Günün Madencilik Makalesi

2002 yılında girmiş olduğu ilk seçimlerden itibaren, seçimlerin tamamında projesi olan, çözümü olan bunu kaynaklarıyla dile getirip ispat eden Prof. Dr. Haydar Baş ve kadrosuna sahip çıkıp, Bağımsız Türkiye Partisi’ni iktidar edemeyişimizin sıkıntısını ciddi şekilde yaşıyoruz. Prof. Dr. Haydar Baş Bey, her seçim sonrası daha da sıkıntı içine giren, çıkmaza, karanlığa sürüklenen millete şu manidar soruyu sordu: ‘Neden inanmadınız?’

Milli Ekonomi Modeli tezi ile beraber kapitalizmi tarihe gömen Prof. Dr. Haydar Baş Bey, Türk milletine çözümleri anlatmaktan neredeyse dilinde tüy bitti. Uluslararası sempozyumlar ve kongreler ile beraber tüm dünyanın kabul ettiği Milli Ekonomi Modeli’ni halkımız anlamamakta direndi. Yetmedi, Prof. Dr. Haydar Baş ilk kez bir Türk siyasisi olarak 4,5 saat Rusya’nın Duma meclisinde çok sayıda siyasetçi, akademisyen, öğrencilerinde takip ettiği bir ekonomi brifingi verdi. Yıllar geçti günümüzde çığ gibi büyüyen Milli Ekonomi Modeli akımı 4 milyar insanın modeli oldu. Türk milleti yine anlamadı, inanmadı.

Türk siyaset tarihinde projelerini noter taahhütlü vaad eden tek lider Prof. Dr. Haydar Baş oldu. Yeraltı kaynaklarımızı dile getirip, kimlerin nasıl işlediğini tek tek anlatan, 2023 yılına kadar maden çıkarılamaz yalanlarını belgeleriyle açıklayan tek lider Prof. Dr. Haydar Baş oldu. Milli para kavramını ortaya koyan, gizlenen Ehl-i Beyt gerçeğini yazdığı Ehl-i Beyt külliyatı ile aydınlığa çıkaran, Türkiye Cumhuriyeti kurucusu Kemal Atatürk ve ailesine sahip çıkan tek lider yine Prof. Dr. Haydar Baş oldu.

Konunun ana temasına gelirsek, Prof. Dr. Haydar Baş Türkiye’deki 3 katrilyon dolarlık maden zenginliğimizi söylemişti de milletimiz duymazlıktan geldi.30

5 bin TL asgari ücreti nasıl vereceğini detaylı bir şekilde anlattığı halde, “Kaynak nerede? Nasıl verecek?” diye söylenenler oldu ve inanmadılar.

Bugünlerde çıkan bir haberde, Bursa’nın Orhaneli Belediye Başkanı İrfan Tatlıoğlu, 6 üniversitenin öğretim üyelerinden oluşan heyetin yaptığı araştırmalar sonucu Orhaneli ilçesi Erenler bölgesinde 900 yıl yetecek, 500 milyar dolarlık mermer rezervi olduğunu ve 61 ocak sahibinin 61 maden fabrikası yapılması için taahhüt verdiğini açıkladı. Ayrıca bölgede Erenler bölgesi gibi 3-4 yerin daha olabileceğinden bahsediliyor. Bunun gibi örnekleri duymaya devam ettikçe düşünüyorum da hala ayıkmayacak mıyız?

Ülkemizin her yerinden madenler çıkarılıyor gelip elin ecnebisi bunu işleyip kullanıyor bunu anlatıyoruz ses yok. “Bu madenler bizim kendi değerimiz, devlet–millet ortaklığında el ele işleyip milletimin karnını doyuracağım” diyen Haydar Hoca’ya gelince, “yok canım nasıl verecek, olmaz öyle şey” dersen, aç-sefil yaşamak sana müstahak oluyor.

Kendimizi bir muhasebeye çekmemiz gerekmiyor mu? Soruyorum, sahiden bunca kaynak elde varken, her konuda gerekli ölçüyü koyan Haydar Hoca’ya neden inanmadınız?

Haydar Hoca’ya inanmayarak kaybeden, kaybetmeye devam eden milletimiz kendine gelerek tek kurtuluş, tek çare olan Prof. Dr. Haydar Baş Bey’e bir an evvel sahip çıkmalı ve kendisini daha fazla üzmeden kıymetini, değerini anlamalıdır.

Yanlış anlamayın, Haydar Hoca’dan dünyada bir tane daha yok! Kafamıza akıl koyalım.

Günün Madencilik Makalesi

Ölüme döşenen taşlar

Büyüknohutçu çiftini öldürten ‘Çirkin’ lakaplı azmettirici tam da bu düzenin kendisi. 2004 yılında Maden Kanunu değişince şirketlere yaşam alanlarını, tarım alanlarını ve ormanları para için yok etmek kalıyordu. Son hedef ise Büyüknohutçu çifti oldu.

Antalya Finike’de çevreci Ali Ulvi ve Aysin Büyüknohutçu çiftinin öldürülmesi doğayı para kazanma kaynağı olarak gören şirketlerin gözünün nasıl karardığının son kanıtı. Büyüknohutçu çiftinin katledilmesi yaşam alanını, ormanını, suyunu, toprağını korumaya çalışan insanlara yönelik bir gözdağı aynı zamanda. Yaşam savunucularını yasa boğan cinayetin ardından aileyi yakından tanıyan herkesin aklına gelen ilk soru cinayetin arkasında kimin olduğuydu.

‘Kim bu Çirkin?’
Katil zanlısı Ali Yumaç, savcılık ve mahkeme ifadelerinde, kapatılan mermer ocağında çalışan ’Çirkin’ lakaplı kişinin cinayetler için 50 bin TL teklif ettiğini, 3 bin TL’sini ödediğini belirtmişti. Polis şimdi ‘Çirkin’ lakaplı azmettiriciyi arıyor. Polisin aradığı ‘Çirkin’ tam da doğayı meta ve para kaynağı gören sermaye ve hükümet işbirliği düzeninin kendisi.

‘Yasal düzenleme’
Antalya bölgesinde 2 binli yılların başında taşocağı ve mermer ocaklarının sayısı hızla artıyor. Kırılma noktası Maden Kanunu’nun şirketler lehine değişmesiyle başlıyordu. 2004 yılında yapılan değişiklikle 25 hektar ve altındaki alanlara ‘ÇED Gerekli Değildir’ muafiyeti getirildi.
olume-dosenen-taslar-289448-1.
Yasal düzenleme ile ardı ardına açılmaya başlanan mermer ve taşocakları, hem sedir topluluklarının bulunduğu Alacadağ Tabiatı Koruma Alanı’nın sınırına dayandı hem de Büyüknohutçu ailesinin de yaşadığı bölgeyi tehdit etmeye başladı. Bu dönemde 25 hektarlık alan için ruhsat başvurusu yapan şirketlerin tamamına yakını faaliyete başladıktan sonra yasal sınırları aştı. Denetim olmayınca ormanlık alanlar teker teker yok edilmeye başlandı. Enerji Bakanlığı verilerine göre Nisan ayı itibariyle Antalya’da 2 bini aşkın sayıya ulaşan taşocakları ve mermer ocakları yurt genelinde 12 bin adeti geçti. Konut ve AVM çılgınlığı mermer ocaklarından çıkan mermerle süsleniyordu artık.

Finike’nin ünlü portakalı zarar gördü
Nadir orman ağacı türleri, endemik bitkiler ve anıtsal ağaçlarıyla sahip çıkmamız gereken Antalya bölgesi taşocağı ve mermerci kıyımına uğradı.

Finike’nin ünü sınırları aşan portakalının yetiştiği alanı çevreleyen yamaçlarda dev yaralar bu dönemde açıldı. Finike portakalının mermer ocaklarına karşı var olma mücadelesi defalarca gündeme geldi. BirGün, 29 Şubat 2016 tarihli sayısında, “Evet mesele birkaç ağaç değil’ başlığıyla taşocaklarının ve mermer ocaklarının tahribatına dikkat çekmişti.

Sayıları binlere ulaşan mermer ocaklarına aynı dönemde yaşam savunucuları, meslek odaları, demokratik toplum kuruluşları defalarca itiraz etti. Doğaya tahribata dikkat çekildi, raporlar hazırlandı. Yerel mahkemelere, üst mahkemelere yasalara aykırı biçimde ve denetimden uzak çalışan taşocakları ve mermer ocakları için başvuru yapıldı. Açılan davalar kazanılıyor, kimi usulsüz çalışan ocakların izinleri iptal ediliyordu. Daha 2 yıl önce o ocaklardan birinin işletmecisi, Büyüknohutçu’ya 100 bin liralık manevi tazminat davası açmıştı.

Kısacası onlarca mermer ocağının tahrip ettiği dağları, ormanları korumak için çaba gösteren Ali Ulvi Büyüknohutçu ve eşi Aysin Büyüknohutçu, bütün bu sürecin sonunda bir cinayetin hedefi oldu. Doğaya ve yaşama saldıranlar Büyüknohutçu çiftine saldırmaktan, onları öldürtmekten geri durmadı.

‘Antalya’yı sahiplenmeye kararlıyız’

Ziraat Mühendisleri Odası Antalya Şube Başkanı Vahap Tuncer, büyüyen bir sorun olarak taşocaklarının tarım alanlarına zarar verdiğine dikkat çekiyor. Antalya’nın bir tarım deposu olduğunu vurgulayan Tuncer şu ifadeleri kullanıyor: “Sadece tarım alanları söz konusu değil; ekosistem bir bütün olduğu için Antalya’nın ılıman dokusu da tahrip ediliyor, yeraltı suları olumsuz etkileniyor. Bir anlamda rant çabasında olanlar kendi menfaatleri için bu cinayeti azmettirmiştir. Antalya’da bulunan meslek odaları, çevre örgütleri ve duyarlı yurttaşlar doğaları ve yaşam alanları için daha büyük mücadele verecektir. Bu tür korkutmalar kentimizi sahiplenme kararlılığımızdan geri adım attıramaz.”olume-dosenen-taslar-289553-1.

‘Birlikte mücadeleye ihtiyacımız var’
Yaşam savunucusu ve mimar Birsen Tanyeri, gazetemize yaptığı açıklamada 10 yıllık mücadele arkadaşları Büyüknohutçu çiftini kaybetmenin üzüntüsünü yaşadığını kaydetti. “Uzun yıllardır ekoloji alanında mücadele veren isimlerden biriyim” diyen Tanyeri, “Maden Kanunu ile yapılan değişiklikle birlikte çok sayıda taşocağı ve mermer ocağı faaliyete girdi. Bunların çoğu o dönemde ruhsat için başvuruyu yaptı ancak başvuru tamamlanmadan çoğu faaliyete geçmişti. O süreçte bunlara karşı ciddi mücadele başlattık” ifadelerini kullandı.

Tanyeri şu ifadeleri kullanıyor: “Benim anneannemin memleketi Korkuteli’nde bulunan Kızılcadağ’da yaptıkları tahribatı görmeniz gerekirdi. 2007 yılında TMMOB’den yardım istedik, gelip incelediler, raporlar hazırlandı, o raporlarla yargı süreçleri başlatıldı. Davaların çoğunu kazanıyorduk. Bu maden şirketlerini rahatsız ediyordu. Ben daha çok HES’lere karşı Derelerin Kardeşliği Platformu ile hareket ettim. Dostlarım Büyüknohutçu çifti ise daha çok taşocakları ve mermer ocaklarına karşı mücadele verdi. Çevreyi korumaya yetişmemiz zordu. Ali çevresinde olanlara sessiz kalamayanlardandı. Yaşam savunuculuğunun ağır sonucu dostlarımızın öldürtülmesi oldu. Ancak korkmuyoruz buna karşı topyekun mücadelenin, birlikte mücadelenin ihtiyaç olduğunu biliyoruz.”

***

Katilin eşi de tutuklandı
Ali Ulvi ve Aysin Büyüknohutçu çiftinin tutuklanan katil zanlısı Ali Yumaç’ın eşi Fatma Yumaç (31) evinde gözaltına alındı. Finike İlçe Jandarma Komutanlığı’ndaki ifadesinin ardından adliyeye sevk edilen Fatma Yumaç, çıkarıldığı nöbetçi mahkeme tarafından yardım ve yataklık suçlamasıyla tutuklanarak Burdur Cezaevine gönderildi.

Ali Yumaç, Büyüknohutçu çiftini öldürdükten sonra cüzdanından aldığını öne sürdüğü 2 bin 100 TL’nin 700 TL’sine ve eşi Fatma Yumaç’a aldığı cep telefonuna da el konuldu. Katil zanlısına ait 3 telefon numarası ile eşine ait 3 telefon numarasının baz istasyonu kayıtları da incelemeye alındı.

http://www.birgun.net/haber-detay/olume-dosenen-taslar-160404.html

Günün Madencilik Makalesi

Kömür ve benzini bugünkü gibi yakmaya devam edemeyiz

Almanya’da Potsdam İklim Etkisi Araştırma Enstitüsünden Lena Boysen, “Kömür ve benzini bugünkü gibi yakmayı sürdürürsek, iklime istikrar kazandırmak için atmosferden çıkarmamız gereken, sera etkisi yaratan gaz miktarı başa çıkabileceğimizden çok daha fazla olacak” ifadesini kullanıyor.

İklim değişikliğiyle mücadele çerçevesinde ağaç dikmenin, fosil yakıtlardan kaynaklanan karbondioksit emisyonlarını etkisiz hale getirmekte uygulanabilir bir seçenek olmadığı bildirildi.

Sonuçları Earth’s Future dergisinde yayımlanan araştırma, ağaç dikerek atmosferde karbondioksit emisyonlarının azaltılması beklentisi içine girmenin gerçekçi olmadığını ortaya koydu.

Araştırmada, Paris İklim Anlaşması çerçevesinde küresel ortalama sıcaklık artış limitinin yüzyılın sonuna kadar iki derecenin altında sınırlandırılmasına yönelik güçlü ve hızlı emisyon politikalarını, çok iyi seçilmiş bölgelerde artan sulama veya gübrelemeyle biyokütle yetiştirilmesinin destekleyebileceği belirtildi.

Almanya’da Potsdam İklim Etkisi Araştırma Enstitüsü’nden Lena Boysen, “Kömür ve benzini bugünkü gibi yakmayı sürdürürsek, iklime istikrar kazandırmak için atmosferden çıkarmamız gereken, sera etkisi yaratan gaz miktarı başa çıkabileceğimizden çok daha fazla olacak” ifadesini kullandı.

2015 yılı aralık ayında 191 ülke tarafından imzalanan Paris Anlaşması, iklim değişikliği için ilk kez bu kadar bağlayıcı kurallar içermesi ve bir gün içinde küresel nitelikte en fazla imza toplayan anlaşma olması nedeniyle tarihi önem taşıyor.

Anlaşma küresel ortalama sıcaklık artış limitinin yüzyılın sonuna kadar bir buçuk ile iki derece arasında sınırlandırılmasını amaçlıyor.

Günün Madencilik Makalesi

Aşkale Çimento’nun özelleştirilmesiyle başlayan başarı öyküsü

Lütfi Yücelik, Erzurum TSO Başkanı iken, Aşkale Çimento’nun özelleştirileceğini duyunca 1992 yılında 1000 yerel katılımcıyla Erçimsan’ı kurarak özelleştirilen çimento fabrikası ihalesine katılıp fabrikayı aldılar. Bu özelleştirme bizim de ilgimizi çektiğinden DÜNYA olarak 1992 yılından bu yana Erçimsan’ın öyküsünü hep yakından izledik. Özelleştirme sonrası ilk ziyaretlerimizden biri dönemin Garanti Bankası Genel Müdürü Ergun Özen’le birlikteydi. Özen, ziyaret sırasında heyecanlanarak, Yücelik’e “Bir milyonluk kredin hazır” demişti. Özelleştirme sonrası ilk üç yıl ayakta durma mücadelesi verme ve tasarruf gayreti ile geçti. Satış rakamları arttı, 1997’de yatırım ve kapasite artırımı projelerni hazırlamaya başlandı.

1999’da ilk, 2000’de ikinci kapasite artırım projeleri için düğmeye basıldı, 2003’te bu yatırımlar devreye girdi. 2004 yılında yeni paketleme ünitesi ve Ağrı Hazır Beton Tesisleri hizmete sokuldu.

2005 Trabzon Çimento’nun alınmasıyla ilk önemli büyüme adımı atıldı. 2006’da Aşkale 2. Klinker hattının temeli atılıp, 2007’de üretime başlıyoı. 2007’de Gümüşhane Çimento gruba katıldıktan sonra, 2008’de Erzincan ve Gümüşhane’de yatırıma karar verildi ve Tercan’da taş kırma fabrikasında üretime başlandı. 2009’da Erzincan ve Gümüşhane’de art arda üretime geçildi. 2009’da Van Çimento’da gruba katıldı. 2010’da Aşkale fabrikasında atık ısıdan enerji üretimi özel çalışması gündeme alındı. Beşikdüzü ve Tirebolu hazır beton tesisleri bünyeye katıldı. 2011’de Van Çimento kapasite artırımı Aşkale Enerji Santralı projeleri devreye alındı. Gümüşhane’de yeni üretim hattının temeli de bu yıl atılırken, sosyal sorumluluk projesi olarak Aşkale kız yurdu açıldı.

Yatırımlar her yıl durmadan sürdürülürken, 2013’de Rize Hazır Beton, 2025’te Sançim Bilecik Çimento ve 4 hazır beton tesisi Erçimsan bünyesinde yer aldılar.
1993 yılında Aşkale Çimento ile çıkılan yolculukta yapılan yatırımlarla bugün Trabzon, Van, Gümüşhane, Erzincan, Bilecik, Samsun, Giresun, Ağrı, Rize, Bursa, Tokat, Amasya ve İstanbul’da çimento ve hazır beton tesisleri olan bir büyüklüğe ulaşılmış durumda. Aşkale Çimento 2014’te 478. sıradan girdiği ISO 500’de 2016’da 621 milyar liralık üretimden satışlarıyla 166. sıraya yükselmiş durumda. 1993 yılında yola 300 bin ton üretimle çıkmışken, yıllık kapasitesi 13 milyon tona yükselmiş durumda. Grup mevcut üretimiyle Türkiye, çimento üretiminin yüzde 8’ini karşılıyor.

Erçimsan, doğaya karşı saygılı yıllık 60 bin megavat elektrik enerjisi üretim tesisine sahip. Yeni enerji yatırımlarını sürdürme kararında. Doğrudan 1600, dolaylı 5 bin kişiye iş sağlıyor.

1992 yılında Erçimsan’a katılan 1000 ortaktan yüzde 95’i bugün ortaklığını sürdürüyor. Ortakların yatırımları dolar bazında 15 kat artmış durumda.

Lütfi Yücelik, bir kadirbilirlikle “1992 yılından bu yana DÜNYA gazetesi hem bizlere hem bölgemizdeki ekonomik gelişmelere dair tuttuğu dik duruş, yüreklendirme ve haber politikası takdire şayandır” diyerek bu konudaki düşüncelerini dile getiriyor ve bizi de mutlu kılıyor.

Günün Madencilik Makalesi

Maden cinayetlerinin sorumlusu kimler?

                Bu cinayetlere ne vakte kadar göz yumulacak? Gözü doymaz patronların gözünü toprak doyurana kadar kaç can alacak, kaç eve ateş düşürecekler? Ve hepsinden daha ürkütücü olanı bizler bu cinayetleri güvenli ve konforlu localarımızdan daha ne kadar izleyeceğiz?

            Henüz daha Siirtdeki kaza soğumamışken Soma afeti kâbuslarımızdan çıkmıyorken şimdi de Antalya Kemerde iki madenci öldü. Hayır, yanlış kelime kullandım, ölmedi göz göre göre öldürüldü. Cinayetin bir numaralı sanıkları olan maden sahipleri jandarmadaki sorgularının ardından serbest bırakılmış. En temel iş gereci olan maske bile olmayan bu madene çalışma izni verenlerin ise adı bile anılmıyor.

            Patlama yok, göçük yok metan gazı sıkışması nedeniyle gazdan zehirlenerek ölen iki işçi… Sadece çalışır vaziyette gaz maskelerinin olması bu iki canı kurtarabilirdi. Yangın, patlama, göçük, gaz sıkışması bütün bu kazalar aniden, birdenbire, kendiliğinden gerçekleşen, insanın elini kolunu bağlayan şeyler yani kader değildir. Bunların tamamı hesap edilebilir, planlanıp kontrol altına alınabilir risklerdir. Nitekim 1962 yılında Almanya Volklingende yaklaşık 300 kişinin hayatını kaybettiği kazanın akabinde alınan yoğun tedbirlerden sonra maden kazalarında ölenlerin sayısı giderek azaltılmış, seksenli yıllardan itibaren ise ölenlerin sayısı tek haneli rakamlara düşürülmüştür.  Son yirmi yılda ülkemizde maden kazalarında ölen insanların sayısı yaklaşık 1400 kişidir. Hemen hemen aynı sürede Almanya’da maden kazalarında ölen insan sayısı ise sadece 3 kişidir.

            Maden kazalarında ölüm kader değildir. Maden kazalarında ölüm, alınmamış önlemlerdir, ihmal edilmiş, planlanmamış, işverene getireceği maliyetler nedeniyle görmezden gelinmiş prosedürlerdir, devşireceği her türlü menfaatler sebebiyle yerine getirilmeyen denetim sorumluluğudur.

            Firmalar tamamen kar odaklı çalışıp işçi güvenliğini ikinci plana attıkları müddetçe, devlet ilgili tüm yasal mevzuat mevcut olduğu halde bu yasaların gereğini bir türlü uygulatamadığı sürece bu cinayetler işlenmeye devam edecektir. En vahimi ise bu cinayetler sıradanlaşır da bizlerin her gün kılımızı kıpırdatmadan izlediği reality şovlara dönüşürse işte o zaman insanlığımızdan vazgeçtiğimiz gündür. İşte bunun için sadece bunun için yani insan kalmak için şu sorulara cevap arıyorum:

  1. Antalya Kemerdeki bu iş cinayeti hangi tedbirin alınmaması nedeniyle gerçekleşti?

  2. Alınmayan bu tedbirlerin sebep olduğu cinayetin sorumlusu kim ve cezası nedir?

  3. Bu madende resmi makamlarca denetim yapıldı mı?

  4. Maske bile olmadığına göre belli ki denetim yapılmamış, ohalde bunun sorumlusu kim ve cezası ne?

Günün Madencilik Makalesi

Firmaların akıl almaz mermer savaşı

Isparta’nın Sütçüler ilçesindeki devasa mermer ocağında üç firma arasında rödovans savaşı yaşanıyor. Firmalardan biri Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu’na yakın olunca, devletin Valisi ilgili bütün kurumları da yanına alarak jandarma ve çevik kuvvet ekiplerinden oluşan yüzlerce güvenlik kuvvetiyle mermer ocağına baskın yaptı. Doğal taş piyasasında ‘Ottoman bej’ olarak bilinen tonu yaklaşık 550 dolara satılan mermerin çıkarıldığı ocak, ruhsat sahibi firma ile bu firmadan rödovans yoluyla ocağı kiralayan Bakan Eroğlu’na yakın olduğu öne sürülen Afyonkarahisar merkezli firmayı karşı karşıya getirdi. Devletin valisi ise firmaların rant kavgasını çözmek için mermer ocağına çıkartma yaptı. Yöre halkı ise günlerdir süren gerilimin ardından “Mermer sektörü nereye gidiyor?” sorusuna yanıt arıyor.

ISPARTA’DA AKIL ALMAZ RANT SAVAŞI: MERMER SEKTÖRÜ NEREYE GİDİYOR?

Sütçüler ilçesine bağlı Yeşilyurt köyünde günlerdir bitmeyen mermer ocağı kavgası iddialara göre şöyle gelişti: Denizli merkezli Özçınar firması, Yeşilyurt köyünde mermer çıkarmak için yaklaşık 300 hektarlık (3 bin dönüm) arazide ruhsat aldı. Ruhsat sahasının bir kısmında mermer çıkarmaya başlayan firma, oldukça geniş olan ruhsat sahasının bir bölümünü de Afyonkarahisar merkezli HBB Madencilik firmasına madencilik sektöründe kullanılan bir kiralama yöntemi olan rödovans usulüyle kiraya verdi.

FİRMA ÇALIŞMAYINCA OCAK BAŞKALARINA KİRALANDI

Ancak iddiaya göre HBB firması kiraladığı ocakta uzun süre çalışma yapmayınca, ruhsat sahibi olan Özçınar firması da söz konusu alanı bu kez Karmersan ve Çobanlar Mermer adlı firmalara yine aynı yöntemle kiraya verdi.

ÇED GEREKLİ DEĞİLDİR DENİLDİ, BÖLGENİN DOĞASI YOK OLDU

Çevresinde korunan alanlar, su kaynakları, arkeolojik kalıntılar ve zengin bir biyolojik çeşitlilik bulunan Yeşilyurt köyü, aynı zamanda önemli bir tarımsal üretim merkeziydi. Bütün bunlara rağmen ‘ÇED Gerekli Değildir’ kararıyla ve büyük bir tahribata neden olarak faaliyetini sürdüren devasa mermer ocağı bir süre sonra büyük bir rant kavgasının da aracı haline geldi.

PAYLAŞILAMAYAN OTTOMAN BEJ’İN TONU 550 DOLAR

Ocaktan çıkarılan ve piyasada ‘Ottoman bej’ olarak anılan mermer, doğal taş pazarında tonu 500 ila 550 dolar arasında değişen fiyatlara alıcı bulunca yıllar önce ocağı ruhsat sahibinden kiralayan ancak alanda hiç çalışma yapmayan HBB firması mermer çıkarma kararı aldı. Bununla ilgili girişimlerde bulunan HBB firması, söz konusu alanda iki ayrı ocağın kiralama yoluyla çalıştığını görünce konuyu yargıya taşıdı.

KİRACI FİRMA YARGI KARARINI CEBİNE KOYUP OCAĞIN YOLUNU TUTTU

Bunun üzerine geçtiğimiz yıl alanda çalışan diğer iki firma bu yıl çalışma yapamadı. Geçmişte ocağı kiraladığı halde çalışma yapmayan ve mevzuat gereği ödenmesi gereken katkı paylarını ödemediği öne sürülen HBB firmasının talebi önce yargı tarafından reddedildi, ancak karara yapılan itirazların ardından yargıdan bu kez olumlu karar çıktı.

İLK BÜYÜK KAVGA ŞUBAT SONUNDA PATLAK VERDİ

Mahkeme kararıyla ocakta çalışma yapmak isteyen HBB firması ile bu girişimine itiraz eden ruhsat sahibi Özçınar mermer firması yetkilileri arasında kavga çıktı. Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu’na yakın olduğu öne sürülen HBB firmasının ocakta çalışma yapmakta ısrar etmesi üzerine ilk büyük tartışma geçtiğimiz Şubat ayı sonunda patlak verdi. Tartışmaların büyümesi üzerine Jandarma birlikleri ve yetkililer bölgeye giderek daha büyük olayların çıkması engellendi.

RANT KAVGASINDA SİLAHLAR ÇEKİLDİ, VALİ OCAĞI BASTI

Ancak 8 Mayıs tarihinde mermer firmaları arasındaki tartışma yeniden alevlendi. Görgü tanıklarının ifadelerine göre ise rant kavgasında silahlar çekildi, ortalık iyice karıştı. 10 Mayıs günü ise Yeşilyurt köyündeki mermer ocağı görülmemiş bir operasyona ev sahipliği yaptı. Isparta Valisi Şehmus Günaydın’ın talimatıyla ilgili bütün kurumları yetkilileri, jandarma ve çevik kuvvet ekiplerinden oluşan yüzlerce güvenlik kuvvetiyle rant kavgasına sahne olan mermer ocağını bastı.

İŞÇİLER KARŞILARINDA JANDARMAYI GÖRÜNCE ŞAŞKINA DÖNDÜ

Ruhsat sahibi firmanın, kiracı firmanın alanda çalışmak istemesine karşı direnmesi karşı yüzlerce yetkilinin olay yerine gelmesi, mermer ocağında çalışan onlarca işçi tarafından da şaşkınlıkla izlendi. Olay sırasında bazı çalışanların paralarını alıp alamayacakları yönünde birbirleriyle konuşmaları dikkat çekerken, yetkilerin konu hakkında herhangi bir açıklama yapmamaları akıllara soru işaretleri getirdi.

BAKAN’A YAKIN OLAN FİRMA DEVLET GÜCÜYLE ALANA GİRMEK İSTİYOR

Konuyla ilgili bilgisine başvurduğumuz bir sektör temsilcisi, ruhsat sahibi firma tarafından ocak sahasına sokulmak istenmeyen HBB Madencilik firması, Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu’na yakınlığı ile tanınıyor. Sektör temsilcisinin iddiasına göre mermer ocağına girmekte zorlanan HBB firmasının yetkilileri, konuyu Bakan Eroğlu ve Enerji Bakanı Berat Albayrak’a, aktardı ve çözüm için destek istedi. Bunun üzerine Isparta Valisi ve il Jandarma Alay komutanı, ilgili kamu kurumlarının temsilcilerini de alarak olay yerine baskın düzenledi. Amaç, ruhsat sahibi firmanın alanı kiracı HBB firmasına sorunsuz terk etmesini sağlamak.

DEVLETİN VALİSİ RANT KAVGASININ ARASINDA KALDI

Sektör temsilcileri, olayı iktidara yakın olan HBB Madencilik firmasının devletin tüm olanaklarını kullanarak baskı oluşturup alana girmek istemesi olarak yorumluyor. Devletin valisinin iki firma arasındaki rant kavgasını, Bakan’a yakın firma lehine çözmek için mermer ocağına kadar gitmesi ise yadırganıyor.

BAKAN EROĞLU’NA YAKIN OLDUĞU İDDİA EDİLEN HBB MADENCİLİK’İN SAHİBİ MEHMET AYTAY KİM?

Isparta’daki sır dolu rant kavgasında adı öne çıkan HBB Madencilik’in sahibi Mehmet Aytay, Afyonkarahisar’ın tanınan iş adamlarından biri. Bir çok siyasi ile iş ortaklığı bulunduğu iddia edilen Aytay’ın Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu’na yakın olduğu öne sürülüyor. Afyon’da AKP İl yöneticiliği de yapan Aytay’ın adı ülke gündemine ilk kez dönemin MHP Grupbaşkanvekili Oktay Vural’ın Afyon Belediyesi’ndeki yolsuzluklara ilişkin Mart 2009’da yaptığı açıklamayla gelmişti.

MHP’Lİ VURAL’DAN AYTAY İLE İLGİLİ ‘İŞ TAKİPÇİSİ’ İDDİASI

ANKA’nın 3 Mart 2009 tarihli haberine göre Meclis’te düzenlediği basın toplantısında Afyon’daki uzulsüzlük ve çıkar odaklı ittifaklara ilişkin iddiaları basın mensuplarıyla paylaşan Vural, dönemin AKP il yöneticisi olan Mehmet Aytay’ın iş takipçisi olduğunu öne sürmüştü.

“MEHMET AYTAY İDAREDEKİ TANIDIKLARIYLA YARDIMCI OLACAK”

MHP’li Vural’ın gazetecilerle paylaştığı iki şirket arasındaki bir sözleşme örneğinde, “DSİ 9’ncu Bölge Müdürlüğü Kuzuova pompaj sulaması 1’nci kısım inşaatı P20 pompa istasyonu işini yürütmekte olan yüklenici firma Yıltaş şirketinin idareye sunmuş olduğu, 64 nolu hak ediş raporunun ödemesinin yüklenici firmaya yapılmasının temini hususunda, yine 2004 yılı içinde iş için çıkmış olan yaklaşık iki trilyon TL tutarında bulunan ek ödenek ile ilgili olarak yapmış olduğu diğer işler için hazırlanacak hak ediş raporunun idareye Yıltaş tarafından 27.12.2004 tarihine kadar sunulması halinde bu hak ediş tutarının idare tarafından Yıltaş firmasına ödenmesi hususunda, Ayrıca 31 Mayıs 2005 tarihine kadar tamamlanması gereken bu işin yapımı süresi içerisinde, Yıltaş firmasının kendi kusuruna dayalı olmayan fakat idare tarafından ortaya çıkarılabilecek güçlük ve zorluklar nedeniyle doğacak ihtilafların giderilmesi hususlarında, Afelsan firması sahiplerinden ve yöneticilerinden Mehmet Aytay elinden gelen gayreti azami derecede gösterecek, idarede tanıdıkları kişilerle gerekli diyalogların teminine yardımcı olacaktır” ifadelerine yer verilmesi dikkat çekerken, Vural, söz konusu sözleşmeyi “iş takipçiliğinin resmi belgesi” olarak nitelendirerek, “Bu belge Afyon’un kimlere teslim edildiğini gösteriyor” görüşünü dile getirmişti.

VALİLİK DE FİRMALAR DA SESSİZLİĞİNİ KORUDU

Ayrıntıları sır gibi saklanan mermer ocağı operasyonuyla ilgili bilgi almak için ulaştığımız Isparta Valiliği yetkilileri, konu hakkında bilgilerinin olmadığını söyledi. Ulaşabildiğimiz ilgili mermer firmalarının yetkililerinden görüş talep etmemize karşın henüz görüş bildiren olmadı.

Yusuf Yavuz

Odatv.com

Günün Madencilik Makalesi

KÖMÜRDEN VAZGEÇTİK Mİ?

Bugünlerde kömür konusunda  tık yok.

Ses yok seda hiç yok.

Kömür ile ilgili bir açıklama var mı ?

Yok.

Bugünlerde toplu sözleşme görüşmeleri devam ediyor.

Bir çok sözleşmede mutabakat sağlandı.

Yakında da imzalanır düşüncesindeyim.

Buraya kadar tamam.

Fakat kömür üretimi ile ilgili bir gelişme yok.

Çaba da yok.

Gayrette .

Peki bu konuda siyasilerimiz ne yapıyor.

Onlarda da  bir etki ve tepki görünmüyor.

Kömür için özel sektörde  yaprak kımıldamıyor.

Bugün HEMA hayal kırıklığı yaratıyor.

Bundan sonra da yaratmaya devam edecek bir görüntü taşıyor.

Tam bir milyar Türk lirası yatırım .

Sonuç hayal kırıklığı.

Ve artık bir kilo kömür üretmeyen HEMA grubu.

Kamu kömür üretiminde işçi alımı yok.

Geçtiğimiz günlerde ÇAYKUR’a 1500 işçi alımı için başvurular başladı.

Zonguldak’ta  ise yaprak kımıldamıyor.

İşçi alımı yok.

Şehir  İŞKUR ile ayakta duruyor.

Üniversite ile yaşıyor.

Kömür bitse diye yola bakılıyor.

Enerji santrallerine, ithal kömür  ile ton başına  gelen fonun yansıması ilimiz adına görülmedi.

Enerji santrali üretimine teşvik geldi.

Yerli kömür kullanımına teşvik geldi.

Ama bizim Zonguldak’ta bunun yansıması yok.

Karı yok.

Üretime etkisi yok.

Peki yerli kömürde artış olmayınca ,biz bu ithal kömüre gelen fondan ne anladık.

Bizim artımıza mı?

Yoksa bizim eksimize mi?

Bugün ithal kömür fonu nedeni ile EREN enerji tüm sosyal sorumluluk projelerine dur dedi.

Veya minimuma  indirdi.

Son altı aydır bu durumu çok yüksek hissediyoruz.

Enerji bakanı kamu kömür üretimi içim çalışıyoruz sözleri söylemişti.

Ve  bu konuda  halen daha somut bir bilgi yok.

Açıklama yok.

Zonguldak kendi reçetesini , kendi mi ,yazacak.

Bugün için kurum 8000 işçinin altına düştü.

Her yıl 1000 sayısında emekli  işçimiz ,kurumdan ayrılıyor.

2020 yılında eğer bir mucize olmazsa ,

Kurumda kalan işçi sayısı memur dahil ,

Beş bin sayısının altına inecektir.

Zonguldak olarak, kurum erime trendinde.

Acil olarak 3000 işçi alınmazsa, gelecek günler hepten olumsuz günlerin başlangıcıdır.

Peki bizim siyasilerimiz bu konuda ne düşünüyor?

2019 yerel , genel  ve Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde  Zonguldak anahtar olacak.

Lokomotif olacak.

Seçmene yatırım yapılmazsa,

Zonguldak’ın sorunları çözülmezse,

İşçi alımları sağlanmazsa,

2019 seçimleri tam bir hayal kırıklığı olur.

Siyasiler iyi düşünsün ve taşınsın.

Projeleri  hayata geçirsin.

Yeraltı kömür üretimi sorunu çözülsün.

Devamlı enerji santralleri ruhsatı vermekle çözülmüyor.

Bu konuda bir çok yazı yazdık.

Değerlendirme yaptık.

Tek kelime olumlu mesaj duyamıyoruz.

Sadece tekrar hatırlatma adına değerlendirmelerimizi yazıyoruz.

Yapıyoruz.

Anlatmaya çalışıyoruz.

İnşallah anlatabiliyoruzdur.

Bu yazılarımız gelecekte arşiv olacaktır.

http://www.safakgazete.com/komurden-vazgectik-mi-24988.html

 

Günün Madencilik Makalesi

Adalet Bekliyorlar

Türkiye’yi acıya boğan Soma katliamının üzerinden üç yıl geçti.

13 Mayıs 2014’te meydana gelen Türkiye Cumhuriyeti’nin en büyük iş cinayetinde 301 maden
emekçisi ihmalkarlığın, yetersiz önlemlerin, aşırı kar hırsının kurbanı olarak yerin yüzlerce metre altında yaşamını yitirmişti.
Üç yıl geçti ama acılar dinmedi.  Emekçi ailelerinin adalet arayışı sürüyor.  Kömür ocağındaki yangında yüzlerce emekçinin yaşamı yitirmesi, geride acılı aileler bırakması, Türkiye’nin yüreğini adeta dağlamış, gözyaşları sel olmuştu. Hala acı bir anı olarak belleklerdeki yerini koruyor o günlerde yaşanan  kara tablo.

Geçtiğimiz cumartesi günü  Soma maden şehitleri mezarları başında anıldı. Göz yaşları yine sel oldu. Acılı  aileler, toplumun ve devletin kendilerine olan ilgisinin giderek azaldığını açıkladı. Zaten ateş düştüğü yeri yakmıyor mu? Ne söylenirse söylensin, ne yapılırsa yapılsın o acı aileler bir süre sonra unutuluyor, kötü yazgıları ile baş başa kalıyor.

Onların tek beklentisi adaletin yerini bulması, canlarını koparan sorumsuz, arlanmazların cezasını bulması. Belki bir ölçüde  böylelikle acıları dinecek.

Kanlı  ocağın işletmecisi utanmadan, sıkılmadan sorumluluğu başkasına atıyor, yargıçtan tahliyesini istiyor. 301 emekçi ihmalkarlığının , aşırı kar hırsından ötürü canını yitirmiş, kalkmış “sorumluluğum yok” diyor. Ne aymazlık, ne pişkinlik. Pes doğrusu. Umarım yargı ibretlik bir cezayı verir onlara.
Soma ve hemen ardından Ermenek’teki iş cinayetleri madencilerin çilesini, yoksulluğunu, işsizlikten çaresizliğini,  denetim eksikliğini, yetersiz önlemleri, bunlara çanak tutan sarı sendikaların varlığını bir kez daha gündeme taşımıştı. Ne var ki aradan geçen üç yılda ortaya çıkan sorunlar varlığını koruyor, iş cinayetleri acımasızca can almayı sürdürüyor.
Orhan Veli’nin , ‘’Alnımdaki yüz karası değil kömür karası. Böyle kazanılır ekmek parası’’ diye tanımladığı maden işçiliği, kömür işçiliği en zor, zor olduğu kadar saygı duyulması gereken mesleklerin
başında gelir.
Grizu patlamasından göçük altında kalarak yaşamlarını yitirmeleri veya sakat kalmaları maden işçilerinin yazgısıdır adeta.
Onlar bu yazgıyı, umarsızlıktan, işsizlikten bilerek, kabullenerek inerler yerin yüzlerce metre altındaki ocaklara, her an göçük altında kalma kaygısı ile ekmek uğruna sallarlar kazmayı.
Ölüm riski çok fazla olsa da başka şansları, seçenekleri yoktur onların kömür işçiliğinden gayrı.
Tek amaçları asgari ücret veya biraz üzerindeki maaşla ailesini geçindirebilmek, muhannete muhtaç olmadan yaşamlarını sürdürebilmek, çocuklarının geleceğini garanti altına almaktır.
Aniden oluşan göçük, yangın veya grizu patlaması yaşamların sonlandırır, geride gözü yaşlı eş, ana, baba ve çocuk bırakarak göçerler fani dünyadan.
Birlikte çalıştığı arkadaşının cenazesini ocaktan ağlayarak çıkarırlar, dönerler ocağa yine sallarlar kazmayı.
Çileli maden emekçileri ‘’Bir avuç kömür için, bir ömür verirler’’.
Madenciler gibi düşük ücretle yaşam zorluğu çeken, kayıt dışı çalışmaktan sosyal güvenlikten yoksun , taşeron olarak çalışmasından ötürü kıdem tazminatı ve ücretli izin hakkından yararlanamayan Türk
emekçilerinden beşi, her gün artık cinayete dönüşen iş kazalarında yaşamını yitiriyor.
Sendikasızlaştırma, taşeronlaştırma, çalışma koşullarının ağırlaştırılması, kayıt dışı istihdam iş kazalarına davetiye çıkarıyor.
Gazetelerde her gün kadın cinayetleri ve trafik kazalarının yanı sıra iş kazalarında can veren emekçi haberleri eksik olmuyor.

İş cinayetleri artık kanıksandı, sıradan bir vaka haline geldi.
Aslında iş kazalarının % 80’i önlenebilir nitelikte. Ama aşırı kar hırsından, yetersiz denetimden, kayıt dışı çalışmadan ötürü her gün beş emekçi yaşamını yitiriyor, geride gözü yaşlı aileler bırakıyor..

http://www.hedefhalk.com/adalet-bekliyorlar-607415yy.htm

 

Günün Madencilik Makalesi

Ülkemizde Somalar bitmez

Cumhuriyet tarihimizin en ağır kayıplı iş cinayeti olan Soma faciasının üzerinden 3 yıl geçti. Soma’da yitirilenler bu yılda çeşitli etkinliklerle anıldı. Ancak görünen o ki bu facia da benzer örneklerinde olduğu gibi zamanın akışı ile soğutulmaya çalışılıyor. Oysa bu olayda öylesine ihmaller zinciri ve umarsızlıklar var ki ve bu ihmaller sebep sonuç ilişkisi bağlamında irdelenip adalet sağlanmazsa yazımızın başında da belirttiğimiz gibi Somalar bu ülkede hiç bitmeyecek.

RÖDAVANS SİSTEMİ BAŞ SORUMLU
Aslında Soma cinayetinin pek çok sebebi var. Ama bunların başında madenin adına “rödovans sistemi” denilen ucube bir sistemle TKİ (Türkiye kömür işletmeleri) tarafından özel bir kuruluşa kiralanması geliyor. Rödovans sisteminde özetle ruhsat sahibi olan madenci işletme iznini devretmekte ve bunun karşılığında rödovans bedeli denen bir pay almaktadır.

Facianın meydana geldiği maden de bu sistemle önce Ciner gurubuna kiralanmış, Ciner gurubu madeni bir süre işlettikten sonra işletmecilikten vaz geçmiştir. Ciner gurubunun iade esnasında bazı risklerden söz etmesine karşın maden daha sonra da 2009 yılında Soma Holdinge kiralanmıştır.

Burada dikkat edilmesi gereken husus rödovans sistemi ile madeni işleten kuruluşun işçi işveren ilişkilerinden ve iş kazalarıyla ilgili tüm sonuçlardan tek başına sorumlu olmasıdır. Dolayısı ile Madenin asıl sahibi olan TKİ işçilerin özlük haklarına yönelik işveren ihlalleri ve meydana gelebilecek iş kazaları gibi olumsuzluklar karşısında hiçbir sorumluluk üstlenmeyecektir. Oysa mevcut alt işverenlik (taşeron) müessesinde müteselsil (birlikte) sorumluluk söz konusu olduğundan işçiler yaşanabilecek olumsuzluklar karşısında hem alt işverene hem de asıl işverene dava açabilmektedirler.

DENETLEME SORUNU
Bu sadece rödovans sisteminin olumsuzluklarından biri olmakla birlikte asıl önemli problem işletme hakkı devredilen bu madenlerde insanların hangi koşullarda çalıştırıldığı ve işçi sağlığı iş güvenliği önlemlerinin yeterli olup olmadığının denetlenmesidir. Konunun bu yönü ile ilgili olarak da Ruhsatları denetleyen Enerji ve Tabi kaynaklar Bakanlığı ile çalışma hayatını denetleyen Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlıkları devreye giriyor. Giriyor ama bu anlamda yapılan çok fazla bir şeyin olmadığı da açıkça ortada. Madende 2 ay önce ÇSGB müfettişlerince denetleme yapıldığı bilinmekle birlikte denetleme sonucunda bir olumsuzlukla karşılaşılmamış. Bu arada denetimi sadece iki müfettiş gerçekleştirmiş. Madenlere denetimin önceden bildirildiği, Müfettişlerin galerilere inmeden tutanakları düzenledikleri gibi bir takım olumsuzluklardan da söz edilmesine karşın O dönemin ÇSG Bakanı Faruk Çelik hatırlanacağı gibi müfettişlerin soruşturulmasına izin vermemişti.

Oysaki Soma’da bir facianın yaşanacağına ilişkin o kadar çok belirtiden söz ediliyor ki katliamdan 10 gün önce önemli ölçüde artan ısı ve gaz birikimi bunun en somut göstergeleriydi. Yani ölüm adeta göz göre, göre gelmiş ama bunu gören duyan olmamıştı.

İŞÇİ SAĞLIĞI VE İŞ GÜVENLİĞİ PİYASALAŞTI
Ülkemizde yaşanan iş cinayetlerinin önüne geçemeyen devlet çareyi bu işi üzerinden atmakta buldu. Gerçekten de çalışma hayatını denetlemekle sorumlu olan Çalışma ve Sosyal Güvenlik bakanlığının bu konuda yetersiz kalması 2012 yılında çıkartılan 6331 sayılı İş sağlığı ve güvenliği yasası ile giderilmeye çalışıldı. Oysaki yasanın çıktığı tarihten bu yana kazalar bırakın azalmayı artarak sürdü.

Yasanın özü yukarıda da belirttiğim gibi Bakanlığın denetim konusundaki yetersizliğinden dolayı özel sektörün kendini denetlemesi esasına dayandırıldı. Bu da ya işverenin anlaştığı bir ortak sağlık güvenlik birimi (OSGB) marifetince, ya da işverenin kendi bünyesinde istihdam edeceği uzman marifetiyle sağlanacaktı. Aslında yapılan açıkça İşçi sağlığı ve iş güvenliği gibi hayati bir konuyu piyasalaştırmak dışında bir şey değildi. Kademeli olarak tüm işyerlerinde geçerli olacak bu düzenleme sonrasında mantar gibi çoğalan OSGB leri işyerlerinin İş sağlığı güvenliği hizmetini almak için amansız bir rekabete girdiler.

Sonuçta ülkemizde işçi sağlığı ve iş güvenliği ücretini işverenden alan ve onun iki dudağı arasında olan iş sağlığı uzmanları ve OSGB lere emanet edildi. Gördükleri bir olumsuzluk karşısında işlerini kaybetmek kaygısıyla bırakın işi durdurmayı olumsuz rapor dahi tutamayan bu kişi ve kuruluşlar şimdi işyerlerinde iş güvenliği sağlayacaklardı.  Bu elbette ki olmadı ve bu yasa işe yaramadı. Elimizdeki verilerde zaten bunu gösteriyor. Ülkemiz hala ne yazık ki iş kazlarında Avrupa 1.si ve Dünya 3.sü olma niteliğini koruyor.

DENETİM YİNE DEVLET ELİYLE OLMALIDIR
Pekiyi ama o halde ne yapmalıyız?

Öncelikle bu yasa derhal değiştirilmelidir. İşçi sağlığı ve güvenliği denetimi eskiden olduğu gibi yine Devlet eliyle yürütülmelidir. Bu konuda kadro yetersizliği de ileri sürülemez çünkü 6331 sayılı yasa çıktığından beri o kadar çok gencimiz İş sağlığı güvenliği uzmanı oldu ki ortalıkta gezinen on binlerce işsiz uzman var. Çalışanlarda OSGB lerde çok düşük ücretlerle ve ağır iş koşullarında çalışıyorlar. Devlet bu gençleri kendi kadrosuna kolaylıkla katabilir. Bir iş yerinde karşılaşılan hayati bir tehlike karşısında işi geçici ya da sürekli durdurmak, hatta o işyerini kapatmak gibi ağır sonuçlar doğuracak kararları ancak Devlet erki verebilir. Bunu o işyerinin ücretli çalışanı olan uzmanından ve/veya her ay fatura kesip para kazandığı OSGB’ lerden beklemek hayalciliktir.

Son olarak ta bu tür olaylar yaşandıktan sonra var ise idarenin kusuru mutlaka araştırılıp ilgililer yargı önüne çıkarılmalıdır. Devletin hemen bir savunma refleksine girerek kendi memurunun kusurunu, ihmalini gizlemeye çalışması kabul edilebilir değildir. Nitekim Soma olayının somutunda da bunu yaşadık. Acı da olsa gerçek Şu ki; bu zihniyetle ülkemiz iş cinayetleri rekortmenliğinden kurtulamaz ve biz de bu tür yazıları yazmaya devam ederiz.

http://www.abcgazetesi.com/ulkemizde-somalar-bitmez-7803yy.htm

 

Günün Madencilik Makalesi

Darı ambarı üzerinde açlıktan ölen tavuk olmak… Nasıl bir duygudur acaba? Misalvereyim, size de yaşatayım. Zira ben bunu çok sık yaşıyorum…
Misal Allah fındık bitkisinin üçte ikisini bu coğrafyaya bahşetmiştir ama borsası Avrupa’da, kârı dışarıdadır. En bereketli yılda Türkiye 2.5 milyar $ kazanır ama bizden aldığı fındıkla yasal uyuşturucu Nutella’yı yapan Ferrero yılda 13 milyar euro elde eder.
Misal kayısı, Malatya’nın simgesidir, endemiktir ve dünyadaki epidemikleri, lezzetinin yakınına yaklaşamaz. Yine aynı döngü, bu zenginliğimiz için de geçerlidir.
Dünyada kirazın baş üreticisiyiz ama en fazla pazarda satarız.
Oysa Japonya sadece çiçeğinin (sakura) festivalinden turizm rekorları kırar.
Bu cennet vatana bahşedilmiş daha nice “darı ambarı” var fakat bu yazının konusu mermerimiz sadece… Türk mermeri diye bir yeraltı zenginliğimizin nimetini, İtalya yer,Çin yer. Bize de bakmak düşer. Niçin mi? Anlatayım.
Geçen ay Hindistan‘da idim. Agra‘daki Taç Mahal‘i ziyaret ettim. Yıllarca hakkında yığınca okumalarım olan yapıyı yakından görünce tam bir hayal kırıklığı yaşadım. İmparator Cihan Şah‘ın, kocasını öldürerek evlendiği 7 eşinden 4’üncüsü Mümtaz Mahal‘in 14’ncü çocuğuna hamileyken vefatı üzerine yaptırdığı mezarın adı Taç Mahal.
Her yıl 3 milyon turist burayı ziyarete gelir.
Zira bir kadına duyulan aşkı simgeler… Cihan Şah’ın Mümtaz’ın ölümünün ardından kız kardeşiyle evlendiğini hesaba katarsak ne aşk ama
Sonrası oğlu tarafından tahttan indirilen ve ölene dek bu binayı zindan penceresinden izleyip ölen Cihan Şah…
Bölgede bulabildikleri en iyi mermeri almışlar, çizimi estetik şaheseri ama mermer kalitesi bizim yap-satçıların merdiven boşluğuna dahi koymaya utanacağı kadar düşük. İşçiliği de hamam-türbe arası bir yapı yine de mermer abide olarak işe yarıyor, çünküdünya bu mermeri görüyor.
Bize gelirsek, en iyi mermer bizde fakat elektrik pahalı diye Çin‘e İtalya‘ya gönderip işletiyor, sonra dünyaya onların markasıyla gidiyor. Bize de hamallığı kalıyor. Oysa Türk Mermeri diye marka oluşturabilir, misal yılda 120 milyon kişinin gelip geçeceği 3’üncü havalimanını Türk mermeriyle donatabilirdik.
Tabii ki bunu yapmadık… Mermer tanıtımı için ayırdığımız parayla farkını verip, dünyanın en büyük billboardı olacak yeni havalimanını Türk Mermeri ile donatabilirdik. Tam da bu yüzden darı ambarı üzerinde açlıktan ölen tavuk sendromuyla, kendi hazinemizin dilencisi olmaya devam ediyoruz…

http://www.sabah.com.tr/yazarlar/oguz/2017/05/15/turk-mermeri

 

Günün Madencilik Makalesi

Kömür yatırımlarının tarıma 7 ağır sonucu

Enerji Bakanlığı’nın yol haritasında yer alan kömür yatırımları, tarım alanlarının tahribatına neden olacak. Çiftçiler daha çok topraklarını terk etmek zorunda kalacak, tüketici gıdayı daha pahalı alacak. TEMA 7 uyarı yapıyor.

Dünya Çiftçiler Günü bugün. Türkiye’de verilere göre, her sene daha fazla köylü/çiftçi tarımı terk ediyor. Kömür nedeniyle tahribata uğrayan tarım alanları çok sayıda yanlış politikalardan biri. Enerji Bakanlığı elektrik üretimi gerekçesiyle her sene kömürün elektrik tüketiminde payını artırıyor. Enerji Bakanı Berat Albayrak, özellikle yerli kömüre dayalı elektrik üretiminin payını artırmayı amaçladıklarını sık sık gündeme taşıyor. Yurt genelinde şu anda çevrecilerin yoğun itirazlarına karşın projelendirilmiş, ÇED süreci devam eden 60’ı aşın kömürlü termik santral bulunuyor. Çanakkale, İskenderun Körfezi, Trakya, Karaman ve Konya öncelikli hedeflenen bölgeler.

Türkiye Erozyonla Mücadele, Ağaçlandırma ve Doğal Varlıkları Koruma Vakfı (TEMA) ise kömürün tarım alanlarına verdiği zararla ilgili bir bilgi notu paylaştı. 7 maddede kömürün tarım alanlarına verdiği ağır tahribata dikkat çeken TEMA şu uyarıları yapıyor:

1- Kömür madenciliği için hektarlarca tarım alanı kazılır, binlerce yılda oluşan verimli üst örtü yok olur.

2- Kömürün güvenli şekilde çıkartılması için sahanın susuzlaştırılması gerekir, aksi takdirde maden sahasını su basar. Sahanın susuzlaştırılması, o sahada var olan tüm suyun çekilip başka bir yere boşaltılması anlamına gelir. Çıkan kimyası bozulmuş su, başka bir su kaynağının da yapısının bozulmasına neden olur.

3- Kömür çıkarılırken, kömürün su ve hava ile teması asit oluşturur. Asidik hale gelen su, ulaştığı diğer su kaynaklarını da kirletir.

4- Termik santrallardan çıkan kül, meyve ve sebzeleri kaplar, zehirler ve kurutur.

5- Termik santrallar, sistemlerini soğutmak için su kullanır. Çiftçinin sulama için kullandığı dere, göl, gölet, yeraltı sularına ortak olur. Örneğin, Çanakkale Çan ve Yenice’de planlanan 3 santral (toplam 800MW), soğutma suyunun tamamlanması için saatte 800 m3 su tüketecek.

6- Termik santrallardan çıkan hava kirliliği asit yağmurlarına neden olur. Asit yağmurlarının orman örtüsüne verdiği zararın sadece canlı kütleye değil, toprağın su tutma kapasitesine etkisi ve erozyona neden olması dolaylı zarar çarpanının artmasına yol açar.

7- Toprağın sağlığını bozar, üretimi de verimi de azaltır. Asit yağmurları bitki örtüsünün yanmasına neden olur, ayrıca kimyasal, fiziksel ve biyolojik özelliklerini olumsuz yönde etkiler.

Serbay Mansuroğlu

Bu ölümleri kader-fıtrat görenler katliamın sorumlusudur

Soma maden katliamında ölen işçiler Ankara’da anıldı. Anma töreninde, kamusal denetimin etkin bir biçimde yapılamadığı, Soma’dan sonra Ermenek ve Şirvan katliamlarının yaşandığı vurgulandı.

Ankara’da emek ve meslek örgütleri Soma katliamının 3. yıl dönümde Olgunlar Sokak’taki Madenci Anıtı’nda andı.

Evrensel’de yer alan habere gçre, anmada konuşan DİSK Ankara İl Temsilcisi Tayfun Görgülü, Soma’dan sonra iş cinayetlerinin artarak devam ettiğini ifade ederek, “İş cinayetlerinde ülkemiz dünyada 3. sırada, AKP’nin iktidara gelmesiyle beraber tablo daha vahim ve vahşi bir hal aldı” dedi.

DİSK Ankara Bölge Temsilciliği, KESK Ankara Şubeler Platformu, TMMOB Ankara İl Koordinasyon Kurulu, Ankara Tabip Odası ve Ankara Serbest Mali Müşavirler ve Muhasebeciler Odası üyeleri Soma katliamında ölenleri, katliamın 3. yıl dönümünde Olgunlar Sokak’taki Madenci Anıtı önünde gerçekleştirdikleri basın açıklamasıyla andı.

Emek ve meslek örgütleri adına ortak basın açıklamasını yapan DİSK Ankara İl Temsilcisi Tayfun Görgülü, Soma katliamının arkasında yatan nedenlerin işçileri işsizlik ile ölüm arasında seçim yapmaya bırakan, iş cinayetlerini “kader- fıtrat” olarak gören anlayışın olduğunu söyledi. Türkiye’nin iş cinayetlerinde dünyada 3. sırada yer aldığına dikkat çeken Görgülü, “AKP’nin iktidara gelmesiyle beraber tablo daha vahim ve vahşi bir hal aldı. AKP iktidarı döneminde uygulanan özelleştirme politikalarıyla madenler yağma ve yandaş zihniyetiyle teknik bilgi ve alt yapısı yeterli olmayan yandaş şirketlere verildi. Bu madenlerde kamusal denetim de etkin bir biçimde yapılamadı. Soma’dan sonra Ermenek ve Şirvan katliamları yaşandı” diye konuştu.

Görgülü, Türkiye’de var olan sistemin işverenlerin çıkarı üzerine kurulduğuna dikkat çekerek, “Yasalarlar, işçilerin sendikal haklarını engellenmesi, kiralık işçilik, esnek çalışma, artan çalışma saatler ve en son göz dikilen kıdem tazminatlarıyla güvencesiz çalışma sonu katliamlara varmıştır” dedi.

Soma katliamın davasında da bütün sorumluların yargılanmadığının altını çizen Görgülü, “TKİ, MİGEM, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, Enerji Bakanlığı ve hükümet tüm bu yaşananlardan sorumludur ve hesap vermelidir” diye ekledi.

Davanın geldiği son aşamada sanıkların sorumluluğu üstlerinden atmaya çalıştığını ifade eden Aran, “Sanıklar madende yaşananı FETÖ’nün sabotajı olarak göstermeye ve bahane uydurmaya çalıştı. Alp Gürkan bu konuda bir dava açtı. Savcı ise bu davayı gerekçe göstererek 3 duruşmadır mütalaasını vermiyor. Alp Gürkan ve 4 sanık dosyaya dahil edilince sanıklar mahkeme heyeti ve mağdur ailelerini tehdit etmeye başladı” diye belirtti.

Sensiz 3 yıl 36 ay 1095 gün geçti baba

Manisa’nın Soma ilçesinde 301 madencinin hayatına mal olan Türkiye’nin en büyük maden faciasının dün yıldönümüydü. Madencilerin ailelerinin buluşma alanı, sabahın erken saatlerinden itibaren madenci şehitliği oldu. Kabirlerin başına çöken annelerin, babaların, eşlerin, çocukların, üç yıldır yüreklerinde biriken acı, gözyaşı olup şehit madencilerin mezarlarına aktı.

Şehitliğe ilk gelenler, şehit madencilerden Kazım Karaçoban’ın eşi Sevinç Karaçoban, kızı 6 yaşındaki Cansu Karaçoban, oğlu 7 yaşındaki Yunus Emre Karaçoban oldu. Çocuklar, şehit madenci babalarının mezarına çiçek bıraktı. Madencilerin meslektaşları da şehitliği ziyaret etti. Genel Maden İşçileri Sendikası’nın Zonguldak’ta görev yapan üyeleriyle, Maden İş Sendikası Genel merkezi ve Şoma şubesi yöneticileri, ayrı ayrı madenci şehitliğini ziyaret etti. Madenciler anısına Kuran’ı Kerim okundu, dua edildi.

İstanbul’da anma

Mezarlıktaki törene, Manisa Valisi Mustafa Hakan Güvençer, AK Parti Manisa milletvekilleri Selçuk Özdağ, Uğur Aydemir, Recai Berber, CHP Grup Başkan Vekili Özgür Özel ile milletvekili Mazlum Nurlu, Soma Belediye Başkanı HASAN Ergene ile protokol üyeleri katıldı. Ziyaretçiler, dua okuyup mezarlara karanfil bıraktı.

Başkent Ankara’da, sivil toplum kuruluşları Olgunlar Sokak’ta bulunan Madenci Anıtı önünde bir araya gelerek Soma’da hayatını kaybeden 301 madenciyi andı.  Grup üyeleri, üzerinde ölen madencilerin isimleri ve “Soma’yı unutma” ifadesinin yer aldığı pankart taşıdı. İstanbul’da da Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK), Kamu  Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK), Türk Tabipleri Birliği (TTB) ve  Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB) üyeleri, Beyoğlu Tünel Meydanı’nda ölen madencileri andı. Grup adına açıklama  yapan DİSK İstanbul Bölge Temsilcisi Adil Çiftçi, bu davanın  takipçisi olacaklarını kaydetti.

Ağlatan mektup

Madende hayatını kaybeden Ali Yüksel’in mezarını ziyaret eden 11 yaşındaki ikiz çocukları Furkan ile Betül, acı dolu özlemlerini satırlara döktükleri mektuplarını ve üzerinde adalet terazisinin bulunduğu resmi bıraktı.

Betül’ün okuyanları gözyaşlarına boğan mektubu şöyle: “Seni küçük yaşta kaybettim ve hâlâ eksikliğini yaşıyorum. Biliyor musun baba, okulda biri babasına sarılırken sen aklıma geliyorsun. Sensiz geçen 3 yıl oldu. 36 ay, 1095 gün oldu. Ve inan ki her gün yattığımda sana iyi geceler babam deyip yatıyorum. İlk veli toplantısında bir arkadaşım ‘Baban neden gelmedi’ dedi. Yutkundum cevap veremedim. Babam gelmedi yok babam öldü diyemedim…”

Çiçekleri sandıkta saklıyor

Soma’da can veren Hakan Uçkun’un annesi Sevgül Uçkun ise evlat acısının çok ağır olduğunu belirterek, “Oğlum beni çok severdi. Yine Anneler Günü geldi. Oğlum gelecek diye bekliyorum. Yüreğim yanıyor.” dedi. Eşi Sibel Uçkun da eşinin, ilk geçirdiği Anneler Günü’nde kendisine 2 demek çiçek getirdiğini anlattı. Oğlunun o zaman 7 aylık olduğunu belirten Uçkun, “O çiçekleri sandıkta saklıyorum” dedi.

Babasının adını taşıyor

Maden şehitliğinin ilginç bir o kadar da acı ziyaretini 2.5 yaşındaki Süleyman Kandemir yaptı. Madenci Süleyman Kandemir, kazada can verdiği zaman hamile olan Özge Kandemir, doğan oğluna faciada kaybettiği eşinin adını verdi. Özge Kandemir, acının yıldönümünde de, oğluyla mezarlığı ziyaret etti.

Enerji Bakanlığı’ndan Soma mesajı

Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’nın Twitter hesabından, Soma faciasının 3. yılı dolayısıyla mesaj yayımlandı.
Madencilerin yerin binlerce metre altında büyük bir dayanışma içerisinde ortaya koydukları emeklerinin en büyük emanet olduğu belirtilen mesajda, şunlar kaydedildi: “13 Mayıs 2014’deki faciada yaşamını yitiren maden şehitlerimizi rahmetle anıyoruz. Bakanlık olarak madencilik sektöründe iş ve işçi güvenliğini temin etmek için çalışmalarımızı sürdürmekte ve denetim mekanizmalarını güçlendirmekteyiz.”

Günün Madencilik Makalesi

Merhabalar sevgili okurlar.

Bundan üç yıl önce, 13 Mayıs 2014’te, Manisa ilimizin Soma ilçesindeki kömür madeninde ülkemizi yasa boğan büyük bir facia yaşandı. 301 madencinin ölümüne neden olan bu facia, ‘Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en çok can kaybı ile sonuçlanan iş ve madencilik kazası’ olarak geçti kayıtlara.

Söz konusu facia birbirinden acı hikâyeler bıraktı gerisinde. Mavi gözlü, yüreğinin güzelliği yüzüne yansıyan genç bir kadın ise, 12 gönüllü fotoğrafçı arkadaşı ile birlikte, mutlu sonla bitecek yeni bir hikâye yazmak istedi Soma’da…

Genç kadının adı Aysun Hürol’du. “Aklımı, gözümü ve yüreğimi fotoğrafla bir araya getiren bir fotoğrafçıyım.” diyerek tanımlıyordu kendini. Gönüllülüğü ise “Çözümü başkasından beklemek değil, bireysel gücünü çözüm bulmak için harcamaktır gönüllülük.” sözleriyle tarif ediyordu. Hayata hep bu gözlerle bakan genç fotoğrafçı 1999 Gölcük depremi sırasında 15 gün AKUT gönüllüsü olarak çalışmış, ardından dönemin Yalova Emniyet Müdürü’nün isteği üzerine ÇOREM-Çocuk Rehabilitasyon Merkezi’ni kurmuş ve üç yıl boyunca koordinatörlüğünü yapmıştı. 3000 çadırlık kentte 7–17 yaş arası kayıtlı 450 çocuğa öncelikle gönüllü doktorlar ile rehabilitasyon hizmeti verilmiş, 2012 yılına kadar çocukların tüm ihtiyaçları karşılanmaya çalışılmıştı.

Rehabilitasyon Merkezi’nın çocuklar üzerinde yarattığı olumlu etki ise, ileride, “17 Ağustos 2000 yılında açılan Yalova Deprem Anıtı’nın koridorunun zeminini ÇOREM çocukları yaptılar. Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Bölümü’nden gelen gönüllü öğrenciler çocuklarımızla beraber 40×40 cm. parçalar halinde mozaik desenler hazırladılar. O gün içlerinden geleni bir ay süren bir çalışma sonunda, rengârenk mozaikler ile bu günlere taşıdılar. Artık hayatı kaldığı yerden rengârenk görebildiklerini kanıtlayarak…”  sözleri ile anlatılacaktı Aysun Hürol tarafından.

“Soma’da Çocuk Olmak”

Gölcük depreminden 15 yıl sonra yaşanan ve Türkiye’yi yasa boğan maden kazası yine önce çocukları düşündürüyor bu duyarlı genç kadına. Arkadaşları ile birlikte, “Bu kazadan sonra ‘Soma’da çocuk olmak’ nasıldır? “ diye düşünüyorlar. O çocukların yerine kendilerini koyuyorlar… Onların hissettiklerini hissetmeye çalışıyorlar… Ve “Soma’da Çocuk Olmak” adlı bir fotoğraf projesi geliştiriyorlar. Proje’nin amacı, Mayıs 2014’te Soma’da yaşanan maden faciasından sonra ilçedeki 13–17 yaş arası okul çağı çocuklarını -yaşadıkları travmayı hafifletecek bir alışkanlık, hobi ve uğraşı kazandırmak amacıyla- fotoğrafla tanıştırmak.

Önce, Soma Sosyal Hizmetler Kurumu işbirliği ile okullarda duyuru yapılarak fotoğraf çekmeyi öğrenmek isteyen çocuklar belirleniyor. Ardından, onlara hediye edilecek fotoğraf makineleri temin ediliyor. Ve Aysun Hürol liderliğindeki bir grup gönüllü fotoğrafçı, 74 çocuğa eğitim vermeye başlıyor. Genç gönüllüler altı hafta boyunca Soma’ya giderek her cumartesi gününü fotoğraf gönüllüsü çocuklar ile birlikte geçiriyorlar. 24 Ocak 2015’te Soma’lı çocukların çektikleri harika fotoğraflardan ‘Soma’da Çocuk Olmak’ adlı bir sergi açılıyor İstanbul-Caddebostan Kültür Merkezi’nde. Soma’lı çocuklar İstanbul’da misafir ediliyor, tarihi yarımadada fotoğraf gezisi düzenleniyor, İstanbul fotoğraflanıyor. Sergi,

21 Şubat 2015’te, ailelerin de katılımı için Soma’da yeniden açılıyor. Ve Proje “Soma’da Çocuk Olmak” adı ile kitaplaştırılıyor…

“Soma’da Çocuk Olmak”

74 çocuğu Soma faciasının yarattığı travma ortamından çekip almayı ve onlara yeni ufuklar açmayı başaran bu Proje, gönül verildiğinde gerçekleşmeyecek hayal olmadığını ispatlıyor bizlere. Proje kapsamında öğrenim gören o 74 çocuk artık daha farklı gözlerle ve umutla bakıyorlar hayata. Örneğin; “Makinem elimdeyken sanki dünyanın hiç derdi yokmuşçasına huzurlu ve mutlu oluyorum.” diyor kursiyerlerden Damla Özkan. Öznur Deveci ise “Hayatta hep bir şeyler hayal ederiz ve gerçekleşmeyeceğini biliriz ya, işte bu proje ile birlikte ben ve arkadaşlarım hayallerimizin gerçekleşebileceğine inandık.” sözleriyle dile getiriyor duygularını.

“Soma’da Çocuk Olmak”

Aysun Hürol ve arkadaşları hedefledikleri gibi, Soma’lı çocuklara fotoğrafı sevdirmeyi, onlara yaşadıkları acılı ortamdan çıkabilmelerini sağlayacak güzel bir uğraşı kazandırmayı ve onların hayatlarında yeni bir pencere açmayı başardılar. Bu başarı, çocuk dünyasına el uzatıldığında onlarda yaratılabilecek değişimlerin sınırının olmadığının kanıtı…

Geçtiğimiz Çarşamba günü Sevgili Aysun Hürol’u tanıma ve kendisiyle gerçekleştirdiği  projelerle ilgili sohbet etme şansı buldum.

“Soma’da Çocuk Olmak”

Anladım ki, gerçek bir toplum gönüllüsü olan bu güzel kalpli kadının daha yapacağı çok şey var ülkemiz çocukları için…

Öte yandan, “Yeraltı Maden İşyerlerinde Kurulacak Sığınma Odaları Hakkında Tebliğ” ancak 8 Nisan 2017 tarihinde –yani kazadan üç yıl sonra- yayınlanabildi Resmi Gazete’de. Tebliğ’in yürürlüğe gireceği tarih ise 1 Temmuz 2018!

Engellerimizi hissettirmeyecek engelsiz bir yaşam dileği ile…

Günün Madencilik Makalesi

HATIRLAYAN KALDI MI ?

İş kazaları konusunda ülkemiz ne acıdır ama Avrupa birinciliğini korumaya devam ediyor. Sosyal ve ekonomik anlamda ülkemizin en önemli problemlerinden olmasına rağmen çoğu çevreler için istatistiki değer taşımaktan ileri gidemiyor. Yıllık ortalama 74 binden fazla iş kazası olan ülkemizde her yıl 1500’e yakın vatandaşımız hayatını kaybediyor. Yine her yıl ortalama 2000 insanımız iş kazaları sonucunda sakat kalıyor. İş kazalarının ülke ekonomimize etkisi ise her yıl yaklaşık 40 milyar TL civarında. Milat olarak görmeyi umut ettiğimiz Soma faciasından bu güne kadar bu kötü tabloda değişen bir şey olmadı.

                İş kazaları ve iş güvenliği noktasında yapılan bütün bilimsel çalışmalardan çıkan ortak sonuca göre iş kazalarının %90’ı mesleki hastalıkların ise tamamını eğitimle ve denetimle önlenebilecek durumda. Soma faciasının üzerinden 3 yıl geçti hatırlayan kaldı ise bu olayı örnekleyerek neden iş kazalarında karnemiz düzelmiyor bakalım isterseniz:

                13 Mayıs 2014 tarihinde Soma’da 301 insanımızı büyük ihmaller sonucu kaybettik. Sıcağı sıcağına birçok söylemlerde bulunduk kanunları düzenledik. Bu hadisenin iş kazaları konusunda bir milat olacağına ve ülkemizde ihmaller sonucu artık insanlarımızın hayatlarını kaybetmeyeceklerine inanmıştım. Gelin görün ki daha geçen yıl 1360 canımızı daha iş kazalarında kaybettik. Aradan 3 yıl geçmesine rağmen açılmış olan dava hala devam ediyor. Davanın açılabilmesi neredeyse 1 yıl sürdü. 51 sanığın yargılandığı davada kala kala 6 tutuklu kaldı ve duruşmalar devam ediyor. Ne zaman ve hangi sonuçla sona erer bilmemiz mümkün değil. Zaten kimin suçlu olduğu ya da hangi cezayı alacağı vicdanları tatmin etmekten başka sonuca hangi katkıyı yapacak ki? Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından oluşturulan araştırma komisyonu raporunu yayınladı. Yaklaşık 600 sayfalık bu raporda sonuç olarak görülen 7 eksikliğin giderilmesi halinde bu kazanın yaşanma ihtimalinin son derece düşük olacağı açıkça belirtilmiş. Raporu okuduğunuz zaman çok ufak revizyon ve yatırımlarla sonucun bu kadar vahim olmayacağı ortaya çıkıyor.

                Kaza sonrasında Uluslararası Çalışma Örgütünün madencilik ile ilgili 176 sayılı sözleşmesini Türkiye olarak imzaladık. Çalışma Saatlerinin düzenlenmesi, madenci maaşlarının asgari ücretin en az iki katı olması da dahil olmak üzere bir çok düzenleme getirdik. Ancak maliyet endişeleri taşıyan birçok işletmenin kapanmasına engel olamadığımız gibi denetimlerin sürekli hale getirilmesi konusunda üzerimize düşeni yapamadık. Enerji Bakanlığı ile Çalışma Bakanlığı arasında kalmış olan madencilik sektörünün tek başlı bir yapıya kavuşmasını da temin edemedik.

                Sıkça dillendirildiği halde nihai bir sonuca bağlayamadığımız taşeron sistemi ise yine sorun olarak kalmaya devam ediyor. Şunu görmek zorundayız: Uluslararası bütün yükümlülükleri yerine getirmek uygun yasa ve mevzuatlarla bunu desteklemek sorunu çözmek için sadece ilk adım.  Bunların denetlenmesi ve ihlal edenlerin yaptırımla karşı karşıya kalmaları ise ikinci adım. Sonrası ve en önemli adımı ise insan faktörü. Üreticimiz emek üzerinden maliyeti düşürerek rekabet edeceğini düşünmekten vazgeçmeli ve çalışan personelinin hayatlarının onlara emanet olduğunu bilmelidir. Biz çalışanlar ise geçim kaygısı yüzünden birçok eksikliğe göz yummak yerine işverenin gerekli çalışma koşullarını yerine getirip getirmediğini sorgulamalıyız.

                Çalışanlar olarak bizlere düşen en önemli görev konulan kurallara uymak verilen sorumlulukları hakkıyla taşımaya çalışmaktır. Türkiye iş kazaları karnesini düzeltmek istiyor ise bunun sadece mevzuatla olmayacağını yasal düzenlemelerin takiple desteklenmesi gerektiğini ayrıca konunun iki tarafının (işveren-işçi) mutlaka bu konuda ortak akıl üreterek ülkemizin bu sosyal ve ekonomik yarasına çözüm bulmalıdır.

Yerli kömür yatırımcıları yeni teşvikten umutlu

Türkiye Elektrik Ticaret ve Taahhüt Anonim Şirketi (TETAŞ) tarafından yerli kömür yakıtlı elektrik üretim santrallerinden bu yıl temin edilecek enerji miktarı 6 milyar kilovatsaat, birim fiyatı ise megavatsaat başına 185 lira olarak belirlendi. Şirketlerden temin edilecek söz konusu miktarın alımına, 22 Ağustos’ta başlanacak.

Konuyla ilişkin konuşan Bereket Enerji Yönetim Kurulu Başkanı Ceyhan Saldanlı, elektrik enerjisi üretimi için birincil enerji kaynaklarına ihtiyaç olduğunu, Türkiye’de birincil kaynak olarak çoğunlukla ithal kömür, doğalgaz ve petrol gibi ithalata dayalı fosil yakıtların kullanıldığını ifade etti.

Türkiye’nin cari açığı içinde, enerji ithalatına harcanan payın yüksek olduğuna dikkati çeken Saldanlı, “Bu nedenle, ülkemizde yerli kaynak olarak kullanabileceğimiz birincil enerji kaynakları arasında, yerli kömür önemli bir yer tutuyor. Dolayısıyla hem cari açığın kapatılması hem de kaynakların ekonomiye kazandırılması açısından yerli kömüre dayalı tesislerin kurulması ve işletilmesi çok büyük önem taşıyor. Tüm bu gelişmeleri bir bütün olarak değerlendirdiğimizde, Bakanlar Kurulumuzun aldığı kararı ve rakamı olumlu bir gelişme olarak değerlendiriyoruz. Karar yerinde bir karardır. 6 milyar kilovatsaatlik enerji alımı olumlu bir başlangıçtır. Bakanlar Kurulunun her yıl bu rakamı revize edeceğini düşünüyoruz.” değerlendirmesinde bulundu.

“Can suyu oldu”

Anadolu Birlik Holding Enerji Koordinatörü Ali Tunçel de yerli kömür yakıtlı elektrik üretim santrallerinden bu yıl alınacak 6 milyar kilovatsaatlik enerji miktarının, 1 Ocak 2017’de tüm bir yıl için yenileneceğini belirterek, “22 Ağustos itibarıyla şirketlerden alım yapılmaya başlanacak. Türkiye’deki kömür santrallerinin toplam üretimi yıllık 30-35 milyar kilovatsaat civarında seyrediyor. Başvurular alındıktan sonra 6 milyar kilovatsaatlik miktar için verilecek teşvik, kurulu güce, üretim ve revizyon planlarına bakılarak yapılacak. O planlar doğrultusunda şirketlere dağılım yapılacak.” ifadelerini kullandı.

Teşvik miktarıyla ilgili beklentinin daha yüksek olduğuna işaret eden Tunçel, “Ama bu fiyat da gayet iyi. Bu miktar, kömür santrali sahiplerine en azından can suyu oldu. Yıl sonu gelmeden önce de bir alım miktarı belirlenecek ve gelecek senenin alımı belli olacak.” diye konuştu.

“Önemli kar artışı sağlayacak”

Aksa Enerji’de geçen hafta Kamu Aydınlatma Platformu’na yaptığı açıklamada, 270 megavat gücündeki Bolu Göynük termik santralinin tamamı için başvuru yapacaklarını kaydetmişti.

Açıklamada, “Bu kapsamda 2016 yılında Aksa Enerji’nin sahip olduğu ve tam kapasite olarak 2016 yılı başından beri çalışan Bolu Göynük Termik Santralinin ürettiği elektriğin megavatsaatinin 185 lira fiyat ile TETAŞ’a satılması sonucunda ciromuz ve karlılığımız oldukça olumlu etkilenecektir. 2016 yıl başından günümüze kadar oluşan ortalama piyasa takas fiyatının megavatsaatinin 127 lira olduğu göz önüne alındığında, megavatsaat başına 185 lira satın alım fiyatı yerli kömür ile enerji üreten santralimiz için önemli bir kar artışı sağlayacaktır.” ifadelerine yer verilmişti.

Sabancı Holding Üst Yöneticisi (CEO) Zafer Kurtul ise geçen hafta şirketin ilk yarı değerlendirme toplantısında, yerli kömür santrallerinden elektrik enerjisi teminine ilişkin düzenlenen yeni teşvik mekanizmasının, yerli fosil kaynaklarına dayanan santrallerin geliştirilmesine pozitif katkı sağlayacağını ifade etmişti.

 

Kaynak: AA