bu tür devir işlemlerindeki olmazsa olmaz koşulların başında, asgari verimlilik belirlemesi gelmektedir.

ÇED raporları, diğer kaynaklara yönelik projelerde de olduğu gibi, adeta yasak savma mantığıyla ve göstermelik olarak hazırlanmaktadır. Oysa ÇED raporları, aslında gereği gibi hazırlandığı takdirde, sadece ekosistemi esirgemek açısından değil; en doğru kaynağı seçebilmek, en doğru yeri ve teknolojiyi belirlemek gibi birçok hususta yatırımcıya yön verecek fizibilite etütleridir. Türkiye’de ise bu raporlar, gereksiz zaman ve para kaybı biçiminde algılanmaktadır.
Necdet Hoca çalışmasını TMMOB Makine Mühendisleri Odası’nın “Türkiye’nin Enerji Görünümü” rapor ve sunumlarına dayandırarak bir dizi öneriyle tamamlamaktadır:
Öncelikle bilimsel ve uluslararası ölçekte kabul edilebilir rezerv tespiti,
Fiziki çevreye olumsuz etkileri asgari düzeye düşürülmüş kömür madenciliği planlaması,
İş güvenliği ve işçi sağlığına özel ağırlık ve öncelik veren güvenli bir maden işletmeciliği,
Üretilecek elektriğin ulusal iletim şebekesine aktarılması da dahil tüm uygulamaların; kurgulanmasını, planlanmasını ve ilgili ve yetkili kuruluşlar eliyle gerçekleştirilmesini öngören bir Kömür Strateji Belgesi, Eylem Planı ve Yol Haritası’nın, Enerji ve Kalkınma Bakanlıkları’nın koordinasyonunda, ilgilitüm kuruluşların katılımlarıyla, katılımcı ve demokratik bir anlayışla hazırlanmasının sağlanması…

Ve elbette ki demokratik katılım…

Yeraltındaki Tuz Krallığı – Wieliczka Tuz Madeni

Kraków’un en önemli iki turistik ziyaret odağının ikisi de başka şehirlerde. Auschwitz dışında Wieliczka Tuz Madeni’ni de muhakkak anmam gerektiğini düşünüyorum. Nitekim burası örneğine rastlaması neredeyse imkansız bir tuz madeni ve yerin altında adeta bambaşka bir şehir ve deneyim sunuyor ziyaretçilerine. 1978’den beri UNESCO dünya mirası listesinde.

Wieliczka Tuz Madeni’ne Nasıl Gidilir?
Wieliczka, Kraków’un 10 km kadar güneyinde yer alan bir şehir. Maden girişi de şehir içinde. Kraków şehir merkezindeki tur şirketleri buraya turlar düzenliyor, ama lüzumsuz yere buralara para yedirmemenizi öneririm. Kraków’dan dolmuşlar çalışıyor buraya, yaklaşık 20 dakikada madene yakın bir yerde bırakıyor, trenle gitseniz belki 5 dakika daha az yürürsünüz. Dolmuş ücreti 3 zlotiydi. İndiğiniz yerden en fazla 15 dakika madene ulaşmak, her yerde yönlendirmeler var zaten. Üzerinde Wieliczka yazan bir dolmuşu durakta durdurup Wieliczka Kopalnia Soli falan deyin, derdinizi anlarlar. Yalnız dönüşte şehrin hangi kısmına gideceğinize göre dolmuş seçin, her Kraków yazan dolmuş aynı yere gitmiyor. Bazıları kale tarafından, bazıları daha doğudaki Oskar Schindler Fabrikası’na yakın kısımdan gidiyor. Ona göre dönmenizde de bir problem olmaz, indiğiniz yeri unutmayın sadece.

Madene Kraków’un ana tren garı Dworzec Główny’den de gidiliyor, 20 küsur dakikada Wieliczka Rynek-Kopalnia garında oluyorsunuz. Özetle gitmesi pek problem bir yer değil.

Bu maden 20 yıl önce üretimi durdurana dek 700 yıl gibi bir süre tuz çıkarmak için kullanılmış. Rehberimizin anlattığına göre tuz işi artık pek karlı olmadığından üretim durmuş ve maden böyle turistik amaçlar için hizmet etmeye başlamış. Halen madende çalışan 200 madenci var ve bunlar, madenin ayakta kalması için sürekli kontrollerde bulunuyorlarmış, biz de bazılarına rastladık dolaşırken. Hediyelik eşya bölümünde satılan kaya tuzlarının nereden geldiğini sorduğumda, yakında akan nehirden toplandığını söyledi.

St. Kinga Efsanesi
Bölgedeki madenciliğin başlangıcının dayandığına inanılan St. Kinga efsanesinin temsili…

Öncelikle turistler için 2 ana turun bulunduğunu not edeyim: Turist yolu ve Madenci yolu. Birincisi çok daha turistik, fotoğraf çekip yer altında olmanın ve bütün bunların nasıl yapıldığını görüp hayret etmelik, kiliseyi ve diğer enteresan yapıları görmelik bir rota, ikincisine gitmedim ama anladığım kadarıyla madencilerin yaptığı bazı işleri yaptığınız, baret, lamba, tulum gibi kıyafet ve gereçleri kuşandığınız, 3 saat kadar fiziksel işler yaptığınız ve turist rotasından tamamen farklı bir güzergahı kat ettiğiniz bir rota bu da. İkisinin de fiyatı aynı, giriş yerleri biraz farklı. Ben ilkine gittim.

Peki bu rotada neler var? Bir madende olmasını normal karşılayacağınız uzun tünel ve galeriler var elbette. Onun dışında geniş, yüksek tavanlı “salonlar”, kiliseler, turun bittiği yerde restoranlar, hediyelik eşya satılan dükkanlar, tuvaletler, belli yerlerde internet ve telefon bağlantısı, yani standart bir müzede bulunan her şey burada da mevcut. Sadece yerin yedi kat altında… Evet tam olarak yer seviyesinin tam 130 metre altına kadar iniliyor bu turda, madenin gerçek derinlikleri çok daha fazla tabii, 320 metreye kadar gidiyormuş maden. Madenin her tarafını görebilmek için birkaç yıl çalışmak bile yetmeyebiliyormuş rehbere göre, tünellerin toplam uzunluğu 300 km neredeyse. Turun başında 380 basamaklık uzunca bir merdivenden yaklaşık 60 kat aşağı iniyorsunuz. Klostrofobik kimselere tavsiye edilecek cinsten değil açıkçası. Bazı yerlerde alçak tavanlı galerilerden geçiyorsunuz, ayakta tutan tahtalara şöyle bir bakıyorsunuz ama güvenlik önlemleri sağlam görünüyor. Burada 600 kişilik bir balo salonunda mezuniyet, düğün bayram gibi çok çeşitli organizasyonlar düzenleniyor. Birkaç tane de küçük göl var madenin içinde, Lübnan’daki Jeita Grotto’yu hatırlattı nedense bu kısımlar. Oradaki kadar görkemli olmasa da tuzdan sarkıt ve dikitlere rastlıyorsunuz tur boyunca.

Madende hava gerçekten çok temiz ve sağlığa oldukça yararlıymış, ömrü uzatıyormuş rehberin dediğine göre. Sıcaklık mevsim değişikliklerinden pek etkilenmiyor, yıl boyu 14-16 °C civarı, gayet iyi yani. Madene gittiğinizin farkında olarak zaten topuklu ya da yürüyüşü zorlaştıracak ayakkabılar giymeyi aklınızdan bile geçirmeyeceğinizi varsayıyorum. Arada sırada rehber, sizi her şeyin tuzdan yapıldığına inandırmak istercesine duvarları yalayabileceğinizi, tuz saçaklarını tırnaklarınızla kazıyarak aldığınız tuzların tadına bakabileceğinizi anlatıyor. Ben yaptım, evet gerçekten her yeri tuz, bildiğimiz tuz. Bir yerde akan bir su vardı, o da aşırı tuzluydu doğal olarak. Keresteden yapılan duvarlar bile zamanın ve tuzun etkisiyle taştan, betondan sert bir hale gelmiş. Yollar, heykeller, avizeler, neredeyse her şey tuzdan yapılmış, çok az materyal dışarıdan getirilmiş. Onun dışında galerilerde ilerlerken rastladığınız kapılarda birini kapatmadan diğerini açamıyorsunuz, yerin çok altında olmamıza rağmen iki kapı aynı anda açıldığında ciddi hava akımları oluşabildiğini söyledi rehberimiz.

Tabii Polonyalılar’ın ne kadar dindar Katolikler oldukları malum. Yeraltında bile bunu göstermişler, 20 civarında irili ufaklı kilise ve şapel oymuşlar. En inanılmazı ise tuz madencilerinin koruyucusu olduğuna inanılan Azize Kinga’ya adanan büyük kilise. Temelde sadece 3 tane madencinin (Józef ve Tomasz Markowski kardeşler ile Antoni Wyrodek) emekleriyle, yıllar süren çabalarıyla ortaya çıkmış devasa bir yer. Diğer bütün şeyler gibi burada da her şeyin tuzdan yapılma olduğu konusunda rehberimiz bizi bilgilendirdi. Böyle birşeyi insanoğlu nasıl ve neden yapmış, onu bilemiyorum. Duvarlara oyulmuş çeşitli dini tablolar, örneğin “Son Akşam Yemeği” var. Papa 2. Jean Paul’un anısına yapılan, ancak kendisinin hiç göremediği bir heykeli de Polonya’nın birçok yeri gibi buraya da yapılmış. Böylesini başka bir yerde görebileceğinizi pek sanmıyorum, bu kadar derinde, bu kadar geniş, tamamen tuz kayalarının oyulmasıyla yapılan bir kilise bulunmaz.

Son Akşam Yemeği, Wieliczka
Wieliczka’daki St. Kinga Şapeli’nden bir başka müthiş detay, “Son Akşam Yemeği”

Madenin en aklımda kalan özelliklerinden biri de yüzyıllar boyunca atların çalışması diyebilirim. Devasa tuz bloklarını, atların çektiği vagonlarla bir yerden bir yere iletip yine atların döndürdüğü makaralı sistemlerle yukarı yolluyorlarmış. Aşağıda at ahırı bile varmış. Madendeki son at (Basia), artık ihtiyaç kalmayınca 2000’li yılların başında yeryüzüne çıkmış. Burada çalışmış belki binlerce at, ömürleri boyunca gün ışığını bile görmemiş. İlk kez güneş ışığını görmüş bir atın tepkisini düşünemiyorum, rehberin anlattığına göre işte o son at, birkaç yıl önce ölene dek normal bir şekilde hayatını sürdürmüş yukarıda ve de kör değilmiş.

1.5 saatte indiğiniz yeri 45 saniyede çıkmanızı sağlayan asansörle yeryüzüne dönüyorsunuz. Ama bunu yerine isterseniz turdan ayrı müze bölümüne yapılan geziye de aynı biletle katılabiliyorsunuz. Sizi turdan gezdiren rehber, müze kısmında da size yardımcı oluyor. Ama buraya pek rağbet yokmuş sanırsam, yaklaşık 25 kişinin katıldığı turun sonunda benimle birlikte sadece 2 kişi müzeye devam etti. Müzede de madencilerin eski zamanlardaki günlük rutinlerine ilişkin sergileri, madencilerin kıyafet ve tören üniformalarını, başka şapelleri görüp yerin altında bulunduğunuz zamanın tadını çıkarabilme fırsatı buluyorsunuz fazladan 1 saat daha. Ve bu müze bölümüyle birlikte yürüdüğünüz toplam mesafe 3.5 km’ye ulaşıyor.

Bir yandan da şu geldi aklıma, rehberimiz olan genç kadın -adının Samantha olduğunu söylemişti-, en az 2 kuşaktır madenciymiş, dedesi ve babasıyla birlikte nişanlısı da madende çalışmışlar. Wieliczka gibi başka önemli bir iş kolunun bulunmadığı küçük bir yerde sanırım madencilik de bir çeşit kader gibi. O da tıpkı o atlar gibi gün ışığını pek görmüyor. Ama şöyle bir iyiliği varmış, yeraltı kilisesinde ücreti karşılığında düğün yapılmasına izin veriliyor, orada çalışanlara büyük indirimler yapılıyormuş. Düğününü gerçekten müthiş bir yerde yapacağı için mutlu mudur bilmiyorum, asıl kömür madencileri gibi çok daha zorlu şartlarda çalışmadığına sevinmeli belki de.

Kelime oyunu yapmıyorum, madene girmek biraz tuzlu. 84 zloti (yaklaşık 75 TL) tek kişilik standart giriş ücretinin yanında fotoğraf çekmek için ayrıca 10 zloti vermeniz gerekiyor. Yukarıda almadıysanız aşağıda da satılıyor fotoğraf izin etiketi, ancak fotoğraf çekerken rehberin ya da başka birinin bu etiketi kontrol ettiğini görmedim, yani risk alıp yakalanmamayı başarırsanız 10 zloti cebinizde kalır ama 84 zloti verdikten sonra pek birşey farkeder mi bilemiyorum. Ayrıca içeri giriş sadece rehber eşliğinde toplu halde mümkün, İngilizce’nin de aralarında bulunduğu birkaç dilde tura katılabilirsiniz. Gelmeden önce size uygun tur saatlerini, madenin sitesinden kontrol etmenizi öneririm, çok sayıda İngilizce tur var, ama aynı zamanda gelen de çok.

Wieliczka Tuz Madeni
Buradaki tüm heykel ve eserler, inanılmaz bir sabrın ürünü olmalı…

Benim için Paris’te gördüğüm katakombları hatırlatan, ama çok daha uzun ve farklı bir deneyim sunan Wieliczka’yı Kraków’a gelen ve zamanı olan herkese tavsiye ediyorum. Tuzlu zeminde attığınız her adımda yüzlerce yıl öncesinden günümüze gelen, onbinlerce madencinin alın terinin olduğunu düşünün, bu bile sizi başka yerlerde olduğundan daha farklı hissettirecektir.

Kaynak :

Yeraltındaki Tuz Krallığı – Wieliczka Tuz Madeni

 

Madenlere sığınma odası

Yeraltı maden işyerlerinde iş kazalarının önlenmesi konusunda son yıllarda çalışma mevzuatında bir çok önemli düzenlemeler yapıldı. Bu düzenlemelerden biride6645 sayılı Kanunlayapılan düzenlemeydi. Buna göremaden işyerlerinin hangilerinde sığınma odalarının kurulabileceği ve bu odaların teknik özelliklerine dair usul ve esaslar Bakanlıkça belirleneceği yönünde düzenleme yapıldı. Kanundaki bu düzenlemeye istinaden  8 Nisan 2017 tarihinde Resmi Gazetede yayınlanan Yeraltı Maden İşyerlerinde Kurulacak Sığınma  Odaları Hakkında Tebliğ çıkarılmıştır. Tebliğ, sığınma odalarının kurulmasına ilişkin esasları belirlemiştir. Söz konusu tebliğ 1 Temmuz 2018 tarihinde yürürlüğe girecek. Tebliğin önemli kısımlarını açıklayalım.

İşverenin sığınma odası kurma şartları 

Sığınma odalarının maden işyerlerinde kurulup kurulmayacağı ile konumlandırılması hususlarında işveren;

a) Sığınma odalarını muhtemel acil durum senaryosunu göz önünde bulundurmak şartıyla Maden İşyerlerinde İş Sağlığı ve Güvenliği Yönetmeliğinin ilgili  hükümleri gereğince çalışanlarda kişisel solunum koruma cihazları bulundurarak kuracak veya inşa edecek,

b) Henüz hazırlık aşamasında olan ve üretim aşamasına geçmemiş faaliyet alanları hariç, sığınma odalarını, çalışma alanlarına olan uzaklığı en fazla 700 metre olacak şekilde kuracak veya inşa edecek.

c) Henüz hazırlık aşamasında olan ve üretim aşamasına geçmemiş faaliyet alanları hariç, sığınma odalarını, çalışma alanlarının temiz hava girişi sağlayan kuyu dibine veya insan naklinin gerçekleştirildiği ana ve bağlantı yolları kullanılarak yeryüzüne olan mesafesinin 700 metreyi aşması durumunda kuracak veya inşa edecek.

İşverenin yükümlülükleri 

İşveren;

· Sığınma odalarını yangın, patlama, göçük, zehirli veya boğucu gazların açığa çıkması gibi durumlarda kullanılmak üzere her zaman kullanıma hazır vaziyette bulunduracak,

· Acil durum planında sığınma odasının konumunu ve sığınma odalarında bulunan kişilerin kurtarılmasına yönelik hususları belirtecek,

· Sığınma odalarını temiz hava giriş yolları öncelikli olmak üzere vardiyadaki çalışan sayısı, sığınma odasının kapasitesi ile ortaya çıkabilecek muhtemel acil durum senaryoları göz önünde bulundurarak konumlandıracak ve sığınma odalarının sayısını belirleyecek. Çalışma esnasında acil durumların belirlenmesinde maden işyerinin kapsamlı muhtemel acil durum senaryolarını esas alacak.

· Sığınma odaları hayat hattı ile erişime mümkün hale getirilecek,

· Sabit sığınma odalarını, sağlam dayanıma sahip ve dışarıdan zehirleyici, boğucu ve patlayıcı gaz sızıntısı olmayacak şekildeki kayaç içerisine kurar veya inşa eder. Taşınabilir sığınma odalarını ise, yine sağlam dayanıma sahip güvenli bölgelere kurar. Sığınma odalarının bulunduğu alan oluşabilecek süreksizliklere karşı uygun tahkimat ile sağlamlaştırır.

· Sığınma odalarının amacı dışında kullanılmasını engelleyecek.

Çalışanların bilgilendirilmesi  

İşveren, sığınma odalarının konumu ve kullanımına ilişkin olarak tüm çalışanları bilgilendirecek.

İşveren, asgari olarak sığınma odasının kullanım koşulları ve sığınma odasında acil durumlarda yapılması gerekenleri içeren yazılı bir talimatı uygun ve görülebilecek yerlere ilan edecek. Sığınma odasına ilişkin bilgilendirme ve yazılı talimatların, basit ve kolay anlaşılır bir şekilde olması sağlanacak. Acil durum tatbikatlarına sığınma odalarının kullanımı dâhil edilecek.

Sığınma odasının kontrol ve bakımında görevli çalışanlara, her vardiyada en az bir kişi olacak şekilde işverence eğitimleri sağlanacak. Söz konusu eğitimlerin birincisi sığınma odalarının kurulumu sırasında üretici ya da kurulumu yapan firma tarafından, diğer eğitimler ise 6 ayda bir işverence belirlenen yetkili kişiler tarafından verilecek.

36 saate kadar solunabilir hava olacak 

Sığınma odasının teknik özellikleri madenin türü, üretim planı, vardiyadaki çalışan sayısı, acil durum planı ve kaçış yolları dikkate alınarak belirlenecek.

Sığınma odalarının kullanılması durumunda içinde bulunan kişilere en az 36 saat yetebilecek solunabilir hava sağlanacak. Ayrıca en az 36 saate kadar yedek enerji kaynağı bulundurulacak.

Yeraltı Maden İşyerlerinde Kurulacak Sığınma  Odaları Hakkında Tebliğ 1 Temmuz 2018 tarihinde yürürlüğe girecek. Yeraltı maden işletmeleri işverenlerinin bu tarihe kadar sığınma odalarına ilişkin düzenlemelerini yapmaları gerekiyor.

Topraklarımızdan 252 ton altın çıktı

2001 yılından bu yana Türkiye’de altın üretiliyor.

Üretimin başlamasından bu yana 16 yılda toplam 252 ton altın üretildi.

Türkiye’de halen 7 firma; İzmir (2), Uşak, Erzincan, Eskişehir, Ordu, Gümüşhane (2), Kayseri,Niğde, Sivas’taki 11 maden işletmesinde altın üretiliyor.

Altın üreten kuruluşlar bugüne kadar aramalar için 800 milyon dolar, üretim tesisleri için 2.2 milyar dolar olmak üzere yaklaşık 3 milyar dolarlık yatırım yaptı.

Altın üreten 7 firmanın 2’si uluslararası sermayeli. Biri TMSF tarafından yönetiliyor.

2001 yılında 1.4 tonla başlayan altın üretimi 2013 yılında 33.5 tona ulaştı. 2013 yılından sonra yeni altın arama izinleri ve işletme izinleri konularında yaşanan sıkıntılar sonucu altın üretimi düşmeye başladı. Altın üretimi 2014 yılında 31 ton, 2015 yılında 27.5 ton, 2016 yılında 24.5 ton oldu.

Üretim önemli

Son 22 yılda 3.280 ton altın ithal ettik. Yılda ortalama altın ithalatımız 150 ton dolayında.

2016 yılında ithal edilen 106 ton altın için 4.3 milyar dolar döviz ödedik. Yerli ürünler,İstanbul’da rafineriden geçtikten sonra İstanbul Altın Borsası’nda satılıyor.

Açık anlatımla, 2016 yılında 106 ton ithalata, yerli üretim olan 24.5 ton altın eklendiğinde toplam arz yaklaşık 131 tona yükseldi.

Başka anlatımla, yerli üretim 24.5 milyon ton daha az altın ithal etmemize imkân verdi. 2016 yılındaki altın üretiminin ekonomiye toplam katkısının 1 milyar dolar olduğu belirtiliyor.

Altın madencilerinin 2016 yılında devlete ödedikleri doğrudan ve dolaylı vergiler toplamının 4.9 ton altına eşdeğer olduğu belirtiliyor.

Aramalar yavaşladı

Madencilik faaliyetleri için alınması gerekli olan zorunlu izinlerin Haziran 2012’de yayımlananBaşbakanlık Genelgesi ile Başbakanlık onayına bağlanmasının ardından,  izinlerin alınmasında yaşanan sıkıntılar nedeniyle, diğer madenlerde olduğu gibi, altın üretimi 2013 yılından itibaren gerilemeye başladı.

2012 yılında altın madeni aramalarına yılda 120 milyon dolar para harcanırken, izinlerde yaşanan sıkıntılar nedeniyle bu rakam 2016 yılında 20 milyon dolara düştü.

Altın madencileri yatırım ve üretimlerde sürdürülebilirlik riskinden yakınıyor.

Altın madenciliğinde yatırım ve üretimin sürdürülmesi, arama faaliyetinin sürdürülmesine bağlı.

Dünya maden istatistiklerine göre, enerji ve metal madenciliğinde yüzlerce maden arama sahasından bir veya ikisi madene dönüşebilmektedir.

Ülkemizde 350 maden arama ruhsatından ancak bir tanesi ekonomik olarak işletilebilecek bir altın madenine dönüşmektedir. Ekonomik olacak miktarda altın bulunamayan 349 sahada yapılan maden arama masrafları madenciliğin riskini oluşturuyor

Maden işyerlerine sığınma odası şartı!

Geçmiş yıllarda yaşadığımız maden facialarının bazılarında sığınma odalarının olmaması eleştirilmişti. Özellikle Soma’da yaşanan elim maden faciası sonrasında hükümetin düğmeye basmasıyla birlikte madenciler için çok önemli değişiklikler getirildi. Hem çalışma süreleri kısaltılarak buna mukabil yıllık izin süreleri uzatıldı ve hem de ücretleri 2 asgari ücretten az olmayacak şekilde belirlendi.

2015 yılında yayınlanan 6645 Sayılı Kanun’la iş sağlığı ve güvenliğine ilişkin koruyucu düzenlemeler yapılmıştı. Bu düzenlemelerin en önemlilerinden birisi de maden işyerlerinde acil durumlarda işçilerin korunabileceği ve uluslararası standartlara uygun sığınma odalarının kurulmasıydı.

Söz konusu maden işyerlerinde sığınma odalarının kurulmasını düzenleyen 6331 Sayılı Kanun’un 30. maddesine göre; Maden işyerlerinin hangilerinde sığınma odalarının kurulabileceği ve bu odaların teknik özelliklerine dair usul ve esaslar bakanlıkça bir yıl içinde çıkarılacak yönetmelikle düzenlenecek, bu teknik özellikler, ulusal ve uluslararası standartlara uygun olarak belirlenecektir.

Buna ilişkin olarak da 08.04.2017 tarihli Resmî Gazete’de Yeraltı Maden İşyerlerinde Kurulacak Sığınma Odaları Hakkında Tebliğ yayınlanmıştır. Bu Tebliğ, yalnızca 6331 sayılı Kanun kapsamına giren yeraltı metal maden işyerlerini kapsamaktadır.

Yapılan bu düzenlemeye göre; işveren, sığınma odalarını muhtemel acil durum senaryosunu göz önünde bulundurmak şartıyla Maden İşyerlerinde İş Sağlığı ve Güvenliği Yönetmeliği’nin Ek-3’ünün 14’üncü maddesi gereğince çalışanlarda kişisel solunum koruma cihazları bulundurarak kurar veya inşa eder.

İşveren; sığınma odalarını yangın, patlama, göçük, zehirli veya boğucu gazların açığa çıkması gibi durumlarda kullanılmak üzere her zaman kullanıma hazır vaziyette bulundurur. Acil durum planında sığınma odasının konumunu ve sığınma odalarında bulunan kişilerin kurtarılmasına yönelik hususları belirtir. Sığınma odalarını hayat hattı ile erişime mümkün hale getirir.

Sığınma odasının teknik özellikleri madenin türü, üretim planı, vardiyadaki çalışan sayısı, acil durum planı ve kaçış yolları dikkate alınarak belirlenir. Sığınma odası, madenin basınçlı hava hattına bağlanır. Odada basınçlı havayı gerektiğinde kapatmak için kapama vanası bulunur. Sığınma odalarının kullanılması durumunda içinde bulunan kişilere en az 36 saat yetebilecek solunabilir hava sağlanır.

Odalarda; klima, hava temizleme, nem alma, aydınlatma, uyarı ışıkları, haberleşme, gaz izleme sistemleri ve sığınma odasındaki diğer elektrikli ekipmanlar için en az 36 saate kadar yedek enerji kaynağı bulundurulur.

Sığınma odası ve bütün elemanlarının dışarıdan gelebilecek darbelere karşı dayanıklı ve sağlam yapıda olması gerekir. Sığınma odalarının tavan, taban ve yan bölmeleri olmak üzere tüm gövdesi en az 5 psi’lik patlama basıncına dayanıklı olacak şekilde inşa edilir veya kurulur.

Sığınma odası, zehirli veya boğucu gazların içeri girmesini engelleyecek şekilde sızdırmaz yapıda olur. Sığınma odasında, içinde bulunan kişilerin sağlık ve güvenliğine zarar vermeyecek şekilde termal konfor şartları sağlanır.

Sığınma odasında maden işyerinde görevli işyeri hekiminin görüşleri doğrultusunda belirlenen ilk yardım çantası bulundurulur. Sığınma odasını kullanacak kişi sayısı ve sığınma odasının kullanılacağı gün sayısı dikkate alınarak yeterli miktarda son kullanma tarihi geçmemiş içme suyu hazır bulundurulur. İstenildiği takdirde odalarda kuru gıda bulundurulabilir. Bu konuda işyeri hekiminin tavsiyeleri dikkate alınır.

Sığınma odası ve yerüstü arasında görsel ve/veya sesli iletişimin kurulmasına imkân sağlanır. Sığınma odası, kurulacağı konum itibarıyla sabit sığınma odası veya taşınabilir sığınma odası olacak şekilde tasarlanır. Sığınma odasının dışarısında; sesli ve ışıklı uyarılar, sığınma odasının çevresinde reflektör şerit bulundurulur. Sığınma odası ve sığınma odasının bütün elemanları yanmaz malzemeden yapılır.

İşveren, sığınma odalarının konumu ve kullanımına ilişkin olarak tüm çalışanları bilgilendirir. Sığınma odasının kontrol ve bakımında görevli çalışanlara, her vardiyada en az bir kişi olacak şekilde işverence eğitim sağlanır. Söz konusu eğitimlerin birincisi sığınma odalarının kurulumu sırasında üretici ya da kurulumu yapan firma tarafından, diğer eğitimler ise 6 ayda bir işverence belirlenen yetkili kişiler tarafından verilir.

İşverenlerin; 8 Nisan 2017’den önce mevcut bulunan sığınma odalarını 1/7/2018 tarihine kadar yapılan bu düzenlemeye uygun hale getirecek. Genel olarak tebliğ hükümleri 1/7/2018 tarihinde yürürlüğe girecek.

Esasen her daim içimizi burkan maden facialarının önlenmesinde belki de hayati bir fonksiyonu olabilecek sığınma odalarının önemi belki de ileride yaşanabilecek kazalarda ortaya çıkacak. Umarız ekmeğini taştan çıkaran madenci kardeşlerimizin sığınma odalarını kullanmalarını gerektirecek bir kaza yaşanmaz.

MADEN KAPATILINCA İNSANLARIN KAÇTIĞI HAYALET KASABA

Bir zamanlar 7 bin ailenin yaşadığı Amerikan kasabası, madenlerin kapatılması ardından başlayan aşırı göç sonucu, en ünlü hayalet şehirlerinden birine dönüştü.

1876 yılında kurulan Bodie kasabası, şu an turistler tarafından sıkça ziyaret edilen bir hayalet kasaba.
Maden Kapatılınca İnsanların Kaçtığı Hayalet Kasabadan 16 Kare
Eskiden yaklaşık 7 bin ailenin yaşadığı madencilik bölgesinde, işler kapanınca insanlar da bölgeyi terk etti.
Maden Kapatılınca İnsanların Kaçtığı Hayalet Kasabadan 16 Kare
Ve Bodie ABD’nin en ünlü hayalet şehirlerinden birine dönüştü.
Maden Kapatılınca İnsanların Kaçtığı Hayalet Kasabadan 16 Kare
1880 yılına gelindiğinde nüfusu 10 bin civarındaydı. 1900lü yıllara gelindiğinde ise göç başladı ve nüfus oldukça azaldı.
Maden Kapatılınca İnsanların Kaçtığı Hayalet Kasabadan 16 Kare
1932 yılında çıkan büyük yangından sonra ise tamamen terk edildi.
Maden Kapatılınca İnsanların Kaçtığı Hayalet Kasabadan 16 Kare
Şimdilerde kasabaya tarihi turlar düzenleniyor.
Maden Kapatılınca İnsanların Kaçtığı Hayalet Kasabadan 16 Kare
Yılın her günü açık olan mekanda, kışın yollar kapandığı için ulaşım güçleşiyor.
Maden Kapatılınca İnsanların Kaçtığı Hayalet Kasabadan 16 Kare
Kasaba Kaliforniya koruması altında park olarak tanımlanıyor.
Maden Kapatılınca İnsanların Kaçtığı Hayalet Kasabadan 16 Kare
Maden Kapatılınca İnsanların Kaçtığı Hayalet Kasabadan 16 Kare
Maden Kapatılınca İnsanların Kaçtığı Hayalet Kasabadan 16 Kare
Maden Kapatılınca İnsanların Kaçtığı Hayalet Kasabadan 16 Kare
Maden Kapatılınca İnsanların Kaçtığı Hayalet Kasabadan 16 Kare
Maden Kapatılınca İnsanların Kaçtığı Hayalet Kasabadan 16 Kare
Maden Kapatılınca İnsanların Kaçtığı Hayalet Kasabadan 16 Kare
Maden Kapatılınca İnsanların Kaçtığı Hayalet Kasabadan 16 Kare