Günün Madencilik Makalesi

8 Kasım tarihinin bizim buralar için özel bir önemi vardır. Stratejik bir maden olan taşkömürü, 191 yıl önce 8 Kasım günü Ereğli’de bulunmuştu. Uzun Mehmet ismindeki bir köy emekçisi tarafından…

Yıl doğrudur, ama 8 Kasım sembolik bir tarihtir.

Anlatacağım…

Artık, Uzun Mehmet’in kömürü bulunuşunun öyküsüne yapılan itirazları aştık. Çünkü 1829, Ereğli ve Uzun Mehmet Osmanlı basınında da, Osmanlı arşivlerinde de var. En son bizim Recep Çetin bunları bir kitapla belgeledi. Kömürün bulunuşu  öyküsünün “uydurma” olduğu ileri  süren okuma ve araştırma özürlü tarihçilerin (!) sesi eni-konu kesildi…

Ben bu köşede çok yazdım, çok altını çizdim:

Taşkömürüne, bulunuşundan 103, ilk işletmeye açılışından da 84 yıl sonra Zonguldak Halkevi tarafından bir bulunuş öyküsü yazılması izahı kolay, sıradan bir olay değildir.

Ama biz, bu sıradışılığın ne olduğunu biliyoruz Şudur o:

Kültür emperyalizmine yerel bir tepki ! Milli kültüre yerel bir katkı…

Milli kültür, millet olmanın temel karakterlerinden birisidir. O olmadan millet olunamaz.

Cumhuriyetin ilanından sonra ülke çapında, özellikle Halkevleri aracılığı ile bir milli kültür seferberliği başlatılmasının nedeni budur. Bir milli kültür, onun bir öğesi olan milli bir dil yaratma çabası…

Zonguldak kömür madeni, 1930’lu yıllarda da havzaya 1896’da giren Fransız sermayeli Ereğli Şirketi ile Kozlu’da faaliyet gösteren İtalyan sermayeli Türk Kömür Madenleri A.Ş’nin egemenliğindeydi. Münferit ocakların çoğuda Rum ve Ermenilerin elindeydi.

Özellikle Fransızlar, 1896-1930’lu yıllar arasında Zonguldak’ta kolonileşmişlerdi. Mahalleleri, okulları, kiliseleri, alışveriş ve eğlence yerleri  vb. vardı. Kent içinde kent gibiydiler.

Ortodoks kilisesi, her yıl Aralık ayının 4. günü, Azize Barbara ( Sen Barp) adına bir de maden yortusu kutluyordu. Ocaklarda da törenler yapılıyor, bizim işçiler de törenlere katılmaya zorlanıyordu…

Uzun Mehmet’i Anma ve Kömür Bayramı buna bir tepki olarak ortaya çıkartılmıştır. Uzun Mehmet Günü, antiemperyalist/milli bir gündür.

(St. Barbara yortusu, azizenin yaşayıp yaşamadığını belgeleyen orijinal metinlere ulaşılamadığı gerekçesiyle 1969’da kilise takviminen çıkartıldı. Buna rağmen, Dünya Madenciler Günü adı altında hala kutlanıyor. İşin ilginci bizim kimi maden sendikalarımız da, uyarılarımıza rağmen, o gün kutlama mesajları yayınlıyor !

00

Gelelim 8 Kasım’a…

Uzun Mehmet’in Ereğli’de 1829 yılında kömürü buluşunun öyküsünün yazarı babam Ahmet Naim’dir. Yerel tarihte, öykünün Hüseyin Fehmi (İmer). Tahir Karaoğuz ve Ahmet Naim’den oluşan Halkevi Komitesi tarafından yazıldığı (1932) belirtilir. Ancak, öykü için gerekli malzemeyi toplayan da, öyküyü yazan da, zaten öyküleriyle ünlenmiş bir yazar olan Ahmet Naim’dir gerçekte.

Uzun Mehmet’in öyküsü Çıladır ailesine aittir.

1950’li yıllarda bir gün babama sormuştum:

“Kömürün bulunuşundan 103 yıl sonra, bulunuş tarihini gün de belirterek nasıl saptadınız ?”

Özetle şöyle yanıtlamıştı:

“1829  ve Ereğli zaten biliniyordu. 8 Kasım’ı Komite’ye ben önerdim. Gerekçem şuydu: Sen Barp (St. Barbara) Yortusu 4. Aralık’taydı. Biz, ön alalım dedik, 8 Kasım’ı uygun gördük. Kasım ayı, kömürün halkın yaşamına en aktif şekilde girdiği bir aydır da ayrıca… Öyküyü de zamanlama olarak buna göre kurguladım…”

00

Solculuk savındaki kimi yerel tarihçileri olayın bu yanından ya haberli değiller ya da görmezden geliyorlar. Hala, öykünün kurgusundaki defolar (!) üzerinde gevezelik yapıyorlar. Kestaneci köyü ile köseağzı arasında yol yokmuş, Köseağzı’nda değirmen yokmuş filan…

Antiemperyalist bir formasyona sahip değiller…

Antiemperyalist bir formasyona sahip olmadan solcu olunamayacağının da bilincinde değiller !..

00

Uzun mehmet’i anma ve Kömür Bayramı’nı bu yıl da coşkuyla kutluyorum.

Günün Madencilik Makalesi

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 21 Ağustos 2020’de Türkiye’nin Karadeniz’de Sakarya Gaz Sahası’nda 320 milyar metreküplük bir doğalgaz rezervi keşfettiğini duyurmuştu.

Erdoğan dün ise Karadeniz’deki keşfe ilişkin revize rezerv rakamını cumartesi günü açıklayacağını söyledi. Cumhurbaşkanı birkaç gün öncesinden müjdeyi verdiğine göre, keşfedilen rezerv 320 milyar metreküpten çok daha yüksek. Siz deyin 500 milyar metreküpe yaklaşacak, ben diyeyim yarım trilyon m3’ü aşacak.

Sonuçta iyi haber. Gerisi bu gazın kullanıma sunulmasına ilişkin takvime kalıyor. Bu gaz bir çırpıda Türkiye’yi enerjide dışa bağımlılıktan kurtarmayacak elbette. Ama Ankara, gerek yeni rezerv keşifleri ve gerekse bunların sağlayacağı pazarlık gücü sayesinde doğalgaz ithalat faturasını aşağı çekme imkanı yakalamış olacak. Yani yavaş yavaş dışa bağımlılık aşağıya inerken, aynı zamanda birim enerjiye ödenen fatura da azalacak.

Her neyse…

Türkiye’nin enerji alanındaki tek sorunu dışa bağımlılık değil. Bir kere yerli ya da ithal, hiç fark etmez, elindeki enerjiyi verimli kullanmak da çok önemli bir konu başlığı. Aynı miktarda enerjiden en yüksek katma değeri elde etmekten söz ediyoruz.

Bir diğer başlık ise küresel gelişmelerle doğrudan bağlantılı. Fosil kaynakları terk edip, yenilenebilir kaynaklara ağırlık vermek, dünyada olduğu gibi Türkiye’de de giderek daha fazla öne çıkıyor.

Türkiye küresel ısınmayı durdurma çalışmaları kapsamında uluslararası camiaya sözler verirken, yerli kaynak şerhi düşmeyi tercih ediyordu. Bunun nedeni de yerli linyitlerini değerlendirme kaygısıydı. Oysa küresel finans kuruluşları kömür yatırımlarına kaynak aktarmayı çoktan durdurdu. Dolayısıyla Türkiye, yerli kömür yatırımlarını finanse edebilmek için yerli kredi imkanları bulma zorunluluğu ile karşı karşıya idi.

Ama işte şimdi ‘işler değişiyor’ demek mümkün belki de. Çünkü Karadeniz’de bulunan gaz Türkiye’ye enerjide dışa bağımlılıktan kurtulmanın yanında kömür yatırımlarında ısrarcı olmaktan vazgeçme şansı da veriyor.

Doğalgaz da bir fosil yakıt ama bunların en temizi sayılıyor. Ve başta elektrik üretimi olmak üzere, yenilenebilir çağına atlarken bir “geçiş kaynağı” kabul ediliyor.

Hadi hayırlısı…

Kaynak; https://www.dunya.com/kose-yazisi/yerli-dogalgaz-komurden-kurtarir-mi/485336

Günün Madencilik Makalesi

Merhaba sevgili Pusula takipçileri, 20 günlük bir aradan sonra yine birlikteyiz.

Tatilde bol bol dinlendim, enerji depoladım.

Dinlenirken bir yandan gündemi takip etmeyi de ihmal etmedim.

Cinayet ve maden kazaları haberleri ile mesaiye başladım.

Türkiye Taşkömürü Kurumu’na (TTK) ait Üzülmez Müessese Müdürlüğü’nde maden ocağında meydana gelen iş kazasında Fatih Kafkas’ı kaybettik.

Kafkas’ın madende çalıştığı esnada tavandan başına taş düşmesi sonucu yaşamını yitirdi.

Bu genç arkadaşımız TTK’ya 2019 yılında iş başı yaptı.

Hani Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın müjdesini verdiği 1500 işçi alımında şanslı madencilerden biriydi.

Site Kapalı Spor Salonu’nun içindeki ve önündeki kalabalığı hatırlıyor musunuz?

İşte bu genç arkadaşımız da o kalabalığın içindeydi.

Salonda yapılan kurayı heyecanla bekliyordu; ‘Acaba ismim çıkacak mı?’

Kurada ismi çıktı Fatih’in, Üzülmez’de çalışmaya başladı.

Fatih çok mutlu oldu, ailesi ve yakınındakiler de çok mutlu oldular.

Ama madende kafasına taş düşerek hayatını kaybetti.

Daimi işe girmek tek hayaliydi, o şans yüzüne güldü.

Ekmek parası için mücadele veriyordu, madene ölmek için mi girdi?

Maden işçilerinin ölümleri çoğu iş güvenliği zafiyetinden hayatını kaybetti.

Geçtiğimiz hafta içinde TTK Armutçuk Müessese Müdürlüğü’nde çalışan Yunus Oku da maden kazasında hayatını kaybetti.

Yunus da 2019 yılında TTK’ya alınan 1500 işçiden biriydi.

‘2019 yılında işe başlamış’ deyince insanın ciğeri bir ayrı yanıyor.

Kim bilir ne hayaller ne ümitler vardı, gelecekle ilgili ne planlar yapılıyordu.

Ama kader izin vermedi, Fatih de Yunus da gün yüzü göremediler.

Madende hayatını kaybeden işçilerimizi sürekli gündemde tutuyoruz.

Sürekli gündemde tutuyoruz ki, unutmayalım, unutturmayalım.

Çünkü unutuyoruz, önemsemiyoruz, yeri geldiğinde ‘alın yazısı’ diyerek kendimizi teselli ederek avutuyoruz.

Soma maden kazasından kurtulan maden işçisi Erdal Güven’in sözleri geliyor aklıma;

‘Maden artık bizim için ekmek parası değil, ölüm demek’

Yüzünüz eskiyecek!

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Zonguldak Milletvekili Deniz Yavuzyılmaz, medya organlarını ve sosyal medyayı çok iyi kullanıyor.

Ulusal basında ayrı çıkıyor, yerel basında ayrı çıkıyor.

Her akşam neredeyse FOX Tv’ye röportaj veriyor.

Konuları genelde ülke gündemi ve genel konular.

Zonguldak’ı ilgilendiren sorunlarla ilgili de medyada yer alıyor.

Geçtiğimiz haftalarda CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, yaptığı toplantıda milletvekillerine uyarıda bulundu.

Kılıçdaroğlu’nun uyarısı ‘Siz kendi bölgenizin sorunlarıyla ilgilenin. Genel sorunlarla biz zaten ilgileniyoruz. Onları bize bırakın” şeklindeydi.

Deniz Yavuzyılmaz, bu uyarıyı dikkate almadı ki, hala ülke gündemiyle ilgileniyor.

Sayın Yavuzyılmaz, Zonguldak’ın sorunlarıyla ilgilenin sadece, bu gidişle yüzünüz eskiyecek, insanların antipatisini toplayacaksınız.

http://www.pusulagazetesi.com.tr/m_9429/maden-artik-ekmek-kapisi-degil-olum-demek/

Günün Madencilik Makalesi

Yalan: Altın çıkarılması için siyanür kullanılıyor.

Gerçek: Siyanür, altının çıkarılmasında değil, ‘ayrıştırılmasında’ kullanılıyor.

Yalan: Siyanür yeraltı sularına karışıyor; toprağı, suyu zehirliyor.

Gerçek: Siyanür, filtrelenir ve geri kazanılır. Maruz kaldığı güneşteki UV ışınlarıyla ‘bozunup’ parçalanır. Siyanürün gökyüzüne çıkıp, yağmurun etkisiyle yeryüzüne inerek toprağa karışması da söz konusu değildir.

Yalan: Siyanür yalnızca madencilikte kullanılır.

Gerçek: Siyanür kullanılan endüstrilerin başında, kimyasal üretim gelir. Bunu naylon, polyamid, akrilik ve plastik üretim sanayileri takip eder.

Yalan: Altın madenlerinin yapımını ve faaliyetini önlersek siyanüre maruz kalmayız.

Gerçek: Eser miktarda siyanür vücudumuzda ve çeşitli yiyeceklerde de bulunur. Vücutta depolanmaz, kanserojen değildir. Günümüzde en çok sigara dumanı ve yangınların dumanının solunması ile maruz kalınır.

Yalan: Ağaçlar kesiliyor, doğaya geri dönülemez hasarlar veriliyor.

Gerçek: Madencilik faaliyetini yapabilmek için belli sayıda ağaç kesilirken bölgede ve çevresinde ağaçlandırma çalışmaları da hemen başlar. Maden sonsuz bir kaynak değildir. O nedenle madencilik faaliyeti bittikten sonra bölge yeniden ağaçlandırılır.

Yalan: Kazdağları talan ediliyor.

Gerçek: Maden bölgesi ile Kazdağları arasında 40 km’den fazla mesafe var.

Yalan: Kirazlı halkı madeni istemiyor.

Gerçek: Kirazlı halkı, madene karşı olan Çanakkale Belediye Başkanlığı’na yazdığı mektupta, “Başkanım, işimizle, aşımızla, geleceğimizle oynama” diye sesleniyor.

Yalan: Biz iyiyiz, siz kötü.

Gerçek: Orada durun bakalım; siz kimmişsiz bir görelim…

Hakikaten bu yalanları söyleyenler kimler? Oluşturmak istedikleri “doğa dostu, halkla kol kola gençler” algısı gerçek mi?

Pek öyle görünmüyor… Bir kere protestolarda kullandıkları, yukarıda sıraladığımız argümanları unutmamak lazım… Bu yalanların arkasından iş çevirenlere güvenmek mümkün olamaz…

Peki ya, bu ‘çevreci eylemlerin’ baş aktörlerinden birine, yaşadığı Kazdağları’nın eteğindeki bir köyde ‘define avcılığı’ndan suçüstü yapıldığını duymuş muydunuz?

Ya geçen yaz Gelibolu Yarımadası’ndaki orman kundaklamasını üstlenenlerin yine bu eylemlerde başı çektiğini?.. Çanakkaleliler biliyor… Bizim de takip ettiğimiz bölgedeki yerel gazetelerde bu haberler yer alıyor… Haberde, Balaban halkının şu sözlerine de yer verilmiş: “Geçen yaz ormanları ateşe verenler, sözüm ona çevreci HDP kökenli ‘ateşin çocukları’, yani orman yakanlar çıkmıştı. Şimdi bir de maden ve altın karşıtıyım diye boy gösteren, oysaki define avcısı olan isimler çıktı.”

Kendilerine, ‘ateşin çocukları’ diye bir de isim takmış bu reziller… “Bölgede çevreci faaliyet yürütüyoruz, halkı bilinçlendiriyoruz” diye dolanıp çevirdikleri işlerin bazıları bunlar işte!..

Olanlara doğrudan tanık olduğu, yakından izleyebildiği, bu kişilerin siyasi partilerle bağlantılarını görebildiği için bölge halkı durumun farkında aslında… Uzaktan izleyen, özellikle sosyal medyanın manipülasyonuna maruz kalan bizler için konuyu biraz daha açmak gerekiyor…

Ülkemizde altın çıkarılmasını kimler istemez? Tabii ki bize altın satanlar…

Peki onlar tek başına hareket edebilir mi? Hayır, öyle olsaydı etki güçleri zayıf ve yaptıkları hamleler çok görünür olurdu…

Oysa, ülkemizdeki iş birlikçileriyle hareket edip, saman altından su yürüterek kendileri adına daha başarılı sonuçlar elde edebiliyorlar… “Halk istemiyor” algısını iç kamuoyunda oluşturarak cepheyi büyütmek için “içimizdeki İrlandalılar’ı” (Mustafa Denizli hocanın lafıdır) devreye sokuyorlar…

Türkiye’nin millî bağımsızlığından rahatsızlık duyan Batılı güçlerle aynı türküyü söyleyen, “Batı bizim için ne der?” diye sürekli endişelenen, “Doğu Akdeniz’de, Suriye’de, Libya’da ne işiniz var” diye rahatsızlık duyanlardır bunlar…

Altın madenine karşı eylem yapanların başını çeken sözüm ona sivil toplum kuruluşlarına, bunların yöneticilerine bir bakıyorsunuz ki HDP saflarında yer almış, “Öcalan’ı tecritten çıkarın” diye yürüyüş yapmış, eşi HDP’den milletvekili adayı olmuş, yerel gazetenin Balaban halkından aktardığı şekliyle “…eylemlere katılan gruplar arasında, terör örgütü PKK’yı destekleyen siyasi düşünce sahipleri ve onların destekçisi olduğu bilinenler” bunlar…

Çevre, ağaç, su gibi halkın hassasiyetlerine dokunan, görünüşte masum söylemlerin ardında her zaman o kadar da masumane niyetler olmayabiliyor. İşte, bunu da yaşayarak görüyoruz ne yazık ki…

Şimdi ise Pazar günü, eylemlerinin 1. yılını kutlamaya çağırıyorlar… Sayıları az olsa da, “Sinek küçüktür ama mide bulandırır”… Türkiye bu oyuna gelmeyecektir… Halk da çevre konusunda niyeti ‘iyi’ olan ile ‘kendisini oyuna getirmek isteyeni’ ayırt edecektir…

https://www.yenisafak.com/yazarlar/alisaydam/her-sey-yalanla-basladi-2055723

Günün Madencilik Makalesi

Çayırhan Termik Santrali’nin hikâyesi 2

Değerli okuyucular, Çayırhan Termik Santrali hikayesine devam edeceğimizi söylemiştik. Bu sözümüzü tutuyor ve ikinci kısmı da dikkatinize sunuyoruz. İlginize teşekkür ederiz. Buyrun…

OTURMA DÜZENİ

Kamuda çalışırken, Ankara’dan devletlûlar geldiği zaman akşam yemeklerinde artık ezberlediğimiz klasik bir oturma düzeni vardı. Masalar U şeklinde diziliyor, en büyük baş (bakan, genel müdür, daire başkanı, her neyse) U’nun dibindeki sıranın en ortasına oturuyor, onun iki yanına hiyerarşiye göre üst düzey elemanlar sıralanıyordu. Ayrıca büyük baş’a kendini göstermek isteyen ve yükselme hırsıyla yanıp tutuşan kariyeristler, yalakalar ve mevki düşkünleri o bölgeye yakın oturabilmek için birbirlerini ezerlerdi. Ben de istesem, etine göre budu ünvanımla, kendime oralarda bir yer edinebilirdim belki. Ama bunu pek tercih etmezdim. Çünkü gecenin en zevksiz ve neşesiz bölümü genellikle işte o U’nun dibindeki bölüm olurdu. Büyük baş epeyce düşündükten sonra ağzını açarak lütfedip iki kelâm etse, etrafını kaplayan baston yutmuş tipler hemen tasdik etmek için birbirleriyle yarışırlardı:

– Haklısınız efendim..

– Hakk-ı âliniz var efendim…

– Çok isabet buyurdunuz efendim…

Sonra yine ortalığı bir sessizlik kaplar, önlerindeki kurumuş bifteği tırtıklayıp dururlardı. Ne espri, ne muhabbet, sadece inanılmaz derecede gülünç bir ciddiyet… Hele büyük baş içki içmiyorsa, o bölümde içki içmek de zinhar yasaktı. Üstelik espri yapmak da cesaret isterdi: Ya bir sürç-ü lisan olursa, bir ucundan zülf-ü yâre dokunursa!.. Durduk yerde başa belâ! Bu bölümde sükût altın, ciddiyet baş tâcı idi.

Bu yüzden ben, daha baştan U’nun en uçlarına doğru yönelir, en hoşsohbet arkadaşlarımı da etrafıma toplayarak gecenin keyfini çıkarmaya bakardım. Bizim tarafta bardaklar dolar boşalır, fıkralar, espriler, kahkahalar gırla giderdi. Hatta gecenin ilerleyen vakitlerinde, U’nun dibinde kasılıp durmaktan bunalanların bir bölümü de bizim tarafa kapağı atmaya başlarlardı.

Çayırhan’da ise farklı bir masa düzeni buldum. TKİ’nin misafirhanesi, nâm-ı diğer “Gökdelen”in altındaki restoranda, akşamları mühendisler genellikle Genel Müdür’ün de katıldığı uzunlamasına bir masada yemek yiyorlardı. Kimse için yer ayrılmıyordu, isteyen istediği yere oturabiliyordu. Ben bu yemeğe ilk katılışımda, biraz geç kalmıştım galiba, ortalarda bir yerde oturan Genel Müdür’den uzakta, masanın en ucunda bir yer bulabildim. “Her zamanki hâlimiz..” diye düşündüm. “Genel Müdür’den uzak olan Allaha yakındır!”

Ama çok geçmeden anladım ki burada bizim U masalardan farklı bir şey vardı. Masanın en neşeli ve keyifli yeri Genel Müdür’e yakın olan orta kısımdı. Çünkü masadakilerin hepsini yakından tanıyan, onlarla iyice içli dışlı olan Genel Müdür başta olmak üzere kimse o abuk sabuk ciddiyet ve ikiyüzlülük peşinde değildi. Herkes, günün fabrika veya ülke sorunlarından başlayarak en derin felsefi konulara kadar her konuda bir şeyler söylüyor, ama en ciddi konular bile sık sık Genel Müdür’ün kışkırttığı esprilerle gırgıra boğuluyor, bir kahkaha tufanıyla son buluyordu.

Meselâ o sıralarda gündemde genel seçim vardı. Bir gün Genel Müdür dedi ki: “Bugün Genç Parti’den geldiler, biliyorsunuz bu yörenin en büyük sanayi kuruluşuyuz, bu yüzden bize bir kontenjan ayırmışlar, yaklaşan seçimlerde aday göstermek üzere bizden birini Milletvekili aday adayı olarak önermemizi istediler.”

İdari Genel Müdür Yardımcısı Hulki Bey, hemen yapmacık bir hevesle öne atladı: “Beni öner Abi, ne olur beni öner!”

Ama Genel Müdür, başını hayır anlamında iki yana salladı ve bir taraftan hınzır bir gülüşle sırıtırken bir taraftan da açıkgöz bir ifadeyle göz kırparak parmağıyla kendini gösterdi…

Bunun üzerine çok bozulmuş gibi yapan Hulki Bey: “Ama olmaz ki Abi!” diye sızlandı. “Bütün pis işleri bana yaptırıyorsun, ne olurdu yani bunu da bana yaptırsan?”

Dikkat ettim, masadaki herkes Genel Müdür’le aynı göz hizasından, açıklıkla ve cesaretle konuşabiliyordu. Ama kimse bu yakınlığı suiistimal ederek kendine menfaat temin etmeye yeltenmiyordu, çünkü herkes bunun mümkün olamayacağının farkındaydı.

Çünkü o gerçekten bir Genel Müdür’dü…

Genel Müdür’ün adı Yusuf Aydın’dı…

EVVELİYAT

Yatağan’daki ilk İşletme Müdürümüz Vedat Bey’in bize benimsettiği terbiyenin de etkisiyle olacak, birlikte çalıştığımız süre boyunca ve artık emekli olduktan sonra bile, bir gün bana “Artık şu Ağa’lı, Bey’li konuşmayı bir yana bıraksak iyi olacak” demesine kadar, Yusuf Aydın’a hep “Yusuf Bey” diye hitap ettim.

Oysa onunla tâ ODTÜ yıllarından tanışıyorduk. O Maden’deydi, ben Elektrik’te. Sadece dönem arkadaşlığı değil, aynı zamanda 12 Mart’tan çıkışta kurulan ilk sosyalist partide (TSİP) birlikte çalıştık, ilk öğrenci derneğinin (ADYÖD) kuruluşunda aktif görev aldık. Bugün gibi hatırlarım, ODTÜ 3’lü Anfi’de yapılan forumlarda, Yusuf gömleğinin kollarını dirseklerine kadar sıvayıp konuşmaya başladı mı, ortalık yıkılırdı. Konuşmasını sağlam bir mantık silsilesi ile temellendirir, parlak bir ajitasyonla süslerdi. Bu forumlardan birinde, hemen ötemde, o sıralar yeni yeni palazlanmaya başlayan Dev-Yol’culardan birinin yanındaki arkadaşına: “Ah ulan, bu herif bizde olacaktı ki…” diye sızlandığını duymuştum. 

yusuf-aydin-cayirhan.jpg

Yusuf Aydın, bir toplantıda konuşurken

Sonra okul bitti ve hepimiz bir yerlere savrulduk. Uzaktan uzağa onun hep Çayırhan’da TKİ Orta Anadolu Linyitleri İşletmesi’nde çalıştığını duyardım. Ama 25 yıl boyunca bir daha hiç görüşmedik. 2001 yazında İntergen-ENKA’dan atıldığım zaman, Yatağan’a dönüp kızağa çekildikten sonra, üstelik Kemal Derviş’le Zeki Çakan İşletme Hakkı Devri ihalelerinden vaz geçtiklerini ilân edince, Türkiye’de çalışabileceğim bir tek yer kalmıştı: Özelleştirilen tek kömür santralı olan Çayırhan. Yusuf’un da orada çalıştığını biliyordum. Elim telefona doğru gidiyordu, ama tekrar geri çekiyordum elimi. 25 yıldır görüşmediğim arkadaşımın orada hangi şartlarda çalıştığını, hangi problemlerle boğuşmakta olduğunu bilemezdim ki! Onu sıkıntıya sokabilecek herhangi bir şey isteyemezdim. Ama hiç ummadığım bir gün telefonum çaldı. Karşımdaki Yusuf’tu. “Gel, görüşelim…” dedi. Uçar gibi gittim Çayırhan’a.

***

Okuldayken hiç sormamıştım. Bu yüzden, 25 yıldır bu acayip yere “katlandığına göre”, Yusuf’u Beypazar’lı filân sanıyordum. Oysa değilmiş. Mersin – Gülnar’danmış. O zaman anladım. Ben nasıl herkesin nefret ettiği Yatağan Santralı’na âşık olduysam, Yusuf da buradaki yeraltı linyit projelerine vurulmuştu. Neredeyse bütün ömrü buralarda geçmişti. TKİ’de düz mühendislikten en son Müessese Müdür Yardımcılığı’na kadar yükselmişti. (Doğrudur, kendi tecrübelerimden biliyorum, Devlet’te bizim yükselebileceğimiz en yüksek makam Müdür Yardımcılığı idi, daha ötesine müsaade etmezlerdi. Oysa Müdür Yardımcılığı da nedir ki, bildiğin hamallık! Yapılan bütün işlerin şânı şerefi Müdür’e aittir, sense tamamlayıp devreye aldığın projelerin karşısına geçip bir sigara yakarsın, o kadar, bundan âlâ ödül mü olur?) 

yeralti-komur-cikaricisi.jpg

Yeraltı Kömür Çıkarıcısı

ÇAYIRHAN’DA İLK ÖZELLEŞTİRME ADIMI

1996 yılında, Park Teknik şirketi TKİ’nin açtığı bir ihaleyi kazanarak, Çayırhan’da Yap-İşlet kapsamında yılda 2.500.000 ton linyit kömürünün yeraltı maden sahasından çıkarılması ve santrala teslim edilmesi işini üstlendi. Bu Çayırhan’da ilk özelleştirme adımı idi. Yusuf Aydın, TKİ’den ayrılarak Park Teknik’e Genel Müdür oldu. Daha önce TKİ için gerçekleştirdiği ve Türkiye’de bir ilk olan Tam Mekanize Uzun Ayak Yeraltı Kömür İşletmesi projesini bu kez özel sektör için uyguladı. Bu iş için ilk yatırım olarak 100 Milyon Dolar civarında para harcanmıştı. Turgay Bey Çayırhan’a pek gelmezdi. Dediklerine göre, bir gelişinde maden ocağının ağzına kadar gitmiş ve yanındaki Park Holding Enerji ve Maden Grubu Başkanı Erhan Aygün’e dönerek: “Yahu o kadar parayı bu deliğe mi soktunuz? “ diye sormuş hayretle. “Bu parayı oradan geri çıkaramazsanız elimden çekeceğiniz var!”

Tabii o para oradan misliyle çıktı. Önce maden, arkasından santral derken, zamanla bütün Çayırhan Park Holding’in denetimine girdi.

Yusuf bir gün bana “Park Holding’te bir sürü şirket var” demişti ve hemen arkasından gururla eklemişti: “Ama burası Amiral Gemisi…” 

İŞLETME HAKKININ DEVRİ

2000 yılının Temmuz ayı başında İşletme Hakkının Devri Sözleşmesi gereğince santral da Park Termik’e devredildikten sonra Yusuf Aydın, hem madenin hem santralın yöneticisi ve Çayırhan’ın tek hakimi haline gelmişti. Üstelik Beyaz Enerji Davası’ndan dolayı Enerji ve Maden Grubu Başkanı bir süre içeriye girince ve içeriden çıktıktan sonra da uzunca bir süre (neredeyse 2002 sonbaharına kadar) ortalıkta görünmeyince, bu hakimiyet ve inisiyatif daha da artmıştı. Ancak buna paralel olarak iş yükü de çok artmıştı. Santralın 3. ve 4. Ünitelerinin Kesin Kabul çalışmaları sürüyordu, bu kapsamda karşılaşılan sorunların yapımcı firmalar tarafından çözümlenmesi için EÜAŞ’ı sıkıştırmamız gerekiyordu. Çünkü yapım sözleşmesi bazında, firmalarla muhatap olan EÜAŞ’tı. Özellikle kazan performansı hakkında tartışmalar sürüyordu. Yapımcı Avusturya Enerji Firması ise madenden gelen kömürün sözleşme şartlarına uygun olmadığını iddia ediyordu. Oysa maden tarafında sorunlar büyük ölçüde çözülmüştü. Kömür kalitesini iyileştirmek için lavvar tesisi de devreye alınmıştı. 

komur-lavvar-tesisi.jpg

Kömür Lavvar Tesisi

BEYPAZARI TRONA PROJESİ

Diğer yandan yeni başlayan Trona projesi için de yapımcı firmalarla görüşmeler, tartışmalar sürüyordu. (1979 yılında MTA Genel Müdürlüğü’nün yaptığı kömür arama sondajları sırasında tesadüfen bulunan trona rezervleri için çalışmalar yirmi yıl boyunca yerinde saymış, hatta bu çalışmalar sırasında ciğeri kediye teslim eder gibi, Beypazarı haricinde dünyadaki en önemli rezervlerin ABD Wyoming’teki işletmeci şirketinden Beypazarı için rapor istendiği bile iddia edilmişti. Yine söylendiğine göre, Wyoming’teki şirket kendine rakip istemediği için doğal olarak “olumsuz” rapor vermiş ve konu yine sürüncemeye girmişti. Çayırhan’ın özelleştirilmesi sırasındaki hummalı çalışmalar arasında Yusuf’un ve Çayırhan’daki madenci ekibinin özel ilgisiyle proje yeniden canlandırılmış, trona rezervine kadar giren bir galeri açılmasıyla projenin realize edilme ihtimali somut bir şekilde ispatlanmıştı. Daha sonra solüsyon madenciliği yöntemine karar verilerek ülkemiz için çok değerli bir ürün olan soda külü üretimine başlandı. 2010 yılı sonlarında Amerikan madencilik devlerinden Rio Tinto’ya ait olan Ankara Kazan’daki trona rezervlerinin satın alınmasıyla, hatta 2018 yılında Wyoming’teki soda külü tesislerinin de alınmasıyla Ciner Grubu dünya soda külü devlerinden birisi durumuna geldi. Artık “Amiral Gemisi” Trona madenciliği olmuştu!) 

eti-soda-beypazari.jpg

Beypazarı’ndaki Eti Soda Tesisleri

Yusuf’un hem maden tarafında hem de santral tarafında odası vardı. Ama santraldaki odaya pek uğramazdı. O, eski alışkanlıkla, Maden tarafındaki odasından bir türlü vazgeçemiyordu. O kadar yoğun çalışıyordu ki onunla görüşmek için asistanından randevu alabilmek epeyce zordu. Genellikle iş saatlerinin dışında, gece vakitlerinde görüşebiliyorduk. Yusuf’un çalışma saatleri ise genellikle sabahtan başlayarak akşam 24:00’e kadar devam ediyordu.

DEVİRDEN SONRA ÇAYIRHAN’DA YAPILAN DÖNÜŞÜMLER

Devirden sonra, özelleştirme çerçevesinde yapılacak dönüşümler daha ben santrala gelmeden önce büyük ölçüde tamamlanmıştı.

Devir Sözleşmesi gereğince kabahatsiz olarak işten çıkarma yasaktı. Ancak, EÜAŞ zamanında başlatılan bir uygulama çerçevesinde 25 yılını dolduranlar tazminatları ödenerek emekli ediliyorlardı. İhtiyaç halinde, yeni işçi alımlarında emekli edilenlerin yakınlarına öncelik tanınıyordu. Bu şekilde sosyal rahatsızlıklar minimuma indirilebilmişti.

Yatağan’da iken en nefret ettiğimiz şey, “İç Hizmetler Servisi” denilen şeyle uğraşmaktı. Müfettişlerin de en sevdiği şey bunları didiklemekti. Santral verimi ve üretim kapasitesi hakkında tek kelime sormayan hazretler, iki kilo patlıcanla üç demet maydanoz’un kaça alındığını sormaktan pek haz ederlerdi. Santralcılıkla ilgisi olmayan bu işler (lokal, restoran ve misafirhane işletmeciliği vs.) Çayırhan’da devirden hemen sonra (tam da bizim aklımızdan geçtiği gibi) müstecire verilmişti. Bu işlerde çalışan ahçı, garson, bulaşıkçı, resepsiyonist gibi elemanlara ise santral içinde yapabilecekleri işler teklif edilmişti. Ancak bunların bir bölümü santralda çalışmayı kabul etmeyerek işten ayrılmışlardı.

Lojmanların bakımı ve işletmesi tamamen içlerinde oturan personelin kurduğu bir derneğe devredilmişti. Lojmanlarda kalan personelden kira alınmıyordu. Ayrıca lojmanlara sıcak su ve kalorifer buharı sağlayan ısı merkezinin kömür ihtiyacı da Şirket tarafından karşılanıyordu. Diğer bütün bakım ve işletme giderleri artık lojmanlarda kalanlarca karşılanacaktı.

Devletçilik zamanında bizi en fazla meşgul eden şeylerden biri, çevre kasaba ve köylerin yol bakımından tutun, patlak su borusunun tamiri, caminin boyanmasına kadar bir sürü ıvır zıvır işlerinin halledilmesiydi. Bu işlerin zamanımızı alması bir yana, araya il başkanı, ilçe başkanı, milletvekili gibi unsurların da karışması işi arapsaçına çeviriyordu. Çayırhan’da devirden sonra bu işlerin yapılması yine bütün hızıyla devam ediyordu, hatta boyutları daha da büyüyerek, yöre halkına daha da yararlı işler eklenerek… Ama bu işlerin santral faaliyetine etki etmemesi için çok yaratıcı bir çözüm bulunmuştu: Santral girişine bir ofis konulmuş, iş talebi için gelen muhtar, belediye başkanı, siyasetçi, vs.’nin önce bu ofise müracaat etmesi sağlanmıştı. Bu şekilde, santral içine girmeleri ve mühendisleri meşgul etmeleri engellenmişti. (Ofisin başına ise şimdi Maden-İş Sendikası’nın Genel Başkanı olan Nurettin Akçul görevlendirilmişti. Nurettin Bey, bu işi gerçekten de çok iyi başarıyordu.) 

beypazari-evleri.jpg

Beypazarı’nda tarihi evlerin restorasyonu

Çevreye yapılan yardımların en başında, Beypazarı’ndaki eski tarihî evlerin restorasyonu geliyordu. Park Holding, Beypazarı’nın merkezinde bir ana caddenin sağlı sollu bütün binalarının restorasyonunu üstlenerek bu işi başlatmıştı. Şimdi Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı olan Mansur Yavaş o zamanlar Beypazarı Belediye Başkanı idi. Bir akşam yemekte konuşurken kendisine iltifat etmek amacıyla: “Başkanım, bu gidişle Safranbolu’ya yetişeceksiniz…” demiştim. Başkan ise bu sözüme sevineceğine, bozulmuş gibi yaparak itiraz etti: “Ne demek yetişmek?” dedi. “Geçeceğiz. Safranbolu’da kaç tane ev var ki? Beypazarı’nda oradakinin iki katı sayıda tarihî ev var!” İçimden: “Al sana klasik siyasetçi üslûbu” diye düşünmüştüm. “Fırsatı bulunca, hemen uçmaya, üfürmeye başlıyorlar..” Ama bir süre sonra Mansur Bey’in haklı olduğu anlaşıldı. Belediye’nin de hız verdiği restorasyon çalışmaları sonucunda Beypazarı şimdiden Safranbolu’yu gölgede bırakmaya başladı.

Yatağan’da çalışırken, hemen yakınımızda, Turgut (eski Leyne) kasabasının bitişiğindeki Lagina Harabelerinin kazı işinde çok faydamız olmuştu. Santraldaki 50 Tonluk seyyar vinci, boş kaldığı zamanlarda hemen kazı yerine gönderiyor, yıkılmış büyük mermer blokların yerlerinden kaldırılmasında ve yerleştirilmesinde yardım ediyorduk. Ama yaptığımız bu işler aslında kitaba, kaleme, mevzuata uyan işler değildi. Orada çalışırken bir terslik olsa, vincin veya çalışanların başına bir şey gelse başımız Müfettiş’lerle feci surette derde girerdi. Kazı Başkanı Arkeolog Prof. Ahmet Tırpan’a “Ah Hocam!” derdim. “Şu özelleştirme bir olsa, santralı alacak olan şirketin ilk işi bu kazıya sponsor olmaktır. O zaman işler çok daha rahat ve kapsamlı olacaktır…”

İşte aynen Yatağan’da olacağını düşündüğümüz bu dönüşüm Çayırhan’da hemen başlatılmıştı.

park-tip-merkezi.jpg

Park Tıp Merkezi

Ayrıca, esasında Santral ve Maden’deki personel ve ailelerine hizmet vermek üzere kurulan sağlık merkezi, aynı zamanda yöre halkının sağlık ihtiyaçlarını da karşılıyordu. Maden tarafında, eskiden kalma ama artık kullanılmayan bir bina restore edilerek okul haline getirilmiş ve Milli Eğitim Bakanlığı’na teslim edilmişti. Bu okulda Madencilik eğitimi alan öğrencilerin ileride Maden’de çalışmaları da hedeflenmişti. 

turgay-ciner-lisesi.jpg

Bütün bunlar yöre halkının Şirket’e sempati ile bakmasını sağlıyor, birçok santralda çeşitli kılıklar altında (en çok da ‘çevrecilik’ şeklinde) kendini belli eden muhalefetlerin oluşmasını engelliyordu.

EN BÜYÜK DEVRİM: MADENİN VE SANTRALIN YERELDE BİRLEŞMESİ

Çayırhan hakkında bir önceki yazımda anlatılan büyük başarıların temelinde Santraldan çok Maden tarafındaki sorunların giderilmesi yatıyordu. Santralın ihtiyacı olan kömürün, hem miktar ve hem de kalite olarak düzenli bir şekilde sağlanması, aynı zamanda santralın da tam kapasite ile çalışmasını sağlamıştı. Yusuf her iki tarafın da genel müdürü olarak dengeyi sağlamaya çalışıyordu, ama açıkçası gönlü hep Maden’den yanaydı. Bir gün konuşurken, o esprili üslûbu ile biz santralcılara takılmıştı: “Kardeşim, siz “Kul Yapısı” ile uğraşıyorsunuz, biz ise “Allah Yapısı” ile… Bizim işimiz daha zor!” Bir de şunu demişti: “Bu sondajcıların ‘Allah bir!’ dediğine inanmam! Onun için yerin altına girip gözümle görmek, elimle tutmak isterim. Yeraltında her an bir sürprizle karşılaşma ihtimali vardır…”

Ama en büyük devrim, elbette ki “hem madenin, hem santralın tek elden ve mahallinden” yönetilmesiydi. Devletçilik zamanında en büyük problemimiz, aslında biri olmadan diğerinin olamayacağı kertede etle tırnak gibi birbirinin içine geçmiş iki işletmenin, mahallinde ayrı ayrı organize edilmesi ve tâ Ankara’da bir sürü bürokrasiden sonra Enerji Bakanlığı’nda birleşebilmesiydi. Bu yüzden bir çok santralda, madencilerle santralcılar kedi köpek gibiydi. Herkes işletmelerin ortak çıkarından ziyade, habire karşı tarafın hatalarını kolluyordu suçlayabilmek için. Yatağan’da bir gün dayanamayıp davetsiz, destursuz madencilerin haftalık toplantısını basmış ve şöyle demiştim: “Kardeşler! Hep bir hallı Turhallı’yız! Birbirimizden zerre kadar farkımız yok. Bu yüzden birbirimize kurşun atmanın da âlemi yok! Bir atımlık barutunuz varsa bize atmayın, gelin hep beraber hedefe Ankara’yı koyalım! Bütün problemlerin kaynağı orasıdır, bizi birbirimize düşürmekten başka bir işe yaramayan aşırı merkeziyetçiliktir. Yoksa bizim birbirimizle ne alıp veremediğimiz var? TEK’in kömür alamaması demek, TKİ’nin kömür verememesi demektir. Bu kadar basit…” Gerçekten de, bir süre sonra ilişkilerimiz o kadar iyileşmişti ki, bir gün bunker üstü’nde kömür kırma işinde çalışan dozerimizin arızalanması üzerine, daha ben telefon edip yardım istemeye bile fırsat kalmadan, TKİ Müdürü Edip Bey’in (Akıncı) talimatıyla TKİ’nin dozeri orada çalışmaya başlamıştı bile…

İşte Yusuf yılların birikimi olan o “deve kini” ile baş edebilmek için çeşitli yöntemler deniyordu. Meselâ, her iki taraf da karşı tarafın işlerinin zorluğunu görüp insafa gelsin diyerek zaman zaman Maden’den Santral’a veya Santral’dan Maden’e parti parti elemanları göndererek, iki tarafın elemanları arasındaki soğukluğu gidermek ve Park Holding çatısı altında işbirliği heyecanını artırmaya çalışıyordu. Ama eski alışkanlıkla hâlâ TEK’çilik, TKİ’cilik oynamaya devam edenlerin de gözünün yaşına bakmıyordu.

ÇAYIRHAN OKULU

Ama bence Çayırhan’daki en büyük başarı, ne Maden’e, ne de Santral’a yapılan büyük teknik optimizasyon ve rehabilitasyonlardır. Evet, bunlar büyük verim iyileştirmeleri ve üretim artışları sağlamışlardır. Ancak bunlar kendiliğinden olmamıştır. Eğer en büyük yatırım, yani İNSAN’a yatırım bunlara paralel olarak yapılmasaydı bu başarılar olamayacağı gibi, olan da sadece sınırlı bir şirket kârı olarak gölgede kalabilir ve ileride bahsedilmeye değer hiç bir şey kalmayabilirdi.

90’lı yılların sonlarında, devlet işletmelerinin personel durumunu iyice çoraklaştıran iki önemli politika izlenmişti:

1- İşçilerde, 25 hizmet yılını dolduranların tümünün zorla emekliye sevk edilmesi kararlaştırıldı. (Bunun anlamı, işletmelerde bir sürü işten atılması gereken safralar 25. Yıla kadar beslenmek üzere yatıp dururken, tecrübelerinin doruğunda ve en işe yarayacakları bir zamanda en usta teknisyenlerin kapı önüne konulmasıydı.)

2- Memur statüsünde çalışan mühendisleri erken emekliliğe teşvik etmek için, hemen emekliliği kabul etmeleri halinde ikramiyeleri %30 oranında yükseltildi. (Bu da zaten mühendis eksikliği yaşayan işletmelerin tamamen boşalmasına yol açtı. Belki inanmayacaksınız ama, benim ayrıldığım tarihte Yatağan santralında bir tane dahi elektrik mühendisi kalmamıştı!)

Her ikisi de bir işletme için intihar anlamına gelen bu yanlış politikalar elbette ki Çayırhan için de söz konusuydu. Onun için özelleştirme’den hemen sonra hem maden hem de santral tarafına 40-50 civarında genç mühendisler işe alındı.

Öğrenme heyecanı içindeki bu gençleri tutabilmek imkânsızdı. Bir gece saat 02:00 civarında santrala gelmiştim. Boru patlağının tamiri için kazan bakım ekibi kazanın yüksek kotlarından birinde çalışıyordu. Bir de baktım ki, aslında Su Arıtma Tesisleri’nde çalışan ve mevcut organizasyona göre kazan bakımı ile herhangi bir ilgisi bulunmayan Kimya Mühendisi Berna da orada… Şaşırdım, “Senin ne işin var burada?” diye sordum. Gayet doğal bir şekilde “Merak ettim, ne yaptıklarını görmek için geldim…” dedi. 

cayirhan.jpg

Çayırhan’da sabah toplantısı

Sabah toplantıları inanılmaz derecede ilginç geçiyordu. Genç mühendislerin inisiyatiflerini ve yaratıcılıklarını geliştirmek için elimden geleni yapıyordum. Her şey konuşuluyordu toplantılarda. Edebiyat, şiir, ülkenin ve dünyanın durumu… ve kalan vakitlerde de santraldaki sorunlar! İnanılmaz öneriler geliyordu: Bir gün genç Makine Mühendisi Murat Özcan, yeni önerdiği bir malzeme ile değirmen aşınma plakalarının kullanım süresini %20 uzatabileceğini iddia etmişti. Belli, uçuyordu. Gülmemek için kendimi zor tuttum, ama kalbini kırmamak için sadece: “%2 artırabilirse kendisine madalya takacağımı” söyledim. Mühendislerin olanla yetinmemeleri, ütopik bile olsa hep daha iyisini hayal etmeleri hoşuma giderdi. Onlara okumaları için çeşitli kitaplar önerirdim. Hâlâ Türkiye’de her mühendisin mutlaka okuması gerektiğini düşündüğüm büyük Rus klasiği “Oblomov”u parasını kendi cebimden ödeyerek hepsine hediye ettim. Kaçı okudu bilemiyorum ama bu coşku dolu Çayırhan eğitimi sonucunda ortaya çıkan görüntü hepimizin göğsünü kabartıyor:

Madencilikte, özellikle yeraltı madenciliğinde, Zonguldak Ekolü’nden sonra bir de Çayırhan Ekolü ortaya çıktı, Türkiye’de birçok işletmede olduğu gibi Yurt Dışında dahi birçok madende o dönemde Çayırhan’da bulunmuş Maden Mühendisleri işbaşında bulunuyor.

Santralcılıkta Çatalağzı (Işıkveren), Seyitömer ve Yatağan Ekollerinden sonra bugün enerji sektöründe Çayırhan Ekolü’nün adı geçiyor, birçok santral projesinde, o dönem Çayırhan santralındaki coşkuyu yaşayan gençler yönetici konumunda bulunuyor.

İşte Çayırhan’daki o 2,5 yıllık muhteşem dönüşümün en gurur verici başarısı budur!

Sonra ne mi oldu? Onu da bir başka yazıya bırakalım…

Kaynak: Çayırhan Termik Santrali’nin hikâyesi 2 – Mehmet ASLAN

Günün Madencilik Makalesi

Madencilik sektöründe FETÖ’cülerin eli hâlâ var mı?

FETÖ bu, sağı solu hiç belli olmaz! Mutantlaşır, kimlik değiştirir. Kimsenin anlayamayacağı ayak oyunlarıyla her türlü alengirli işi çevirir. Herkesi birbirine düşürür… İş dünyasında da, maden dünyasında da bu böyle. Akın İpek gibi kritik FETÖ’cülerin bu ülkede ne fırıldaklar çevirdiği ve soluğu daha sonra İngiltere’de aldığı ortaya çıktı…Şimdi bu kadar lafı niye ettik? Şundan: Fuat Uğur 6 Haziran’da “Adil Öksüz’ün akrabası FETÖ hükümlüsüne maden ruhsatı” başlıklı bir yazı yazdı. Üç gün sonra ise bir düzeltme yayınladı. Mehmet Bıçakçılar Muğla 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nde FETÖ’ye yardımdan ve FETÖ elebaşı Fetullah Gülen’in talimatıyla, Bank Asya’da 31 Ocak 2014 tarihinde 10 bin liralık hesap açtığı gibi hususlardan yargılanıyor. Ama henüz sanık, mahkeme bitmedi… Fuat Uğur zaten bu konuda gerekeni yazmış ve 9 Haziran’da şöyle bitirmiş: “… Ortada yargılanan bir FETÖ sanığı ve onlara verilen bir maden genişletme ruhsatı var. Gerçek olan bu.”Geçen çarşamba günü de Akit gazetesinde “FETÖ’den değerli maden vurgunu” başlıklı bir haber yayınlandı. Haberin spotunda ise şu bilgiler yer alıyor: “İş dünyasının önemli isimlerinden Serkan Kodaloğlu, Akın İpek’in firari ve Koza Holding’e el konulması üzerine altın madenciliğinden kısmen çekilen FETÖ’nün, bürokrasiye sızmış isimler vasıtasıyla değerli ve yarı değerli taşlara odaklandığını söyledi. Kodaloğlu, kendi firmasının girip kazandığı ve bütün şartlarını yerine getirdiği 5. Grup değerli ve yarı değerli maden çıkarma ihalesinin, ayak oyunlarıyla FETÖ’cü isimlere verildiğini dile getirdi.”Haberi okuyunca bazı soruları sormak şart. Bir kere Mehmet Bıçakçılar FETÖ’den yargılanıyor mu? Evet yargılanıyor. Dava devam ediyor. İş adamı Serkan Kodaloğlu yasal süreç sonrası 5. Grup değerli taş maden arama ihalesini kazanıyor. Ama iddiasına göre organize ve bilinçli hatalar zinciri nedeniyle ihale elinden alınıp ve FETÖ’den yargılanan Mehmet Bıçakçılar isimli şahsa veriliyor. Kodaloğlu 5 Eylül 2018 tarihinde 5. Grup maden ihalesine katılıyor. En yüksek bedeli vererek ihaleyi kazanıyor. 10 günlük süre içerisinde bütün bedelleri yatırıyor. Lakin ruhsat olarak kendisine 5. Grup değil 2. Grup onayı geliyor. Bu durumu Maden ve Petrol İşleri Genel Müdürlüğü’ne (MAPEG) bildiriyor. Kendisine, “Aaa sehven bir hata yapmışız hemen düzeltiyoruz” diyorlar. 28 Şubat 2019 tarihinde bir yasa çıkıyor. O tarihten sonra “4. Grup ruhsatların bulunduğu yerde 5. Grup ruhsatı verilemez” diye bir kanun çıkartılıyor. Serkan Kodaloğlu şöyle diyor: “Bizi etkiliyor mu? Hayır tabii, biz ruhsatımızı bir yıl önce almışız, sehven hatasının düzeltilmesini bekliyoruz. Kanundan hemen sonra bize yazı geldi MAPEG’den. ‘Olumsuz’ dediler. Kanun maddesini geriye doğru işletip bize ruhsatımızı vermediler.”Peki sonra ne olmuş? 5. Grup arama izni, yasadan sonra başvuru yapan Bıçakçılar AŞ isimli bir firmaya verilmiş. Bu firmanın sahibi kim? FETÖ’den yargılanan ve davası hâlâ devam eden Mehmet Bıçakçılar. Sonra ilginç bir şey daha oluyor. Bıçakçılar’ın FETÖ’den yargılandığı olayı ortaya çıkınca, MAPEG bu şahsın firmasını durduruyor. Fakat hemen Dost Madencilik adı altında bir başka firmayla sahadaki işlem devam ediyor. Peki bu Dost Madencilik kimin? Kodaloğlu, “Neresinden tutarsanız ayrı rezalet, o da Mehmet Bıçakçılar’ın kurduğu bir firma” diye söylemiş ve “MAPEG bünyesinde birileri tezgâhı kurmuş” diye ekliyor. Neresinden bakarsanız bakın ortada fecaat bir durum var. FETÖ’den yargılananların yakın akrabaları dahi kamudan el çektirilmişken, FETÖ’den yargılanmış herkes bürokrasiden atılmışken FETÖ’den yargılanan biri bu ihaleleri nasıl alır anlamak mümkün değil! Mehmet Bıçakçılar aklanır gelir, davadan beraat eder sonra istediği ihaleye girer alır. Ama öyle olmuyor. Bıçakçılar AŞ ihaleyi alıyor. Yargılandığı ortaya çıkınca ihale iptal ediliyor. Sonra Dost Madencilik adında başka şirket kuruyor ve ihaleyi gene kazanıyor. Ne var ki Serkan Kodaloğlu ihaleyi kazanıyor ama elinden alınıyor? Burada bir bit yeniği dönüyor. Ruhsatını bir yıl önce alıyor ama iptal edilip FETÖ’den yargılanan birine veriliyor. Çok garip çok. Fuat Uğur’un dediği gibi, ortada yargılanan bir FETÖ sanığı ve onlara verilen bir maden genişletme ruhsatı var. Gerçek olan bu. Çok yazık!

Günün Madencilik Makalesi

Adsız

Ülkemizin dışa bağımlı olduğu alanları ortadan kaldırmak ve kendi kaynaklarını kullanabilir hâle getirerek ‘millî bağımsızlığı’ tam anlamıyla sağlamak için çok ciddi bir çaba var… Bu çabanın farklı tezahürleriyle savunma, ekonomi, ticaret ve teknoloji gibi alanlardaki başarılara hep birlikte tanık oluyoruz.

Millî Enerji ve Maden Politikası çerçevesinde atılan adımlarla da Türkiye’de madencilik, son yıllarda hızla gelişmeye başladı… Ülkemizin milyarlarca dolarlık potansiyeli, yeni hazırlanan jeokimya ve jeofizik haritaları ile görülebiliyor. Ulusal Maden, Kaynak ve Rezerv Raporlama Komisyonu (UMREK) tarafından yapılan çok önemli çalışmalar var. UMREK’in hazırladığı tesis haritası da maden potansiyelimize dair yüksek beklentileri doğruluyor. İnternette kısa bir aramayla bunların kanıtlarını bulabilirsiniz…

Strateji geliştir, uygulamaya koy, süreci yönet, meyvesini topla. Normalde, işlerin böyle yürümesi gerekir, değil mi? Evet ama böyle olmuyor maalesef. Çomak sokan, taş koyan birileri mutlaka oluyor…

Türkiye’de petrol aranmasını yıllarca engelleyen zihniyet hâlâ işler vaziyette… Aynı zihniyet, madencilik konusunda gelişmemizin yollarını tıkamak için çaba harcamaya devam ediyor…

Bu aslında son yazımızda da bahsettiğimiz “istemezük” zihniyeti… Her an faaliyette… Bunca çabanın, çalışmanın engellenmesi kime yarardır, kime zarar, hiç umursamadan yırtınıyorlar…

Biz bakalım, Türkiye’de, mesela altın madenciliği engellenirse bu işten kim kazançlı çıkacak?

Bergama’daki Eurogold tası tarağı toplayıp gittiğinde, şirketi satın alan, FETÖ’nün en büyük destekçisi Koza Altın İşletmeleri olmuştu mesela…

Öte yandan Ticaret Bakanlığı verilerine göre, Türkiye’nin Almanya’dan ithal ettiği ham, yarı işlenmiş, pudra hâlindeki altının değeri 2016 yılında 292.921.000 dolarmış. Bu rakam 2017 yılında 393.306.000 dolara, 2018 yılında ise 663.920.000 dolara ulaşmış…

Alman şirketlerinin, bize altın satmaya devam edebilmek için Türkiye’nin kendi kaynaklarını kullanamamasını arzuladığını anlamamak için özel çaba harcamak gerekir herhâlde…

Türkiye’ye altın ihraç eden Alman şirketleri bazı Alman vakıflarıyla da bağlantılı… O nedenle olacak ki nerede madenle ilgili bir konu varsa Alman vakıfları hemen oracıkta bitiveriyor…

Bilindiği gibi maden, bizim istediğimiz yerde çıkmıyor. Biz, onun olduğu yere gitmek zorundayız. Eğer ki maden rezervleri ağaçlık alandaysa kesilen ağaçlar, misliyle dikiliyor… Bu tüm dünyada olduğu gibi bizim ülkemizde de böyle…

Halkımızın son derece hassas olduğu çevrenin korunması konusunu burada bir ‘perde’ olarak kullanan Alman vakıfları, bu perdenin arkasında bağlantılı oldukları Alman şirketlerinin çıkarları için istedikleri dolabı çeviriyorlar…

Çanakkale madenleriyle zengin bir bölge. “İstemezük” zihniyetinin burada aylardır kopardığı kıyameti hepimiz biliyoruz… Öte yandan Kirazlı’da da Alman vakıflarından, Türk-Alman derneklerinden tanınan isimlerin sık sık müdahil olduğu görülüyor… Bindirilmiş kıtalarla sürdürülmek istenen protesto ve bunun arkasına saklanmış çok daha büyük amaçlar var…

Hâl böyleyken “İstemezük” zihniyetinin ülkemizdeki kurucusu ve yılmaz savunucusu CHP hariç kimse bu itirazı kabul edemez herhâlde…

CHP Çanakkale İl Başkanlığı, geçen Pazar günü ‘Kazdağları İçin El Ele’ adıyla bir program tertip etmiş mesela… CHP ve HDP İstanbul milletvekillerinin de programa katılacağı duyurulmuş… Tam da HDP Eş Genel Başkanı Pervin Buldan’ın “İttifaklar şeffaf olsun” çağrısı üzerine… Şaşırmadınız değil mi? Şaşırmayınız, CHP ilk kez HDP ile ‘el ele’ vermiyor… İki siyasi parti arasındaki pek çok stratejik ortaklığın yanı sıra 2015 seçimlerinde, HDP barajı geçtiği için CHP Belediye Başkanı Ülgür Gökhan tarafından ‘şükür pilavı’ da dağıtılmış…

Yabancıları ülkemize yatırım yapmak konusunda çekimserliğe itecek, sermaye akışının önünü kesecek ve bizi dışa bağımlı kılacak hamleler sadece dış güçler tarafından gelmiyor maalesef… Bunlara yataklık eden iç siyasi aktörler olduğunu da unutmamak lazım…

Şaşırmayın, fakat kanıksamayın da… Onlar vazgeçmeden biz de vazgeçmeyeceğiz ki ülkemizin millî bağımsızlık ve yerlilik politikaları sonucunda yükselerek hak ettiği yeri bulduğunu en kısa sürede görebilelim…

https://www.yenisafak.com/yazarlar/alisaydam/sasirmayin-fakat-kaniksamayin-da-2055403

Günün Madencilik Makalesi

11

Adıyaman, zengin petrol, bakır, linyit kömürü, mermer rezervleri olan bir ildir.

Petrol, bakır, linyit kömürü, mermer üretimi ile ülke ekonomisine katkıda bulunmaktadır.

Adıyman’da açılmış olan petrol kuyularında yılda toplam 3.553.754 varil petrol üretilmektedir. Türkiye’de üretilen petrolün yüzde 21.3’ü üretiliyor.

2017 yılında Adıyaman’da üretilen petrol, 3.553.754 varildir.

2017 yılı petrolün varilinin ortalama fiyatı, 63.5 dolardır.

2017 yılı ortalama dolar kuru 3.650 TL’dir.

2017 yılında Adıyaman’da üretilen petrolün, bütçeye katkısı, 225.663.379 dolardır.823.671.333 TL’dir.

2017 yılı bütçesinden Adıyaman’a ayrılan yatırım payı, 581.328.930 TL’dir.

Adıyaman’ın 2017 yılı mermer, linyit kömürü, bakır, sanayi, tarım ve turizm geliri ile Bütçeye yaptığı katkı bir yana, Adıyaman’da üretilen petrolün bütçeye yaptı katkıdan,242.342.403 TL daha azdır.

2018 Yılı Bütçede Adıyaman’a Ayrılan Kamu Yatırımlarının Dağılımı

Tablo-1

Sektörler Yatırım Miktarı TL Oranı
Tarım 79.775.112 % 12.40
Eğitim 111.823.981 % 17.39
Sağlık 42.603.141 % 6.62
Turizm 9.577.374 % 1.49
Enerji 70.681.000 % 10.99
Konut 92.599.215 % 14.40
Ulaştırma 137.217.829 % 21.33
DHK (Diğer Kamu Yatırımları) 98.880.165 % 15.37
Toplam 643.161.817

Kaynak: Adıyaman Valiliği 2018 Yılı Adıyaman Yatırım Programı

             Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı 2018 yılı Faaliyet Raporu

2018 yılında Adıyaman’da üretilen petrol, 3.553.754 varildir.

2018 yılı petrolün varilinin ortalama fiyatı, 75 dolardır.

2018 yılı ortalama dolar kuru 4.820 TL’dir.

2018 yılında Adıyaman’da üretilen petrolün, bütçeye katkısı, 266.531.550 dolardır.1.284.682.071 TL’dir.

2018 yılı bütçesinden Adıyaman’a ayrılan yatırım payı, 643.161.817 TL’dir.

Adıyaman’ın 2018 yılı mermer, linyit kömürü, bakır, sanayi, tarım ve turizm geliri ile Bütçeye yaptığı katkı bir yana, Adıyaman’da üretilen petrolün bütçeye yaptı katkının ancak yarısı kadardır.

2019 Yılı Bütçede Adıyaman’a Ayrılan Kamu Yatırımlarının Dağılımı

Tablo-2

Sektörler Yatırım Miktarı TL Oranı
Tarım 41.442.556 % 4.28
Eğitim 79.190.887 % 8.17
Sağlık 35.052.848 % 3.62
Turizm 5.118.968 % 0.53
Enerji 13.478.000 % 1.39
Konut 26.554.624 % 2.74
Ulaştırma 214.619.329 % 22.15
Madencilik 366.599.000 % 37.84
DHK (Diğer Kamu Yatırımları) 186.868.758 % 19.29
Toplam 968.924.970

Kaynak: Adıyaman Valiliği 2019 Yılı Adıyaman Yatırım Programı

Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı 2019 yılı Faaliyet Raporu

2019 yılında Adıyaman’da üretilen petrol, 3.750.000 varildir.

2019 yılı petrolün varilinin ortalama fiyatı, 64.37 dolardır.

2019 yılı ortalama dolar kuru 5.670 TL’dir.

2019 yılında Adıyaman’da üretilen petrolün, bütçeye katkısı, 241.387.500 dolardır.1.368.667.125 TL’dir.

2019 yılı bütçesinden Adıyaman’a ayrılan yatırım payı, 968.924.970 TL’dir. Bu miktarın366.599.000 TL’si (%37.84) madencilik yatırımı için ayrılmıştır. 2019 yılında Adıyaman’da madencilikle ilgili bir çalışma yoktur. Bu kaynak, AKP Genel Başkanı Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın hemşerisi ve Erdoğan’a çok yakın bir holding olan, Adıyaman’da bakır çıkarma faaliyeti yapan Cengiz Holdinge aktarılmıştır.

Madencilik yatırımı için ayrılan 366.599.000 TL çıkarıldığında, 2019 yılı Bütçesinden Adıyaman’a ayrılan yatırım payı, 602.325.970 TL’dir.

Adıyaman’ın 2019 yılı mermer, linyit kömürü, bakır, sanayi, tarım ve turizm geliri ile Bütçeye yaptığı katkı bir yana, bütçeden Adıyaman’ın ayrılan yatırım payı, Adıyaman’da üretilen petrolün bütçeye yaptı katkının yarısından 82.007.592 TL daha azdır.

Bu durum, Adıyaman’a yapılan büyük bir haksızlıktır.

2020 Yılı Bütçede Adıyaman’a Ayrılan Kamu Yatırımlarının Dağılımı

Tablo-3

Sektörler Yatırım Miktarı TL Oranı
Tarım 22.001.000 % 12
Eğitim 13.102.000 % 7.1
Sağlık 22.761.800 % 12.45
Turizm 1.000 % 0.054
Konut 4.430.000 % 2.4
Ulaştırma 59.979.000 % 32.8
DHK (Diğer Kamu Yatırımları) 60.525.000 % 33.1
Toplam 182.799.800

Kaynak: Adıyaman Valiliği 2020 Yılı Adıyaman Yatırım Programı

2020 yılında Bütçeden Adıyaman’a ayrılan yatırım payı,

Adıyaman’ın 2020 yılında mermer, linyit kömürü, bakır, sanayi, tarım ve turizm geliri ile Bütçeye yaptığı katkı bir yana,

2019 yılı petrol üretimi ile ülke bütçesine yaptığı katkının ancak 9’da birinden daha azdır.

Adıyaman’ın gelişebilmesi, kalkınması ve zenginleşmesi için:

– Adıyaman’ın her yıl, petrol, mermer, linyit kömürü, bakır üretim, sanayi ve tarım üretimi, Turizm geliri ile bütçeye yaptığı katkı kadar, bütçeden Adıyaman’a yatırım payının ayrılması gerekiyor.

– Adıyaman halkının, sivil toplum örgütlerinin, yazılı ve görsel basının, Adıyaman’sa sahip çıkması, Adıyaman’ın kalkınması ve gelişmesi için bütçeden Adıyaman’a, gerekli ve yeterli yatırım payının ayrılması için mücadele etmeleri gerekiyor.

Günün Madencilik Makalesi

Avukat-Can-Öztürk-696x392

DOMANİÇ MADENLERİ

Günlerdir Domaniç’in ve Domaniçlilerin başlıca gündemi ağaçların kesilerek ormanların tahrip edilmesi ve bu sayede maden arama çalışmalarının yapılması. Sosyal medyada Domaniç’liler aktif bir hareket başlatarak #ormanlarımadokunma #domanicinustualtındandegerlidir gibi etiketlerle gündem oluşturuyorlar. Hatta facebook isimli sosyal paylaşım sitesinde “Domaniç Sosyal” isimli grupta maden aranan bölgenin yakından ve havadan fotoğrafları paylaşılıp, çevreye verilen etkinin boyutu tartışılmakta, bu maden faaliyetine nasıl son verilir konuşulmaktadır. Ve bu konuda birlik sağlanması için de Doçev(Domaniç Çevre Platformu) kurulmuştur.

Bir alanda maden faaliyetine başlanabilmesi için bazı şartların gerçekleşmesi ve bazı izinlerin alınmış olması gerekmektedir. Maden arama ruhsatı için başvuru yapılması, ilgili harçların ödenmesi, inceleme yapılması, aranacak maden türüne göre il özel idaresi veya genel müdürlüğe yapılacak başvurular ile gerekli şartları taşıyanlar maden ruhsatı alabilirler. Bu unsurlar yasal prosedürler olup şartlar yerine getirildiğinde maden arama ruhsatı alınabilmektedir.

Bazı projelerde ÇED(çevresel etki değerlendirmesi) raporu alınarak yapılacak projenin çevreye etkisi, doğaya etkisi, floraya nasıl bir etki edeceği, çevreye zararın en aza indirilmesi için hangi teknolojiden yararlanmalı gibi olumlu ve olumsuz etkilerin değerlendirildiği bir rapor hazırlanmaktadır.

Yıllar önce Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından yayınlanan genelge ile ÇED Raporu alınıp alınmaması konusunda yetkiyi Valiliklere bırakmıştır. Bu genelge ile valilikler maden, petrol, doğalgaz, kayagazı ve jeotermal arama projelerinde Çed Raporunun gerekip gerekmediğine karar verecektir denmektedir.

Maden İşletme yetkilileri ile bazı Domaniçli yetkililerin olduğu bir görüşme yapılmış, bu görüşmede yine Domaniç Gazetesi’nin duyurduğu haberde “Halk İstemezse Gideriz” başlıklı haber yapılmış, maden işletmecisi halkın tepkisi olursa faaliyetine son vereceğini duyurmuştu. Tabiki de halkın sesine kulak verilmeli, Domaniçlilerin istekleri değerlendirilmelidir. Ancak benim değinmek istediğim başka bir husus var;Domaniç iş sahaları bakımından fakir bir coğrafya. Yeterli miktarda fabrikanın olmadığı, farklı iş kollarının mevcudunun yokluğu, halkın iş bulmak için başka şehirlere ve hatta farklı ülkelere gittiği, göç veren bir ilçe. Yeni iş kollarının açılmadığı, açılsa dahi uzun süre faaliyet göstermediği, yaş ortalamasının yüksek olduğu, sürekli nüfus kaybı yaşayacan bir ilçedir. Bu duruma son verilmesi için de yeni iş alanlarına sıcak bakılmalı, her gelene de git istemiyoruz denmemelidir. Yapılacak maden arama faaliyetinde vatandaşların söz hakkı olduğu, bu faaliyetin Domaniç’e ne kazandıracağı, ne kadar kazandıracağı, çevreye zarar verilecek mi, zarar en aza indirilip maksimum fayda nasıl sağlanır, göç verme nasıl son bulur, sıcak para akışı nasıl sağlanır, evlatlarımızın gurbete çalışmaya gitmesi nasıl önlenir gibi hususların da değerlendirilmesi gerekmektedir. Evet ormanlarımız çok değerli, Domaniç’in ormanları altından daha değerli, nefes almamız için elzemdir ormanlar haklısınız. Ancak Tunçbilek’te yıllar önce başlatılan maden arama ve işletme, Soma maden işletmesine verilmeyen tepkiler ve bu sayede bu ilçelerin gelişmişliği göz önüne alınırsa, söz konusu Domaniç olunca yekten “istemezük” denmesi yerine daha yapıcı olunmalı, en az zararla maksimum faydayı nasıl sağlarız, Domaniç’e ve halkına nasıl fayda sağlarız bunun da düşünülmesi, tartışılması gerekmektedir.

Her halukarda söz milletindir, Domaniç için hayırlısı ve kazançlısı ne ise o olsun…

DOMANİÇ MADENLERİ

Günün Madencilik Makalesi

11

Yazının muhatapları arasında Vali Erdoğan Bektaş da olacaktı… Ancak bir gece yarısı kararnamesi ile mülkiye başmüfettişliğine atanınca, bir ayağı boşa çıktı… Fikirlerine katılmasam da son derece çalışkan olarak tanıdığım Sayın Bektaş’a bundan sonraki yaşamında mutluluklar diliyorum… Üzülüyor mu yoksa Zonguldak denen cangıldan kurtuldum” diye seviniyor mu, bilmiyorum… Bir görüşmemiz sırasında ifade ettiğim gibi, biz yine buradayız… Onu kızdıran şeyleri yapmaya devam edeceğiz yine…

Kalsaydı, çok kavgasını yapacağımız MAKZON diye bir bomba attı ortaya… Üzülmez’de kok fabrikasının bacasını da içine alan alanda maden makinaları imalatı yapan bir sanayi sitesi kurulacak, kentteki atölye ve işletmeleri burada toplayacaktı sözde… Tayini çıktığı gün, BAKKA Yönetim Kurulu’ndan ödeneğini de çıkardı hatta… Yapılanın neden yanlış olduğunu anlatmayacağım, Şehir Plancıları Odası Temsilcisi Kamuran Ayyıldız okullarda ders olarak okutulacak nitelikte bir rapor yazdı çünkü…

ÜZÜLMEZ BİR CAZİBE MERKEZİNE DÖNÜŞTÜRÜLEBİLİR

Her şerde bir hayır vardır derler ya, şayet polemik dilibir yana bırakılır da anlamaya yönelik bir çaba geliştirebilirse, bu münakaşa kentiçinyararlı sonuçlar doğuracak bir arayışa dönüşebilir pekala… Muhteşem bir coğrafyaya sahip alanda bulunan Maden Müzesi, zengin endüstri mirası ve olağanüstü jeolojik oluşumlara sahip Gökgöl Mağarası bütünlüklü şekilde planlanır,  yapılacak diğer kentsel iyileştirme projeleriyle desteklenebilirse, ses getirecek bir cazibe merkezine olabilir rahatlıkla…

Sayın Belediye Başkanım, TTK Genel Müdürüm, İl Özel İdare Başkanım, Rat, Çınartepe, Üzülmez, Asma mahallesi muhtarlarım lütfen zoru seçin, geniş ufuklu bir pencereden bakın alana…Endüstri mirası bu kentin en büyük birikimi, en değerli varlığıdır… Kentimizin yüzlerce yılda oluşturduğu bu birikimi heba etmeyinlütfen… Gerekirse ulusal çaplı bir yarışma düzenleyip ülkeye örnek bir planlama çıkarılsın ortaya… Korunan kentsel birikimimizi kazandırdığınız yeni işlevle insanlığa da armağan eldisin…

MAKZON PROJESİ DE BİR KENARA ATILMASIN

Vali Bektaş gidiyor diye MAKZON Projesi de bir kenaraatılmasın… Ona da yer bulmak mümkün pekâlâ… Apartmanlar arasından kurtarılan projenin gelişim potansiyeli de hesap edilerek bulunacak alan, ileride ortaya çıkacak birçok sakıncayı daha şimdiden bertaraf edecektir… Yeni hastane kentin ortalık yerine sokuldu, otoparkı yok diye Zonguldak’ın en kimlikli okullardan biri yıkılmaya çalışılıyor… Site’deki kapalı spor salonunun hali ortada… Aynı korku filmini bir kez daha izlemeyelim lütfen…

Önerim, Baştarla’danGökgölMağarası’na kadar olan alanın “Kültür ve turizm alanı” olarak belirlenmesidir… Plan notlarıyla yapılaşma şartları düzenlenerek zamanla bir mimari üslup da yaratılır… Sivil toplum örgütleri kesinlikle büyük destek verecektir bu projeye…Hatta herkesin bir şey yapmaya kalktığı bir kent imecesine bile dönüşebilir… Gelin el ele verelim bir başarı hikâyesi yazalım hep birlikte… İnatlaşmaktan vaz geçip kara kentin yüzünü bir parça da olsa güldürelim… Bunu çoktan hak etti çünkü…

 

Günün Madencilik Makalesi

1

Kaymaz’da yapılan basın açıklamasına Tepebaşı Belediye Başkanı Ahmet Ataç ile birlikte gittik. 90’lı yıllarda Eskişehir Demokrasi Platformu, Türkiye’ye örnek bir sivil oluşumdu. Ahmet Ataç, o yıllarda Diş Hekimleri Odası başkanı olarak, demokrasi platformunun etkinliklerine katılan isimdi.
25 yıl sonra yine Kaymaz yollarındaydık!
Ataç ile giderken yol boyunca 1997 yılında yapılan Kaymaz eylemlerini hatırladık. Bursa yolu kapanmış, ülke gündeminde yer alan gösteriler yapılmıştı! Ataç, konuşmasına yaparken Kaymazlılara şöyle hitap etti:
-Buraya gelirken, Kaymaz’da 90’ların başında olan altın eylemini hatırladık. O eylemlerin neticesinde altın araması ertelenmişti, yapılmamıştı. O zaman öyle bir başarı elde edilmişti.
…/…
Eskişehir Kaymaz 1997 altın madeni eylemi
Aradan yaklaşık 25 yıl geçti!
O dönem 25 yaşında olan gençler şimdi 50 yaşında…
50 yaşında olanlar 75 yaşında!
Geçmişi biliyorlar ama geçmişteki gücü sanırım bu kez kendilerinde bulmuyorlar, bulamıyorlar…
Ataç diyor ki:
-Bu siyanür insanoğluna, tarıma, hayvancılığa her şeye zarar veren kimyasal bir madde. Bugün belki birtakım menfaatler uğruna bazı arkadaşlarımız görmezden geliyor ama lütfen vaz geçsinler. Çocuklarımız çok kıymetli. Torunlarımız, büyüklerimiz çok kıymetli. Bu sebeple, Kaymaz halkının var gücüyle bu mücadelede kendilerini yalnız bırakmayan doğa dostlarına destek vermeleri lazım.
…/…
Madende cevher bitince herkes çekip gidecek!
Siyanürlü atık havuzla Kaymazlılar başbaşa kalacak!
http://www.anadolugazetesi.com/makale/maden-gider-siyanur-kalir-.html

 

Günün Madencilik Makalesi

1

Madenciliğimiz salgını hasarsız atlatabilecek mi?

İçinde bulunduğumuz yıla damgasını vuran iki önemli gelişme, Türkiye’deki pek çok ekonomik sektörü önümüzdeki dönemlerde ciddi şekilde etkileyecektir. Bunlardan ilki Covid-19 salgını nedeniyle ortaya çıkan küresel ve yurtiçi ekonomik daralmadır. Diğeriyse salgın sürecinin etkisiyle dış ticarette korumacılık yanlısı görüşlerin giderek daha fazla uygulama alanı bulmasıdır.

Her ne kadar son günlerde etkisini yitiriyor gibi görünse de salgının bundan sonraki gelişimine ilişkin belirsizlikler henüz tam olarak ortadan kalkmış değil. Giderek sönümlenecek mi yoksa arkasından başka dalgalar da mı gelecek kesin olarak bilinmemekte. Bununla beraber, salgının küresel ekonomide bugüne kadar yaptığı tahribat dünyanın daha önce karşılaştığı ekonomik krizlere göre daha derin olacak.

Küresel ekonomik daralmanın şiddetiyle ilgili pek çok tahmin yürütülmekle birlikte, 2020 yılı için en azından eksi yüzde 3-4 civarında olacağı ve salgın sonrası normalleşmenin uzun zaman alacağı yönündeki tahminler ağırlık kazanmakta. Dünya ticaretinin bu yıl en iyimser olasılıkla yaklaşık yüzde 10 gerileyeceği, paranın gelişmiş ekonomilere doğru kaçacağı, özellikle gelişen ekonomilerde işsizlik ve yoksulluğun tavan yapacağı sıkça dile getirilen diğer olumsuzluklar arasında. Benzer şekilde, ekonomisinin bu yıl yüzde 3-4 oranında küçüleceği tahmin edilen Türkiye’nin de bu olumsuzluklardan payını alması şüphesizdir.

Bir taraftan tüm dünyada daralma yaşanırken diğer taraftan salgın koşullarında ülkelerin kendi kendilerine yeterliliği sorgulanmakta ve bu noktadan hareketle dış ticarette korumacılık eğilimleri giderek öne çıkmakta. Salgın öncesinde de sıkça gündemi işgal eden bu yöndeki görüşler, -döviz kurlarında meydana gelen yüksek artışların da etkisiyle- uzun süredir Türkiye’de “yerli ve milli” teması altında dile getirilmekte. Geçtiğimiz günlerde Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak “stratejik ve ülkemizde üretim imkânı olmayan ürünler haricinde artık ithalat eskisi gibi kolay olmayacak,” ifadeleriyle konuyu tekrar gündeme taşıdı. Bu yöndeki politika tercihi, söylem düzeyinde de kalmadı ve salgın döneminde yayınlanan cumhurbaşkanlığı kararlarıyla binlerce ürüne ek gümrük vergileri getirildi. Henüz bu yeni dış ticaret politikasının tam olarak belirgin olduğu söylenemez. Ancak “yurt içinde üretilebilen malların ithalatının zorlaştırılacağı” ifadesinden 1980 öncesi ithal ikameci politikaları hatırlamamak da mümkün değil.

Aktardığımız bu iki gelişmeden Türkiye madencilik sektörünün de olumlu ya da olumsuz yönde etkilenmesi kaçınılmazdır.

***

Türkiye madencilik sektörü, aslında salgın öncesinde de uzun süreli bir durağanlık içerisindeydi. Bir dönem sektörün lokomotifi olmuş mermer ve traverten gibi doğal taşların, demir ve nikel dışında metalik madenlerin, borlar ve trona dışında neredeyse tüm endüstriyel hammaddelerin üretimleri 2015 yılı sonrasında ya gerilemekte ya da yerinde saymaktaydı. Böyle olduğu için de Madencilik Üretim İndeksi’nde son beş yıldaki artış oranı sadece yüzde 17 düzeyinde kaldı. Bu artışın kaynağında, yukarıda saydığımız demir, nikel, bor ve trona dışında kum, çakıl gibi “yükte ağır pahada hafif” inşaat hammaddeleri ile linyit bulunmakta. Sonuçta, madenciliğin 2013 yılında 10 milyar dolar civarında olan Gayri Safi Yurtiçi Hasıla’ya olan katkısı 2018 yılına gelindiğinde -kurun da etkisiyle- 8 milyar dolar civarına kadar gerilemişti.

Üretimlerde uzun süredir görülen durağanlık ihracat tarafında da söz konusudur. 2000-2013 yılları arasında yaklaşık 9 kat artan madencilik ihracatı 2013 yılından itibaren tek bir yıl haricinde her yıl gerilemiştir. 2019 yılı ihracatı 4,1 milyar dolar seviyesindedir ve bu rakam toplam üretim değerinin yaklaşık yarısına karşılık gelmektedir. İthalat ise 2018 yılında 4,7 milyar doları tek başına kömür olmak üzere toplam 6,7 milyar dolar düzeyindedir.

Salgının madencilik ihracatı üzerindeki etkisi çarpıcıdır. Bu yılın ilk 5 aylık döneminde bir önceki yılın aynı dönemine göre yüzde 15 oranında gerilemiştir. Söz konusu dönemde ihracat kayıpları borlarda yüzde 36, kromda yüzde 54, doğal taşlarda ise yüzde 20 civarındadır. Bununla birlikte, bu rakamların, salgının ihracat üzerindeki etkilerini tam olarak yansıtabildiği söylenemez. İhracatı olumsuz etkileyecek bir talep daralması olduğu açıktır ama önceki krizlerden farklı olarak bu defa salgın nedeniyle dünyada pek çok maden işletmesi üretimini durdurmak ya da sınırlandırmak durumunda kalmış, ayrıca dağıtım kanallarında aksamalar olmuştur. Dolayısıyla arz tarafında da bir geri çekilme söz konusudur. İlk beş aylık dönemde nikel, demir ve bakır gibi cevherlerin ihracatında görülen yüksek oranlı artışlar muhtemelen bu nedenden kaynaklanmaktadır.

Salgının Türkiye madencilik sektörü üzerindeki gerçek etkileri tüm dünya ekonomileri açılıp arz tarafındaki sınırlamalar tamamen ortadan kalktığında görülebilecek, yeni dönemde ortaya çıkacak olan arz talep dengesi belirleyici olacaktır. Bununla birlikte, salgın öncesinde de kriz yaşayan sektörün işi çok kolay görünmemektedir.

Türkiye, maden ihracatını kabaca yüzde 30 Çin’e, yüzde 30 Avrupa Birliği ülkelerine ve yüzde 10 ABD’ye yapmaktadır. Çin ekonomisindeki hızlı geri dönüşün Türkiye için olumlu olacağı söylenebilir, ancak büyümesi son 10 yılda neredeyse yarıya yakın gerileyerek yüzde 6’lara kadar gelen Çin’deki hammadde talebinin bundan sonra da eski hızında olmayacağını söylemek kehanet olmaz.

Salgın nedeniyle en yüksek daralmaların yaşandığı ABD ile Avrupa Birliği ülkelerine ihracat yapmakta olan maden işletmelerinin ise ciddi olumsuzluklar yaşayacağı son derece açıktır. Bu noktada maliyetler elbette belirleyici olacaktır.

Türkiye madencilik sektöründe gerek yatırım malları gerekse işletme giderleri bakımından yüksek oranda bir dışa bağımlılık söz konusudur. Dolayısıyla sektörün maliyetleri döviz kurundaki dalgalanmalardan ciddi ölçüde etkilenmektedir. Kurdaki artışların yanı sıra sektörün ithal girdileri üzerine doğru planlanmadan konulacak yükler, rekabet şansını büyük ölçüde ortadan kaldıracaktır.

Bununla birlikte, Türkiye madencilik sektörünün en önemli sorunlarından biri, üretilen cevherlerin büyük bölümünün katma değeri yüksek ürünlere dönüştürülmeden ham olarak yurt dışına ihraç edilmesidir. Aynı cevherler yarı mamul ve mamul maddeye dönüşmüş olarak misli fiyatlarla ülkeye geri dönmektedir. Bu bakımdan, maden cevherlerinin ithal edilmesine değil tam tersine işlenmeksizin yurt dışına ihraç edilmesine sınırlama konulmalı, yerli ve ithal madenlerin mümkün olduğunca ucuza temin edilerek yerli sanayide kullanılabilmesi teşvik edilmelidir. Ayrıca, maden işletmelerinde kullanılan makina-ekipman ve malzemelerin yurt içinde üretilmesine yönelik sanayilerin geliştirilmesi de aynı ölçüde önemlidir. Türkiye, madencilik politikasını bu çerçevede yeniden gözden geçirmeli, yeni hedef ve stratejiler tanımlamalıdır.

Kaynak: Madenciliğimiz salgını hasarsız atlatabilecek mi? – Dr. Nejat TAMZOK

Günün Madencilik Makalesi

Adsız

Gübre sektörünün önemli oyuncularından Gübre Fabrikaları’nın (Gübretaş) yeni yatırım alanı madencilik olmuştu. Şirket, bu yılın ocak ayında 550 bin TL sermaye ile Gübretaş Maden Yatırımları firmasını kurmuştu. Gübretaş’ın bu alandaki ilk adımı da altın sahasına yönelik gerçekleşiyor. Geçmişte sahip olduğu bir madeni bünyesine dahil eden Gübretaş, altın üretimine başlıyor. Gübretaş’ın altın arayacağı yer ise geçmişte davalık olduğu Koza Altın’ın işlettiği Bilecik’in Söğüt madeni.

Kısaca öyküye değinelim. Gübretaş, geçmişte Söğüt’te önemli bir maden sahasına sahipti. Gübretaş, bu saha için 2007’de Koza Altın ile rödovans sözleşmesiyle işletme hakkı anlaşması imzaladı. Koza Altın bu sahada da 2013 yılı içinde deneme amaçlı açık ocak üretimi gerçekleştirdi. Ancak taraflar arasında bir süre sonra sorunlar başladı ve maden ocağı için yargı yolu göründü. Koza Altın’ın maden sahasıyla ilgili yükümlülüklerinin yerine getirmemesi dolayısıyla Gübretaş, 2015 yılında sözleşmeyi feshetti. 2017’de mahkeme süreci başladı ve 2019’un aralık ayında da sonıçlandı. Davayı Gübretaş kazandı ve 13 yıl önce verdiği madeni geri aldı. Geçtiğimiz gün de Gübretaş bir adım daha attı ve Koza Altın’ın Söğüt madenindeki yatırımları ve know-how’u birlikte devraldı ve bunun için de Koza Altın’a 33 milyon lira ödedi.

75.1 MİLYON DOLARA DA NBULKGAS’I SATMIŞTI

Tarım sektörüne kimyevi gübre girdisi tedarik ederek “ülke tarımındaki kalite ve verimliliği arttırmak” amacıyla 6 Kasım 1952 tarihli Bakanlar Kurulu kararıyla kurulan Gübretaş, Türkiye’nin ilk kimyevi gübre fabrikası olan İskenderun’daki tesisleriyle 1954 yılında üretime başladı. Türkiye’nin ilk fosfatlı ve kompoze gübresini üreten şirket, 2008’deki Razi Petrokimya girişimiyle Türkiye’nin yurtdışındaki en büyük sanayi yatırımını İran’a gerçekleştiren Gübretaş, bu yılın şubat ayında da sahibi olduğu Nbulkgas Deniz İşletmeciliği şirketini de ihaleye çıkarmış ve Pasco Investment Holding’e satmıştı. Pasco Investment ihalede 75 milyon 120 bin dolar teklifte bulunarak Nbulkgas’ı Gübretaş’tan satın almıştı.

 

Günün Madencilik Makalesi

Adsız
Uluslararası Enerji Ajansının (IEA) raporuna göre, yeni tip koronavirüs (COVID-19) salgını küresel enerji sistemine son 70 yılın en büyük şokunu yaşattı. IEA’nın Küresel Enerji Görünümü Raporu’nda, COVID-19 salgınının bu yıl kömür, petrol, doğal gaz, yenilenebilir enerji ve elektrik gibi kaynaklarla karbon emisyonlarına etkisi ele alındı. Rapora göre, bu yıl enerji talebi, 2008 küresel finansal krizi sonrasında yaşanan düşüşten 7 kat daha sert bir düşüşle % 6 gerileyecek. Bu düşüş, dünyanın en büyük üçüncü enerji tüketicilerinden biri olan Hindistan’ın enerji talebinin tamamıyla yok olması anlamına geliyor. Enerji talebindeki düşüş, en fazla gelişmiş ekonomileri etkileyecek. ABD’de % 9 ve Avrupa Birliği’nde % 11’lik talep düşüşü görülecek. Krizin enerji talebine etkisi, salgının yayılmasını önlemeye yönelik tedbirlerin süresine ve sertliğine bağlı olacak. Küresel olarak sokağa çıkma kısıtlamasının yıl boyunca nisan ayının başındaki seviyede devam etmesi halinde her ay % 1,5 düşüş olacak.
Enerji Kullanımı Düştü
IEA’nın Küresel Enerji Görünümü Raporu’nuna göre, küresel enerji talebi % 6.1 azalacak, bu düşüş Fransa, Almanya, İtalya ve İngiltere’nin 2019’daki toplam enerji taleplerine eşdeğer. Böylesine bir düşüşün 2008 krizinden 7 kat daha fazla etkiye sahip olacağı ve son 5 senedeki talep büyümesini tamamını sileceği tahmin ediliyor. Rystad Energy adlı araştırma şirketinin raporundan aktardığına göre, geçen yıl küresel ölçekte toplamda 2,47 trilyon dolar gelir elde eden petrol ve doğalgaz şirketlerinin, 2020’deki gelirinin 1 trilyon dolar düşüşle 1,47 trilyon dolara düşmesi öngörülüyor. Salgın öncesinde 2020 için beklenti 2,35 trilyon dolar düzeyindeydi. Rystad Energy, 2021 için de, daha önce 2,52 trilyon dolar olan eski beklentisini değiştirerek 1,79 trilyon dolara çekti.
Bu duruma paralel olarak dünya üzerindeki elektrik talebi de önemli ölçüde azalmıştır. Pandemi günlerinde konutlarda kullanılan elektrik miktarlarında artışlar gözlenirken durma noktasına gelen ticari ve endüstriyel operasyonlardaki elektrik kullanımında ciddi düşüşler yaşandığından dünya genelinde toplam elektrik kullanımı % 20’ler civarında bir düşüş yaşamıştır. Uzun bir süre seyreden bu durumu araştırmacılar, uzun süren bir Pazar gününe benzetmiştir. Elektrik enerji kullanımında bir diğer önemli değişiklik de fosil yakıtlar ve HES’lerin yerine giderek yenilenebilir enerji ve doğalgazın alması olarak görülmelidir.
Kömür Talebi En Düşük Seviyede
Küresel kömür talebinin 2019’un ilk çeyreğine göre 2020 yılının ilk çeyreğine göre % 8 düşmesini bekleniyor. Bu önemli düşüş, kömürün üçte ikisinin tüketildiği elektrik sektöründeki düşük talepten kaynaklanıyor. Küresel elektrik üretiminde gaz ve kömürün toplam payının, 2020’de % 3 oranında düşerek 2001’den bu yana görülmeyen bir seviyeye gerilemesi bekleniyor. IEA’nın raporuna göre en olumsuz etki petrolün ardından kömürde yaşanacak. Küresel kömür talebinin % 8 oranında, kömür yakıtlı elektrik üretiminin de % 10 oranında azalması öngörülüyor. Küresel gaz talebinin de % 5 oranında azalması bekleniyor.
Ülkeler bazında bakıldığında; Çin, dünyanın kömürün yarıdan fazlası tüketiyor. Çin’de COVID-19 salgını kömür temini ve kömür talebinde belirgin bir düşüş yaşandı. Kömür tüketimi, 2020 yılının ilk çeyreğinde 2019’a kıyasla % 8 azalırken, Çin ekonomisi % 6,8 daraldı ve kömür enerjisi üretimi % 9’a yakın düştü. ABD’nde hafif geçen kış şartları, doğalgaz bolluğu ve artan yenilenebilir enerji miktarı kömür tüketimini azaltmıştır. Tüm bu sebeplerden kaynaklı olarak 2020 yılı ilk 3 ayında geçtiğimiz yıl aynı döneme ait kömür kullanımında % 30 azalma görülmüştür. ABD’nde yaşananlara benzer gelişmeler Avrupa Birliği ülkelerinde de yaşanmış ve özellikle fosil yakıtlardan çekilme politikaların da etkisi ile kömür tüketiminde % 20-25 bir küçülme izlenmiştir. Benzer bir gelişme büyük kömür tüketicisi Hindistan’da da yaşanmış, Mart ayı başlarında yaşanan ekonomik durgunluk kömür talebini oldukça düşürmüştür. Dünyanın geri kalanında, kömür talebi 2020’de belirgin bir şekilde düşmektedir. Kömür tüketim oranları Japonya’da % 10, G.Kore’de % 5 oranında düşerken Malezya ve Tayland kömürden elektrik üretim taleplerini revize etmiştir.
Küresel Karbon Salınımı 2020’de %8 Azalacak
Öte yandan, rüzgâr, güneş, hidroelektrik ve nükleer gibi kaynakların kullanımı, bu yıl da artmaya devam ederek küresel enerji üretiminin % 40’ını karşılayacak. Bu payla, düşük karbonlu kaynaklar kömürden elektrik üretimini geçmiş olacak. Rüzgâr ve güneşten elektrik üretimi, 2019 ve 2020’nin başlarında tamamlanan yeni projelerin etkisiyle yılın geri kalanında da yükselmeye devam edecek. Yenilenebilir enerji kaynakları, bu yıl büyüme gösterecek tek kaynak olsa da bu büyüme diğer yıllara kıyasla daha düşük seviyede kalacak. Yenilenebilir kaynaklardan elektrik üretimi, bu yıl % 5 artış gösterecek. Nükleer enerjiden elektrik üretiminde ise 2019’da yaşanan rekordan sonra % 3’lük düşüş olacak.
Söz konusu kaynaklardan üretim, kömür ve doğal gazdan elektrik talebini de etkileyecek. Küresel elektrik üretiminde kömür ve gazın toplam payı % 3 azalışla 2001’den bu yana görülmemiş bir seviyeye gerileyecek. Küresel kömür talebi ise bu gerileyiş oranıyla İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana ki en büyük düşüşü gösterecek. Kömürden elektrik üretimi, 2018’deki zirvenin ardından bu yıl % 10’dan daha fazla azalacak. Tüm bu gelişmelerin etkisiyle, küresel enerji kaynaklı karbon emisyonları bu yıl % 8 gerileyerek 2010’dan bu yana ki en düşük seviyesine ulaşacak. Bu, şimdiye kadar yaşanan en büyük düşüş olarak kayıtlara geçecek.
2020 ilk çeyreğinde küresel karbon salınımı halihazırda %5’lik bir düşüş kaydetti. Karbon salınımının enerji talebinden daha büyük bir oranda düşüş yaşaması, karbon yoğun yakıtların kullanımındaki ciddi düşüşten kaynaklandı. Karbon salınımı COVID-19’dan en erken ve en çok etkilenen bölgelerde ciddi düşüşler yaşadı. Bölgesel olarak Çin’de %8, Avrupa Birliğinde %8 ve ABD’de %9’luk bir düşüş kaydetti. IEA raporuna göre enerji sektöründeki CO2 emisyonlarında bu yıl yaklaşık % 8 (2,6 gigaton) oranında düşüş yaşanarak 2010’dan bu yana en düşük seviyesine inecek. En son küresel mali kriz nedeniyle 2009’da yaşanan düşüş ile kıyaslandığında 6 kat daha büyük bir azalma olduğu görülüyor.
Sonuç
IMF Başkanı Georgieva, karbon salınımındaki bu düşüşün “yeşil toparlanma” adı ile bir şans olarak değerlendiriyor. Açıklamasında; “(COVID-19) krizin ciddiyeti dikkate alındığında, özellikle toparlanma aşamasında önemli ilave çabalara ihtiyaç duyulacaktır. Eğer bu toparlanma sürdürülebilir ve dünyamız daha dirençli olacaksa “yeşil toparlanmayı” teşvik etmek için elimizden gelen her şeyi yapmalıyız” ifadelerine yer verdi. IMF’nin, sadece enerji sektöründe, düşük karbonlu ekonomiye geçişin 10 yıl boyunca yıllık 2,3 trilyon dolarlık yatırım gerektireceğini tahmin ediliyor. Kırılgan ekonomiye sahip ülkelerin salgınla mücadelede desteğe ihtiyaç duyduğu gibi gelişmekte olan dünyanın da karbon emisyonlarını azaltmada ve en önemlisi iklim değişikliğinin sonuçlarına uyum sağlama konusunda desteğe ihtiyacı olacağı görülüyor.
Karbon emisyonlarının oldukça azaldığı bu günlerde hükümetlerin yeşil teknoloji, temiz taşımacılık, sürdürülebilir tarım ve iklim değişikliğine yönelik yatırımlara öncelik vermesi oldukça önem arz ediyor. Uzmanlar, sadece enerji sektöründe, düşük karbonlu ekonomiye geçişin 10 yıl boyunca yıllık 2,3 trilyon dolarlık yatırım gerektireceğini tahmin ediyorlar. Küresel CO2 emisyonlarının % 8 veya neredeyse 2,6 gigaton’a 10 yıl önce düşmesi bekleniyor. Bu tür bir yıllık düşüş, küresel mali kriz nedeniyle 2009’da 0.4 Gt olan önceki rekor düşüşten altı kat daha büyük ve sondan bu yana önceki tüm düşüşlerin toplamından iki kat daha büyük olacaktır.
Temiz Hava ve Enerji Üzerine Araştırmalar Merkezi (CREA) yayınladığı son raporda, koronavirüs tedbirleri ile sokağa çıkma kısıtlamaları uygulanan Avrupa’da temizlenen hava sebebi ile 11 bin daha az ölüm görüleceği kaydedildi. COVID-19 salgınının önüne geçmek için Avrupa’da alınan önlemler ekonomileri yatay seyre geçirirken kömür bazlı enerji kullanımında % 40 azalma oldu. Petrol bazlı enerji kullanımı ise üçte bir düştü. Bu durum kıtadaki hava kirliliğini de gözle görülür bir şekilde düşürdü. Çalışmaya göre kömür ve petrol kullanımındaki düşüş sebebi ile havadaki nitrojen dioksit (NO2) yüzde 37 düştü. PM 2.5 olarak bilinen hava kirletici küçük parçacıkların oranı da yüzde 10 azaldı. Myllyvirta kömür, petro ve gaz yakımı ile ortaya çıkan bu toksitlerin oranının dünyanın farklı yerlerinde de aynı seviyede düştüğünü belirtti. Bu sebeple araştırmacı Myllyvirta, hava kirliliğine bağlı ölümlerdeki azalmanın daha da fazla olabileceğini aktardı.
Nadir Avşaroğlu
Maden Mühendisi

Günün Madencilik Makalesi

1212

Geçmişte Mükellefiyet Kanunuyla ülke sanayisinin gelişmesi için zorla madende çalıştırılan Zonguldaklılar, bugün yine zorla işsizliğe, açlığa ve göçe mahkûm edilmektedir.

Ülkemizin sanayisini kurmak ve geliştirmek uğruna beş binden fazla maden şehidi vermiştir Zonguldak!

Her yılda maden şehitleri veriyoruz.

Çaresiz gençlerimiz, çaresiz baba ölümü göze alarak yerin metrelerce altında çalışmaktan korkmadılar!

Yüz karası değil, ekmek parası için yerin metrelerce altında her gün ölüm korkusuyla girdiler maden ocağına!

Tarih 17 Mayıs 2010 Türkiye Taşkömürü Kurumu (TTK) Karadon Müessese Müdürlüğü’ne ait maden ocağında grizu patlaması sonucu, 30 maden işçimizi kaybettik.

O dönemin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Ömer Dinçer’in sözleri ise tarihe geçti.

“Güzel öldüler”

Oysaki o maden şehitlerimiz yerin metrelerce altında ekmek parası için çalışıyorlardı.

Bu ilk değildi!

Geçmiş yıllarda da binlerce maden işçimizi şehit verdi Zonguldak!

Tarihin en büyük maden kazaları Zonguldak’ta yaşandı…

1983 yılında Armutçu’da 103 madencimiz

1992 yılında Kozlu’da 263 madencimiz öldü..

Onlar güzel ölmediler…

Maden ocaklarındaki göçük facialarıyla nice anaların yürekleri yandı…

Nice yuvalara ateş düştü… Kaç çocuk babasız, kaç kadın kocasız kaldı…

Hayatını kaybeden maden şehitleri yakınlarının çığlıkları hepimizin yüreğini dağladı.

Arkalarında gözü yaşlı eş, ana, baba, evlat ve kardeş bıraktılar.

Yüz karası değil ekmek parası için yerin yüzlerce metre altında madende şehit olmuş, hayatlarını yitirmiş evlatlarını yetim bırakmış tüm madencilerimizi rahmetle anıyoruz mekanları cennet olsun.

Yazıma Orhan Veli’nin şiiriyle bitirmek istiyorum.

Siyah akar Zonguldak’ın deresi,

Yüz karası değil, kömür karası,

Böyle kazanılır ekmek parası.

Kömürün bulunmasıyla başladı; Zonguldak’ın “Kara Elmas”ı oldu “Kara Yas”ı…

Sevgiyle kalın!

http://www.safakgazete.com/maden-sehitlerimiz-makale,548.html

Günün Madencilik Makalesi

Adsız

Bursa‘nın Yenişehir ilçesi Kirazlıyayla mahallesi bir süredir kamuoyunun gündeminde.

Zira, Meyra Madencilik isimli şirket pandemi sürecinde bölgeye Kurşun-Çinko-Bakır Zenginleştirme (Flotasyon) ve Atık Barajı Tesisi inşa ediyor.

Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) onayı alınan tesisin yapımına vatandaşlar sert tepki gösteriyor.

Şirketin faaliyette bulunduğu alanda çok sayıda ağacın katledileceği tahmin ediliyor.

Üstelik bölgede endemik bitkiler mevcut.

Ayrıca Yenişehir Ovası’nda yetişen yaş sebze ve meyveler sadece Türkiye pazarına gönderilmiyor.

İhraç da ediliyor.

Bölge halkı hem doğasını korumak, hem de tarımsal üretimin darbe yememesi için direnişe geçti.

Tesise karşı eylemler sürerken, söz konusu firma da jandarma eşliğinde inşaat faaliyetine devam ediyor.

Konu, yerel boyutu aştı.

Eylemler sosyal medyaya taşındı ve Meyra Madencilik’e yapılan Bursa’yı terk et çağrısı ülke gündeminde ilk sırada yer aldı.

Peki, Kirazlıyayla’da tam olarak ne oluyor?

Meyra Madencilik yetkililerinin savunduğu gibi kurulacak tesis ülke ekonomisine büyük fayda sağlayacak mı?

İddia ettikleri gibi çevreyi koruyarak madenleri çıkarmak mümkün mü?

Yoksa vatandaşların da ısrarla vurguladığı gibi Kirazlıyayla’nın üstü altından daha mı değerli?

Doğayı tahrip edip, o madenleri çıkarmak ekonomimizi kurtaracak mı?

Çevreyi koruyup, tarımın devamını sağlamak mı daha karlı?

Tüm bu soruları Bursa’da çevre mücadelesi denilince akla gelen ilk isimlerden olan DOĞADER‘den Murat Demir‘e sordum.

Demir, “Meyra Madencilik tarafından Yenişehir ilçesi Kirazlıyayla mahallesinde H23-A4 pafta 200610145 ruhsat numaralı, 345,62 hektarlık maden sahasında içerisinde belirlenen 23,65 ha’lık kısımda 300.000 ton kapasiteli Kurşun, Çinko, Bakır zenginleştirme (Flotasyon) tesisi ve atık barajı kurulup işletilmesi yapılmak istenmektedir.

Yapılmak istenilen Flotasyon tesisinde sadece Kirazlıyayla’dan çıkacak madenin yanı sıra çevre illerden Kütahya, Balıkesir, Çanakkale’den de zenginleştirilmek (ayrıştırma) için cevher getirilecek.

Her gün 55 ton işlenecek cevher için 894 ton pasa atık barajına gömülecek.

Günlük 894,88 ton 3.780.000 m3 hacimli atık depolama alanlarında depolanacak.

Zenginleştirme sonrasında çıkan maden atıkları 29417 sayılı maden atıkları yönetmeliği Ek 5’e göre tehlikeli atık(A sınıfı) olarak tanımlanmıştır. Bu pasalar potansiyel asit üretici olarak tanımlanmıştır.

Firma mahallenin muhtarını yanına çekmiş muhtarla yapmış oldu iş birliğiyle köylünün haberi ve onayı olmadan ÇED almıştır” şeklinde konuştu.

Demir, “Ülkemizdeki yatırımlarda en büyük yanlış yapılan hesaplarda sadece yatırımın ne üreteceği ve bunun sonucundaki artı değerin firmanın karı üzerinden yapılmasıdır. Bu hesaplar sosyal etki değeri yani o alandan faydalanan geçimini sağlayan yaşayan insanların yapılacak faaliyete göre ellerinden alınacak olan mera, orman, yayla, tarla, dere, su gibi yaşam varlıklarının yok olması sonucunda oluşacak kaybı ve yine burada yapılacak faaliyet sonucunda sağlık etki değerlendirilmesi yani faaliyetin oluşturacağı sağlık sonuçları bütün bunların ülke ekonomisine vereceği zarar hesaplanmamaktadır.

Kirazlıyayla’da yapılmak istenilen tesisle ilgi birkaç maddi değerlendirme örneği verecek olursak şunu diyebiliriz bu tesisin İznik gölünden yılda 750 bin ton su kullanacak daha şimdiden köyün yıllardır kullandığı Sarıyer dersini kuruttu yapılacak atık havuzları heyelan bölgesinde olması nedeniyle Yenişehir ovası tehdit altında şimdi biz soruyoruz bütün bunların maddi değeri nedir” ifadelerini kullandı.

“Çevreyi  koruyarak maden çıkarmak mümkün mü?” soruma ise Murat Demir, “Hayır mümkün değil hele bizim ülkemizde hiç mümkün değil ülkemizde madencilik kanunu defalarca değişti her seferinde koruma kullanma dengesi korumacılığı azaltıp kullanmacılığın önünü açtı ülkemizde iyi madenciliğe örnek çevreye zarar vermemiş bir tane bile maden yoktur.

Hatta yasa gereği madencilik faaliyeti bittikten sonra sahanın rehabilete  edilip yeşillendirilmesi gerekiyor lakin hiçbir firma bunu yapmıyor. Ülkemizde son yıllarda kapasitenin çok üstünde binlerce maden ruhsatı verildi değişen yasalar gereği de en değerli doğa varlıklarımız olan ormanlar tarım alanları su kaynakları gibi alanlara verildi bu ruhsatlar. Bir yanda yüzde 60 Lübnan ortaklı bir firma diğer yandan yüzyıllardır orda yaşayan Kirazlıyayla halkı… Köylüler yıllardır kendilerini ve bizleri besleyen tarım ve hayvancılık yapıyorken madenin ömrü sayılı yıllar sonuçta madencilik faaliyeti bitiminde geri dönüşümü olmayan ölü bir doğa bırakacak. Diğer yandan üreten var eden sürekli artı değer üreten bir doğal yaşam var… Madencilikle zengin olunsaydı elmas madenciliği yapılan Afrika ülkeleri dünyanın en zengin ülkeleri olurdu. Ülkemizdeki madencilik faaliyetleri kısa sürede kişileri ve firmaları zengin etse de uzun vadede ülkemizin doğal varlıklarının zarar görmesi nedeniyle Türkiye olarak ciddi bir ekonomik zarar göreceğiz. Bu pandemi günleri çok güzel yanıtlıyor yaşamın garantisi güvenliği tarımın devamlılığına dayalı… Ülke  ve dünya olarak bunu çok iyi gördük” yanıtını verdi.

Kirazlıyayla gerçeği tam olarak bu.

Vatandaşlar ve çevre savunucuları görüldüğü gibi son derece haklı gerekçelerle tesisin yapımına karşı çıkıyor.

Bursa Valisi Yakup Canbolat‘ın sürece müdahil olması, halkın haklı çığlığına kulak vermesi bekleniyor.

http://www.bursadabugun.com/yazarlar/yaman-kaya-113/bursa-yi-terk-edin-27865.html

Günün Madencilik Makalesi

Yenilenebilir enerji şimdiye kadar COVİD‑19 ile birlikte yaşadığımız bu sıkıntılı döneme en dayanıklı enerji kaynağı olduğu görülmektedir. Yenilenebilir enerjinin diğer kullanımlarına olan talep düşerken, yenilenebilir elektrik enerjisi bu süreçten büyük oranda etkilenmedi. 2020 yılının ilk çeyreğinde, tüm sektörlerde yenilenebilir enerjinin küresel kullanımı 2019’un ilk çeyreğine göre yaklaşık %1,5 arttı. Yenilenebilir elektrik üretimi, özellikle geçen yıl tamamlanan yeni rüzgâr ve güneş PV projeleri (fotovoltaik güneş panelleri) nedeniyle oldukça önemli bir potansiyele sahip oldu.

Tüm dünyada küresel elektrik üretimindeki yenilenebilir kaynakların payı, 2019’un ilk çeyreğindeki %26’dan, 2020 yılının ilk çeyreğinde yaklaşık %28’e yükseldi. Yine benzer şekilde 2020 yılının ilk çeyreğinde, güneş enerjisi PV ve rüzgâr enerjisi şeklinde değişken yenilenebilir enerji kaynakları, 2019’un ilk çeyreğindeki % 8’den % 9’a ulaştı.

Madenler Yenilenebilir Enerjinin Lokomotifi

 IEA (Uluslararası Enerji Ajansı) yayınladığı bir raporda belirli madenlerin güvenli bir tedarik zincirine sahip olmasının yenilenebilir enerji üretimi için önemli olduğunu belirtmiştir. Uluslararası Enerji Ajansına göre yenilenebilir enerji teknolojisi fosil yakıt temelli rakiplerine göre çok daha fazla madencilik ürünü kullanımına ihtiyaç duyuyor. Elektrikli bir araba benzinli bir arabadan 5 kat daha fazla madene ihtiyaç duyarken, kıyı tipi bir rüzgâr tribünü tesisiyse bir doğalgaz temelli elektrik santralinden 8 kat daha fazla madencilik ürünü kullanılıyor. IEA yayınladığı raporda; belirli madenlerin güvenli bir tedarik zincirine sahip olmasının yenilenebilir enerji üretimi için önemli olduğu belirtiliyor.

Koronavirüs önlemleriyle beraber birçok ülkenin sokağa çıkma sınırlaması uygulaması maden sektörünü de etkileyerek temiz enerji için gerekli tedarik zincirinin önemi bir kez daha hatırlattı.

Öte yandan talepteki düşüş de maden fiyatlarını aşağı yönlü etkiledi. Geçtiğimiz haftalarda birçok şirket düşük fiyatlardan ve devam eden krizden ötürü yeni yatırım projelerini ya erteledi ya da askıya aldı. Projelerin iptal edilmesinin etkisi de en çok bakır ve nikel çıkarımında hissedildi. Talep toparlandıktan sonra bu madenlerde, önümüzdeki yıllar için, tedarik dengesizlikleriyle karşılaşılabilir. Rapora göre şu an bakır ve nikel üreten tesisler üretim kapasitelerinin sınırına ulaşmış durumdalar, eğer yeni projeler ile bu üretim kapasitesi arttırılmazsa yenilenebilir enerji dönüşümü için gerekli olan maden miktarının sağlanmasında zorluklar yaşanabilir.

Enerji jeopolitiği genellikle petrol ve doğalgaz ile ilişkilendirilir fakat rüzgâr, güneş ve diğer yenilenebilir enerji teknolojileri böyle bir riskten etkilenmeyecekmiş gibi düşünülür. Bazı madenleri etkileyebilecek jeopolitik tehlikeler aslında yenilenebilir enerjinin üretimini ve depolanmasını da etkileyebilir. Bu madenlerin üretimi de petrol ve doğalgazdan daha dar bir alana sıkışmış durumda. Lityum, kobalt ve çeşitli değerli madenlerin en büyük üç üreticisi tüm üretimin %75’ini karşılıyor. Bazı ülkeler ise belirli ürünlerin yarısından fazlasını üretiyor.

Çin tek başına küresel lityum ve kobalt işleme tesislerinin %50 ile %70’ini kontrol ediyor, değerli madenlerin ise %62,9’unu üretiyor. Demokratik Kongo Cumhuriyeti dünyadaki kobaltın %71,4’ünü üretiyor, Güney Afrika ise küresel platin üretiminin %72,2’sini karşılıyor.

Küresel lityum üretiminde Avustralya dünyadaki üretimin %54,5’ine, Şili ise %23,4’üne sahip.

2020 için tahminimize göre, yenilenebilir enerji talebi diğer tüm enerji kaynaklarının aksine 2019 seviyelerinden yaklaşık %1 oranında artmaktadır. Yenilenebilir elektrik üretimi, tedarik zincirine ve COVİD‑19 krizinin neden olduğu inşaat gecikmelerine rağmen yaklaşık % 5 oranında büyüyor. Bunu yaparken, yenilenebilir enerjiler küresel olarak elektrik arzının neredeyse %30’una ulaşarak kömürle olan boşluğu yarıya indiriyor (2019’un yüzde 10’undan). Genel olarak, yenilenebilir enerji büyümesi geçen yıla göre daha yavaş ancak 2016’dan bu yana genel yavaşlama eğilimine paralel. Hidroelektrik enerji üretimi, dünya genelinde tüm yenilenebilir üretimin neredeyse %60’ını oluşturduğundan ve yağışa bağlı olduğu için 2020’de en büyük belirsizlik olmaya devam ediyor.

Tedarik zinciri aksamaları ve işgücü kısıtlamaları inşaatı geciktirdiğinden, 2020’de yenilenebilir enerji kapasitesi ilavelerinin hızı düşebilir. Farklı ülkelerdeki kilitlenmelerin süresi ve kapsamı ve sosyal uzaklaşma önlemleri, ekonomik gerileme karşısında ekonomik teşvik paketlerinin kapsamı ve zamanlaması ile birlikte yıl için toplamı etkileyecektir. Daha hızlı veya daha yavaş bir toparlanmanın, 2020’de yenilenebilir elektrik üretimi üzerinde sınırlı etkileri olacaktır ve çoğu koşulda yıllık büyüme beklenmektedir. Yenilenebilir elektrik üretimi, büyük ölçüde doğal kaynakların mevcudiyetine bağlıdır, çünkü hava, tüm yenilenebilir elektrik üretiminin yaklaşık %90’ını oluşturan hidroelektrik, rüzgâr ve güneş PV için ana belirleyicidir.

Kaynak ; IEA Global Energy Rewiev 2020 ve Erol Oytun ERCAN bloomberght.com’dan derlenmiştir. Grafikler: IEA.

 

Günün Madencilik Makalesi

Türkiye, bor rezervleri bakımından dünyanın en şanslı ülkesi. Toplam rezervin yaklaşık dörtte üçünü elinde bulunduruyor, küresel üretimin ise yarıdan fazlasını gerçekleştiriyor.

Bor madenleri, Türkiye için son derece önemlidir. Ancak bu denli önemli olmaları, yurt dışına satılarak döviz elde edilebileceği için değildir. Genellikle “sanayinin tuzu” olarak adlandırılan bor mineralleri pek çok endüstri alanında kullanılabiliyor. Ancak daha önemlisi; savunma, havacılık ya da enerji gibi kritik endüstriler için vazgeçilmez olan pek çok ileri teknoloji ürününün yapımında da bu mineraller tercih ediliyor.

BOREN NEDEN KURULMUŞTU?

Söz konusu teknoloji ürünlerini üretebildiği ve sahip olduğu borları bu ürünlerde kullanabildiği ölçüde, Türkiye bor varlıklarından gerçek yararı elde edebilecektir. Dolayısıyla, bor minerallerine dayalı ürün ve teknolojilerin araştırılması, geliştirilmesi ve üretilmesi öncelikli amaç olmalı. Ulusal Bor Araştırma Enstitüsü (BOREN), on yedi yıl önce bu amaca yönelik olarak, büyük umutlarla kurulmuştu.

YÜKSEK KATMA DEĞER SİHİRBAZLARI

Son yıllarda giderek daha fazla duyduğumuz nadir toprak elementleri, sahip oldukları benzersiz bazı özellikler nedeniyle, yapımında kullanıldıkları ürünlere yüksek katma değer kazandırırlar. Nadir toprak elementi ilâve edildiğinde -sanki sihirli bir el değmiş gibi- malzeme daha hafif, daha hızlı ya da daha dayanıklı olabiliyor; enerji tüketimi düşüyor ya da zararlı salımları azalıyor; parlaklığı ya da rengi değişiyor veya sıra dışı termal özellikler kazanıyor.

NATEN NEDEN KURULMUŞTU?

Böyle olduğu için günümüzün pek çok teknolojik yeniliğinin arka planında nadir toprak elementleri bulunuyor. Elektronikten iletişime, enerjiden ulaşıma, sağlıktan savunmaya kadar sayısız alanda kullanılan ileri teknolojinin içerisinde hep bu elementler vardır.

Kendi savunma sanayisini geliştirmekten, yeni nesil teknolojilerden, elektrikli otomobillerden söz eden her ülke için nadir toprak elementleri vazgeçilmezdir. Türkiye bu kaynakları arayıp bulmalı, daha da önemlisi bu elementlere dayalı ürün ve teknolojileri araştırıp geliştirmelidir. Nadir Toprak Elementleri Araştırma Enstitüsü (NATEN), yaklaşık iki yıl önce bu amaca yönelik olarak kurulmuştu.

SATTIĞINI YARI MAMÜL OLARAK GERİ ALMAK

Türkiye madencilik endüstrisinin Araştırma ve Geliştirme (Ar-Ge) ihtiyacı bunlarla sınırlı değildir. Türkiye, son derece değerli madenlerini genellikle ham olarak yurt dışına ihraç ediyor. Aynı madenler yarı mamul ve mamul maddeye dönüşmüş olarak misli fiyatlarla ülkeye geri dönüyor. Dahası, Türkiye madencilik sektöründe ileri teknoloji kullanımı oldukça sınırlı. Gelişmiş bir madencilik makina-ekipman sanayii yaratılamamış ve ihtiyaç büyük ölçüde ithalat yoluyla karşılanıyor.

MADENCİLİK SEKTÖRÜNDE AR-GE KURUMU EKSİK

Bu nedenle sektörde teknoloji kullanımı ve üretimine yönelik Ar-Ge çalışmalarının yapılması, Türkiye’nin madenlerini yurt içinde işleyerek katma değeri yüksek ürünlere dönüştürmesi gerekir. Bununla beraber, Türkiye’de bugüne kadar madencilik endüstrisine ilişkin Ar-Ge’yi amaçlayan kurumsal bir yapı oluşturulamamış durumda.

ENERJİ BAĞIMLILIĞINA ÇARE ARAYIŞI

Aynı ihtiyaç, Türkiye’nin sahip olduğu kömürler için de söz konusu. Türkiye, enerji kaynakları bakımından şanslı bir ülke değildir, petrol ve doğalgaz kaynakları sınırlıdır. Bununla beraber, ısıl değerleri düşük de olsa önemli sayılabilecek kömür kaynaklarına sahiptir. Enerji bağımlılığı sorununa bir ölçüde çare olabileceği için Türkiye’nin bu kaynaklardan yararlanması gerekir.

TEMİZ KÖMÜR ÇÖZÜMLERİ ARAYIŞI

Ancak, bir taraftan çevresel baskılar diğer taraftan yenilenebilir kaynakların rekabeti kömürün yeraltından çıktığı gibi kullanımını giderek zorlaştırıyor. Bu nedenle, temiz kömür teknolojilerinin geliştirilmesi; kömür zenginleştirme, gazlaştırma, sıvılaştırma, kömürden yeni ürün eldesi, yakma teknolojileri gibi alanlarda Ar-Ge çalışmalarının yürütülmesi Türkiye için bir zorunluluktur.

Türkiye’de şimdiye kadar bu amaca yönelik bir yapılanmaya da gidilmemiştir.

ÖNEMLİ BİR GİRİŞİM: TENMAK

Dolayısıyla, geçtiğimiz Mart ayının sonunda yayınlanan Cumhurbaşkanlığı Kararnamesiyle Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’nın (ETKB) ilgili kuruluşu olarak kurulan Türkiye Enerji, Nükleer ve Maden Araştırma Kurumu’nu (TENMAK) önemli bir girişim olarak görüyorum. Ancak, daha önce Kalkınma Planı ya da Stratejik Plan gibi temel politika dokümanlarında rastlamadığım bu kurumun yapılanmasında bazı sorun ya da eksiklerin de bulunduğunu söylemem gerekir.

TENMAK’IN AKTİVASYONU İÇİN

Öncelikle, enerji ve maden alanlarının aynı yapı içinde bir arada bulunmasını anlamak zor. Elbette bu iki sektörün ortak noktaları çoktur, ancak Ar-Ge söz konusu olduğunda farklılıkları çok daha fazladır. Enerjinin çok daha öne çıkacağını ve madencilik Ar-Ge’sinin ikinci plana düşeceğini, -bugüne kadar olan deneyimlere bakarak- şimdiden söyleyebilirim. Kurumun isminde maden kelimesi geçmekle birlikte, oluşturulan enstitüler arasında -zaten kurulu bulunan- BOREN ve NATEN dışında madencilikle ilgili bir enstitünün bulunmaması ileri sürdüğüm bu yargıyı güçlendiriyor.

TEMİZ ENERJİ ENSTİTÜSÜ NE YAPACAK?

Kararnamede, enstitülerin ihtiyaca göre kurulacağı belirtilmekle beraber, bor ve nadir toprak elementleri dışında madencilik ya da kömür endüstrisindeki Ar-Ge ihtiyacının kuruluş aşamasında tespit edilememiş olması bir eksikliktir. Bu arada, enstitüler arasında geçen Temiz Enerji Araştırma Enstitüsü’nün ise tam olarak ne hedeflediğini anlamakta güçlük çektiğimi söylemeliyim.

AR-GE BİRİMİ Mİ KOORDİNASYON ORGANI MI

Daha önce BOREN ve NATEN’de olduğu gibi, bu kurumda da Ar-Ge üretiminin değil daha çok koordinasyon ve finansman niteliklerinin öne çıktığı görülmekte. BOREN deneyiminden hareket edecek olursak, bu yapının çok da sonuç alıcı olmayacağını söylemek zor olmaz. Dahası, oluşturulan enstitülerin üzerlerinde bu defa birkaç katman bürokrasinin bulunduğu ve neredeyse birer daire başkanlığı yapısında görünmeleri, beklenilen yararın elde edilmesini daha da zorlaştıracaktır.

STRATEJİK PLANDA HEDEF KOYULMAMIŞ

Son olarak, yaklaşık 1,5 yıl gecikmeli olarak geçtiğimiz günlerde yayınlanan ETKB 2019-2023 Stratejik Planı incelendiğinde ise yeni yapıya plan döneminde doğrudan sorumlu olacağı bir amaç ya da hedefin tanımlanmamış olduğu görülmekte. Bu bakımdan, mevcut yapıyla ilgili en azından 2023 yılına kadar fazla bir beklenti içinde olmamamız gerektiğini düşünüyorum. Bununla birlikte, teknoloji ve yenilik üretme iddiasıyla kurulmuş bu yapının, tüm olumsuzluklarına karşın zaman içerisinde gelişmesi ve başarılı olması, elbette Türkiye’nin yararına olacaktır.

Kaynak: Madencilik sektöründe Ar-Ge ihtiyacı ve TENMAK – Dr. Nejat TAMZOK

Günün Madencilik Makalesi

Bugün Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın başkanlığında yapılacak olan Bakanlar Kurulu toplantısında normalleşme süreci ele alınacak.

Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay geçen hafta bakanlıklardan ve sivil toplum kuruluşlarından normalleşme sürecine ilişkin önerilerini aldı, onlarla toplantılar yaptı. Geniş bir veritabanı oluşturmaya özen gösterildi. Sağlık Bakanlığı’nın ve Bilim Kurulu’nun önerileri ise belirleyici oldu. Fuat Oktay, titiz bir hazırlık süreci sonunda bir taslak hazırladı. Bugünkü Bakanlar Kurulu toplantısında da kapsamlı bir sunum yapacak.

Salgın sürecine ilişkin iyi, orta ve kötü senaryolar dikkate alınarak normalleşme sürecinin dinamik bir şekilde yönetilmesi kararı alındı. Hijyen, sosyal mesafe, maske kullanımı ve kalabalık yerlerde bir arada bulunulmaması, normalleşme sürecinin de kırmızı çizgilerini oluşturacak. Salgının yayılması ve bulaşın önlenmesi temel yaklaşım olmaya devam edecek.

Koronavirüsle mücadele sürecinde berber ve kuaförlerin hayatımızda ne denli önemli olduğu ortaya çıktı. Erkeklerin bu konuda ne kadar beceriksiz olduğunu gördük. Bir milletvekili, “Benim eşim köylü kızı. Babasıyla koyun kırkmışlar. Eli yatkın. Beni eşim tıraş etti” diye anlatmıştı. Kuaförlerin kadınların hayatındaki önemi de bir kez daha ortaya çıktı. Sahte sarışınlar açısından zor bir dönem oldu. Neyse, bundan kurtuluyoruz. Yaşasın berberler ve kuaförler! Mayıs ayında küçük esnaf, berberler, kuaförler, kafe ve pastane, restoran gibi hizmet veren yerler açılıyor. Tabii çok sıkı önlemler geliyor.

TURİZM HAZİRANDA

Turizm Türkiye’nin bacasız sanayisi. Onlar mayıs ayını hazırlık süreç olarak değerlendirecekler. Konaklama, açık büfe ve sosyal etkinlikler sıkı kurallara bağlanıyor. Ama haziran ayında turistik tesisler açılıyor. Otel, motel, müze ve örenyerleri açılacak. Kültürel etkinlikler yine haziran ayında başlatılıyor. Ancak tatil merkezlerimiz açısından çözüm bekleyen bir sorun, turistlerin durumu olacak.

 UÇUŞLAR HAZİRANDA

Türk Hava Yolları’nın iç hat uçuşları haziran ayında başlayacak. Dış hat uçuşları ise ülkelerin durumuna göre belirlenecek. Tren seferleri de haziran ayında başlıyor. Çalışma hayatı, adalet ve ekonomi ise haziran-eylül arasında kademeli olarak normalleşme sürecinde yerini alacak.

CAMİLER HAZİRANDA AÇILIYOR

Koronavirüs nedeniyle camilerde vakit namazlarının ve cuma namazlarının kılınması yasaklanmıştı. Bayram namazında da aynı yasağın devam etmesi bekleniyor. Ama haziran ayının ortasına doğru camiler ibadete açılacak.

65 YAŞA RAHATLAMA GETİRİLİYOR

Bugünkü Bakanlar kurulu toplantısından sonra Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 65 yaş ve üstündekilere dönük bir açıklama yapması bekleniyor. 21 Mart’tan bu yana dışarı çıkamayan 65 yaş ve üstündekiler için kısmı rahatlama getiriliyor.

SAĞLIK DİPLOMASİSİ

İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener’e katılmıyorum. Türkiye’nin kendisinden yardım talep eden ülkelere sağlık yardımında bulunması “Yeni Cami’de dilenip Sultanahmet’te sadaka dağıtmaya” benzemiyor. Türkiye, koronavirüsle ortaya çıkan durumu kendi lehine yönetmeye çalışıyor.

1- Türkiye bu süreçte iki şey yaptı. ABD gibi dünyanın süper gücüne iki uçak dolusu tıbbi yardım gönderdi. ABD yönetiminden daha çok Türkiye karşıtı olan Amerikan basınında hakkımızda olumlu yazılar yazıldı. Daha düne kadar Türkiye’ye yaptırımların konuşulduğu Amerika’da lehimize olumlu bir hava oluştu. Milyar dolarlar verseniz bu çalışmayı yapamazdınız.

2- Devletlerin, milletlerin de bir hafızası var. Kolera, İspanyol gribi gibi küresel salgın dönemlerindeki yardımlaşma filmlere konu olmuş, romanlar yazılmıştı. Yaptığımız sağlık yardımları da dünyada Türkiye algısını olumlu yönde etkiledi.

3- Bazı hastalıklı kafalar İsveç’ten ambulans uçakla getirilen Emrullah Gülüşken’in Sağlık Bakanı’nın akrabası olduğu yalanını yaymakla meşgul oldu ama Türkiye bu olayla müthiş bir imaj çalışması yaptı. Bir dönemler develerle sembolize edilen Türkiye’den hasta vatandaşını İsveç’ten ambulans uçakla getiren Türkiye konuşulur oldu.

Şimdiye kadar bizden yardım isteyen 57 ülkeye yardım gönderdik. Buna “koronavirüs diplomasisi” demiştim. İsterseniz siz imaj çalışması deyin.

İŞ DÜNYASININ BEKLENTİLERİ

ŞİMDİYE kadar koronavirüsün sağlık boyutunu konuştuk. Bundan sonra ise siyasi ve ekonomik boyutu önplana çıkacak. Ekonomide dinamik bir süreç yönetimi yaşanıyor. Geçen hafta özel bankalar sorunu büyümüştü. Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak’ın müdahaleleriyle sorun büyük ölçüde aşıldı. Ama çözüm bekleyenler de var.

MASKE SORUNU

Maske sorunu bireysel kullanım olarak karşımıza çıkıyor ama işin bir de üretim aşamasında maske takma zorunluluğu olan sektörler boyutu var. Başta çimento ve seramik ile maden işletmelerinde FFP-2 ve N95 maskelerinin kullanılması zorunlu. Ancak maske satışına yasak getirilmesi nedeniyle bu sektörlerde sıkıntı başlamak üzere. Sektörde 40 milyon maske ihtiyacından söz ediliyor. Tek istekleri, eskiden olduğu gibi maskeyi ücretle almalarına izin verilmesi.

İŞYERİ KİRASI

Çalışanların sorunu kısa çalışma ödeneği ile gideriliyor. Ancak restoran, kafe, berber gibi küçük işletmeler kira sorununa el atılmasını bekliyor.

MÜCBİR SEBEP

Koronavirüs ortaya çıktığında mücbir sebep kapsamında sigorta ve vergileri 6 ay ertelenen sektörler oldu. Ama bunların içinde ticari olarak faaliyeti devam edenler olduğu gibi mücbir sebep kapsamında olmadığı halde sıkıntıda olan meslekler var.

https://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/abdulkadir-selvi/iste-normallesecek-sektorler-41509004

 

Günün Madencilik Makalesi

Aşağıda yer alan tabloda İBB bünyesinde yer alan İstanbul İstatistik Ofisi tarafından Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası verilerine istinaden banka ve kredi kartları ile Mart ayının ilk haftası ile Nisan ayının ikinci ve dördüncü haftası yapılan harcamalar kıyaslanmıştır. Tabloda yer alan veriler hangi sektörlerin korona virüs nedeni ile daha çok ya da daha az etkilendiğini göstermesi bakımından önemlidir.

Yukarıdaki tabloya baktığımızda Mart’ın birinci haftası ile Nisan’ın üçüncü haftasını karşılaştırdığımızda büyüyen yalnızca 3 sektör bulunmaktadır ve büyüme yüzdeleri aşağıdaki gibidir.

Market %38

Elektrik-Elektronik Eşya, Bilgisayar %12

Çeşitli Gıda %5

Yine yukarıdaki tabloya baktığımızda Mart’ın birinci haftası ile Nisan’ın üçüncü haftasını karşılaştırdığımızda 12 sektör çok ciddi şekilde küçülmüştür.

Havayolları %92

Konaklama %85

Restoran/Yemek %81

Giyim ve Aksesuar %78

Seyahat Acenteleri/Taşımacılık %75

Eğitim/Kırtasiye/Ofis Malzemeleri %56

Araba Kiralama %53

Sağlık/Sağlık Ürünleri/Kozmetik %41

Mobilya ve Dekorasyon %40

Benzin ve Yakıt İstasyonları %40

Hizmet Sektörleri %27

İnternetten Yapılan Alışverişler %1

Yukarıdaki tabloda İstanbul İstatistik Ofisi tarafından sektörlerin tamamının istatistiksel verileri alınmamıştır ama Merkez Bankası’nın sitesinde bu sektörlerin verileri daha geniş olarak paylaşılmaktadır.

HAZİNE VE MALİYE BAKANLIĞI MÜCBİR SEBEP İLAN ETTİĞİ SEKTÖRLERİ DOĞRU BİR ŞEKİLDE BELİRLEMİŞ MİDİR?

Hazine ve Maliye Bakanlığı esas olarak, alışveriş merkezleri dâhil perakende, sağlık hizmetleri, mobilya imalatı, demir çelik ve metal sanayii, madencilik ve taş ocakçılığı, bina inşaat hizmetleri, endüstriyel mutfak imalatı, otomotiv imalatı ve ticareti ile otomotiv sanayii için parça ve aksesuar imalatı, araç kiralama, depolama faaliyetleri dâhil lojistik ve ulaşım, sinema ve tiyatro gibi sanatsal hizmetler, matbaacılık dahil kitap, gazete, dergi ve benzeri basılı ürünlerin yayımcılık faaliyetleri, tur operatörleri ve seyahat acenteleri dahil konaklama faaliyetleri, lokanta, kıraathane dahil yiyecek ve içecek hizmetleri, tekstil ve konfeksiyon imalatı ve ticareti ile halkla ilişkiler dahil etkinlik ve organizasyon hizmetleri sektörlerinde faaliyette bulunan mükellefler bakımından mücbir sebep ilan etmiştir.

Bu sektörlerde faaliyet göstermekle birlikte nace kodları yanlışlıkla farklı girilen mükelleflerin de nace kodları değiştirilerek mücbir sebep halinden yararlanabilecekleri düzenlenmiştir. Mücbir sebep komisyonları da birçok mükellef için olumsuz dönüş yapmıştır.

Mükelleflerin mücbir sebep halinde kabul edilmelerine ilişkin olarak bu köşede korona virüs çıktığından beri çeşitli yazılar kaleme aldım. Israrla vurguladığım konu ise, mücbir sebep halinin genel durum olması, virüsten etkilenmeyen sektörlerin ise mücbir sebep hali dışında bırakılması gerektiği yönünde idi. Yukarıdaki tablo bize göstermektedir ki, 15 sektörden 12’si virüsten çok ciddi şekilde etkilenmiş sadece üç sektör etkilenmemiştir. Yani etkilenmeyenler istisnaidir.

Bu halde veriler ortada iken, ya mücbir sebep hali yeniden değerlendirilerek düzenlenmeli ya da mücbir sebep halinde kabul edilmeyen ama küçülen sektörler için vergi borçları gecikme faizi ya da zammı alınmaksızın en az 6 ay ötelenmelidir. Diğer bir çözüm yolu da acil olarak yeni bir borç yapılandırma kanununun çıkartılmasıdır.

Virüsten olumsuz etkilenen mükelleflerin varlıklarını devam ettirmeleri birincil amaç olmalıdır. Mükelleflerin bu küçülme oranları ile maaşları, kredileri, kiraları vs. ödemeleri bile mucize gözükmektedir. Aynı yöntem kanaatimce krediler için de uygulanarak, kredi taksitleri faiz alınmaksızın bir süre ötelenmelidir. Veriler bu düzenlemelerin gerekliliğini açıkça ortaya koymaktadır.

https://www.finansgundem.com/yazarlar/korona-viruste-hangi-sektorler-kuculdu-hangileri-buyudu-yazisi/1487066

 

Günün Madencilik Makalesi

Bugün özelleştirmelerden payı almış, kaçak – göçek ocaklarda can vermeye devam eden Zonguldak, o ünlü maden işçisi yürüyüşü öncesindeki dönemde, kamu işletmeciliğinin, ekonomik ve sosyal devletin en iyi örneği sayılacak bir modele sahipti

Koronavirüs salgınıyla ilgili olarak hükümetin bugüne kadar aldığı kararlar, ortaya çıkacak ekonomik faturayı işçilerin, emekçilerin ödeyeceğini gösteriyor.

Salgın nedeniyle kapanan işyerlerinden çıkarılan veya üç ay süreyle ücretsiz izne gönderilen işçilerin büyük bölümü, salgından sonra eski işlerine dönemeyecekler.

Talep çöküşü nedeniyle işçi çıkararak veya izne göndererek salgın sonrasında ayakta kalmaya çalışan birçok irili ufaklı işletme de işlerini sürdürme olanağı bulamayacak.

Salgın sırasında işsiz kalanlara salgın sonrasında da yeni işsizler katılacak.

Yüzde 13,4 resmi işsizlik oranıyla rekor kıran Türkiye’de, TEPAV’in araştırmasına göre yüzde 20-30 ekonomik daralma yaşanacak ki, bu da işsizler ordusuna yüzbinlerin ekleneceğine işaret ediyor.

Buna karşın hükümet istihdamı koruyacak adımlar atmadı. Geçici ödemeler veya bir defaya mahsus nakdi yardım ve geri ödemeli kredilerle durumu idare etmeye çalışıyor. Salgın sonrası için yapılmış bir iş ve istihdam planı da henüz yok.

Salgın sonrasında yapılacak hasar tespiti Türkiye ekonomisinin, iş ve istihdamının aldığı yaranın büyüklüğünü ortaya koyacak.

Salgın öncesinde zaten yaşadığımız kriz süreci salgın sonrasında daha da derinleşecek.

Hükümetin ekonomi-politik tercihinin sermayeden ve işverenden yana olduğu biliniyor. Bu nedenle salgın sonrasında ortaya çıkacak kaynak sıkıntısını büyük ölçüde işçi ve emekçiler üzerinden alacağı vergilerle karşılamaya çalışacaktır.

Bugüne kadar da hep öyle oldu.

24 Ocak 1980 kararları da, 5 Nisan 1994 kararları da, Kemal Derviş’in 2000’lerin başında uyguladığı IMF programı da faturayı işçi ve emekçilere kesmiş, acı reçeteyi hep onlar içmiştir.

Türkiye, 1980’lerde Turgut Özal dönemiyle başlayan özelleştirme furyasıyla kamunun elinde ne var ne yoksa satıp savdı.

Devletçiliği, kamu işletmeciliğini “çağ dışı sosyalizm özentisi” diye niteleyerek, Türkiye ekonomisinin temel dayanaklarını ve üretimin bölüşülmesine dayalı sosyal devleti yıkıp geçti.

Kamu işletmeciliği

Talep-üretim-tüketim zincirinin çökeceği salgın sonrasındaki Türkiye ekonomisinin geçici finansal önlemlerle düzlüğe çıkması mümkün değildir.

Hükümetin açıkladığı 2020-2022 ekonomi programının uygulama şansı kalmadığı gibi 2020 bütçesi de tahmin edilenin çok üzerinde bir açıkla borç yükünü artıracaktır.

Türkiye’nin böyle bir krizden çıkması için stratejik kararlar vermesi gerekir. Bunların başında da neoliberal ekonomi politikasını bırakarak, kamu ağırlıklı karma ekonomi modeline dönüş yapmasıdır.

Bütün üretimi ve hizmetleri piyasaya bırakmış olmanın sağlık başta olmak üzere üretim ve hizmetlerde nasıl bir çöküşe neden olduğu ortadadır. Bu kriz ortamında, neoliberal politikalarla; istihdamın, sağlık, eğitim hizmetlerinin geniş halk kitlelerine bedava veya çok ucuza sağlanması mümkün değildir.

Bu nedenle hangi iktidar olursa olsun, Türkiye kamu işletmeciliğine dönerek, hem üretimi, hem istihdamı artırarak, ekonomik ve sosyal krizi aşabilir.

Türkiye, bu sosyal/ekonomik model konusunda çok değerli deneyimlere sahiptir.

Eski Zonguldak modeli

Türkiye’de bu modelin en başarılı uygulamalarından biri eski Zonguldak modelidir.

Bugün özelleştirmelerden payı almış, kaçak – göçek ocaklarda can vermeye devam eden Zonguldak, o ünlü maden işçisi yürüyüşü öncesindeki dönemde, kamu işletmeciliğinin, ekonomik ve sosyal devletin en iyi örneği sayılacak bir modele sahipti.

Bu model, bugünkü gözle bakılacak olursa sosyalizasyondan da öte sosyalist düzene yakın bir modeldi.

Zonguldak kömür üretim ve işleme havzasında model şöyle işliyordu:

Örneğin Asma bölgesinde kömür ocakları ve ortasındaki kok fabrikası üretim bölgesiydi.

Ocakların ve fabrikanın hemen etrafında ağaçlar içinde yeraltı ve yerüstü işçi lojmanları vardı. Bu yaşam alanında sağlık ocağından çok daha gelişkin bir dispanser bulunurdu. Hemen yanında özel ilkokul, onun yayında ortaokul, yanıbaşında büyük bir sinema. Lojman olarak verilmiş işçi evleri, öğretmen evleri, memur, mühendis lojmanlarına eşit mesafade bir futbol sahası ve bir tenis kortu. Ve spor kulübü…

Bu yaşam alanındaki bütün bu hizmetlerden yararlanmak, işçiler ve çocukları için bedavaydı. İşçiler ve aileleri okula ve sağlık hizmetine bedava ulaşmış olurlardı.

Ortaokulu bitirdiğinizde sizi liseye kamyondan dönme de olsa servis aracı götürür getirirdi.

Doktor muayenesi, ilaç ve okul servisi gibi anneleri çarşıya, pazara götüren servisler de bedavaydı. Tıpkı lojmanın, kömürün, suyun bedava, elektiriğin bedavaya yakın olması gibi…

Bütün hizmetleri, sosyal transferleri, yeraltı ve yerüstü işçilerinin işvereni olan kamu kurumu Ereğli Kömürleri İşletmesi (EKİ) karşılardı.

Madencilerin çocuklarını, okulla, hastaneyle, sinemayla, tiyatroyla, sporla, her türlü sanatla tanıştıran bu model, Zonguldak kömür havzasından Türkiye, hatta dünya çapında birçok bilim insanı, siyasetçi, sanatçı yetiştirmiştir. Prof. Dr. Mümtaz Soysal’ı, Prof. Dr. Mehmet Haberal’i anımsamak dahi yeterli fikri verir.

Türkiye bu modeli incelemeli ve güncelleyerek yaşama geçirmelidir.

https://t24.com.tr/yazarlar/fikret-bila/salgin-sonrasinda-cozum-zonguldak-modelidir,26417

 

Salgın ve sonrasında enerji

COVID-19 virüs salgını olanca hızıyla sürmekte. Vaka ve ölüm sayıları hem dünyada hem Türkiye’de ciddi boyutlara ulaştı.

İnsanların büyük kısmı evlerine kapandı. Sosyal hayat durdu, ekonomik faaliyetler temel ihtiyaçları karşılayan sektörler dışında neredeyse durma noktasına geldi.

Bu süreçteki en kritik sektörlerden biri olan enerji sektörü, ülke ihtiyacını karşılamaya devam etmekte. Türkiye, kömür işçisinden sondajın başındaki ustaya, santral operatöründen iletim hatlarının bakımını yapan teknisyene kadar enerji çalışanlarına çok şey borçludur.

Hiç hesapta olmayan bu salgının, pek çok sektör gibi enerji sektörüne de hem bu dönemde hem gelecekte ciddi etkileri olacak. Söz konusu etkileri dikkate alan yeni bir analiz yapmakta yarar var.

ENERJİ TALEBİ AZALDI

Salgının en belirgin etkisi enerji tüketimleri üzerine oldu. Pek çok işyeri kapandı, çoğu ofis çalışanı evden çalışmaya döndü, okullar tatil edildi, alışveriş merkezleri kapandı. Otomotiv, tekstil, mobilya, kâğıt, seramik gibi sektörlerde çok sayıda fabrika üretimi durdurdu ya da sınırladı.

Turizm sektörü neredeyse tamamen devre dışı kaldı. Ulaştırma ve taşımacılık, büyük oranda sekteye uğradı. Konutlarda olmasa da sanayi ve ticarette enerji kaynaklarına yönelik talep, çoğu ülkede olduğu gibi Türkiye’de de geriledi.

Türkiye’de Ocak ve Şubat aylarındaki elektrik tüketimi bir önceki yılın aynı dönemine göre yaklaşık yüzde 5 düzeyinde arttı. İkinci yarısında salgın tedbirlerinin devreye alınmaya başlandığı Mart ayında ise bir önceki yıla göre tüketimde herhangi bir değişiklik olmadı. Nisan ayına ilişkin veriler henüz resmi olarak yayınlanmadı. Ancak Enerji Günlüğü tarafından yapılan araştırmaya göre tüketim 11 Mart – 11 Nisan tarihleri arasında yüzde 5,6 ve 1 – 11 Nisan arasında ise yüzde 15 oranında düştü (https://www.enerjigunlugu.net/elektrik-tuketimi-yuzde-15-geriledi-36920h.htm). Bu rakamlardan gerilemenin giderek hızlandığı anlaşılmakta. Elektrik tüketiminin, Nisan ayının ikinci yarısında yüzde yirmilere varan oranlarda düştüğünü tahmin ediyorum.

Zaten salgın öncesinde ciddi bir arz fazlası olduğu düşünüldüğünde söz konusu talep daralmasının, yılbaşından bu yana yüzde elliye varan oranlardaki fiyat düşüşleriyle birlikte elektrik üretim ve dağıtım firmalarına büyük sorunlar yaşatacağını tahmin etmek zor değil. Salgın öncesinde döviz borçlarını ödeme konusunda ciddi sıkıntı içinde olan enerji şirketlerinin işi bundan sonra iyice zorlaşacak ve muhtemelen yeni borç yapılandırmalarını talep edeceklerdir.

GÜN İÇİ YÜK DAĞILIMI DEĞİŞTİ

Salgının elektrik tüketimi üzerine bir diğer etkisi, gün içi yük grafiğindeki farklılaşma oldu. Olağan zamanlarda sabah erken saatlerden itibaren uyanıp işe ya da okula gitmek üzere hazırlanan insanlar artık çok daha geç saatlerde yataktan kalkmakta, buna karşın gece geç saatlere kadar uyanık kalmaktalar. Dolayısıyla konutlardaki elektrik tüketiminin gün içerisindeki seyri muhtemelen değişti. Türkiye için Mart ve Nisan aylarında sabah 7.00–10.00 saatleri arasında oluşan elektrik talep artış eğrisi büyük oranda düzleşmiş, yük öğle saatlerine doğru yer değiştirmiş, buna karşın akşam saat 22.00 sonrası düşmeye başlayan elektrik tüketimi artık daha geç bir saate doğru hareket etmiş olmalı. Belki de yaz/kış saati gibi bir salgın saati ayarlamasının düşünülmesinde yarar olabilir.

PETROL BÜYÜK DARBE YEDİ

Enerji talebindeki gerileme en fazla petrolü vurdu. Uzun zamandır arz tarafında üreticiler arasında yaşanan çekişmeler, petrol fiyatlarını zaten önemli ölçüde geriletmişti. Üstüne salgın nedeniyle dünya genelinde alınan izolasyon tedbirleri gelince küresel petrol talebi tam bir çöküş yaşadı, petrol piyasaları altüst oldu. En sonunda depolama kapasitelerinin sınır seviyelerine yaklaşmasıyla WTI petrolde vadeli kontratlar eksi 37 dolar/varil seviyesine kadar düştü. Bu satırların yazıldığı sırada Amerikan tipi petrol fiyatı eksi 4 ve 2020 yılı başında 70 Dolar seviyelerinde olan Brent petrol fiyatı ise 20 Dolar seviyesindeydi.

AKARYAKIT TALEBİ ÇAKILDI

Türkiye’de de salgından etkilenen sektörlerin başında ulaşım sektörü geliyor. Akaryakıt sektöründeki sendika ve dernek temsilcilerinin açıklamalarına göre Covid-19 salgınına karşı önlemlerin alınmaya başlamasının ardından akaryakıt tüketiminde yüzde 60-70 oranında bir gerileme söz konusu. Talep ve fiyatlardaki gerileme nedeniyle Türkiye’deki petrol rafinerileri de geleceğe yönelik üretim ve satış hedeflerini giderek düşürmekteler.

Diğer taraftan, tüketim ve fiyatlardaki düşüşün Türkiye’nin petrol faturasını yıllardır görülmedik ölçüde rahatlattığı açıktır. Bununla beraber düşük petrol fiyatları Türkiye için her zaman olumlu olmayabilir. İhracatımızın önemli bir bölümünün petrol ya da doğalgaz ihraç eden ülkelere yapıldığı dikkate alındığında, petrol fiyatlarındaki gerilemenin aynı zamanda ihracat kapasitesini de düşürmesi, bu nedenle olumlu etkinin büyük oranda törpülenmesi kaçınılmaz (https://www.enerjigunlugu.net/petrol-dustu-diye-buyur-muyuz-11892yy.htm).

YERLİ KÖMÜRLE ÇALIŞAN SANTRALLER ZORDA

Türkiye için petrol kadar önemli olan bir diğer enerji kaynağı da yerli kömürlerdir. Bu yılın başında bazı kömürlü santraller baca filtreleri olmadığı gerekçesiyle durdurulunca, Enerji Günlüğü’nde yayınlanan yazıma “birileri şapkadan tavşan çıkaramazsa, enerjide 2020 yılının kaybedeni yerli kömüre dayalı santral işletmecileri olacaktır” diye başlamıştım (https://www.enerjigunlugu.net/enerji-sektorunde-2020-kimin-yili-olacak-31776yy.htm).

Henüz tavşanlar ortada yok, durdurulan santraller de hâlâ kapalı ama toplamdaki kayıp şimdilik o kadar da yüksek değil. Yerli kömür santralleri 2019’un ilk üç ayında elektrik talebinin yaklaşık yüzde 15’ini karşılamışlardı, 2020’nin aynı döneminde oran yaklaşık yüzde 12 oldu. Kömürlü santral kapasitesinin yaklaşık yüzde 30’unun durdurulmuş olmasına karşın ilk iki aydaki kayıp yüzde 18 civarında. Demek ki diğer kömürlü santraller fazla mesai yapmış.

Ama asıl Haziran ayı sonunu bekliyoruz. Çünkü eğer filtre sorununu çözemezlerse durdurulan santrallerin yanına o tarihte 4 büyük kömürlü santral daha eklenecek. Bu durumda toplam kömürlü santral kapasitesinin yüzde 60’ı devre dışı kalacağından kömürden elektrik üretimi neredeyse marjinal bir seviyeye gerilemiş olacak.

Diğer taraftan salgının kömür sektörüne ciddi etkileri oldu. Zonguldak Havzası’nda önce Türkiye Taşkömürü Kurumu, ardından havzadaki özel kömür işletmeleri -çalışanlarının risk altında olması nedeniyle- doğru bir kararla üretimlerini durdurdular. Havzadaki kömür üretimi son yıllarda 1 milyon tonun altına kadar gerilemişti. Salgın nedeniyle bu yıl kayda değer bir üretimin yapılabileceğini zannetmiyorum. Ama asıl önemlisi, bundan sonra da havzanın toparlanabilmesi kolay olmayacaktır.

Havza dışında da pek çok yerde kömür ocaklarının üretimi yavaşlattığını duyuyoruz. Kömür işçileri, maruz kaldıkları meslek hastalıkları nedeniyle bu salgındaki en önemli risk gruplarından birini oluşturmakta. Ayrıca maden işletmelerinde sosyal mesafeyi korumak da kolay olmayacaktır. Dolayısıyla yerli kömür üretimlerinin kontrollü bir şekilde durdurulması gerekir (https://www.enerjigunlugu.net/komur-iscileri-covid-19dan-korunmali-31801yy.htm). İnsan sağlığı açısından uygun olanı budur, ancak elbette sektörel sonuçları olacaktır. Mart ayının son haftasında kamu adına iş yapan özel sektör yeraltı kömür işletmeleri için çıkarılan yeni destek paketine rağmen, 2020 yılı yerli kömür sektörü açısından kayıp bir yıl olacaktır.

Zaten önlerinde çok ciddi engeller bulunan kömür yatırımlarının salgın sonrasında daha büyük güçlüklerle karşılaşması muhtemeldir. Devam eden ya da planlanan yerli kömüre dayalı santral yatırımlarının akıbeti tamamen belirsiz hale gelmiştir. Bunlardan Çayırhan Kömür Santrali’nin ihalesi 2017 yılı başında yapılmış, daha sonra projenin tamamlanma süresi 2021 yılı sonuna kadar uzatılmıştı. Eskişehir-Alpu kömüre dayalı termik santral ihalesi defalarca ertelenmişti. Bu projelerin, ithal kaynakların mevcut maliyet düzeyleri dikkate alındığında kolay gerçekleştirilebileceklerini zannetmiyorum.

İTHAL KÖMÜR SANTRALLERİ DAHA ÇOK ÇALIŞTI

Bu arada, yerli kömür tarafındaki boşluğu ithal kömür doldurmakta. Uluslararası piyasalarda 2018 yılı ortalarında 120 Dolar/ton seviyelerine kadar yükselen termal kömür fiyatları son 8 aydır neredeyse bu fiyatın yarısı düzeyinde seyretmekte ve üstelik aşağı yönlü hareket devam etmekte. Bu fiyat düzeyleri ithal kömüre sadece yerli kömür değil doğalgaz karşısında da önemli bir avantaj sağlamakta. Her ne kadar, ithal kömür maliyeti 70 Dolar/ton seviyesinin altına indiğinde, ithal kömür santral işletmecilerinin aradaki farkı kapatmak için bir ithalat vergisine katlanmaları gerekse de ithal kömür maliyetleri buna rağmen hâlâ avantajını korumakta. Bu sayede ithal kömür santralleri tam kapasite çalışabilmekteler. 2020 yılının ilk üç ayında yerli kömür santralleri 2019 yılının aynı dönemine göre yüzde 18 daha az üretirken, ithal kömür santralleri yüzde 9 daha fazla ürettiler. Bununla beraber, kömür ithalatının neredeyse yarıya yakınının yapıldığı Kolombiya’da bazı üreticilerin salgın nedeniyle üretim faaliyetlerini azaltmaları ve bunu mücbir sebep ilân etmeleri Türkiye’de ithal kömür kullanan pek çok tesisi ciddi şekilde etkileyebilir.

Enerji yönetimi yakın zamanlara kadar ısrarla ithal kömür santralleri için yeni lisans vermeyeceğini vurgulamaktaydı. Bununla beraber ithal kömür fiyatlarının daha da gerilemesi durumunda bu ısrarından vazgeçebilir. Kömür fiyatlarının ise büyük oranda küresel ekonomik daralmanın boyutu ve Çin’in salgın sonrası enerji politikalarına bağlı olarak gelişeceğini düşünüyorum. Çin’in ekonomik toparlanma amacıyla diğer enerji kaynaklarına göre daha düşük maliyetli kömüre yönelmesi durumunda fiyatların tekrar artmasını bekleyebiliriz.

DOĞALGAZ SANTRALLERİ DAHA ÇOK ÜRETEBİLİR

Geçtiğimiz yıl hidrolik kaynaklardan elektrik üretiminin toplamdaki payı son 15 yılın en yüksek oranı olan yüzde 29 seviyesine ulaşmıştı. Bu sayede doğalgazdan elektrik üretiminin payı yirmi üç yıldır ilk defa yüzde 20’nin altına çekilebildi. Salgından en az etkileneceğini düşündüğüm bu iki enerji kaynağının üretimdeki payları yılın ilk üç ayında geçen yılın aynı dönemine göre yaklaşık aynı kaldı. Bununla beraber, Meteoroloji Genel Müdürlüğü’nün kayıtlarına göre son altı aydaki (1 Ekim – 31 Mart) yağışlar geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 22 oranında daha düşük gerçekleşti. Bu durumda, hidrolikte geçen yılki performansın yılın kalanında da tekrarlanması zor olacaktır.

Hidrolik payındaki muhtemel gerilemeden doğan açığın büyük ölçüde doğalgaz santralleri tarafından kapatılacağını düşünüyorum. Petrol fiyatlarındaki gerilemenin doğal gaz maliyetlerine yansıyacağı düşünüldüğünde bu olumlu bir şey olarak da görülebilir. Gerçekten de pek çok ülkede doğalgaz maliyetleri hızla gerilemekte. Ancak, ülkemizde bu avantajın -uzun vadeli anlaşmalar nedeniyle- doğalgaz maliyetlerine henüz yansıtılamadığı ve doğalgaz santrallerinin düşük elektrik tarifeleri karşısında giderek daha fazla zorlandığı görülmekte.

YENİLENEBİLİR YATIRIMLARI HIZ KESERKEN

Sektörde zorlanmaya başlayan bir başka kesim de yenilenebilir enerji yatırımcıları. Türkiye son yıllarda rüzgâr, güneş ve jeotermale dayalı elektrik üretiminde ciddi bir atak yaptı. Bu kaynaklara dayalı toplam kurulu güç kapasitesi 2011-2015 arasında yılda yaklaşık yüzde 30, 2016’da yüzde 40 ve 2017’de yüzde 50 oranında arttı. Ancak 2018 yılından itibaren durum değişti ve söz konusu artış oranları 2018 yılında yüzde 20 ve 2019 yılında sadece yüzde 13 düzeyinde gerçekleşti. 2020 yılının ilk üç ayında ise bu kaynaklara dayalı yeni devreye giren kapasite neredeyse sıfır noktasındaydı.

Dolayısıyla Türkiye’de yenilenebilir enerjiye olan yönelim, henüz salgın ortaya çıkmadan hızını önemli ölçüde kaybetmişti. Salgınla birlikte yenilenebilir ekipmanlarına ilişkin üretimlerde ve küresel tedarik zincirlerinde sorunlar yaşanmakta. Bu nedenle tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de yenilenebilir yatırımlarında önemli aksamalar söz konusu. Bundan sonraki süreçte ise salgının yanında, küresel ekonomik daralma ve fosil yakıtların fiyatlarındaki gerilemeler yenilenebilir yatırımlarının önündeki en ciddi engelleri oluşturacaktır.

YEKDEM’İN GELECEĞİ NE OLACAK?

Yenilenebilir yatırımlarıyla ilgili bir diğer olumsuzluk ise kısaca YEKDEM olarak bilinen Yenilenebilir Enerji Kaynaklarına Dayalı Yatırımları Destekleme Mekanizmasına ilişkin belirsizliktir. Bu mekanizmayla, yenilenebilir kaynaklardan (rüzgâr, güneş, jeotermal, su ve biyokütleden) elektrik üretimine alım garantileri ve fiyat teşvikleri verilmekte. Ancak söz konusu mekanizma bu yılın sonunda tamamlanacak ve YEKDEM’in yerini alacak yeni mekanizmanın ne olacağı hâlen belirsizliğini korumakta. Yenilenebilir enerjinin yönünü, büyük ölçüde yeni mekanizmada yer alacak teşvik fiyatları belirleyecektir. Bu arada, YEKDEM’e alternatif olarak getirilen Yenilenebilir Enerji Kaynak Alanı (YEKA) programı –salgının da etkisiyle- durmuş görünüyor. Bu kapsamdaki projeler arasında öne çıkan bin megavat bağlantı kapasite tahsisli Konya Karapınar Güneş Enerjisi Santrali ile yine bin megavatlık Rüzgâr Enerjisi Santral projeleri 2019 yılının başında otuz altı ay süre uzatımı almıştı.

Diğer taraftan, bu yılın sonunda tamamlanacak YEKDEM mekanizması teşviklerinden yararlanabilmek için girişimcilerin yatırımlarını tamamlayarak yılsonuna kadar elektrik üretimine başlamış olmaları gerekiyor. Ancak tedarik zincirlerinde yaşanan gecikmeler nedeniyle yapım aşamasında olan projelerin durma noktasına geldiği sektör temsilcileri tarafından sıklıkla dile getirilmekte. Söz konusu yatırımlar için “mücbir sebep” durumunun işletilerek YEKDEM için belirlenen tarihin ötelenmesi talep edilmekte. Bu kapsamda yapımı devam eden 2.500 megavat rüzgâr santrali, 600 megavat hidroelektrik santral, 450 megavat güneş santrali ve 170 megavat jeotermal santral bulunmakta.

KİRLİLİKTE AZALMA GEÇİCİ

Son cümleleri de salgının çevreye olan etkilerine ayıralım.

Salgınla birlikte fosil yakıt tüketimindeki gerilemeye bağlı olarak hava kirliliğinde belirgin azalmalar oldu. İklim ve enerji politikaları internet sitesi CarbonBrief tarafından yapılan 15 Nisan tarihli araştırmaya göre salgının 2020 yılına potansiyel etkisi küresel karbondioksit emisyonlarında 1.600 milyon ton azalma şeklinde olacak. Bu miktar, 2019 yılı toplam karbondioksit emisyonunun yaklaşık yüzde 5’i düzeyinde. Türkiye’de de Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ile belediyelerin hava kalitesi ölçüm istasyonları verilerine göre 29 büyükşehirde partikül madde hava kirliliği yüzde 32 oranında azaldı.

Elbette kirlilikteki bu rahatlama geçicidir. Salgın önlemleri ortadan kalktığında kirliliğin hızla geri döneceğine kuşku yok. Üstelik fosil yakıt fiyatlarındaki düşük seviyeler salgın sonrasında da devam ederse, bu defa başta küresel rekabet içindeki Çin ve ABD olmak üzere tüm dünyada fosil yakıtlara yeni bir yönelimin başlaması kaçınılmaz olacak, bu da kirliliğin boyutlarını çok daha yukarı seviyelere taşıyacaktır.

Kaynak: Salgın ve sonrasında enerji – Dr. Nejat TAMZOK

GÜLERKEN ÜZÜLDÜKLERİM

Değerli okuyucular, görüyorsunuz şimdilerde televizyonlar bile, karantina nedeniyle, dizilerin veya eğlence programlarının yeni bölümlerini çekemedikleri için eskileri gösteriyorlar. Ben de bu modaya uymak zorunda kalarak eski defterleri karıştırıyorum. Zaten koronadan başka gündem de yok. Varsa yoksa Korona..
    Bildiğiniz gibi, Anılarla Madencilik isimli kitaptan alıntılar yaparak Madenci Öyküler başlığı ile üç bölümlük bir yazı dizisi yazmıştım. Şimdi de Eşekten Uçağa isimli kitabımdan bir alıntı yapıyorum.
   Başlığa bakıp da ”Gülerken üzülünür müymüş!” demeyin. Aşağıdaki hikayemi okuyunca bana hak vereceksiniz.
    Lisede okuduğum yıllarda, yani 1960’lı yılların ortalarında, o zamanki ismiyle Ereğli Kömürleri İşletmesi Müessesesi Kilimli Bölümü, Sosyal Bakım Servisinde işçi olarak çalışıyordum. Şimdi işçi yurdu dediğimiz tesislere o zamanlar ”İşçi pavyonları” deniliyordu. Benim görev unvanım da ”Pavyon hademesi” idi, yani bu günkü ismiyle temizlik görevlisi..
   Çalıştığım Sosyal Bakım Servisinde 16 tane işçi yurdu vardı. Bunların her biri ortalama 150 kişi kapasiteli idi. O zaman daha oda sistemine geçilmediği için bu binalar tek gözlü bir hangar gibiydi. İçinde ortalama 75 ranza yan yana dizilmişti. Bazıları kaloriferli idi, bazılarında ise büyük bir soba bulunmaktaydı.
   Yatan işçiler vardiya esasına göre yurtlara taksim ediliyordu. Yani bir yurtta aynı vardiyada çalışan işçiler yatırılıyordu. İşçiler hep beraber geliyorlar, hep beraber gidiyorlardı.
   Benim gibi hem öğrenci hem işçi olarak çalışan birkaç arkadaşım daha vardı. Bizi genellikle işçisi ocakta olan boş yurtlarda, ve genellikle de 16.00 – 24.00 vardiyasında görevlendiriyorlardı. Biz de bu sayede boş yurdun boş ranzalarında ders çalışma imkanı buluyorduk. Bizim görevimiz işte bu yurtları beklemek, süpürmek ve sobalı ise sobayı yakmaktan ibaretti.
   Bu yurtlarda görevli iken yaşadığım, hatırladığım zamanlarda gülerken üzüldüğüm iki anımı burada sizlerle paylaşmak istiyorum.
   Birinci anım şöyle:
   O zamanlar işçileri gruplu (dönüşümlü) çalıştırma sistemi vardı. Bir grup işçi çalışırken diğer grup köyde dinlenirdi. Her ayın başında gruplar yer değişirdi.
   Yurtlarda dolap falan yoktu. Köyden gelen yeni grup iş elbisesini aldıktan sonra kendi elbisesini hamam denilen duş binasındaki dolaplarına koyardı. Bazı ufak tefek şeylerini de yurttaki yastıklarının altında saklarlardı. Örneğin; gelirken annelerinin veya eşlerinin verdiği yumurta, pişmiş tavuk, börek veya meyve gibi şeyler..
   Şu an bile üzüntüyle hatırladığım bir gençlik hergeleliğini, şeytana uyarak (Şeytanın ne suçu varsa!..) yaptık. Ama bu bir defa oldu.
   Yine bir grup değişimi idi. İşçiler köyden yeni gelmiş ve ilk günkü vardiyalarına gitmişlerdi. Biz de birkaç arkadaş boş yurtta gevezelik ederken bir yastığın biraz kabarık durduğunu fark ettik. Merak edip altına baktığımızda, bir mendile sarılı kızarmış tavuk ve börek bulduk. Herhalde karnımız da açtı ki, aklımıza bir fırlamalık geldi ve şunu yiyelim de işçiye bir sürpriz olsun dedik!
   Tavukla böreği bir güzel yedik. Yedik ama iş burada kalmadı.. Bir de tavuğun kemiklerini tekrar mendile sarıp yastığın altına yerleştirdik!
   Tabii o an gülmekten kırıldık ama ilerleyen zamanlarda bunu yaptığımıza çok üzüldüm; tıpkı şu anda da olduğu gibi! Belki o işçi yeni evliydi ve karısı ona hediye olarak yolluk yapmıştı, veya anacığı oğluna bir jest yapmıştı.
   Bir de zavallı işçi dünyanın en zorlu işinde ocakta çalışırken, dışarıya çıkınca yiyeceği lezzetli bir yemeğin hayalini kuruyordu mutlaka. Ama yastığı kaldırdığı zaman, hele mendili açtığı zaman uğradığı hayal kırıklığını düşünebiliyor musunuz? Kesin bize hayır dualar okumuştur! Ama biz de bunu sonuna kadar hak ettik doğrusu!
   İkinci anım ise şuydu:
   Sosyal bakım tesislerinde bizleri denetleyen amirlerimize ”kontrol” denirdi. B.G. isminde bir kontrolümüz vardı. Okuma yazma bilmezdi ama nasılsa kontrol olmuştu. Okuma yazma bilmediği için de vardiya sonlarında raporlarını başkalarına yazdırır, kendisi sadece imzalardı.
   Benim uykum çok ağırdır. Bir kere uyuduktan sonra top atsanız uyanamam. Hatta orta okul yıllarımda, tatil için geldiğim köyümde bir harman bekleme hikayem var ki, bayağı komik.
   Bizim köyde hırsızlık olayı olmamasına rağmen; harman zamanı, yine de bir kişi harman yerindeki ürün ve malzemeleri korumak için gece harmanda yatardı. Bu işi ben severek yapardım.
    Bir akşam yine, harmanın hemen yakınındaki köy kahvesinden arkadaşlarımdan önce çıkıp harmandaki yatağıma yatmıştım. Sabah uyandığımda güneş epey yükselmiş, millet harman dövmeye başlamıştı bile.. Fakat o da ne? Ben bizim harmanda değilim! Bizim harmana 50 m. mesafedeki komşunun harmanındayım! Millet bana bakıp gülüyor!
   Uzatmayalım; kahveden benden sonra çıkan arkadaşlar muziplik yapmışlar; beni yatağımla beraber öbür harmana taşımışlar! Güya ben harmanı bekliyordum; adamlar beni alıp götürmüşler haberim yok!
   Neyse, konuya dönüyorum. Yine böyle boş bir yurtta ve boş bir ranzada uyuyakaldığım bir sırada, kolumdan saatim alınmış ve haberim olmamıştı. Uyanınca çok şaşırmıştım ama kimseye de bir şey diyemiyorum. Çünkü iş başında uyuduğum için suçlu olduğum gibi, ayrıca rezil de olacağım. Öyle ya, biz hırsızlık olmasın diye pavyonu beklerken kendimiz soyulmuşuz farkında değiliz!
   Ama bunu kimin yaptığı konusunda bir fikrim vardı. Bunu muhtemelen kontrol B.G. yapmıştı. Çünkü ertesi akşam,”Yahu senin kolunda saat vardı ona ne oldu?” diye sordu. Ben kaybettiğimi söyleyince, ”Kaça almıştın?” sorusunu sorup saatin değerini öğrenmeye çalıştığını görünce onun aldığını düşündüm.
    Ama sen aldın da diyemiyorum çünkü adamı hırsızlıkla itham edip suçumu bir iken iki yapacaktım! Fakat bu bana çok koymuştu. Ne yapıp edip intikamımı almalıydım.
   Beklediğim gün nihayet geldi. Bir gün, vardiya sonunda B.G. raporunu bana yazdırmak istedi. Güya o söyledi ben yazdım. Ama aslında ben onun söylediklerini değil, planladığım senaryoyu yazdım. Yazdığım rapor şöyleydi: ”Pavyon Amirliğine; Vardiyamda herhangi bir vukuat yoktur. Ancak, şahsen ben işe sık sık geç geldiğim ve iş başında uyuma alışkanlığım olduğu için, haram para kazandığımı düşünerek vicdanen rahatsızlık duymaktayım. Vicdanen rahatlayabilmem için şahsıma iki yevmiye tutarı ceza yapılmasını arz ederim. ”
   Tabi B.G. bunu bir güzel imzaladı. Cezayı da yedi! Nedense bana hiçbir şey de söylemedi.
   Şimdi ise içimde küçük de olsa beni üzen bir şüphe var; ya saati o almadıysa!

Ekmek dağıtan paralel yapı ve Zonguldak

Siz evlerinizde karantina uygularken, maden işçisi kömür ocaklarında çalıştırıldığı ve ciğerleri virüs kapmaya ve ölüme çok açık olduğu için “ve Zonguldak”tır… Bunun bilincinde olması gereken ilk kişi de Zonguldak Valisi’dir

Salgınla mücadelede tuhaf bir devlet anlayışı sergileyen iki ülke var: Biri ABD diğeri Türkiye…

Her iki ülke de sadece virüsle değil aynı zamanda muhalefetle mücadele halinde…

ABD Başkanı Trump, salgına karşı önlemleri sıkı tutan eyaletlerin demokrat valileriyle kavga ediyor. “Önlemleri gevşetin” diye baskı yapıyor.

Türkiye’de de iktidar, salgınla mücadele eden, halka ekmek, gıda, ilaç ve nakdi yardım dağıtan CHP’li belediyelerle mücadele halinde.

Son olarak sokağa çıkmanın yasak olduğu hafta sonu halka bedava ekmek dağıtan Mersin Büyükşehir Belediyesi’nin bu faaliyetini valilik emriyle yasakladı. Mersin Valisi, İçişleri Bakanlığı’nın genelgesine dayanarak belediye başkanlığına ekmek dağıtmanın yasaklandığını bildirdi. Büyükşehir Belediye Başkanı Vahap Seçer de valililiğin yasağını kamuoyuna duyurdu. Seçer, bu yasağa karşılık ekmek fiyatını daha da ucuzlatarak 50 kuruşa düşürdü ve halk ekmek bayilerinden satışa sundu.

İktidar ekmek dağıtımını yasaklamakla da kalmadı, AK Parti Genel Merkezi’nden sert bir açıklama da yapıldı. AK Parti’ye göre belediyenin bedava ekmek dağıtmasının devletteki karşılığı “paralel yapı”ydı.

Ve tabii, “bedava ekmek dağıtarak devlette paralel yapı kurmak” çok tehlikeliydi.

Belediyelerin asli görevlerinden biri olan ekmek dağıtmayı devlete paralel yapı kurma suçlamasına vardırmayı kime nasıl izah edeceksiniz?

Bunun, salgın günlerinde halka hizmet götürmeye çalışan CHP’li belediyeleri engellemek dışında bir izahı olamaz.

İktidarın bu tutumu salgın odaklı olmaktan ziyade seçim odaklı siyaset anlayışını yansıtıyor.

Bir de Zonguldak Valisi var

Garip bir devlet anlayışı sergileyen bir de Zonguldak Valisi Erdoğan Bektaş var.

Zonguldak’ta 137 sağlık çalışanının Koronavirüs kaparak hasta olduğunu açıklayan Vali basın toplantısında şöyle diyebildi:

“Her türlü tedbirin alınmasına rağmen maalesef sağlıkçılarımız kendilerini koruyamadılar. Tüm arkadaşlarımızı uyardık. Bu bizim faturamızı ağırlaştıran olay oldu. Normalde sağlıkçılarımızın bize getirdiği yük olmasaydı bugün belki de geri dönüşü konuşuyor olacaktık.”

Canlarını ortaya koyarak hastaları iyileştirmeye çalışan doktorları ve diğer sağlık çalışanlarını böyle suçlamakla da kalmadı Zonguldak Valisi; aşağılayıcı bir yaklaşımla devam etti:

“Misafirhanede onları misafir ettik. Onlardan ücret almadık. Yemek ücreti de almadık. Ama orada kendi aralarındaki ilişkilerinde yeteri kadar dikkatli olmadıkları için hem kendilerini sıkıntıya soktular hem bizi sıkıntıya soktular. Bunun da artık azalacağını varsayıyoruz. Onlar bizim kahramanlarımız. Kendi hayatlarını ortaya koyan insanlar ama yeteri kadar dikkatli olmayınca sıkıntı yaşıyoruz.”

Vali sanki doktorlara, hemşirelere, diğer sağlık çalışanlarına lütfedip misafirhanede yer açmış. Konaklama parası almamış, üstüne yemek vermiş, ondan da para almamış…

Elbette misafir edecek ve para almayacak. O misafirhane valinin işlettiği otel değil. Adı üzerinde misafirhane…

O misafirhaneler madencinindir. Turistler için değil madenciye hizmet edenler içindir.

Hastanede virüsle burun buruna çalışan sağlık personeli, ailelerine virüs taşımamak için evlerine gitmiyorlar. Sevdiklerinden ayrı kalıyorlar. Çocuklarını görmüyorlar.

Valinin bu özverili çalışmaları karşısında onları el üstünde tutacağına yük olarak görmesi, suçlaması, “bedava yatırıp yediriyoruz” demesi kabul edilebilecek bir devlet adamlığı anlayışı değildir. Vali’nin bu haksız yaklaşımı özürle geçiştirilecek kadar hafif bir olay da değildir.

Öyle anlaşılıyor ki Vali, neden “ve Zonguldak” denildiğini anlayabilmiş değil.

Neden, 30 büyükşehir “ve Zonguldak?”

“Ve Zonguldak” çünkü, yaşamı yerin yedi kat altında kazanan bu kentte sağlıklı kalmak zor, hasta olmak kolaydır. Çünkü, ciğerleri kömür tozuyla dolu olan bu kentte ölmek kolay, yaşamak zordur. Çünkü, bu kentte yaşam uzağınızda ölüm her an yanıbaşınızdadır. Çünkü, bu kentte siren çalınca evlere kaçılmaz, aksine anneler, çocuklar, doktorlar, hemşireler, avukatlar, polisler, zabıtalar herkes kömür ocağının ağzına koşar, ocak kimin cenazesini verecek diye gözyaşları içinde bekleşir.

O cenaze ya babanızdır ya arkadaşınızın babası, ya amcanızdır ya arkadaşınızın amcası, ya abinizdir ya arkadaşınızın abisi ya dayınızdır ya arkadaşınızın dayısı. Acı sizin ocağınıza düşmese de komşunuzun ocağına düşmüştür, ortaktır.

Siz evlerinizde karantina uygularken, maden işçisi kömür ocaklarında çalıştırıldığı ve ciğerleri virüs kapmaya ve ölüme çok açık olduğu için “ve Zonguldak”tır…

Bunun bilincinde olması gereken ilk kişi de Zonguldak Valisi’dir.

https://t24.com.tr/yazarlar/fikret-bila/ekmek-dagitan-paralel-yapi-ve-zonguldak,26299

MADENCİ ÖYKÜLERİ – 3

Değerli okuyucular, şimdi geldik Madenci Öyküleri yazı dizisinin 3. ve sonuncusuna. Bu bölümde de 2 öykümüz var.
   Ama önce ilk iki bölümü okumayanlar için bir küçük hatırlatma yapsam iyi olacak.
   Bu öyküler, meslekte en az 40 yıl hizmet vermiş maden mühendislerinin anılarını toplayıp editörlüğünü yaptığım, ve Maden Mühendisleri Odasının ”Anılarla Madencilik” ismiyle bastırdığı kitabımdan alınmıştır. Genellikle trajik olan madenci anılarının içinden, fazla teknik detayı olmayan, karantina günlerinde sizleri gülümsetebilecek espriler içeren, öykü tadındaki anılardan seçilmiştir.
   İlk öykü 1970’li yıllarda, EKİ Kilimli Bölümünde beraber ocak mühendisliği yaptığımız, yakın arkadaşım ALİ KURŞUN’dan.
   1973 yılında çalıştığım EKİ Karadon Bölgesi Kilimli Bölümünde ocak mühendisi iken, baş mühendisliğimizce ilan edilen nezaretçi (Baş çavuş) yetiştirme kursu ilanı neticesi, odama gelen bir işçi, ”Bey-bey- bey, be-ben-ben nez- nez nezaretçi kursuna kat- kat katılmak istiyorum” dedi. Ben de işçinin kekeme olduğunu anladım ve konuşma zorluğu çektiğini, kendisi için bu kursun zor olacağını ve biraz düşünmesini söyledim.
   Bu arada, çok sevdiğim ve saygı duyduğum baş mühendisimizin de kekeme olduğu o an aklıma gelmedi!
   Bu işçimiz baş mühendisimize giderek, tabi ki kekeleyerek,  ”Bey, ben nezaretçi kursuna yazılmak istiyorum. Ali Beye gittim. Ama o ‘Sen kekemesin, senden nezaretçi olmaz!’ diyor.” diye beni şikayet etmiş.
   Yarım saat sonra baş mühendisimiz beni çağırdı ve kekeliyerek şöyle dedi: ”Ali Bey, bir işçi geldi. Baş çavuş kursuna yazılmak istiyormuş. Şartları tuttuğu halde sen ona ‘Kekemesin, senden nezaretçi olmaz!’ demişsin.”  Ben de; ”Doğru, efendim.” dedim. Bunun üzerine o da; ”A-a-Ali Bey-bey, be-be-ben de kekemeyim. Ke-ke kekemeden ba-ba baş mühendis o-oluyor da; ne-neden ne-nezaretçi olmuyor!” deyince uyandım ve çok utandım. Ve özür diledim.
   Bereket versin baş mühendisimiz çok babacan bir adamdı da hiç kızmadı. Hatta bu işe beraber hayli de güldük.
   Odama döndüğümde, ilk işim o işçiyi nezaretçi kursu listesinin en başına yazmak oldu!
  İkinci ve son öykü meslektaşım MUAMMER VARBİL’den geliyor.
   1966 yılında, İTÜ Teknik Okulu Maden Mühendisliği Bölümünü yeni bitirmiştim.
   Sınıf arkadaşım Yücel Özbaş ile İstanbul Beyoğlu’nda film seyrederken, ”Yücel, biz maden mühendisi olduk, artık çalışalım.” dedim. O da ”Peki, tamam.” dedi.
   Zonguldak‘tan başka yerde çalışma imkanı olmadığı için Zonguldak’a gittik.
   Müdür Bey’in karşısına çıktık. ”Biz ikimiz çok samimi arkadaşız; bize aynı yerde iş verir misiniz?” diye ricada bulunduk. Müdür Bey, ”Hay hay, ikinize bir maaş vereyim de aynı yerde çalışın!” diye bizimle dalga geçti. O an çok mahcup olduğumu hatırlıyorum.
   Zonguldak’ta ben Kozlu Bölgesi İhsaniye Bölümünde, Yücel Bey de aynı bölgenin İncir Harmanı Bölümünde işe başladık..
   Aradan 3 veya 4 ay geçince bana güven geldi, ocağa daha önce nezaretçiler le giderken bu sefer tek başıma gittim. Fakat ocağın içinde yolumu kaybettim. Başımda mühendis bareti olan beyaz baret olduğundan, beni gören işçiler kaçıyorlardı.
    Yeraltının karmaşık yollarında yürümeye devam ederken; karşıdan beyaz baretli birinin geldiğini gördüm. Beyaz baretli ile birbirimize yaklaşınca, bir de baktım bu kişi arkadaşım Yücel Bey! Merhabalaştıktan sonra, hiç bozuntuya vermeden ”Yücel, ben bizim ocağı dolaştım, senin ocaktan çıkalım.” dedim. Yücel Bey de bana, ”Ben de kendi ocağımı gezdim. Gel senin ocaktan çıkalım.” dedi.
   Ben sonunda dayanamadım; ”Yücel, ben yolumu kaybettim, o yüzden senin oradan çıkalım.” dedim. O da ne dese beğenirsiniz? ”Vallahi Muammerciğim, ben de yolumu kaybettim!”
   Sonuçta vardiya sonuna kadar bekledik. Vardiya sonunda, ocaktan çıkan işçileri takip ederek ancak dışarıya çıkabildik!

Koronavirüs ve doğaltaş ihracatı

BİR virüsün dünyayı esir aldığı günlerden geçiyoruz hep birlikte…

Sorun sadece virüs değil tabii. Dünya ekonomisi çok ciddi bir darboğazda…

Hürriyet için sürekli spor sayfasına çalışsak da yalnızca spor değil işimiz.
Bir elimiz de doğaltaş sektörünün üzerinde.
Koronanın vurduğu sektördeki son durumu öğrenmek için önceki gün İstanbul Maden İhracatçıları Birliği’nden (İMİB) ocak-mart dönemine ait istatistikleri rica ettik.
İtiraf etmeliyim ki, rakamlar beni çok şaşırttı.
Öyle ki, Ocak-Mart 2020 döneminde Türkiye’nin doğaltaş geliri sadece yüzde 0.16’lık bir gerileme göstermiş ve 376 milyon 146 bin dolar olarak kayıtlara geçmişti.
Aklıma ilk olarak Ege Maden İhracatçıları Birliği (EMİB) Başkanı Mevlüt Kaya’nın dilinden düşürmediği ‘İnadına üretim, inadına ihracat’ sloganı geldi.
“Bu söz hiçbir zaman böylesine yerine oturmamıştı” diye düşündüm.
Ama rakamlarını dilini yanlış değerlendirmemek için tabloyu bir de İMİB Başkanı Aydın Dinçer’e sormaya karar verdim.
Nasıl olmuştu da doğaltaş sektörü böyle bir dönemde ihracat gelirini en azından geçen yılki seviyede tutmayı başarabilmişti?
***
Başkan Aydın Dinçer, tabloya bütünsel bakmanın yanlış olacağını belirterek girdi söze…
“Blok mermer ile işlenmiş mermer ihracatını ayrı ayrı değerlendirmek gerek. Ocak ayında henüz virüsün etkisi söz konusu değildi. Hem blok, hem de işlenmiş ürün ihracatında artış söz konusuydu. Krizin etkisini tüm sektörlerden önce, şubat ayından itibaren sert bir şekilde hissetmeye başladık. Virüs, blok satışında en büyük müşterimiz olan Çin’le aramızdaki ticareti durma noktasına getirdi” dedi.
Rakamları biraz detaylı incelediğimizde de bu durum net bir şekilde görünüyor.
Blok pazarında 3 aylık bilanço, geçen yılın aynı dönemine oranla yüzde 19.43’lük gerilemeyi gösteriyor.
Başkan Dinçer, bloktaki sıkıntının genel rakamlara neden yansımadığını ise, “Şubat ayında virüs henüz Avrupa, ABD ve Körfez ülkelerine sıçramamıştı ve işlenmiş ürün pazarımız genel tabloyu ayakta tuttu. Mart ayında da İtalya’da sıkıntılar artmasına karşın henüz ABD ve Arap pazarı sayesinde işlenmiş ürün satışlarımız devam etti. Ancak, nisan ile birlikte yeni bir dönem başladı. Artık virüsün merkezi ABD ve Avrupa. Ayrıca, Arap ülkelerinde de sokağa çıkma yasakları söz konusu. Gümrükler kapalı. Yani genel tabloda blok pazarındaki sıkıntıyı işlenmiş ürün pazarıyla dengelememiz söz konusu olamayacak” diye özetliyor.
Sonuç mu?
Kötü günler geride kaldı, korkarım ki, daha kötüleri bizi bekliyor!

https://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/hasan-ercazip/koronavirus-ve-dogaltas-ihracati-41492550

 

Altın taşıyanlar, taş taşıyanlar

Altın taşıyanların Başbakanı açıklama yapıyor:

– Koronavirüs salgınıyla mücadele için 728 milyon dolar ayırıyorum.

– Parayı düşünmeyin, işimi kaybeder miyim diye korkmayın.

– Siz sağlığınızı düşünün, para bizim işimiz.

– Koronavirüs salgını nedeniyle gelirini kaybeden vatandaşlarımıza dört ay boyunca 2 bin dolar (10.000 TL) aylık maaş vereceğim.

– İşleri duran küçük işletme sahiplerine de para yardımı yapacağım.

– Hiçbir vatandaşımız bu zor zamanlarda kirasını ödemek ya da yiyecek satın almak konusunda endişelenmemeli.

– Size destek için 83 milyar dolar ayırdım. Bu da milli gelirimizin ancak % 3’üdür. (Kanada Devlet Başkanı Justin Trudeau).

Toprak taşımaya layık görülenlere açıklanan koronavirüs paketi ise açıklanan bu desteğin yanında çok küçük kalmıştır.

Zira yapılan yardımların bir kısmı, verilen iban numaraları ile toplanan yardım paralarından geri kalan da, eğer bu krizden çıkılırsa vergi, ceza ve zam yoluyla tekrar halktan çıkarılacaktır.

Peki, altın taşıma, taş taşıma ne alaka diyeceksiniz, sizleri çok değil yaklaşık 8 ay evvele götüreceğim.

Kanadalı maden şirketi Alamos Gold’un CEO’su John McCluskey geçtiğimiz yıl ülkesindeki bir televizyon kanalına demeç vermişti.

CEO’nun açıklamasına göre Balıkesir kaz dağlarında 3 milyon ons altın bulunmuş. Değeri 4 milyar dolar yani 22 milyar 640 milyon lira. Yaptıkları yatırım sadece 100 milyon dolar. “Üretime 2020 yılında başlayacağız ve 15 sene sürecek. TL’nin değer kaybetmesi maliyetleri düşürdü. Yabancı işçi çalıştırmıyoruz. Türkler taş taşımakta çok iyiler” ifadelerine kullandı.

Evet, Kanadalılar kendi ülkelerdeki kaynakları kullandıkları gibi, kilometrelerce uzaklıktaki devletlerin kanunlarındaki boşlukları değerlendirerek, ülkemizin altınlarını Kanada’ya taşıdıklarından dolayı elbette böyle bir paket açıklayacaklar.

Ey Türk milleti, sen “Lozan’da gizli madde var maden çıkaramayız” yalanına inanır ve taş taşımaya devam edersen, elin yabancı şirketi kilometrelerce öteden gelir senin olan altını ülkesine götürür ve doğal olarak halkına da böyle bir paket açıklar.

Biz Türkler hazine üzerinde oturan dilenciler gibiyiz. AKP döneminde 14 kez değişen maden yasası ile çıkan madenin %98’i çıkaran şirkete, % 2’si ise devletimize kalacak, bu taksimi kurt bile yapmaz.

Mustafa Çınkı, “Rant Lordları” kitabında ülkemizdeki yeraltı kaynaklarının nasıl küresel güçler tarafından ele geçirildiğini detayları ile anlatıyor:

“Rio Tinto- 30 Maden Arama Ruhsatı

Cominco- 190 Maden Arama Ruhsatı

Yamas- 233 Maden Arama Ruhsatı

Tuprak- 63 Maden Arama Ruhsatı

Geomar- 3 Maden Arama Ruhsatı

Omya- 85 Maden Arama Ruhsatı

Normandi- 149 Maden Arama Ruhsatı.”

Bu firmaların yanında Magnezit, Eldorado, Anatolia Minerals, Odysf Resources, BHP madencilik, Norando, Knauf gibi yabancı firmalarının da ruhsatını aldığı maden yataklarının toprak ölçümü 400.000 kilometrekareyi aşmış durumda.

Yani topraklarımızın yarısından fazlası bugün maden ruhsatı adı altında küresel firmaların kontrolünde bulunmaktadır.

Türkiye üretim yapılabilecek nitelik ve nicelikteki 50 çeşit maden türüyle maden rezervleri bakımından belki de dünyanın en zengin ülkesidir.

Ülkemizdeki madenlerin değerinin 3 katrilyon dolar olduğu hesaplanmaktadır. Bu kaynakların birkaç milyar dolar karşılığı küresel güçlere devredildiği düşünüldüğünde, ülkemizin nasıl bir kuşatma ile karşı karşıya olduğu daha iyi anlaşılacaktır.

Ey Türk milleti, bu madenler sana kurtuluş savaşını yapan ecdadının emanetidir.

Prof Dr Haydar Baş, seçim beyannamesinde “ben bu madenleri önce devletleştireceğim sonra %51 hissesi devletin %49 hissesi vatandaşın olmak üzere şirketler kuracağım, seni bu madenin ortağı yapacağım, devlete kalan gelir ile de vatandaşlık maaşı vereceğim” demişti ama sen Haydar Hoca’yı dinlemedin. Sana taş taşımayı layık görenlerle beraber oldun

Gelin artık bu inattan vazgeçelim. Rusya ve Çin gibi biz de Sezar’ın hakkını Sezar’a verelim ve kurtulalım.

MADENCİ ÖYKÜLERİ – 2

Bir önceki yazımda söz verdiğim gibi, bu gün madenci öykülerinin 2. bölümünü yazacağım.
   Önce 1. bölümü okumayanlar için hatırlatmada bulunsam iyi olacak.
   Bu öyküler, meslekte en az 40 yıl hizmet vermiş maden mühendislerinin anılarını toplayıp, editörlüğünü yaptığım ve ”Anılarla Madencilik” adıyla Maden Mühendisleri Odası tarafından bastırılan kitabımdan alınmıştır. Genellikle trajik olan madenci anılarının içinden sizleri gülümsetebilecek, nispeten komik sayılabilecek, adeta kısa öykü (anekdot) tadındaki anılardan seçilmiştir. Amaç, evlerde hapis olduğunuz bu kara günlerde sizlere biraz hoşça vakit geçirtebilmek..
    Bu bölümde üç öykümüz var. Birinci öykü  İLTAN ÖKTEM’den.
   1988 yılında, DSİ Genel Müdürlüğü adına sondaj makinaları satın alımı için, Almanya’ya bir teknik gezi düzenlenmişti. Gezimizin tercüman ve ekip şefi Almanca bilen, 2000 yılında kaybettiğimiz, burada saygı ve rahmetle andığım, maden mühendisi ve ilk sondajcılardan Sayın Fehmi Koç idi.
   Fabrikaları ziyaret ederken ve gezinin tanışma faslında, fabrika yetkilileri bize bilgi veriyor, sohbet ediliyor ve karşılıklı fıkralar anlatılıyordu.
   Bir gün, yine bir fıkra anlatma faslında, Alman yetkili bir fıkra anlattı ve Fehmi Koç’un bize tercüme etmesi için sözü ona verdi. Koç, tercümeye başladı. Biraz anlattı. Fakat espriyi herhalde anlayamamıştı. Bize tam olarak anlatamayacağını anlayınca; ”Bana bakın” dedi. Ardından, ”Ben fıkrayı anlayamadım. Şimdi sizlerden anlamış gibi müthiş bir kahkaha bekliyorum. Beni rezil etmeyin!” dedi.
   Bizler öyle bir kahkaha patlattık ki Alman yetkili mest! O bizden daha yüksek sesle kahkahalar atıyor, bize bakıp gülüyor, biz ona bakıp gülüyoruz. Böylece kahkaha krizine girip dakikalarca güldük.
   Bu vesile ile Alman yetkilinin fıkrasından daha güzel ve sıcak, yeni bir fıkra doğmuş oldu!
   İkinci öykü de YENER CANDER’den.
   40 yıllık meslek hayatımda şüphesiz ki çok olaylar gördüm, çok anılarım oldu. Bunlardan birini paylaşmak istiyorum.
   1970’li yılların sonlarında sanayi ve teknoloji müdürüydüm. O tarihlerde Maden İşleri Genel Müdürlüğünün illerdeki görevlerini bizim daire yapıyordu. Ruhsat müracaatları, şikayetler ve ihbarlar ile ilgili faaliyetleri biz yürütüyorduk.
   Bildiğiniz gibi, 6309 Sayılı Maden Kanununa göre, henüz koordinat ile ruhsat müracaatı yapılamadığından, ruhsat sınırları arazide mevcut sabit noktalar ile belirleniyordu. Nirengi noktaları olarak; hükumet konağı, cami, türbe, çeşme gibi sabit yerler ruhsat sahasının sınırlarını belirliyordu.
   Mücavir (yan, bitişik, komşu) 2 krom sahasından birinin sahibi, komşu ruhsat sahibinin kendi ruhsat sahasına tecavüz ederek buradan krom üretimi yaptığını ve bunun durdurulmasını istedi. Biz de yanımıza bir harita mühendisi de alarak ruhsat sahasına gittik.
   Ölçümleri yaptık. Sınırı bir türbe belirliyordu. Şikayet edilen şahsa, üretimin tam sınırda olduğunu ve bundan sonra diğer sahaya geçeceğini, bu nedenle o yöne doğru daha fazla üretim yapmamasını ve türbeyi geçmemesini söyledik. Ve oradan ayrıldık.
   Aradan iki ay gibi bir zaman geçti. Yine aynı şikayet yapıldı. Tekrar sahaya gittik.
   Yaptığımız ölçümlerde türbenin 200 metre kadar diğer sahaya taşındığını, ruhsat sınırı bu türbe noktası olduğu için buna göre üretimin kaçak olmadığını; ancak, türbenin ilk yerine göre de kaçak üretim olduğunu belirledik.
   Kaçak üretim yapan ruhsat sahibine, ” Senin ruhsatının sınır noktası türbenin eski yeri idi. Ama sen türbenin yerini değiştirmişsin. Niye yaptın?” diye sorduğumda; ”Müdür Bey, bu türbede yatan zat Allah’ın bir evliyası, ermiş bir insan. Kendisi yer değiştirmişse ben ne yapabilirim. Demek ki ruhsat alanımı büyütmek istemiş!” dedi.
   İşte bizim bazı madencilerimiz böyle pratik çözümler de üretebiliyor!
   3. öykü öykü de ORHAN ÇAKIR kardeşimizden.
   1970-1972 yıllarında, TKİ Tunçbilek Açık Ocaklar baş mühendisi olarak çalıştığım dönemde idi.
   Merkezden uzak bir panoda çalışan bir dozer operatörüne yapacağı işi anlattım ve iş yerine gönderdim. Bir iki saat sonra kontrol için oraya gittim. Gittiğimde dozerin çalışır vaziyette olduğunu ama hiçbir iş yapılmadığını gördüm. Operatöre kızarak fırçaladım ve oradan ayrıldım.
   Aynı panoya 1-2 saat sonra tekrar gittiğimde, operatör beni uzaktan görünce, kızacağımı bildiği için, namaz vakti olmamasına rağmen namaza durdu. Ben de başında durdum ve namazın bitmesini bekledim.
   Ancak aradan 20 dakika geçtiği halde namaz bir türlü bitmek bilmiyordu! Ben de, aklınca kurnazlık yapan operatörün kafasını ellerimle tutup, bir sağa bir sola döndürdüm ve ”Hadi namaz bitti!” diyerek selam verdirdim. Namaz da böylece bitmiş oldu!
   Sonra da hesap sorma faslı başladı tabii ki!

Madenci Öyküleri

Değerli okuyucular, sabah akşam koronovirüs dinlemekten veya okumaktan artık yorulduk. Halbuki hayat devam ediyor ve hayatta başka şeyler de var. Bu nedenle, bu günkü yazımda sizleri koronavirüs karamsarlığından kurtarıp, bir nebze de olsa gülümsetecek, daha değişik ve eğlenceli şeyler yazmak istiyorum.
   Bu arada, aslında profesyonel bir yazar veya gazeteci olmadığımı, yazılarımı sizlerle bir şeyler paylaşmak amacıyla amatörce yazdığımı da hatırlatmak istiyorum.
   Evet, şimdi gelelim asıl konumuza. Bu günkü yazımda benim hazırladığım ve editörlüğünü yaptığım,  Maden Mühendisleri Odasının ”Anılarla Madencilik” ismiyle yayınladığı ikinci kitabımdan alıntılar yapmak istiyorum. Bu kitapta mesleğinde en az 40 yıl hizmet vermiş maden mühendislerinin her biri ders niteliğinde  anıları var. Hatırlarsanız daha önce yine bu kitaptan aldığım bir anıyı Papila’nın İkramiyesi başlığı ile yazmıştım ve çok da beğenilmişti. Biraz da bundan cesaret aldığımı söylemeliyim.
   Kitaptaki 143 anının büyük bir çoğunluğu ancak madencilerin anlayabileceği teknik konularla ilgili. Sizlerin de çoğunuz madenci olmadığınıza göre, doğal olarak fazla teknik detayı olmayan anıları aktarmak istiyorum. Tabii ki madenci anıları genellikle trajiktir. Ama ben bu kara günlerde sizlerin, özellikle evlerde hapis olanlarınızın  komik şeyler okuma ihtiyacında olduğunuzu bildiğim için, kitapta sadece 6 tane bulabildiğim öykü tadındaki anıları sizlerle paylaşmak istiyorum.. Bu konuyu ikişer öykülük  3 bölümde ele almayı düşünüyorum. Bu bölüm 1.cisi..
   İlk öykü, çoğunuzun tanıdığını düşündüğüm, TTK eski genel müdürü, kadim dostum Rıfat Dağdelen’den geliyor..
   EŞŞEDÜEEEN!
   ” 20 Mart 1972 tarihinde, o zamanki ismiyle Ereğli Kömürleri İşletmesi Müessesesi (EKİ) Karadon Bölge Müdürlüğü’nün Karadon Bölümünde ocak mühendisi olarak göreve başlamıştım. Sorumlu olduğum ocakta 250 işçi, 17 nezaretçi (Maden başçavuşu) çalışıyordu. Ocağın günlük üretimi ise 500 ton civarında idi.
   Çalıştığımız kömür damarının ismi Karamanya idi ve oldukça dik meyilli bir damardı.
   Bir gün vardiya sorumlusu olan nezaretçi ile Karamanya damarının içinde hazırlanan 120 metre boyundaki ayaktan (Benim notum: Ayak, kömür damarı içinde üretim yapılan uzun ve dar alan. Burada damar çok meyilli olduğu için ayak da oldukça meyillidir.) aşağı iniyorduk. Ayağın üst tarafında işçiler kömür kazıyordu. Biz ayaktan aşağıya ininceye kadar, yaklaşık 15 dakika aşağı kömür akıtmamalarını işçilere tembihlemiştik.
   Ayağın dip kısmına indiğimizde, çıkış yolunun kapalı olduğunu gördük. Ayak dip yolundaki kömür nakliyatı geciktiği için yukarıdan gelen kömür çıkış yolunu doldurarak kapatmıştı. Çıkış yolunun açılmasını beklerken, bizim 15 dakika dolmuş ve yukarıdaki işçilerin kazdıkları kömür üstümüze doğru akmaya başlamıştı. Nezaretçi ile domuz damlarının (Benim notum: Domuzdamı, kömürün kazılması nedeniyle meydana gelen boşluğun üzerindeki taş veya kömür tabakalarını çökmesini önleyen bir nevi ağaç tahkimat) arasındaki küçük boşluğa sığındık. Nezaretçi yukarıdaki işçilere çalışmayı durdurmaları için bağırıyordu ama basınçlı hava ile çalışan kömür kazı makinalarının takırtısından sesini duyurması mümkün olmuyordu.
    Bu arada, ayağın arkasında kalan boşluğun üzerindeki tavan göçmeye başladı. Bu göçmenin sebep olduğu gök gürlemesini andıran sesten ve meydana gelen yoğun tozdan bayağı ürkmüştük.
   Bu arada nezaretçi ”Eşşedüeeen, eşşedüeeen!” diye bağırmaya başladı. Ben de herhalde burada kapana kısıldık, nezaretçi ölüm korkusu ile Kelimeyi Şahadet getiriyor diye düşündüm. Fakat ben de çok korktuğum halde, mühendis korkuyor demesin diye de renk vermemeye çalıştım.
   Bu korku dolu dakikalardan bir müddet sonra, dip kısma vagonlar gelip kömürü aşağı çekmeye başlayınca, çıkış yolu açıldı ve biz de ayak dibine inebildik.
   Aynı nezaretçi ile daha sonraki ocak gezilerinde ”Eşşedüeeen”in anlamını öğrendim. Meğerse, Zonguldak şivesi ile, ”Aşağıdan!” diye bağırıyormuş. Aşağıdaki işçilere, madenci jargonu ile, ”Buradayız, çıkış yolunu açın.” demek istiyormuş!
   İkinci öykü de, yine EKİ’de uzun yıllar çalışmış, Çetin Çultu ağabeyimizden..
   GÜL KOKULU LAĞIM (Lağım:Yer altı işletmeciliğinde, taş içinde açılan galeri, tünel)
    Zonguldak EKİ Müessesesi Gelik Bölümü ocağında, 1962’de maden mühendisi olarak işbaşı yapmıştım. Yeraltı iş yerlerini denetleme yaptığım bir gün, ocak şefi olan nezaretçiye ”- 50 katındaki lağımın son durumunu görelim.” dedim.
   Ocağa indikten sonra çalışılan yere yaklaştıkça, havada belirgin bir gül kokusu vardı ve giderek de artıyordu.
   Çalışanları yemek molasında bulduk. Beş işçi yere serdikleri eski tarihli bir gazete üzerine işletmenin verdiği kumanyalarını açmışlar, evlerinden getirdikleri yemekleriyle beraber yiyorlardı. Sırayla ortadaki tasın içine ekmek doğranmış pembe şerbeti kaşıklıyorlardı.
   Adet üzere, ”Bereketli olsun” dedikten sonra biz de buyur edildik.
    ”Ustalar, bu güzel sofrada gül kokusu kokluyorum. Gül de görünmüyor, sırrınız nedir?” dedim.
   Şef de dahil, işçiler arasında utanmakla karışık gülümsemeler oldu. İşçiler birbirine bakarak sanki ”Sen söyleyiver” der gibiyken, ocak şefi, ”Bey, bunlar çalışırken terliyorlar. Lağımın esintili serin havasında kendilerini üşütüp sık sık öksürüyorlar. Doktordan aldıkları öksürük şurubunu ocağa getirip, sulandırıp, hoşaf yapıp içine ekmek doğrayarak kaşık kaşık içiyorlar. Boğazlarına pek de iyi geliyormuş gül kokulu şurup!” dedi.
   Pratik zekalarına hayran olmuştum. İşletme doktoruna anlattığımda gülmekten kırılmıştı.

Kömür işçileri Covid 19’dan korunmalı!

Madencilik zor meslektir.

Çalışma koşulları son derece ağırdır. Toz, rutubet, gaz, gürültü, karanlık hiç eksik olmaz. Tüm bunların ortasında ve çoğunlukla beden gücüyle dünyanın en zor, en tehlikeli mesleği yapılır.

Böyle olunca, madencinin meslek hastalıkları da saymakla bitmez.

Ama madencinin asıl kâbusu, solunum sistemi hastalıklarıdır. Özellikle kömür madencisinin.

Kömür ocaklarında çalışan, yıllarca kömür tozu, gaz ve kimyasal madde soluyan madencilerin ciğerleri, yaşamları boyunca büyük risk altındadır. Nefes darlığı, astım, kronik bronşit, pnömokonyoz, silikozis, kronik obstrüktif akciğer hastalığı (KOAH) ve akciğer kanserleri kömür madencileri arasında yaygındır. Bu hastalıklar çalışma sırasında görülebildiği gibi, iş bırakıldıktan yıllarca sonra da ortaya çıkabilir.

MADENCİLER EN BÜYÜK RİSK GRUBU

Çin’in Wuhan şehrinde başlayan ve CoVID-19 olarak adlandırılan virüs salgını tüm dünyayı kasıp kavurmakta. Bu satırların yazıldığı sırada toplam vaka sayısı 1 milyonu, salgından ölenler ise 50 bini geçmişti. Türkiye’de ise yaklaşık 18 bin vaka ve 350’nin üzerinde ölüm saptanmıştı. Hem dünyada hem ülkemizde vaka ve ölüm sayılarının çok daha fazla olması bekleniyor.

Dünya Sağlık Örgütü’nün raporlarına göre ölüm vakaları çoğunlukla ileri yaştakilerde ve özellikle kronik akciğer hastalıkları başta olmak üzere hipertansiyon, diyabet, kardiyovasküler hastalık ya da kanser gibi hastalıkları olan bireylerde görülüyor.

Solunum sistemindeki zayıflık, hem enfeksiyon ihtimalini artırmakta hem enfeksiyon olduğunda hastalığın çok daha ağır seyretmesine yol açıyor.

Dolayısıyla halen çalışıyor ya da işi bırakmış olsun, kömür madencileri CoVID-19 karşısında en büyük risk gruplarından birini oluşturuyor.

TTK DURDURDU, TKİ HALA ÜRETİYOR

Birkaç gün önce Türkiye Taşkömürü Kurumu Covid-19 salgını nedeniyle kömür üretimini tamamen durdurdu. Buna göre, yeraltında sadece ocakların güvenliğini sağlamak amacıyla bakım ya da kontrol işleri yapılacak.

Bu karar doğrudur. İlgili kurum, çalışanlarının risk altında olduğunu bilerek bu kararı almıştır.

İyi ama kamu kurumu böyle bir karar alırken, Zonguldak Havzası’ndaki özel maden işletmelerinde üretim neden devam ediyor? Doğrusunu isterseniz, havzadaki kamu çalışanları gibi özel sektör çalışanları da hem kendileri hem de çevreleri bakımından risk taşımaktadır. Dolayısıyla, özel firmaların da Türkiye Taşkömürü Kurumu’nun yaptığı gibi üretimlerini durdurması yerinde olacaktır.

Dahası, kömür üreten bir kamu kuruluşu Zonguldak’ta üretimini durdururken diğer bir kamu kuruluşu olan Türkiye Kömür İşletmeleri Kurumu ve bu kurum adına üretim yapan özel firmalar üretimlerini sürdürmeye devam etmektedir. Zonguldak Havzası’nda tespit edilen risk, ülkedeki tüm kömür madenlerinde çalışanlar için aynı düzeydedir. Dolayısıyla aynı tedbirler ülkedeki bütün kömür işletmeleri için alınmalıdır.

ZONGULDAK’TAKİ KÖMÜR KRİTİK DEĞİL

Elbette salgına ilişkin alınacak tedbirlerin, ülkenin ekonomik hayatının felce uğramasına yol açmaması gerekir. Salgın sırasında vatandaşların ya da ekonominin temel ihtiyaçları karşılanabilmelidir. Enerji de bu temel ihtiyaçlar arasındadır.

Bununla birlikte Zonguldak Havzası’nda üretilen kömürlerin Türkiye’nin toplam enerji ihtiyacına olan katkısı neredeyse binde 4 ile ihmal edilebilir bir noktadadır. Buradaki kömürlerle beslenen tek elektrik santralinin çalışması, baca filtresi olmadığı için bu yılbaşında durdurulmuştur. Havzadaki diğer elektrik santralleri ise ithal kömür yakmaktadır.

Dolayısıyla havzadaki kömür üretimi Türkiye ekonomisi için kritik olabilecek bir noktada değildir.

Zonguldak Havzası dışındaki kömürlerin ise yüzde 80’ine yakını elektrik üretiminde kullanılmakta ve ülke elektrik ihtiyacının yaklaşık yüzde 12’si bu kömürlerden karşılanmaktadır. Bunun dışında, ülke sanayiinin sadece yaklaşık yüzde 4’lük bölümü, ısınma ihtiyacının ise yaklaşık yüzde 6’sı yerli kömür kullanmaktadır.

Ekonomik durgunluğa bağlı olarak elektrik talebinin düşmekte olduğu, diğer yandan önümüzdeki günlerde havaların ısınmasıyla yakacak amaçlı kömüre olan ihtiyacın da gerileyeceği dikkate alındığında, yukarıda değinilen talebin kontrollü olarak karşılanabilmesi mümkündür. Dolayısıyla yerli kömür üretimlerinin kontrollü şekilde ve öncelikle yeraltı işletmelerinden başlayarak azaltılması, işçilerin ücretli izne çıkarılması ve bu dönemde elektrik üretiminde yerli kömür yerine diğer kaynaklara öncelik verilmesi uygun olacaktır.

KÖMÜR İŞÇİLERİ KONTROLDEN GEÇİRİLSİN

Hiçbir şey sağlıklı yaşamdan daha değerli değildir. Yeraltı kömür işletmecileri için daha geçtiğimiz günlerde yeni bir teşvik kararının yayınlandığını biliyoruz. Bununla birlikte, içinden geçtiğimiz günler teşvik düşünme değil, çalışanlara sahip çıkma zamanıdır. Özel sektör kömür işletmecilerinin kamuyla yaptıkları taahhütler ise dondurulmalı ve bunlardan kaynaklanan borçları ertelenmelidir.

Kömür madenleri enfeksiyonların yayılması bakımından en uygun ortamlardır. Bu nedenle, Zonguldak Taşkömürü Kurumu’nun aldığı önlemlerin ülke genelindeki tüm kömür işletmelerine yaygınlaştırılması en doğrusu olacaktır.

Son söz de halk sağlığı yetkilileri için: Ülkemizde bugün kömür madenciliğinin yoğun olarak yapıldığı belirli bölgeler bulunmaktadır. Bunlar arasında; Zonguldak Havzası, Manisa-Soma, Kütahya-Tavşanlı, Muğla-Yatağan-Kemerköy-Yeniköy, Ankara-Çayırhan, Trakya, Bursa-Orhaneli, Çanakkale-Çan, Bolu-Göynük, Balıkesir, Çorum, Amasya, Kahraman Maraş-Elbistan, Şırnak öne çıkmaktadır. Bu bölgelerdeki kömür işletmelerinde çalışanların sayısının 60 bin civarında olduğu tahmin edilmektedir. Dolayısıyla halen çalışıyor ya da işi bırakmış olsun bu bölgelerdeki kömür madencilerinin tespit edilerek kontrolden geçirilmeleri ve izolasyona tabi tutulmaları uygun olacaktır.

Ankara/Nisan 2020

Not: Bu yazı yayına hazırlandıktan sonra, Zonguldak Havzası’nda faaliyet gösteren özel sektör kömür işletmelerinin de tedbir amaçlı olarak kömür üretim faaliyetlerini durdurduğu bilgisi alınmış, ancak tam olarak teyit edilememiştir.

Kaynak: Kömür işçileri Covid 19’dan korunmalı! – Dr. Nejat TAMZOK

COVID-19 SALGINI ve DÜNYA MADENCİLİĞİ

COVID-19 SALGINI ve DÜNYA MADENCİLİĞİ

Nadir AVŞAROĞLU

Dünya Sağlık Örgütü COVID-19 koronavirüs salgını pandemi salgını ilan etti. Bu yazıyı kaleme aldığım 27.03.2020 tarihinde teyit edilmiş 554.000 vaka ile nerede ise tüm dünyaya yayılmış bir salgın söz konusu. Bu durum tüm ekonomik unsurları ve sanayi alanlarını doğrudan etkiliyor ve giderek küresel bir durgunluğa doğru yol alıyor. Böylesine bir durumda, birçok madencilik şirketi COVID-19 salgınlarından etkilenmiş ve küresel kısıtlamalar, bazı madencilik projelerinin yavaşlatılması ve hatta kapatılması gibi önlemleri almış görünüyor.

2020 yıl başında, küresel ekonominin en büyük 20 madencilik şirketi ile yapılan bir araştırmada madenciliğin geleceğine dair olumlu sinyaller mevcuttu. Uzmanlara göre yıl içinde yaklaşık %11’lik bir sermaye artışı öngörülüyordu. Dünyanın önde gelen 20 madencilik şirketi 2019 yılında sermaye harcamalarını %12 büyüyerek 49,1 milyar ABD dolarına ulaşmıştı. Bu rakam 2018’deki kadar önemli olmasa da (+%20), 2016 ve 2017 yıllarından daha iyi ve bir toparlanma çizgisini ifade ediyordu.

Dünyanın önde gelen madencilik şirketlerinden Rio Tinto için, 2019’dan 2020’ye kadar 500 milyon dolarlık bir sermaye artırımı oluşmuştu. Yine madencilik devlerinden Vale şirketi de 2020’den 2021 yılına kadar 5 milyar dolarlık bir yatırım planlandığı ve 2019 yılında 4 milyar doların biraz üzerinde bir harcama ile yaşanan son kazalardan sonra atık barajlarının kullanımını azaltmak için önemli yatırım yapılmıştı. Bu yıl, diğer önemli küresel madencilik kuruluşlarından Anglo American, BHP ve Glencore ile birlikte, ilk beş tarafından 30 milyar ABD dolarının üzerinde sermaye harcaması bekleniyordu. Dünyadaki tüm madenci şirketler, virüsün faaliyetlerini etkilememesi için her türlü önlemi alırken salgının giderek yayılması bu yıl madencilik sektöründeki sermaye yatırımlarını oldukça etkileyeceği düşünülmektedir.

PANDEMİ, ÜLKELER VE MADENCİLİK

Başkan Donald Trump ve Reuters tarafından 19 Mart 2020 tarihinde Kongre liderlerine gönderilen bir mektuba göre, ABD kömür endüstrisini oluşturan madencilik firmalarına koronavirüs salgınından kaynaklanan ekonomik sıkıntıların aşılması için kapsamlı bir mali paket açıkladı. Bu paket salgından etkilenen kömür endüstrisini ayakta tutmak ve minimum zararla bu süreci atlatmak için bir dizi önlem ve destekleri içermekteydi. Yayınlanan mektupta Ulusal Madencilik Derneği, Trump, Temsilciler Meclisi Başkanı Nancy Pelosi ve Senato Çoğunluk Lideri Mitch McConnell’den “kömür şirketlerinin faaliyetlerini sürdürmek için ihtiyaç duydukları nakit akışına erişmesini” isedi.

Salgın, Kanada’da da madencilik faaliyetlerini etkiledi. Başbakan François Legault’un ticari faaliyetleri kısıtladığı duyurusundan sonra Quebec’teki madenlerin birçoğu durum değerlendirmesi yaptı.  Bu açıklamadan sonra (09.03.2020) büyük madencilik şirketleri birbiri ardına operasyonlarının azalacağını doğruladılar. Rouyn-Noranda’daki madenin geçen Cuma (13.03.2020) günü durma noktasına geldikten sonra, hafta başı Éléonore madeni de faaliyetlerini askıya alan ilk büyük maden oldu. Bu gelişmelerden bir hafta sonra benzer bir duyuruyu facebook sayfasından Kanada Malartik maden işletmesi de yaptı. Eldorado Gold, Agnico Eagle, Iamgold, Hecla Quebec ve Kanada Malartik maden işletmeleri ortak bir duyuru ile faaliyetlerine 13 Nisan 2020 tarihine kadar ara verdiklerini duyurdular.

 

Çin dışındaki virüs salgınından en çok etkilenen İtalya’da, şu anda yürürlükte olan ulusal olağanüstü halin Alta Zinc’in İtalya’da bulu nan ve amiral gemisi olarak nitelendirdikleri projelerini askıya almalarına neden oldu. İtalya’daki mevcut gidişin 16 Nisan’a kadar devam etmesi planlanıyor, ancak İtalyan yetkililer kilitlemenin gerekirse genişletilebileceğini kabul ediyor. Bir diğer Avrupa ülkesi olan Portekiz’de de Lundin Mining şirketi tarafından yürütülen Çinko Genişleme projesinin geçici bir süre ertelendiği ve virüs salgınının sona ermesinin ardından ele alınacağı bildirildi.

Benzer bir durum Güney Afrika’da da yaşanmakta. Ülkenin ve Dünyanın en büyük platin grubu Sibanye-Stillwater, manganez, krom ve büyük altın üreticisi şirket katkısı, COVID-19’un yayılmasını yavaşlatmak için üç haftalık bir “kilitlenme”ye gittiğini duyurdu. Şirket uzun zamandır, Londra Metal Borsası (LME) aracılığı ile dünyadaki altın, platin ve paladyum fiyatlarını kontrol ederken, virüsün etkisi ile artık kendi madenlerinin sabit maliyetlerini ve kar marjlarını kontrol etmek durumu ile karşı karşıya. Cumhurbaşkanı Cyril Ramaphosa 23 Mart tarihinde yaptığı açıklamada; yaşanan bu durumun 16 Nisan’a kadar süreceğini ve bu durumda Güney Afrika’da birçok işletme gibi ülkenin en önemli sektörlerinden madencilik firmalarının da etkileneceğini belirtti. 2019 rakamlarına göre Güney Afrika’da madencilik sektörü 450.000 kişiyi istihdam etmekte ve yine Güney Afrika madencilik sanayine bağlı çalışan çok sayıda tedarik ve hizmet işini de desteklemektedir.

COVID-19 salgınından Afrika’daki madencilik faaliyetleri de nasibini alıyor. Endeavor Mining, bu hafta, şirketin Burkina Faso’daki Houndé madenindeki bir işçisinin COVID-19 testinin pozitif çıktığını bildirdi. Şirket, bazı işçilerin, bu çalışanla etkileşime girdikten sonra önlem olarak ilgili işletmesini karantinaya alındığını söyledi. Şirketten yapılan açıklamada salgının dünyaya yayılmasının ardından belirli zamanlarda çalışanlarına test uygulandığı ancak, bu çalışanın daha önce enfekte olduğunun tespit edilmediği belirtildi. Bu gelişmelerin ardından Endeavor Mining şirketi Burkina Faso ve Fildişi Sahili’ndeki tesislerine gelen tüm çalışanlar veya yükleniciler için 14 günlük zorunlu bir karantina dönemi uyguladı. Gana’daki AngloGold Ashani şirketi de Obuasi altın madenindeki bir işçinin testinin pozitif çıktığını ifade etti. Bu gelişmenin ardından Gana’daki birçok madencilik firması güvenlik önlemlerini artırdı ve tüm gerekli olmayan personelin evden çalışması konusunda uygulamalar başlattı.

Lundin Mining’in Şili’deki Candelaria madenindeki bir çalışanında testin pozitif çıkması üzerine Şişi’de ve diğer birçok ülkedeki madencilik faaliyetlerinde önemli tedbirler alınacağı açıklandı. Peru Ulusal Madencilik, Petrol ve Enerji Derneği (SNMPE), üye şirketlerinin çoğunun COVID-19’un yayılmasını sınırlamak için personelinin %75’ini madencilik alanlarından tahliye ettiğini açıkladı.

Virüs salgını nedeni ile Dünyada yaşanan madencilik faaliyetlerinin kısıtlanmasının dışında, madencilikle ilgili birçok etkinlik de bu durumdan nasibini aldı. Bu etkinliklerin başında madencilik fuarları ve bilimsel kongrelerde yer alıyor. Örneğin ilk olarak yapılması planlanan ve Moğolistan’ın en büyük uluslararası madencilik ve petrol fuarı olan Moğolistan Madencilik-2020, ilk olarak 8-10 Nisan 2020 tarihlerine daha sonra da belirsiz bir tarihe ertelendi. Benzer bir şekilde Nunavut Madencilik Sempozyumu Derneği, COVID-19’un yayılmasıyla ilgili endişeler nedeniyle 30 Mart-2 Nisan tarihleri arasında gerçekleştirmeyi planladıkları Bilimsel Madencilik Sempozyumunu iptal etmeye kararı verdi.

MADENCİLİK ŞİRKETLERİ ve VİRÜS SALGINI

Dünyada yaşanan bu süreçte küresel madencilik devleri Rio Tinto, BHP ve Anglo American, koronavirüs ile ilgili kısıtlamalar nedeniyle üretimde yavaşlamalar olduğunu bildirdi. Bu şirketler geleceğe ilişkin yatırımlarını ve “zorunlu olmayan yatırımlarını” askıya aldıklarını bildirdi. 2020 Mart ayının ikinci yarısından başlayarak Rio Tinto’nun Moğolistan’daki Oyu Olgoi projesi, Moğolistan hükümetinin ülkenin geçen hafta ilan edilen COVID-19 teşhisini takiben kısıtlamaları sıkılaştırması sonrasında askıya alındı. Bu arada Anglo American, Peru Hükümeti’nin COVID-19’un yayılmasını engellemek için 15 günlük bir karantina açıklamasını takiben, Peru’daki Qullaveco bakır projesini belirsiz süreliğine durdurduğunu açıkladı.

İlk olarak madencilik şirketi Rio Tinto, corona virüs nedeniyle bazı operasyonlarını yavaşlattığını açıkladı. Şirketin açıklamasına göre Güney Afrika’da Richards Bay Minerals, hükümetin direktiflerine uyum çerçevesinde üretimini durdurdu. Açıklamaya göre Richards Bay Minerals’in tüm madencilik operasyonları 26 Mart’tan itibaren 21 gün duracak. Şirket operasyonların ne zaman tekrar başlayacağı veya 2020 hedefi ile ilgili şimdiden bir şey söylemenin erken olduğunu bildirdi. Güney Afrika’daki Zulti South projesinin inşaatının yeniden başlaması da ertelendi. BHP, COVID-19 kriziyle yerel toplulukları ve ortaklıklarını desteklemek için fon yarattı. Çokuluslu madencilik devi BHP, koronavirüs pandemisinin yol açtığı bu topluluklara yönelik önemli zorluklara yanıt olarak, üretim alanlarında bölgesel Avustralya topluluklarını desteklemek için 50 milyon AUD (28,7 milyon $) Hayati Kaynaklar Fonu açıkladı.

Anglo Amerikan genel müdürü Mark Cutifani, tüm dünyadaki şirketlerine ve ortaklıklarına gönderdiği mesajda; “İşyerlerinde ve çevremizdeki işimizle etkileşime giren herkesin güvenliğini, sağlığını ve refahını korumak için şirketin doğasına ve konumuna göre uyarlanmış tüm uygun önlemleri alıyoruz” açıklamasında bulundu. Uzaktan çalışmanın mümkün olmadığı ofisler için Anglo American, katı sağlık kurallarının uygulandığı, madencilik operasyonlarında, ekip toplantıları, konaklama ve sosyal alanlar için sosyal uzaklaştırma önlemleri uygulanmaktadır. Madencilik faaliyetleri ile ilgili uluslararası seyahatlerin yanı sıra işletme alanlarına zorunlu olmayan ziyaretler de kısıtlanmıştır. Kısıtlamalar, şirketin ve çalışanlarının virüs salgınlarından korunmasını ve madencilik üretimindeki aksaklıkları en aza indirmeyi amaçlandığı belirtilmiştir. Anglo American, tüm madenlerinin şu anda faaliyete geçtiğini ve koronavirüs salgınının üretim üzerinde önemli bir etkisi olmadığını doğruladı.

Benzer bir şekilde, Copper Mountain başkanı ve CEO’su Gil Clausen, “Şu anda korona virüs etkisinin sonucu olarak faaliyet gösterdiğimiz düşük ve uçucu bakır fiyat ortamı göz önüne alındığında nakit akışımızı korumaya ve maliyetleri en aza indirmeye kararlıyız. Doğrudan Flotasyon Reaktörlerinin kurulumu da dahil olmak üzere anahtar projelerle devam ederken, borç marjını da içeren tüm yükümlülüklerimizi rahatça karşılayabilmemiz için nakit marjını korumak ve büyütmek için maden planımızı revize ettik.” ifadeleri ile şirket yaklaşımını aktarmıştır.

Küresel madencilik şirketlerinden Glencore da geçen hafta Londra’daki ofisini bir çalışanın virüs için pozitif test ettikten sonra kapattı. Maden sahalarının dışında, birçok şirket koronavirüs endişeleri nedeniyle ofislerini kapattı. Madenciler Kinross ve Iamgold, her iki şirketin COVID-19 için bazı çalışanlarının testi pozitif olduktan sonra ofislerini kapattı. Dünyanın en büyük demir cevheri üreticisi Vale, virüsün ülkesi Brezilya’ya yayılmasını azaltmak için Çin’den COVID-19 için 5 milyon hızlı test kiti satın aldı.

Dünyadaki birçok madencilik şirketi, hükümet kısıtlamalarına uygun olarak veya madencilik sahalarında onaylanmış COVID-19 tanılarını takiben operasyonların tamamen yavaşlatmış veya kapatmış durumda. Birçok şirkette bu durumu fırsat bilerek yeni arayışlar içinde. COVID-19 salgını ile birlikte küresel madencilik şirketleri madencilik teknolojileri ve otomasyon faaliyetlerini devreye soktuğu görülüyor. Şirketler bu konularda devreye almaya çalıştıkları bazı uygulamaları devreye soktular ve robotik üretim tarzlarını çalıştırmaya başladılar. Kendi kendine giden çekici kamyonları ve uzaktan operasyon merkezleri de dahil olmak üzere otomatik üretim çözümlerinin alımı yavaş ama istikrarlı olarak devreye alındı. Otomasyona ilk adımlardan biri, 2008’de küresel madencilik devi Rio Tinto’nun Geleceğin Madeni girişimi ile gelmişti. Batı Avustralya’nın Perth kentindeki bir uzaktan operasyon merkezinden işçiler, bölgedeki tüm madenlerde üretim faaliyetlerinde robotik unsurları kullanmaya başladılar.

MADENLERİN GENEL GÖRÜNÜMÜ

 COVID-19’un yaygın küresel yayılımı, imalat sanayi ve bu sanayiyi besleyen birçok sektörü olumsuz etkiledi. Dünyadaki en büyük hammadde tüketicisi olan Çin’in bu salgın nedeniyle dış dünyaya kapılarını kapatması başta madencilik olmak üzere tüm sektörleri oldukça etkiledi. Bu süreçte birçok madencilik ürünü dışsatımın nerede ise durma noktasına geldiği bu dönemde stoklara çalışmaya ya da üretimlerini kısma/durdurma noktasına geldi. COVID-19 salgını nedeni ile endüstriyel metalde gösterge kabul edilen bakır fiyatları dört yılın en düşük düzeye inerek, yılbaşından bu yana %22 düştü. Alüminyum %14, çinko %20 ve kalay %22 fiyatları yıl başından bu yana ciddi bir düşüş kaydetti.

Dünyada yaşanan corana virüsü sürecinden en büyük zararı petrol üreticileri gördü. Brent petrolde son yirmibeş yıl içinde varili 1998 yılında 9,55 dolar ile tarihin en düşük seviye, 2008 yılında ise 147,5 dolar ile tarihin en yüksek seviye test etmişti. COVID-19’dan sonra Brent petrol fiyatları son 13 ayın en düşük seviyesini görerek varili 25,74 dolardan (26.03.2020) işlem gördü.

COVID-19 salgını nedeniyle küresel petrol talebi, seyahat yasakları ve kısıtlamaları ile oldukça düştü. Bu duruma ek olarak ABD destekli Suudi petrolünün fiyatını ani bir şekilde düşürmesi ve Rusya ile aralarında bir petrol fiyat savaşına neden oldu. Salgın sürecinde, hükümetlerin petrol rezervleri, üretici ülkelerin politikaları ve stok miktarları, petrol şirketlerinin yatırım politikaları da olumsuz etkilenerek petrol fiyatlarındaki düşüşte rol oynadı. Talep yönündeki azalış, birçok ülkede üretim kısıtlamasından kaynaklı gelişmeler, endüstride kullanım, ulaştırma sektörünün gereksinimleri, küresel iklim değişiklikleri ve enerji kullanım talebindeki azalış da petrol fiyatlarının düşündeki en önemli etkenler.

Petrol ve küresel borsalardaki düşüşün ardından COVID-19 salgınında altın en güvenli liman olarak görüldü. Geçen yıl eylül ve kasım ayları arasında, altının ons fiyatı başına 2.200 dolar civarında seyretti, Kasım ayında 2.150 dolar/oz altına düştü ve bu işaretin Ocak ayına kadar geriledi. Buna ek olarak, ABD Başkanı Donald Trump ile Çin Devlet Başkanı Xi Jinping arasında kısmi bir ticaret anlaşması yapıldıktan sonra, diğer metaller ve pazarlara yönelik görünüm arttı. Ancak, Ocak ayında COVID-19’un neden olduğu belirsizlik yeniden gündeme geldi ve 2.150 $/oz’dan 2.560 $/oz’a (23.03.2020) yükselmesine neden oldu. Genellikle altına paralel bir seyir izleyen gümüşte de benzer bir tablo bulunmaktadır. Altın kadar önemli bir çıkış yapmasa da gümüşün fiyatı Aralık ayında 24 $/oz’dan 2020 Mart ayı başında 28.60 $/oz’a kadar yükseldi. Mart ayının son günlerinde ise (20.03.2020) 25.36 $/oz seviyesinden işlem görmekte.

COVİD-19 salgını ile birlikte altın ve gümüşte yaşanan bu kısmi artışlar başta metaller olmak üzere diğer madenlerde tersine bir fiyat yapılanmasına neden oldu. Bu salgının yaşanması ile birlikte Çin’deki üretim tesislerinde uzun süreli kapanmalara ve talebin durgunlaşmasına neden oldu. Sonuç olarak, Londra Metal Borsası bakır envanteri Ocak ayı ortasındaki 125.000 tondan az bir artışla yaklaşık 190.000 tona ulaştı. Bu süreçteki COVID-19 ile devam eden belirsizlik, bakırın fiyatını hafta başında (23.03.2020) ton başına 5.482 ABD dolarına kadar geriletti. Bu rakam neredeyse üç yılın en düşük noktası. 26.03.2020 tarihinde de bakırın fiyatı hala düşük bir seviyede 5.551 $/ton seviyesinde işlem gördü. Son birkaç yıldır ABD ve Çin arasında devam eden ticaret anlaşmazlığı bakırın fiyatını, nikel dahil diğer ana metallerle birlikte yapay olarak kısıtladı. ABD’li yatırım bankası Goldman Sachs, bakır arzının bu yıl talebi 260 bin ton aşacağını öngörüyor. Bankanın bir önceki tahmini ise talebin arzı 140 bin ton geçeceğiydi. Bununla birlikte LME onaylı bakır depolarındaki stoklar da yaklaşık yüzde 30 yükseldi. Büyük bir kısmı Güney Kore ve Tayvan’da olmak üzere stoklarda bekleyen bakırın geçen hafta itibariyle 230.000 tona yükseldiği belirtiliyor.

Nikel, daha önce arzın oluşması ve talebin artması nedeniyle 2020 yılına olumlu bir giriş yapmıştı. Tüm bu olumlu havaya rağmen corona virüsünün yarattığı ortam tüketimin azalmasına ve üretimin nerede ise durma noktasına getirdi. Bu durum ise LME’deki nikel envanterlerinin Ocak başında 156.378 tondan 235.368 tona tırmanmasına neden oldu. Bakıra benzer şekilde, nikel envanteri büyüdükçe, emtia fiyatı düştü ve Ocak ayı ortasındaki 14.285 ABD dolarından 28 Şubat’ta 12.155 ABD dolarına kadar düştü.

Çinko talebinin COVID-19 salgınının etkisinden etkilenmesi diğer madenlere oranla biraz daha uzun zaman aldı. LME çinko envanteri 2 Ocak’ta 51.125 tondan Şubat başında 49.625 tona düştü. Bununla birlikte, Şubat ilerledikçe stok seviyelerinde önemli bir sıçrama meydana geldi ve seviyeler ay sonuna kadar 75.275 tona ulaştı ve Mart başında 75.225 tona geriledi. Diğer ana metallere benzer bir yapıda çinko fiyatları 22 Ocak’ta 2.466 ABD doları/ton’dan 16.03.2020 tarihinde 1.925 ABD doları/ton’a düşmesine neden oldu. 24.03.2020 tarihinde çinko fiyatları 1,999 ABD doları/ton’a yükselmesiyle birlikte küçük bir sıçrama gerçekleşti. Ancak, 26.03.2020 tarihinde 1.978 $/ton seviyesinde işlem gördü.

Önemli metallerden kurşun ise, LME envanterinde Ocak ayı başında 66.100 tondan düzenli olarak yükselerek Şubat ayını 68.100 tonla kapatmış ve 11 Mart’ta 70.300 tona ulaştı. Durgun bir seyirle 2020’ye başlayan kurşun fiyatları önce 16 Ocak’ta 2.026 $/ton’a ulaşmış ve Şubat ayı ortalarında ise 1.809.5 $/tona kadar düşmüştür. Bu tarihten sonra oldukça değişken bir seyir izleyen kurşun fiyatları Mart ayının ortalarında 1.212,50 $/ton’a kadar inmiştir. Benzer bir yapı izleyen kobaltta da LME’nde işlemler oldukça değişken bir rotada seyretmiştir. Koronavirüs rüzgarlarına rağmen, kobalt LME envanteri 2 Ocak günü 668 tondan bir hafta içinde 645 tona gerilemiş ve bu durum da talebin bir miktar devam ettiğini göstermiştir. Ocak ayında 32.000 ABD dolar/ton ile başlamış ve Şubat ayının başlarında düşüşe geçmeden 34.250 ABD dolar/ton seviyesini görmüştür. Bununla birlikte, metalin fiyatı da çok fazla değişmemiş, virüsün yayılmasından iki ay sonra dalgalı bir şekilde 26.03.2020 tarihinde 31.000 $/ton’a gerilemiştir.

Grafit ve lityum dahil olmak üzere diğer akü metalleri, üreticiler ve tüketiciler arasındaki ikili anlaşmalar ile fiyatları belirlenen madenlerdir. LME şu anda Fastmarkets’in lityum kimyasalları için fiyatlarını referans olarak kullanmaktadır. Ancak Şubat ayından bu yana lityum karbonat haftalık fiyatında şu anda 8.750 ABD dolar/ton oldu ve çok da değişmedi. Aynı şekilde, lityum hidroksit için Fastmarkets referans fiyatı da aynı dönemde değişmezken, kimyasal madde 10.250 ABD dolar/ton’u geçmedi.

Metal fiyatları, tüm dünyada talebi aniden yavaşlatan salgın ve piyasalarda yaşanan nakit sıkıntısı nedeniyle, serbest düşüşünü sürdürüyor. Çin’de başlayan salgın, en büyük metal tüketicisinin her türlü emtiaya olan ihtiyacını azaltarak, fiyatları aşağı çekmeye devam ediyor. Sosyal mesafe uygulamaları nedeniyle talep tarafında yaşanan ani şok, güvenli liman olan

altında bile izlenen düşüşlerin yanında, diğer endüstriyel metallerde de belirginleşiyor. Salgın metal borsalarına da bulaştı Küresel resesyon beklentileri ve mevcut dolar likiditesinde yaşanan sıkıntının metal borsalarına da sirayet ettiği görülüyor.

SONUÇ YERİNE

Tüm dünyada COVID-19 virüsüne bağlı olarak yaşanan pandemi salgını başta önemli sanayi dalları olmak üzere her türlü sanayiyi ve madencilik sektörünü etkilemektedir. Yaşanan bu durumla ilgili olarak birçok ülke ve şirket önlem paketleri ve teşvikler açıklamakta, salgın sonuçlanana kadar minimum ekonomik zararla bu durumu atlatmanın yollarını aramaktadır. Son yıllarda dünyadaki en önemli emtia tedarikçisi Çin’de yaşanan ekonomik durgunluk, üretim ve satış noktasında diğer ülkeleri de etkilemiştir. Yaşanan pandemi planlandığı gibi gitse bile 2020 yılında beklenilenin çok altında madencilik yatırımı yapılacağı ve sektörde ciddi bir durgunluk yaşanacağı ifade ediliyor.

Açıklanan dev paketlerle diğer tüm varlıklar gibi kısa süreli yükselişler yaşasa da neredeyse tüm inşaat projeleri ve beyaz eşya üretiminde kullanılan metaller küresel krizden bu yana en kötü haftalarından birini yaşadı. ABD’de 2 trilyon dolarlık paketin Senato’dan geçmesi sonrası bakırın tonu 4.814 dolara kadar yükselse de uzmanlara göre bu yükseliş geçici. Uzmanlar yaptıkları açıklamalarda; madencilik ürünlerinde yaşanan arzın giderek derinleşeceğini ancak bundan daha önemlisi madencilik sektörüne ihtiyaç duyan diğer sanayi alanlarında yaşanan krizin talepte de önemli düşüşlere neden olacağını belirtiyorlar. Mart 2020 tarihinde bazı madencilik ürünlerinde yaşanan bazı iniş-çıkışların madencilik borsalarında yaşanan ve kâr amaçlı al-sat işlemlerinden kaynaklandığını ve asıl fotoğrafın şirketlerin elindeki stokların tükeneceği Nisan-Mayıs ayında daha net görüleceğini ifade ediyorlar.

Çoğu şirket, belki de şaşırtıcı olmayan bir şekilde, gelecek yılki görünümleri hakkında çekingen davranıyorlar. İçinde bulunduğumuz aylarda madencilik için 2019 yılı rakamları ve 2020 için görünümlerinin, korona virüsün gerçek etkileri netleşene kadar tahmin olarak açıklanacağını ifade ediyorlar. Tüm bu açıklamalar Şubat ayın içinde gerçekleşmişti. Mart ayının son günlerini yaşadığımız bu anlarda virüsün giderek yayılma eğilimi göstermesi ve geleceğin henüz belirsiz olması şirketlerin yatırım ve hedeflerini giderek daha belirsiz hale getiriyor.

Tüm bu gelişmelere rağmen durum karamsar da değil. Virüsün ilk göründüğü yer olan Çin’de her gün yeni vaka sayısının düşük kalmasıyla birlikte, ülkenin imalat ve inşaat sektörleri kademeli olarak hayata geri döndü. Şubat ayında yapılan bir ankette, ankete katılan orta ve büyük ölçekli madencilik işletmelerin %90,8’i Mart ayı sonuna kadar işlerine geri döneceklerini, orta ve büyük ölçekli üreticilerin %94,7’ü ise Nisan başında bu durumun ortadan kalkacağı dair tahminde bulundu.  Birçok şirket pandeminin ortadan kalkmasının ardından bir süre için tam kapasitede çalışmayacak olsa da bu durumun en azından ülke çapında maden talebini canlandırmaya ve hızla yükselen stokları azaltmaya yardımcı olacağını düşünüyor.

Uzun yıllar boyunca insanlığın karşılaşmadığı bu sorundan bir an önce kurtulabilmek dileğiyle.

27 Mart 2020

Günün Madencilik Makalesi

Türkiye enerji sektöründe 2017’nin en önemli 10 gelişmesi

Geçtiğimiz yıl ülkemiz enerji sektöründe meydana gelen gelişmeleri alt alta koydum ve bana göre en çarpıcı 10 gelişmeyi seçerek aşağıda tarih sırasına göre listeledim.

1) Çayırhan kömür sahası ihalesi

Hükümet tarafından yerli kömüre en fazla vurgu yapılan yılın enerjideki ilk önemli gelişmesi yine yerli kömürle ilgili oldu.

Elektrik Üretim Anonim Şirketi’ne ait Ankara-Çayırhan’daki enerji üretim alanı ile kömür rezerv alanlarının işletme hakkının verilmesine ilişkin Şubat ayında gerçekleştirilen ihaleyi Kalyon-Kolin-Çelikler ortak girişim grubu kazandı.

Yaklaşık 1,1 milyar dolarlık yatırım yapacak olan grup, Çayırhan’da 800 megavat gücünde bir kömür santrali kuracak ve yılda yaklaşık 5,5 milyar kilovat-saat elektrik üretecek.

Üreteceği elektriğin her kilovat-saatini de 6,04 USD cent fiyat garantisiyle 15 yıl boyunca devlete satacak.

Yerli kömürden elektrik üretiminde fiyat ve alım garantileri dönemini başlatan bu ihale, hemen ardından Eskişehir, Trakya ve Afyon başta olmak üzere çok sayıda kömür sahasında yerli kömür santral ihalesinin yapılacağı beklentisiyle yılın ilk önemli gelişmesi oldu.

2) Tuz Gölü doğal gaz depolama tesisinin açılışı

Şubat ayının ilk yarısında Tuz Gölü yeraltı doğal gaz depolama tesisi törenle açıldı.

Tuz Gölü’nün altına inşa edilen ve 1,2 milyar metreküp depolama kapasitesine sahip olan tesiste, gerektiğinde günlük 44 milyon metreküp doğalgazın şebekeye verilebileceği bir gaz rezervi depolanabilecek.

Türkiye, ithal gaza bağımlılığı en yüksek olan ülkeler arasında. Aynı zamanda ithal gaz tüketimine oranla depolama kapasitesi en düşük olan ülkelerden de bir tanesi. Dolayısıyla, Tuz Gölü doğal gaz depolama tesisinin açılışı, bölgesel “enerji üssü” olmayı hedefleyen bir Türkiye için yeterli değil, ama önemli bir adım.

3) Konya Karapınar YEKA-GES ihalesi

Mart ayında bin megavat bağlantı kapasite tahsisli Konya Karapınar Yenilenebilir Enerji Kaynak Alanı Güneş Enerjisi Santrali (YEKA-GES) ihalesi yapıldı. İhaleyi Kalyon-Hanwha Q CELLS (Güney Kore) ortak girişim grubu kazandı.

Kazanan grubun en geç üç yıl içinde işletmeye alacağı ve yerlilik oranı ilk 500 megavatta yüzde 60, ikinci 500 megavatta ise yüzde 70 olan santral için yaklaşık 1,3 milyar dolar tutarında yatırım yapılması planlanıyor. Söz konusu santralde yılda 1,7 milyar kilovat-saat elektrik üretilecek ve kilovat-saati 6,99 USD cent fiyattan 15 yıl boyunca devlete satılacak.

Ortak girişim grubunun, santralin yanı sıra kurması gereken 500 megavat fotovoltaik modül üretim kapasitesine sahip güneş paneli fabrikası ile AR-GE merkezinin temel atma töreni 2017 yılının Aralık ayında yapıldı. Grup, burada, yüzde 80 oranında yerli mühendislerin yer aldığı bir ekiple güneş teknolojileri alanında en az 10 yıl süresince Ar-Ge yapacak.

Dünyanın tek bir alandaki en büyük fotovoltaik güneş santrallerinden birini hedefleyen ihale, 2017 yılının en önemli gelişmeleri arasında.

4) YEKA-RES ihalesi

Güneş ihalesinden yaklaşık 5 ay sonra bu defa rüzgâr ihalesi yapıldı.

Rüzgâr enerjisinde bin megavatlık YEKA ihalesi, aralarında dünyanın en iddialı türbin üreticilerinin de bulunduğu 8 ortak girişim grubunun katılımıyla gerçekleştirildi.

Kazanan Kalyon-Türkerler-Siemens ortak girişim grubu oldu. 5 ayrı bağlantı bölgesinde iletim-dağıtım sistemlerine bağlanabilecek toplamda bin megavat gücündeki rüzgâr santrallerinin kurulacağı alanlar bu gruba tahsis edildi.

Kazanan grup, bin megavat büyüklüğündeki rüzgâr santrallerinin yanında her biri en az 2,3 megavat gücündeki rüzgâr türbinlerinden yılda 300 ile 450 adet arasında üretecek bir fabrikayı da sözleşme tarihinden itibaren 21 ay içerisinde kuracak. Rüzgâr santral teknolojileri alanında yüzde 80’i yerli mühendislerden oluşan 50 teknik personel ile en az 10 yıl Ar-Ge çalışması yapacak.

Toplam olarak 1 milyar doların üzerinde bir yatırım gerçekleştirecek ve her yıl üreteceği yaklaşık 3 milyar kilovat-saat elektriğin her kilovat-saatini 3,48 USD cent fiyat garantisiyle 15 yıl boyunca devlete satacak.

Güneş ihalesi gibi rüzgâr ihalesinin de teknoloji geliştirme şartına bağlanmış olması, ülkemiz enerji sektörünün teknolojiye olan yaklaşımını önümüzdeki yıllarda büyük ölçüde etkileyebilecektir. Bu nedenle, her iki ihale de yılın en çarpıcı gelişmeleri arasında kolayca yer bulabilmekte.

5) Zetes-Hattat yerli kömüre dönüşüm protokolü

Zonguldak-Çatalağzı’nda ithal kömür santrali çalıştırmakta olan Eren Holding ile Amasra’da yerli kömür üretim projesini hayata geçirmeye çalışan Hattat arasında Kasım ayı başlarında “Yerli Kömüre Dönüşüm Protokolü” imzalandı.

Buna göre; Eren Holding, Türkiye’nin yıllık elektrik ihtiyacının yaklaşık yüzde 7,5’unu üreten 2.800 MW gücündeki santralinde ithal kömür yerine yerli kömür kullanacak.

Yılda yaklaşık 7 milyon ton ithal kömür tüketen santralde bu miktarın yerine yerli kömür kullanılmasıyla hem enerji arz güvenliğine ciddi bir katkı hem de enerji ithalatında önemli bir tasarruf hedeflenmekte.

Her ne kadar Zonguldak Havzası’nın dışındaki düşük nitelikli yerli kömürlerin ithal kömür santrallerinde yakılması son derece güç görünüyorsa da, bu girişimin diğer ithal kömür santralcilerini de hareketlendirmesi, söz konusu protokolün 2017 yılının en önemli gelişmeleri arasında yerini almasına neden olmakta.

6) Yenilenebilir enerjiye hücum

2017 yılında rüzgâr, güneş ve jeotermal kaynakların toplam elektrik kurulu gücü içindeki payı yüzde 10 düzeyini aştı. 2016 yılı sonunda yüzde 9,4 olan pay, 2017 yılı Kasım ayı sonu itibariyle toplam 9.745 MW ile yüzde 11,7 oldu.

2017’nin ilk 11 ayında güneş kurulu gücündeki artış oranı yüzde 170, jeotermalde yüzde 24 ve rüzgârda ise yüzde 13 düzeyindeydi.

Söz konusu kaynaklardan elektrik üretiminin toplam içindeki payı ise 2017 yılının ilk 11 ayı itibariyle yüzde 8,5 olarak gerçekleşti. Bu miktar bir önceki yılın aynı dönemine göre yüzde 20’ye yakın bir artışı ifade ediyor.

Yenilenebilir enerjideki bu tırmanış, önümüzdeki yılların enerji dengesine ilişkin önemli ipuçlarını taşıması bakımından 2017 yılının en önemli gelişmeleri arasında yer almayı hak ediyor.

7) Doğu Akdeniz Doğal Gaz Boru Hattı’nda ittifaklar

Kasım ayı sonunda Güney Kıbrıs Rum Kesimi, Yunanistan ve Mısır’ın katılımıyla Doğu Akdeniz’deki enerji alanlarıyla ilgili bir enerji zirvesi gerçekleştirildi.

Rum kesiminde yapılan zirvede, Rum lider Nikos Anastasiadis, Yunanistan Başbakanı Aleksis Çipras ve Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah el Sisi Doğu Akdeniz’deki doğalgaz kaynaklarının paylaşımı ve Türkiye dışındaki farklı yollardan Avrupa’ya transferi konularını görüştüler ve bu alanda aralarındaki stratejik işbirliğinin genişletilmesini kararlaştırdılar.

Bu görüşmeden hemen birkaç gün sonra; Avrupa Birliği Komisyonu’nun da katıldığı bir toplantıda Güney Kıbrıs, Yunanistan, İsrail ve İtalya arasında Doğu Akdeniz Boru Hattı için bir işbirliği anlaşması imzalandı.

Doğu Akdeniz enerji kaynaklarıyla ilgili 2017 yılı boyunca süren ittifak görüşmelerinin, Türkiye’nin dış politikası ve enerji öncelikleri bakımından gelecek yıllarda ciddi sonuçları olması kaçınılmaz.

8) TürkAkım Projesi’nde ilerleme

2014 yılının sonlarına doğru Ankara’da yapılan toplantıda, Güney Akım Doğal Gaz Boru Hattı Projesi’nin iptal edildiği ve yerine TürkAkım doğalgaz boru hattının yapılacağı Rusya Devlet Başkanı Putin ve Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından sürpriz bir şekilde ilan edilmişti.

Güney Akım Doğal Gaz Boru Hattı Projesi’yle Rus doğal gazı önce Karadeniz’in altından borularla Bulgaristan’a, oradan da Güneydoğu Avrupa piyasalarına taşınacaktı. TürkAkım Projesi’yle gazın Avrupa bağlantı noktası Bulgaristan yerine Türkiye’nin Trakya kıyıları olarak değiştirildi. 2016’nın Ekim ayında İstanbul’da hükümetlerarası anlaşma imzalandı ve sonrasında proje başladı.

Proje, tamamlandığında, her biri yılda 15,8 milyar metreküp taşıma kapasitesine sahip birbirine paralel iki boru hattından oluşacak. Hatlardan biri Türkiye piyasası için, diğeri ise Güney ve Güneydoğu Avrupa ülkelerinin doğalgaz ihtiyacı için planlandı.

İkinci hat gerçekleştiğinde, Türkiye ilk defa Rus gazında “nihai ülke” konumundan “aracı ülke” konumuna geçmiş olacak. Ama ikinci hattın inşaatı Rusya ile Avrupa Birliği’nin anlaşmasına bağlı. Anlaşamazlarsa bu hattın gerçekleşmesi biraz zor.

İlk gaz akışının 2019 yılı sonlarında gerçekleşmesi hedeflenen TürkAkım doğalgaz boru hattı projesi 2017 yılına hızlı başladı ve deniz bölümü inşaatının yüzde 30’u yedi ay gibi kısa bir sürede tamamlandı. Denizde 700 km’den fazla boru döşendi. Kara bölümünün ilk kısmı için de çalışmalara başlandı.

TürkAkım, bulunduğumuz coğrafyada enerji denkleminin önemli bileşenlerinden biri durumunda. Bu nedenle, projenin gelişimi tüm enerji çevreleri tarafından dikkatle izlenmekte.

9) Yerli kömür kullanan elektrik santrallerine teşvik

Yerli kömürün elektrik üretimindeki payı son yıllarda önemli oranda düştü.

Santral yatırımcısı tarafından çok fazla tercih edilmeyen yerli kömüre dayalı kurulu güç, son 10 yılda sadece yüzde 15 oranında arttırılabildi. Aynı dönemde yerli kömür santrallerindeki kapasite artışı doğal gaz santrallerindeki artışın onda biri ve ithal kömür santrallerindeki artışın ise beşte biri kadar oldu.

Böyle olunca, toplam kurulu güç içinde yerli kömürün payı bundan 10 yıl önce yüzde 20’nin üzerindeyken, bugün yüzde 11’ler seviyesinde. Elektrik üretimi içindeki payı ise 10 yıl önce yaklaşık yüzde 23 düzeyindeyken 2017 yılı ilk 11 ayında yüzde 14,9 olarak gerçekleşti.

Bir taraftan yerli kömüre dayalı santral yatırımlarının desteklenmesine yönelik siyasi iradenin varlığı, diğer taraftan özelleştirme ihalelerinden yerli kömür santrallerini alan firmaların hesap edemedikleri bir döviz kuruyla karşı karşıya kalarak darboğaza girmeleri, yerli kömürden elektriğe teşvik beklentilerini arttırmıştı.

İlk teşvik kararnamesi 2016 yılının sonunda çıktı. Buna göre; kamu, kömürden elektrik üreten şirketlerden 2016 yılında 6 milyon megavat-saat elektriği birim fiyatı 185 TL’den satın alacaktı. 2017 yılı için fiyat aynı kaldı, ama miktar 18 milyon megavat-saat düzeyine yükseltildi.

Ama asıl büyük teşvik 2017 yılının sonlarına doğru geldi.

Devlet, yerli kömürden üretilen elektriği 2018 yılının başından itibaren megavat-saat başına 201,4 TL’den satın almaya başlayacak ve bu fiyat her üç ayda bir enflasyon oranında yükseltilecek. Üstelik bu uygulama 2024 yılının sonuna kadar devam edecek. Destek miktarı da üretilen elektriğin yarısı kadar olacak.

Yapılan düzenlemeyle, yerli kömürle çalışan santrallerin yanı sıra ithal kömür santrallerinin yerli kömür kullanarak ürettikleri elektrik için de aynı destek söz konusu olacak.

2016 yılı piyasa takas fiyatı ortalamasının 140 TL/megavat-saat ve 2017 yılı ortalamasının ise 164 TL/megavat-saat olduğu dikkate alındığında, verilen teşvikin ülkemiz enerji sektöründe dengelerin ciddi ölçüde değişmesine neden olabilecek bir potansiyel taşıdığı açık.

10) Rüzgâr santrali bağlantı kapasite tahsisi ihalelerinde “eksi” fiyat teklifleri

Yılın son haftasında 2.130 megavat büyüklüğündeki rüzgâr santrali bağlantı kapasite tahsisi ihaleleri gerçekleştirildi.

Ürettiği elektriği şebekeye en ucuz fiyattan verecek olanların kazandığı bu ihalelerde çok sayıda firma tarafından “eksi” fiyat teklif edildi. Yani, firmalar, 49 yıllık lisans süresinin ilk 10 yılı boyunca üretecekleri elektriği “piyasa takas fiyatı”nın altında bir fiyattan satmaya razı oldular.

Bu gelişme, önümüzdeki yıllarda elektrik piyasasının hangi yöne doğru evrileceğini göstermesi bakımından yılın en çarpıcı gelişmeleri arasındaydı.

Dr. Nejat Tamzok

nejattamzok@yahoo.com

Ankara, Ocak 2018

Günün Madencilik Makalesi

Özgün teknolojiyle milli ve yerli madencilikte dünya liderliğinin hikâyesi…

Son bir yılda yaşadığımız onca tuhaf, birbirinden ilginç, ülke geleceğini sıkıntıya sokacak girişimler tek tek bertaraf edilirken ekonomi tarafında ise yabancıların anlayamadığı gelişmelere imza atıldı, atılıyor. Bunlardan birisi dün Anakara’da, hain darbe girişimiyle mücadelede ismine “Kahraman” sıfatı kazandıran Kazan’da gerçekleşti. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Enerji Bakanı Berat Albayrak’ın katılımlarıyla hizmete giren Ciner Grubu’nun bünyesinde Kazan Soda Üretim Tesisi, aynı zamanda çok önemli bir teknolojik başarı hikâyesine sahip. Çünkü yıllarca yabancılarda olan bu maden sahaları ne hikmetse Ciner Grubu’nun eli deyinceye kadar çıkarılıp, mamule dönüştürülmedi, ülke ekonomisine kazandırılmadı.

Kazan Soda Üretim Tesisi, Türkiye’yi trona madeninden üretilen ve hemen her alanda kullanılan soda külünde dışa bağımlılıktan kurtarmaktan öteye dünyayı Türkiye’ye bağlayan önemli bir yatırım olarak hizmete sokuldu. 2009’da yine Sayın Erdoğan tarafından hizmete sokulan daha önceki soda tesisiyle birlikte, tek kuruş ithalat olmadan, yılda 800 milyon dolarlık ihracat yapacak olması epeyce bir şey anlatıyor olmalı.

CİNER GRUBU SOLÜSYON TEKNİĞİYLE AMERİKA’DA

Tamamen Türk mühendislerinin geliştirdiği ve dünya literatürüne giren özgün solüsyon tekniği yöntemiyle Türkiye ekonomisine kazandırılan Kazan Soda Üretim Tesisi’nde elde edilen tecrübeler dünyaya da taşınacak. Dünkü açılış töreninde Ciner Grubu Başkanı Turgay Ciner, Amerika’daki yatırım konusuna değinmedi. Ancak bu tarz başarı hikâyelerini yakından takip eden Cumhurbaşkanı Erdoğan, Kazan Soda ve Elektrik Üretim AŞ tesislerinin açılışında, “Ciner Grubu Amerika’da da bu alanda yatırım yapıyor” ifadesiyle bu haberi de duyurmuş oldu. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Berat Albayrak ise milli, özgün ve yerli projelerden çok fazla önem atfettiği için tam da onun üzerine basa basa anlattığı, örneklendireceği bir enerji ve maden projesinde konuşurken, “Ucu dışarıda olmayan” ifadesini kullandı. Kazan Soda Üretim Tesisi her şeyi ile bize ait, ama ucu dışarılara uzanan ve bu yatırımla daha fazla uzanacak olan, madencilik, kimya ve elektrik üretim faaliyetlerini bağrında barından bir yatırım.

Trona bir sodyum karbonat minerali. Endüstriyel soda külü üretiminin de en önemli doğal hammaddesi. Soda külü ise cam sanayiinden, deterjana, nükleer santraldan gıdaya o kadar geniş yelpazede kullanılıyor ki, yerine başka bir şey de ikame olmuyor. Beypazarı bölgesi de trona rezervi açısından dünyanın ikinci en büyüğü konumundaydı, ama 2009’da Ciner Grubu tesis kurana kadar üretim yapılmıyordu. Yerin altında rezerv olarak duruyordu. İlk başarı hikâyesi 2009’da açılan tesisle yazıldı. Ve dün de devamı geldi. Daha da devam edecek.

TRONA MADENİNİ NİÇİN YILLARCA ÇIKARAMADIK 

1979’da Beypazarı’ndaki trona rezervi Maden Tetkik Arama Genel Müdürlüğü (MTA) tarafından tespit edilmiş, 80’li yıllarda Etibank, yabancı işbirliğiyle işletmek için istiyor. Fakat çeşitli sebeplerden başarılı olunamıyor. Sonra Ciner Grubu (%74) ve Eti Maden’in (%26) ortak olduğu ‘Eti Soda’ isimli şirket 1998’de kuruluyor. Fakat madenin çıkarılması için 11 yıl bekleniyor. Nedeni ise madenin soda külüne dönüştürülmesi için hem yatırım hem de teknoloji gerekiyor. Yabancılar “Beypazarı’ndaki trona madeni çıkarılmaz” diyor, tarihin akışına bırakıyor. Ama Ciner Grubu Türk mühendisleriyle çalışarak, bu madeni çıkarmak için yöntemler, teknikler arıyor. Ve sonunda solüsyon tekniğiyle bu madenin çıkarılacağı tespitiyle nokta konuyor.

Bu zamana kadar ise dünyada soda iki kaynaktan temin ediliyordu. Amerika doğal kaynaklardan soda külü üretirken, Avrupa ise sentetik olarak geliştirip, üretiyordu. Aynı zamanda Türkiye Şişe Cam da sentetik kaynaklardan soda külü üreten ve tüketen bir şirketti. Ama önce “Eti Soda” ve ardından dün açılışı yapılan “Kazan Soda” ile pahalı sentetik soda külü defteri Türkiye’de kapanmış oldu.

Trona madeniyle Turgut Özal da yakından ilgilenmiş. 80’li yılların sonuna doğru Etibank, bu madenin işletilmesi için Amerikalı FMC ile işbirliği yapmış. Sonra FMC projeyi “Ticari değil” diyerek devam ettirmemiş. Etibank’tan FMC yetkililerine mektup yazılıp, tekrar davet edilmiş, ama onlar da ticari olmadığının altını çizip, projeyle ilgilenmemişler. Bunun üzerine Avrupa’nın en büyük sentetik soda külü üreticisi Belçikalı Solvay davet edilmiş. EtibankSolvay işbirliğine Amerika yönetimi ve FMC şirketi George Bush’un da danışmanlığını yapan Richard Perle’yi Türkiye’ye göndererek, trona madeninin işletilmesinde FMC’nin anlaşması olduğu uyarısı yapılmış. Mesajı alan dönemin Cumhurbaşkanı Özal, Etibank yetkililerini çağırıp bilgi almış ve Perle’nin önüne FMC’nin ticari değil raporunu koymuş. Böylece FMC defteri kapanıp, Belçikalı Solvay sayfası açılmış. Bitti mi, hayır.

Bu defa Solvay’in küçük ortak olması sebebiyle, Avrupa’da kartel problemi ortaya çıkmış. Solvay’in büyük oyuncu olma isteğine Türkiye “Evet” demeyince, projeye yine rafa kalkmış. Ciner Gurubu ile Eti Maden ortaklığıyla kurulan “Eti Soda” çatısının altındaki Türk mühendisler, ele muhtaç etmeyen solüsyon teknolojisini bulup, madeni çıkarmayı başarınca, dün açılışı yapılan maden sahasını da Ciner Grubu, Amerikalılardan satın alıp, Türkiye’ye bu alanda öncekinden 3 kat daha büyük, örnek bir tesis daha kazandırmış oldu. Ülkemize ve Ciner Grubu’na hayırlı olsun. Ancak bu tesisin hayata geçmesinde ise Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın desteği, Ciner Grubu Başkanı Turgay Ciner’in de yılmayan girişimci ruhunun katkısının bilinmesi gerekir.

Dünyanın en büyük beşinci elması bulundu

Dünyanın en büyük beşinci elması olduğu düşünülen 910 karatlık elmas Afrika’nın güneyinde yer alan Lesotho’da bulundu. En berrak renge sahip bu işlenmemiş elmasın değerinin 33 milyon euro olduğu tahmin ediliyor.

Diamant mit mehr als 900 Karat in Lesotho gefunden (picture-alliance/Gem Diamonds)

İngiliz Gem Diamonds firması tarafından Güney Afrika tarafından tamamıyla çevrili bir ülke olan Lesotho’nun Letseng maden ocağından çıkarılan 910 karatlık elmasın dünyanın en büyük beşinci elması olduğu düşünülüyor.

Konuyla ilgili pazartesi günü bir açıklama yapan Gem Diamonds’ın başkanı Clifford Elphick, golf topu ile tenis topu arasında bir büyüklüğe sahip olan 910 karatlık “D renkli” elmasın “istisnai bir kalitede” olduğunu söyledi.

Elmasın bulunmasını “çok önemli bir keşif” olarak nitelendiren Elphick, Letseng maden ocağına 2006 yılından bu yana sahip olduklarını ve bu madenden daha önce de 603 karat büyüklüğünde ve yine D renkli bir elmas çıkarttıklarını sözlerine ekledi.

Değeri 33 milyon euro

Liberum Capital isimli firmanın maden analistlerinden Ben Davis’in yatırımcılar için hazırladığı araştırma notuna göre 910 karatlık işlenmemiş elmasın değeri 33 milyon euro (40 milyon dolar).

D, E ve F renkli elmaslar, kendileri hiç renk ihtiva etmedikleri için ışığı en iyi şekilde yansıtan elmaslar ve dolayısıyla dünyanın en pahalı elmasları olarak biliniyor. Her ne kadar en renksiz ve en değerli elmas “D renkli” olsa da D ile E veya F renkli elmaslar arasındaki farkı ancak uzmanlar taşları inceleyerek belirleyebiliyorlar.

1905 yılında Güney Afrika’nın Pretoria şehrine yakın Cullinan maden ocağında bulunan 3.106 karatlık elmas, dünyanın en büyük işlenmemiş elması unvanını elinde bulunduruyor. Bölünerek işlenen bu elmas İngiliz Kraliyet Ailesi’nin mücevherleri arasında yer alıyor. 2015 yılında Botsvana’da bulunan 1.109 karatlık elmas ise, geçtiğimiz yıl 53 milyon dolara satılmıştı.

DW/dpa/AFP, DÇÜ/BK

Günün Madencilik Makalesi

Türkiye bir yandan bölgesindeki önemli dış politika gelişmelerinin bir yandan Batı’lı müttefikleriyle ilişkilerindeki duraksamanın etkisinde kalmaya devam ediyor. Doğu ile Batı arasındaki ilişkilerin sağlıklı bir zeminde ilerleyebilmesi için en önemli platform olarak görülen Türkiye henüz bu işlevi gereken sorumluluk ve başarı ile yerine getirebileceği izlenimini veremiyor.

Doğu ile Batı arasındaki ilişkilerin uyumlu ve çatışmasız bir anlayışla gelişmesi için gereken ekonomik, siyasi, kültürel birikim ve deneyime Türkiye’nin tarihsel olarak sahip olduğu söylenebilir. Son yıllarda bunlara bir de enerji konuları eklendi. Doğu’nun zengin hidrokarbon kaynaklarının işletilerek dünya pazarına ihraç edilmesi ve bu bağlamda Batı’nın ihtiyaçlarını karşılayan önemli bir tedarikçi haline gelmesi Türkiye’yi bir de bu konuda iki coğrafya arasında önemli bir fiziki birleştirici konumuna sokuyor.

Türkiye’nin bu konumunu bir transit ülke olarak mı yoksa bir ticaret merkezi olarak mı sürdüreceği güncel bir tartışma haline geldi. Bazı gözlemciler Türkiye’nin coğrafi konumunun onu mükemmel bir transit ülke yapacağı görüşünü savunuyorlar. Genellikle Türkiye’nin dışındaki kaynaklar tarafından dile getirilen bu görüşlerin günümüz dünyasında ülkemize aktif bir enerji denklemi aktörü statüsü kazandırması zor.

Öte yandan, Türkiye’nin bir “enerji ticaret merkezi” haline gelmesi görüşünü savunanların ise kafalarının karışık olduğu anlaşılıyor. Enerji üretiminde yararlanılan kömür, petrol, doğalgaz gibi hammaddelerin birinin ya da birkaçının ticaretinin merkezi olmak mümkün ancak bunların kullanılmasıyla üretilen enerjinin ticaret merkezi olmak değil Türkiye’ye, dünya üzerinde başka ülkelere de pek nasip olmuş bir özellik olarak görülmüyor.

Türkiye Avrupa’nın ve dünyanın önde gelen doğal gaz ithalatçısı ülkelerden biri. Bu özelliği ile bir doğalgaz ticaret merkezi haline gelebilme şansı oldukça yüksek. Bunun için elbette Türkiye’de enerji piyasasının liberalleşmesi kadar Türkiye’nin doğalgazı depolama kapasitesinin de ticaret merkezi olmayı hedefleyen bir ülkede olması gereken düzeye yükseltilmesi gerekiyor.

Doğalgaz depolama tesislerinin kapasitelerinin artırılması ve yenilerinin yapılması konusunda Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’nın 2018 yılından itibaren önemli bir atılım içine gireceğine dair haberler Türkiye’nin bir doğalgaz ticaret merkezi olması gerektiğine inananları cesaretlendirdi. Dolayısıyla, bölgemizde bu konuda Türkiye’ye rakip olmaya gayret eden, örneğin İtalya, Yunanistan hatta Bulgaristan gibi ülkelerin de benzer atılımlar içine girmeleri şaşırtıcı olmayacaktır.

Türkiye kendi ulusal olanakları çerçevesinde gerek pazar koşullarını gerek depolama kapasitesini artırırken, dünya üzerinde bu alanda süren çetin rekabeti de yakından takip etmek zorunda. Örneğin, Doğu Akdeniz’de İsrail açıklarındaki doğalgaz yataklarının işletilmesi ve üretimin Batı Avrupa’ya ihracı için Türkiye’nin bir ortak olarak kabul edilmesi büyük önem taşıyor. Türkiye ile İsrail arasındaki siyasi ilişkilerin hala tam olarak normalleşememiş olması, üstelik yeni gerginliklere de sahne olması, öte yandan bu ortaklıkta yer alması beklenen Kıbrıs’ın ortaya çıkardığı sorunların hala çözümlenememesi, bu alanda Türkiye’yi dışlayan projelerin şansını yükseltiyor.

Türkiye’yi en yakından ilgilendiren gelişmeleri ise Rusya’nın enerji  konusunda izlediği politikalar oluşturuyor. Örneğin, Kürdistan Bölgesel Yönetimi (KBY) topraklarındaki doğalgaz kaynaklarının işletilmesi için birçok Türkiye kökenli firma ön anlaşmalar imzalamış olsa da, son zamanlarda Rosneft’in bölgeye Türkiye’nin yaptığından çok fazla yatırım yönlendirmiş olması dikkati çekiyor. KBY tarafından yapılan son referandum nedeniyle Ankara ile Erbil arasındaki ilişkilerde bir soğumanın ortaya çıkması da bu bakımdan Rusya’ya daha esnek bir hareket alanı kazandırıyor.

Öte yandan, Rusya bir yandan Türk Akımı projesini olabildiğince hızlı bir şekilde hayata geçirmek için gayretlerini artırırken, bir yandan da Balkanlar’da yeni atılımlar içinde. Gazprom’un Hırvatistan ile Eylül ayında imzaladığı yıllık 1,4 milyar metreküplük doğalgaz ihracatı anlaşması bunlardan biri. Diğeri ise yine Gazprom’un Bosna-Hersek Federasyonu’nun Republika Srpska bölgesi ile geçen hafta imzaladığı yıllık 350 milyon metreküplük doğalgaz ihracatı anlaşması.

Rusya’nın şimdilik bu tedarikleri Ukrayna üzerinden giden mevcut hatlardan sağlayacağı anlaşılıyor. Ancak Türk Akımı projesinin uzun vadede Ukrayna’yı devre dışı bırakmayı hedeflediği unutulmamalı. Türk Akımı projesinin, Rusya’nın planladığına göre,  şu anda görülen iki hatta ilaveten ileride Balkanlar’a yönelik iki paralel boru hattı daha öngörüyor olması da hatırda tutulmalı.

Genelde Rusya’nın bu çabalarının Avrupa pazarında yer edinmeye çalışan ABD’nin Rusya’ya karşı enerji politikalarını da etkilemeye yönelik yeni yaptırımları planladığı bir sırada gelmesi manidar. Türkiye’nin küresel boyutta Rusya ile ABD arasında yeni bir enerji rekabetinin oluşmaya başladığı bir sırada doğalgaz ticaret merkezi olma projesini inatla, sabırla ve ısrarla ama hepsinden öte hızla hayata geçirmesi büyük önem taşıyor.

 

Günün Madencilik Makalesi

Sayıştay, Türkiye Kömür İşletmeleri Kurumu’nun (TKİ)işletilmesi olanaksız kömür sahalarına personel istihdam ettiğini ve kira ödemesi yaptığını tespit etti. Raporda, TKİ’nin kömür alım satımına dair sözleşmesi bulunmayan şirketlere kömür karşılığı ödeme yaptığı da aktarıldı

 

Sayıştay 2016 yılı Türkiye Kömür İşletmeleri Kurumu (TKİ) Denetim Raporu, kömür havzalarının en ekonomik şekilde üretime hazırlanması amacıyla başlatılan “Yerli Kömür Kaynaklarının Optimum Şekilde Ülke Ekonomisine Kazandırılması” projesinin sürdürülebilirliğini yitirdiğini ve gereksiz harcamalara yol açtığını belgeledi. TKİ’nin, AR-GE çalışmaları kapsamında kendi imkânlarıyla başlatarak, Hacettepe Teknokent Teknoloji Transfer Merkezi’yle ortaklaşa yürüttüğü projede yapılması gereken bir çalışma kalmadığını tespit eden Sayıştay, buna karşın kurumun projeye ilişkin istihdam ettiği personele ve Hacettepe Üniversitesi’ne kira ödemeye devam etmesini eleştirdi. Denetim raporunda gereksiz harcamalarla ilgili, “Yürütülen projenin misyonunu tamamlamış olması nedeniyle sonlandırılması, kiralanmış olan ofisin kontrat sonunda boşaltılması ile bu çalışmada yarım kalmış kısımlar varsa söz konusu işlerin Genel Müdürlük binası içindeki bir bölümde yapılması gerekir” uyarısı yer aldı.

1 milyon harcama
Sayıştay’ın raporunda, Türkiye’nin en büyük 3’ncü linyit rezervine sahip olan Alpu sahasının EÜAŞ Genel Müdürlüğü’ne devredilmesiyle “Yerli Kömür Kaynaklarının Optimum Şekilde Ülke Ekonomisine Kazandırılması” projesinin en önemli ayağının devre dışı kaldığı vurgulandı. Çevre duyarlılığının yüksek olması ve Ergene Havzası’nın herhangi bir madencilik çalışmasına izin vermemesi gibi engellerin yanı sıra günümüz kömür fiyatlarının düşüklüğüne rağmen kurulan Eskişehir Alpu ve Trakya-Saray(Vize) kömür havzalarının işletilmesinin olanaksız olduğu belirtildi. Projeyle ilgili yapılması gereken bir çalışma kalmadığına dikkati çeken raporda, TKİ’nin yapmaya devam ettiği ödemeleri şu şekilde sıraladı: “Bu projeye mahsus olmak üzere Hacettepe Kampüsü içinde kiralanmış olan ofise ciddi miktarlarda ödeme yapılmaktadır. Ofis kirası olarak ödenen 335 bin liranın yanında 365 bin lira tadilat bedeli ve 120 bin lira işletme masrafı yapılmıştır. Bunun yanı sıra proje ile ilgili yarı zamanla işler kapsamında ağırlıklı olarak öğretim görevlilerinden olmak üzere bazı hizmetler satın alınmıştır. Proje başlangıcında 1 koordinatör ve 4 proje asistanından oluşan çalışma ekibi sayısı da fazlalaştırılmıştır.”

Şirket adına yüksek krediler kullanıldı
Raporda kaydedilen bir diğer usulsüzlük ise kömür alım satımına ilişkin sözleşmesi bulunmayan şirketlere ödemeler yapıldığı oldu. Sözleşmesi bulunmayan şirketlerden kömür alımı için bizzat kuruluşun kendi yükümlülüğü altında kredi hesapları açıldığını tespit eden Sayıştay denetçileri, bu durumun şirketi ve şirket ortaklarını zarara uğrattığını belirledi. Raporda kuruma, “Zararın tazmini amacıyla konunun çözümüne yönelik çıkış yollarının aranması, alacağın tahsiline yönelik çalışmaların ivedilikle takibinin sürdürülmesi” önerisinde bulunuldu.

TKİ’de 2014 ve 2015 yıllarında yaşanan vurgun da Sayıştay raporlarına yansıdı. Raporda, kurumun yüzde 48 payla ortağı olduğu Kömür İşletmeleri A.Ş.’nin bankalardan kredi kullanarak şirketi borçlandırdığı bilgisine yer verildi. Bu durumun şirketi büyük kredi borçları ve masrafları altında bıraktığı vurgulandı.

Günün Madencilik Makalesi

Zonguldak, mavisi ve yeşiliyle güzel bir kent. Kömürün 1820’li yıllarında keşfedilmesiyle birlikte elmas karası rengiyle de güzelliğine ”değer” katarak paha biçilmez bir kent haline gelmiştir.
Kömürün bulunuşuyla maden ocaklarının açılışı önce mükellefiyet daha sonra da ocakların kurumsallaşmasıyla (TKİ, EKİ) ”maden işçiliği” mesleği Zonguldak halkının yaşam biçimi olmaya başlamıştır. Bununla birlikte yaşam kalitesi gelişime yönelik evrilme göstermiştir. Kömürün işletilmesi için Maden Mühendislerinin ve diğer kentlerden çalışmak için farklı özelliklerde insanların kente gelişi sosyal, kültürel ve sportif alanların açılmasını sağladı ve bu durum  Zonguldak’ı modern, gelişmiş bir kent haline getirdi. 60’lı yıllarda Zonguldak’ta tenis kortlarının, sinemaların çokluğu bu gelişime örnektir.
Kömürün keşfedilmesiyle birlikte elmas değerinde bir kent olan Zonguldak dün olduğu gibi bugün de sermayenin göz bebeği olmuştur.
Özelleştirme genel olarak kamu iktisadi teşebbüslerinin özel sektöre devredilmesi şeklinde tanımlanır. Kamu kurumlarının verimli çalışamadıkları, bundan dolayı da devletin bütçesine yük oldukları, dolayısıyla bunların özel sektöre satılmasını sağlayan bir devlet politikasıdır.
24 Kasım 1994’de dönemin Başbakanı Çiller: PTT’nin özelleştirilmesiyle başlayıp bugüne gelen süreci “Türkiye coğrafi bölgesinde son sosyalist devlet oluşmuştu, özelleştirmeyle biz onu yıktık” diyerek özelleştirmenin kendi politik ideolojilerine göre nedenini açıklamıştı.
Dünden bugüne siyasetçilerin ülkenin zararına aldıkları her kararın haklı nedenini vatan, millet savunması olarak beyan etmeleri de çok manidardır.
Tüm Türkiye’de özelleştirilmek istenen kamu kurumlarının içinde elbette TTK’da vardı ve bu sadece çalışan maden işçisi için değil bir kent olarak Zonguldak için fazla tehlikeli bir durumdu. Özelleştirme Yasası son haliyle 27 Kasım 1994 tarihinde yayınlanarak yürürlüğe girdiğinde görüldü ki sadece çalışan maden işçilerinin değil Zonguldak’ın pimi çekilmişti. Çünkü maden işçisi olmazsa Zonguldak olmaz, yaşanmaz ve sadece karası kalan bir kasaba olur.
Zonguldak’ta bu satıştan payını alacaktı. Ama 94’de ama 2017’de.
Bunu bilen Zonguldak halkı ve esnafı özelleştirilmenin yürürlüğe girmesiyle birlikte kentine, ”Madenci Feneri’ne” sahip çıkarak 1994 Kasımında kepenk indirdi ve yağmura, soğuğa rağmen sokağa çıktı. Gün boyu araçların kontakları kapatıldı, parti ve demokratik kitle örgütleri tabelalarının üzerine siyah örtü çekti, halkın büyük bir bölümü çocuklarını okula göndermedi. Bu eylem Zonguldak’ın 1991-92 Ankara yürüyüş eyleminden tarihsel bir deneyim geçirmiş olduğunun bir kanıtıydı.
Zonguldak ekmeğini en çok madenden kazanır. Maden işçisinin huzuru, Zonguldak’ın huzurudur. Maden işçisinin ekonomik düzeyi Zonguldak’ın ekonomik düzeyidir. Maden işçisinin sosyal, kültürel, politik düzeyi Zonguldak’ın sosyal, kültürel, politik düzeyidir. Şuanda sadece TTK’nın maden ocaklarında 7.500 işçi çalışmakta. Özel ocaklarda çalışan işçisi 1000 – 1500 civarı. Esnaf, en çok maden işçisinden yani işçi ailelerinin yaptığı harcamalardan kazanıyor. Öyle ki, alışverişlerde meslek sorulduğunda ‘’madenci’’ yanıtı alan esnaf hiç düşünmeden bütün kapılarını açıyor. Maden işçici olmazsa memurun ve öğrencinin harcamaları esnafı ayakta tutmaya yetmeyecek. Bu da esnafın 90’lı yıllarında olduğu gibi eylemlilik adına değil ticari olarak kepenk kapatması demektir.
Bu yüzden Zonguldak’ta direnişler, sadece maden işçisinin sınıf bilinciyle ortaya çıkan direnişler değildir. Aynı zamanda Zonguldak halkının, esnafının kentine sahip çıkma biçimidir de. Maden işçisiyle esnafın ekmek kavgaları aynı orantıyla sürdürülmektedir. Eğer bu kentte madenciye el uzanırsa madenciden önce esnaf ekmek parası uğruna işçiden de önce sokağa çıkar veya işçi sokağa çıkmışsa Zonguldak halkı, esnafı arkasından gider. Bunun örnekleri Zonguldak tarihine yazılmıştır.
Kömürün bulunuşuyla birlikte Zonguldak madencilik sektöründe ilerleme göstermiş, başka illerden göç almış farklı kentlerden, farklı halklardan insanların zengin mozaiği olan bir kent olmuştur. Ama bu mozaik ne fikir, ne yaşam biçimi ne de inanç ayrılığına sebep olmamış, hiç kimse diğerini ötekileştirme gereği duymamış. Öncelikleri, ortak noktaları maden ocakları yani kömür olmuş. Komşuluklar, arkadaşlıklar, sohbetler bu ortak neden üzerine kurulmuş; aynı ekmek teknesinde aynı ekonomik, sosyal ve politik yaşam biçimiyle bir kent bilinci oluşturmuşlardır.
Aynı zamanda madencilik öylesine öncelikli olmuş ki, doğa güzelliği olan bu kentte turizm yatırımı hiç yapılmamış. Liman zenginliği olsa da denizcilik ticaretine yatırım yapılmamış. Verimli toprakları, hayvancılığı sadece köylü halkın geçim kaynağından öteye gitmemiş. İnsan mozaği bile öylesine zenginken kültüre, eğitime de yatırım yapılmamış. Yani başka bir sektörün gelişimine hiç izin verilmemiş ya da başka sektörler Zonguldak halkının ilgisini çekmemiş. Babadan oğula geçen miras bir meslek olarak yerli halkını da, göçle gelen insanları da yıllarca doyurmuş.
Zonguldak yetiştirdiği şairler, yazarlar, oyuncular, siyaset insanları bulundukları yerlerde nam salsa da bu onların kömürün önüne geçmesine yetmemiş. Çünkü Zonguldak’ta madenci olmak şair, yazar, oyuncu, sanatçı, siyaset insanı; mimar, doktor, öğretmen, akademisyen vb. olmaktan çok daha önemli bir hale gelmiş.
Ve bugün, işte bu yüzden tek silahla savaşa giden bir ordu gibi güçsüz, çaresiz ve inançsız kalmış bir kenttir Zonguldak
Artık Zonguldak, maden işçisinin direnişine;
Madenci, esnafın ve halkın madenlere sahip çıkmasına;
Esnaf, madencilik sektörünün yaşamasına muhtaç bir kent olarak bekleyiştedir.
Ne yazık ki, bu bekleyişi aldığı darbelerden kaynaklı geri dönüşü imkansız kayıplarla sürmektedir.
Özellikle 90-91 büyük madenci yürüyüşünden sonra kuruma hiçbir yatırım yapılmaması, TTK’nın Türkiye’deki özelleştirme politikalarının bir parçası olarak yok edilmek istenmesi bunlara bağlı olarak yeterli sayıda işçi alınmaması ve kurumun (belki de bilinçli olarak) kötü yönetilmesi TTK’nın yani Zonguldak’ın aldığı kapanmaz darbeleridir.
Ama en büyük darbe 1994 tarihinde yürürlüğe giren özelleştirme yasasının bugün bir kamu kurumu olan TTK’ya yani Zonguldak’a sıranın gelmesiydi.
28-29 Kasım 2017 tarihlerinde meclis genel kurulunda kabul edilen son torba yasa içerisine yerleştirilen ‘’Türkiye Taşkömürü Kurumu ile Türkiye Kömür İşletmeleri, uhdelerinde bulunan maden ruhsat sahalarını işletmeye, işlettirmeye, bunları bölerek yeni ruhsat talep etmeye ve bu ruhsatları ihale etmeye yetkilidir”  şeklindeki düzenlemeyle TTK’nın yetkisinde  bulunan maden ruhsatlarını özel sektöre vererek TTK’nın parça parça satılarak tamamen özelleştirilmesinin önünü açan 51. Maddedir. Bu madde TTK’nın ve  Zonguldak’ın bitişinin başlangıcıydı.
Ancak maden işçilerinin tarihinden gelen bir deneyimle 6-7 Kasım 2017 tarihlerinde yeraltında yaptıkları beş üretim bölgesinde eş zamanlı gerçekleştirdikleri 21 saat süren eylem sonucu tasarıya ‘’Ancak TTK’nın halen kendisi tarafından, doğrudan işletilen işletme alanlarında oluşturulacak ruhsatlar bu madde kapsamında ihale edilemez’’ hükmünü  ekleyerek tasarı yeni şekliyle meclisten geçirilmiştir. Yasa tasarısına eklenen bu cümle yeraltında devam eden eylemi sonlandırmaya yetmiştir ama ne yazık gerçek anlamda TTK’nın ve Zonguldak’ın geleceğini kurtaran, madencinin ekmek teknesini yüzdürecek bir düzenleme olmamıştır. Hükümet aslında bu düzenlemeyle hem maden işçilerinin eyleminin uzamasını engel olmuş hem de Zonguldak üzerindeki rant politikalarından vazgeçmediklerini belgelemiştir. Aldığı bu darbe çok büyüktür Zonguldak’ın.
Özelleştirme özellikle bizim gibi az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde kamu iktisadi girişimlerinin verimli çalışamadıkları, bundan dolayı da devletin bütçesine yük oldukları, dolayısıyla bunların özel sektöre satılması için yürürlüğe sokulan bir yasa tasarısıdır demiştik.
Peki, TTK gerçekten verimli çalışmıyor muydu? Devletin bütçesine yük müydü?
1991-92 Zonguldak grevinde yüzbin kişi Ankara’ya yürümüş, dönemin iktidarını korkutmuş ve o günden bugüne potansiyel tehtid olarak görünen Zonguldak işlevsiz hale getirilmeye çalışılmış, kente o yürüyüşün dersi verilmeye çalışılmıştır. Zonguldak’ı küçük, verimsiz hale getirmenin yolu da TTK’yı yok etmekten geçecekti elbet. Bunun için öncelikle işçi alımını durdurmak gerekiyordu. Yaklaşık 50-55 bin işçisi olan TTK bu günlere geldiğimizde görüyoruz ki 7500 gibi bir sayıya gerilemiştir. Bununla birlikte 1994 yılından başlayarak ve 2000’li yıllara kadar süren kitlesel, zorunlu (Reysen) emeklilikle kurumun günden güne erimesine ve nitelikli iş gücünün kaybolmasını sağlayarak göz ardı edilemeyecek kayıplar vermesine neden olunmuştur.
TTK’nın bu duruma gelmesindeki en önemli faktörlerden biri de Türkiye’deki diğer kitler gibi kamu zihniyetiyle hantal bir şekilde  yönetilmesi, kurumun işleyişini yavaşlatmış, yönetimine siyasi, ticari aktörlerin dışardan müdahalesi ( Siyasilerin kurum içi atamalarda ya da çalışanların yer değişikleri vb.) kurumun işleyiş dengesini bozmuştur.
Görülüyor ki, 1990’dan bugüne iktidarlar, Ankara’dan alınan gelirden çok daha fazlasını katma değer olarak Ankara’ya geri veren Zonguldak’ı, kentin yaşam biçimini belirleyen TTK’ya işçi alımını durdurarak, verimsiz bir kent olarak göstermeye çalışılmaktadırlar. Çünkü onlar da biz Zonguldak halkı da biliyoruz ki, TTK demek Zonguldak demektir ve TTK biterse Zonguldak’ta bitmiş demektir ve onlara göre verimsiz bir kenti karlı duruma getirmenin en güzel yöntemi de elbette özelleştirmedir. Yani parsel parsel kurumuyla, işçisiyle, toprağıyla patronlara satmak demektir.
Aslında hepimiz biliyoruz ki, TTK verimli kömür rezervleriyle, çalışabilecek işçi sayısıyla kazandırmaya, bir ülkenin ekonomisinin baş aktörü olmaya devam edebilecekken, özelleştirmenin zarar eden baş aktörü olmayı hiç haketmiyor.
Ve sorgulanması gereken bir konu olarak buraya not düşüyorum ki; bu kentte kömürden daha başka ülke ekonomisine kazandırılabilecek hangi yatırım var ki, Zonguldak halkının geleceğiyle oynanacak kadar, bir kenti yok edecek kadar ve bunca insanı göç ettirecek kadar?
Biz bu kentte doğduk. Dedelerimiz babalarımızı, babalarımız bizi bu kentte doyurdu. Çocukluğumuzu bu kentte yaşadık. Bu kentin kültürü bizim yaşam biçimimiz oldu. Kömürümüzle, alın terimizle, madencimizle övündük. Madenci fenerimiz bizim simgemiz, onurumuz oldu.
Kimimizin dedesinin, kimimizin annesinin, kimimizin evladının mezarları bu kentte. Ne anılarımızdan vazgeçebiliriz, ne yaşam biçimimizden ne de madenci fenerimizden vazgeçebiliriz. Mezarlarımızı burada bırakıp gidemeyiz, gitmeyeceğiz. Yerin altındaki kömür daha yıllar yıllarca hem bizi, hem de ülkemizi doyurmaya yetecek miktardadır. Ekmeğimizi, emeğimizi hiç kimseye yedirmeyeceğiz. Bu kentin de, bu  ülkenin geleceğini de patronlara peşkeş çekmeyeceğiz.
Neyi bekliyoruz ki..?
Şimdi, madencimizle, esnafımızla, memurumuzla, öğrencimizle ve bu kentte yaşan bütün insanımızla madenlerimize Zonguldak’ımıza, Karaelmas’ımıza sahip çıkma zamanıdır. Yavaş yavaş ölmeyi, çürümeyi bekleyemeyiz. Eksilerek yok olmayı bekleyemeyiz. Bu kenti, geçmişimizi ve geleceğimizi özelleştirmeye kurban edemeyiz.
Haydi..! Gelin  geçmişten bugüne gelen tarihsel direnişlerimizi örnek alarak; madencisiyle, esnafıyla, memuruyla bir Zonguldaklı olma bilinciyle bizim olana yani Zonguldak’ımıza sahip çıkalım.
Ve bir an önce TTK’ya işçi alınması için bir araya gelerek siyasilere, iktidara sesimizi duyuracak bir çalışma ortaya koyalım.
Onurumuz olan ‘’Madenci Feneri’ni kendi ellerimizle söndürmeyelim.

Günün Madencilik Makalesi

Son haftalarda kömür üzerinden yürüyen bir hükümet propagandası var. İçinde bol bol müjde, rekor kelimeleri geçiyor.

2018, kömürün altın yılı olacakmış. Yerli kömürde rekorlar kırılacakmış. Vs. vs. …
Türkiye Taşkömürü Kurumu’na (TTK) yıllardır yeni işçi alınmaz, yatırım yapılmazken bu rekorlar nasıl kırılacak diye insan merak ediyor tabii.

Maden işçisi kendisini ocağa kilitleyince, AKP, kömür sahalarının bölünüp parçalanmasına dair maddeden vazgeçti malum. Bu vazgeçiş pek ikna edici görünmedi. Arka planında geçen yıl zaten hazırlanmış bir başka özelleştirme planının yer aldığı belirtiliyor.

CHP Bartın Milletvekili M. Rıza Yalçınkaya geçen gün TBMM Genel Kurulu’nda can alıcı bilgiler verdi.

“Gözümüz gibi korumamız lazım” dediği TTK’ye bağlı Amasra B sahasını 2005’te alan 20 yılda 56 milyon ton kömür çıkarma taahhüdü verdiği halde taahhüdüne uymayan “bir firmadan” söz etti.

Mezarlığa el atmak

Bu firmanın kömür çıkarmak yerine, kurmak istediği termik santral için sürekli çalıştığını, hükümetin hesap sormak bir yana sürekli arka çıktığını anlattı.

Yalçınkaya, “firmaya yapılan son güzelliği” ise şöyle aktardı:

“Amasra ilçesinin Gömü ve Tarlaağzı köylerinde yaşayan vatandaşlara aittaşınmazlar kamulaştırılmış, Bakanlık da kamu yararı iddiasıyla onaylamıştır.Neden yapıldığı bilinmeyen bu işlemle, yıllardır köylerinde oturan insanların taşınmazlarına el atılmış, üstelik bu alana mezarlık da dahil edilmiştir.”

Evet mezarlık, yanlış okumadınız. Yalçınkaya, TTK’nin o bölgede hiçbir yatırım faaliyeti çalışması olmadığını vurgulayıp sordu: “Vatandaşın elinden taşınmazını almak kime yarayacak? TTK’ye mi, yoksa termik santralı kuracak firmaya mı?”
Biz Enerji Bakanlığı’na daha açık soralım: Gömü ve Tarlaağzı’nda yaşayan köylülerin taşınmazlarına, mezarlık alanını da içine alacak şekilde kimin için el koydunuz? Hattat Holding bünyesindeki Hema için olabilir mi?

 

Günün Madencilik Makalesi

Bir madencilik tarihi yok edilirken: Çanlar Zonguldak, TTK ve TKİ için çalıyor!

Zonguldaklı madencilerin yeraltındaki direnişi ile gündeme gelen Türkiye Taşkömürü Kurumu (TTK) ve Türkiye Kömür İşletmeleri’ne (TKİ) ait kömür sahalarının ihale edilerek özelleştirilmesinin önünü açacak olan 58. Madde (Yeni 51. madde) değişikliği, TTK’nın aktif olarak üretim yaptığı ocaklar kapsam dışı bırakılarak Meclis’ten geçti. Değişiklik ile TTK ve TKİ ruhsatlarında bulunan madenler de özelleştirilme kapsamında alındı.

TTK’nın aktif ocakları kapsam dışı, Zonguldak Havzası ve TKİ sahaları satılıyor!
TTK ve TKİ’ye ait maden ruhsatlarının ihale edilebilmesi için torba yasanın 58. Maddesi ile 3213 sayılı Maden Kanunu’na değişiklik yapılarak TTK ve TKİ’ye ait olan sahaların özelleştirilebilmesinin önü açıldı. Kanuna eklenmek istenen; “Türkiye Taşkömürü Kurumu ile Türkiye Kömür İşletmeleri, uhdelerinde bulunan maden ruhsatlarını işletmeye, işlettirmeye, bunları bölerek yeni ruhsat talep etmeye ve bu ruhsatları ihale etmeye yetkilidir.” maddesi Zonguldaklı madencilerin yeraltındaki direnişiyle kısmen değişti ve tasarıya “Ancak, TTK’nin halen kendisi tarafından doğrudan işletilen işletme izin alanlarında oluşturulacak ruhsatlar bu madde kapsamında ihale edilemez” ifadesi eklendi. Tasarı AKP’li vekillerin oyları ile kabul edilerek yasallaştı.

Kapsam dışında tutulan bölgeler, TTK tarafından işletme izinleri bulunan yani aktif olarak kömür üretimi yapılan Armutçuk, Kozlu, Üzülmez, Karadon ve Amasra işletmeleri ve daha önce işletme izni (1) alınan alanlar. Bu ocaklar ihale edilemeyecek ancak bunlar dışında kalan Zonguldak havzasındaki ve ülkenin dört bir yanındaki TKİ kömür ruhsatları ihale edilerek satılabilecek.

Tasarıda, TTK ve TKİ’nin özelleştirilmesine, ‘rödövans (2) sürelerinin kısıtlı olmasından kaynaklı işçi sağlığı ve iş güvenliğine yönelik uzun vadeli ileri teknolojiye uygun yatırımların yapılamaması’ gerekçe olarak gösteriliyor. Ancak bu gerekçe gerçeği yansıtmıyor. Maden Mühendisleri Odası konu hakkında yaptığı basın açıklamasında “mevzuatımızda rödövans sözleşmeleri için herhangi bir süre kısıtlaması bulunmamaktadır. Rödövans sözleşmeleri ile faaliyet yürütülen ruhsat sahalarında süre kısıtlamasından bahisle, iş sağlığı ve güvenliğine yönelik uzun vadeli modern teknolojiye uygun yatırımlar yapılamamakta olduğu gerekçesini göstermek bahane olmaktan öte geçemeyecektir.” diyerek AKP’nin bu yalanını ortaya çıkardı.

Zonguldak kömür tarihi; devletleştirme, rödövans, özelleştirme taşeronlaşma, kaçak ocak, ölüm!TTK Ruhsat alanları haritası

Ereğli’den başlayarak Bartın-Amasra ve Kastamonu-Cide’ye kadar uzanan Zonguldak havzasında bulunan kömürlerin işletme ve ruhsat hakkı maden kanununa göre Türkiye Taşkömürü Kurumu’na aitti. Bu havzada bulunan kömürler 1900’lü yılların başında özel şirketler tarafından üretilirken Cumhuriyet’in ilanı ile birlikte devletleştirilerek önce Ereğli Kömür İşletmeleri daha sonra isim değişikliği ile Türkiye Taşkömürü Kurumu tarafından üretildi. 1980 sonrasında TTK’ya ait havza, kanuna göre özelleştirilemediği için 1990 yılında kanuna aykırı bir şekilde Maden Uygulama Yönetmeliği‘ne eklenen rödövans uygulaması ile kömürlerin özelleştirilmenin önü açıldı. 2004 yılında yapılan kanun değişikliği ile rödövans kolaylaştırıldı.

Süreçle birlikte Zonguldak bölgesinde artan özel ocaklarla birlikte kaçak ocaklarda da artışlar yaşanarak iş kazaları ve iş cinayetleri de gözle görünür şekilde arttı. 1992 yılında Kozlu grizu faciasından sonra kamuya ait madenlerde önlemlerin arttırılması sonucu ölümler yaşanmazken, son dönemde Karadon, Kozlu, Elbistan, Soma, Ermenek, Şirvan gibi yaşanan katliamların tamamına yakını özel ocaklarda meydana geldi.

İSİG Meclisi verilerine göre 2 Kasım 2002’den, 15 Kasım 2017 tarihine kadar devam eden AKP’li yıllardan en az 1618 madenci iş cinayetlerinde yaşamını yitirdi.

Bir işlevsizleştirme ile yok etme örneği olarak TTK ve TKİTTK tarihi kömür yükleme iskelesi

Diğer bir özelleştirme gerekçesi de ‘atıl durumdaki ocaklarda üretimin arttırılması’. Yapılan değişiklik ile TTK ve TKİ sahalarında daha fazla kömür üretimi yapılacağına dair iddialarda da hiçbir gerçeklik yok. Çünkü TTK ve TKİ’nin geçmiş dönemlerde yaptığı üretimlerle bugünkü üretimler karşılaştırıldığında AKP iktidarı döneminde kurumlara yeni işçi kadroları verilmeyerek ve teknolojik yatırım yapmalarının engellenmesi ile kömür üretimleri düşürülerek kurumlar işlevsizleştirildi.

2002 yılında TTK’da 15761 işçi çalışırken 2 milyon 240 bin ton kömür üretildi. 2016 yılında ise 9573 işçi ile TTK tarihinin en düşük üretimi gerçekleştirilerek 908 bin ton kömür üretildi. Madencilik teknolojisinin günümüz kadar gelişmemiş olduğu 1974 yılında 39390 madenci ile 5 milyon ton kömür üretimi gerçekleştirilirken günümüzde AKP iktidarı tarafından yapılan işlevsizleştirme politikaları nedeniyle TTK tarihinin en düşün üretimi gerçekleştirilerek 1 milyon ton altı kömür üretimi gerçekleştirildi.

Maden Mühendisleri Odası’na göre; TKİ, 2000 yılında 39,2 milyon ton kömür üretimi gerçekleştirirken 2015 yılında sadece 12,9 milyon ton kömür üretimi gerçekleştirdi. Bu üretimin 4.957.705 tonu yeraltı yöntemi ile üretildi, % 97`si yani yaklaşık 4.800.000 tonu TKİ adına özel sektör tarafından rödövans ve çeşitli üretim sözleşmeleri adı altında özel sektör tarafından üretildi. TKİ`nin yeraltı üretim kültürü bitirildi.

SGK verilerine göre 2001 yılında 29.613`ü kamu, 13.244`ü özel sektör olmak üzere toplam 42.857 kömürde çalışan maden işçisi bulunuyordu. 2017 yılı Nisan ayı verilerine göre ise 10.772`si kamu, 27.022`si özel sektör olmak üzere toplam 34.742 işçi kömür madenciliğinde çalışıyor.(3) AKP’li yıllarda bir yandan kömürde çalışan işçi sayıları azalırken diğer yandan da kamuda çalışan işçi sayısında yaşanan küçülmelerle kurumlar zayıflatıldı.

Yıllardır ürettiği taş kömürü ile çelik sanayisinin bel kemiği olan ve aynı zamanda yetiştirdiği deneyimli madencilerle Türkiye madencilik iş kolu için bir okul olan TTK, AKP’nin neoliberal politikaları ile kömür üretemez hale geldi. TTK tarafından 2016 yılı faaliyet raporunda belirtilen açıklama AKP’nin TTK’yı nasıl bu hale getirdiğinin açık bir kanıtı niteliğinde:

“İşçi Noksanlığı: Kurumumuza 2009 yılı başında işe alınan pano üretim işçilerinin üretimi arttırması yönünde olumlu etkileri görülmekle birlikte bunun yanında yer altında üretime destek işçilerinin noksanlığı hat safhaya ulaştığından mevcut faaliyetlerin idamesi için mevcut pano ayak üretim işçilerinden yararlanıldığı için bu işçilerden 2011, 2012, 2013 ve 2014 yılı için yeterli randıman alınamamıştır. Kurumumuzda üretimin sürdürülebilirliği ve mevcut altyapının korunması amacıyla 2.700 pano ayak üretim işçisi ve 1.922 üretime destek işçisi olmak üzere toplam 4.622 işçinin alınması için 20.11.2014 tarihinde Enerji Bakanlığı kanalıyla T.C. Başbakanlık Hazine Müsteşarlığına başvuruda bulunulmuş olup olumsuz yanıt alınmıştır.”

Havza madenciliği ortadan kaldırıldı!
Madencilik sektörü ve özellikle kömür madenciliğinde üretimin güvenli ve planlı bir şekilde yapılabilmesi için projelerin tek elden, merkezden yürütülerek bölünmeden takip edilmesi ve işlerin yürütülmesi gerekir. Tam da bu nedenle Zonguldak, Soma ve Elbistan gibi büyük maden havzalarının tek elden yönetilerek güvenli bir şekilde üretimlerin gerçekleştirilmesi gereklidir. Soma ve Elbistan katliamlarında ortaya çıkan sonuç havza madenciliğinin ne kadar gerekli ve elzem olduğunun göstergesidir. Enerji Bakanlığı’na bağlı Elektrik Üretim Anonim Şirketi‘ne (EÜAŞ) ait olan Elbistan havzası yapılan özelleştirme ile Ciner Holding’e verildi. Yapılan hatalı çalışmalar sonrası çok büyük bir alanda şev kayması yaşandı, 11 madenci hayatını kaybetti. 2011’deki bu katliamdan bugüne 9 maden işçisi hala toprak altında. Yine aynı şekilde Soma’da TKİ’ye ait kömür ocağı Soma A.Ş.’ye verilerek 301 madencinin katledilmesine neden olundu.

Meslek odaları ve bilim insanları tarafından yıllardır ifade edilen, Soma katliamı sonrası AKP’liler tarafından bile kabul edilmek zorunda kalınan havza madenciliği, 58. Madde ile yapılan değişiklikle fiilen ortadan kaldırılacak. TTK ve TKİ’ye ait ruhsatların bölünerek ihale edilmesi demek maden havzalarının paramparça edilerek havza madenciliğinin yok edilmesi anlamına geliyor.

Sonuç yerine…
Zonguldaklı madencilerin direnişi sonrasında Genel Maden İşçileri Sendikası’nın (GMİS) Türk-İş Konfederasyonu ile Bakanlıklarla yaptıkları uzlaşmayla TTK’nın aktif olarak çalıştığı ocaklar kapsam dışı bırakıldı. Maden işçileri bir direniş göstermiş olsa da sendikanın kabul ettiği ve Meclis’ten geçen madde son derece kötü ve TTK için geçici bir kazanımdan başka bir şey değil. Yüz yıldır kamuya ait olan Zonguldak havzası ocakları bu yasadan sonra ihale edilerek özel şirketlere verilecek. Ocakları rödovansla elinden alınarak üretimden el çektirilen TKİ şimdi de ruhsatlarını kaybedecek.

Yok edilmek istenen sadece TTK ya da madenler değildir. Bir zamanlar 40 bin yakın madenci ile 8,5 milyon ton kömür üretmiş olan bir kamu kurumunun üretim kültürünün yok edilmesidir. Aynı zamanda, madenciler ve ailelerin yaşadığı konutlar, sağlık tesisleri, çocukların eğitimleri için kurulan okullar, işçilerin sosyalleşmesi için açılan sinemalar, sosyal tesisler ve hatta madencilerin gıda vb. alışverişlerini yapabilmeleri için EKİ tarafından basılan ‘ekonoma’ paralarıyla alışverişlerin yapıldığı marketler özetle tüm bu hizmetlerin bir kamu kurumu tarafından sağlanması yok edilmiş olacak. Yeraltında çalışan işçisi ile yer üstünde yaşayan kentlinin bir madencilik kurumu sayesinde oluşturduğu madencilik kültürünün gelecek kuşaklara aktarılması yok edilecek.

TTK’nın özelleştirilmesi geçici olarak durduruldu fakat çember biraz daha daraldı. Zonguldaklı madencilerin yeraltından çıkmayarak gösterdikleri direniş AKP iktidarına kısmen geri adım attırdı. Ancak Zonguldak havzası ve TKİ için geri dönüşü olmayan bir sürece girildi. Bir zamanlar salt kâr amaçlı değil, yeraltındaki madencisinden yer üstündeki kentliye ve hatta köyde yaşayan insanlara kadar bir havzayı düşünerek yapılan kamusal ve planlı bir madencilik vardı.

Madencilere güvencesiz ve düşük ücretlerle çalışarak, ölümden başka bir şey getirmeyen bu özelleştirmelerin karşısında durmak dışında başka bir seçenek bulunmuyor. Yeraltından çıkmayarak TTK için AKP’ye geri attıran maden işçileri, geleceğinin yine kendi ellerinde olduğunu biliyor. Yoksa tarih geçmişi silerek yeniden yazılmaya devam edecek.

Mehmet MAKAR
Maden Mühendisi

Kaynak : politeknik.org.tr

Günün Madencilik Makalesi

Eskişehir, Termik Santrali tartışıyor

Eskişehir’in Alpu İlçesi’nde kömür rezervi bulundu. Bölgenin özelleştirilmesi ve termik santral kurulması için Elektrik Üretim A.Ş (EÜAŞ) ihaleye çıktı. Ama belediyeler başta olmak üzere Eskişehir’deki kurum ve kuruluşların tamamına yakını termik santrale karşı. Sadece Alpu Belediye Başkanı bunu çok istiyor, onun söylediklerini yazımın sonuna ekleyeceğim ki, böyle düşünenlerin varlığı da bilinsin isterim.

Önce kömür rezervinin bulunduğu bölgeye, kurulacak termik santrale ve ihalesine bir bakalım; Alpu İlçesi Eskişehir’e en yakın ilçelerden birisi, kent merkezine sadece 32 kilometre, merkez ilçe Tepebaşı’na ise 25 kilometre mesafede, iki kilometre çevresinde 4-5 tane köy var. Tarım yapılan geniş bir ovaya sahip ve Türkiye’nin tarımsal sit alanı ilan edilen 141 ovasından birisi. Sadece kentin değil bölgenin önemli bir tarım alanı, buğday üretimi yapılan verimli bir bölgesi.

Lületaşı’nın da çıkarıldığı Beyazaltın köyüne termik santral kurulması planlanıyor. 1.125 hektarlık alana 1080 MW’lık bir santral kurulacak. Yılda 6.3 milyon ton kömür yakılacak. Oluşacak 1.6 milyon ton taban külü ve çıkarılacak 350 bin ton alçı taşı ile birlikte toplamda yıllık 2 milyon ton atık oluşacak. Yatırım için 1 milyar 800 milyon lira harcanacak.

Özelleştirme İdaresi Başkanlığı’nın yapacağı ihale ile birim başına en düşük elektrik satış fiyatını veren istekliye sahalar devredilecek. Kömür Rezerv Alanı ile Enerji Üretim Alanı, sahalardaki kömür rezervine dayalı olarak çalışacak elektrik üretim santrali kurma şartıyla işletme hakkının devri yoluyla özelleştirilecek. İhale pazarlık usulü uygulanarak gerçekleştirilecek. İhaleye ön yeterlilik için son başvuru tarihi 26 Ocak 2018 olarak belirlenirken, yalnızca tüzel kişiler ile Ortak Girişim Grupları katılabilecek. İhalenin geçici teminatı ise 25 milyon TL olarak belirlendi.

Elektrik üretiminde yerli kömürün payını arttırmaya yönelik olarak kurulması planlanan Termik Santral, son günlerde Eskişehir’in gündemini oluşturuyor. Ciddi bir çevre kirliliği yaratacağı ve tarım arazilerinin yok olacağı endişesini taşıyan Eskişehir’deki belediyeler dahil çoğu kurum ve kuruluşlar ile sivil toplum örgütleri Termik santralin kurulmasına karşı çıkıyor. Dünyanın yenilenebilir enerji kaynaklarına yöneldiği ve termik santralleri hızla terk ettiği günümüzde Eskişehir’e, üstelik verimli tarım alanına termik santral kurulmasının yanlışlığı tartışılıyor ve bir kamuoyu oluşmuş durumda.

Büyükşehir Belediye Başkanı Yılmaz Büyükerşen akıldışı buluyor

Eskişehir Büyükşehir Belediye Başkanı Prof. Dr. Yılmaz Büyükerşen, Eskişehir’in Alpu ilçesine kurulması planlanan termik santral projesinin gerçekleşmesi halinde bölgedeki tarımsal üretim ve hayvancılığın sona ereceğini belirtiyor ve “Ülkemiz ve kentimiz böylesi akıldışı projeleri hak etmiyor. Bu projeyle son derece tehlikeli bir iş yapılıyor. Proje hayata geçerse bölgede hayvancılık bitecek, meralar zarar görecektir. Partikül ile dolu meradan beslenen hayvanlar hastalanacaktır. Birçok ürünün yetiştiği Alpu ovasında tarım yapılamayacaktır. Dünyada sadece Sepetçi köyünde çıkarılan lületaşı işlemeciliği sona erecektir. Eskişehir kent merkezi, Tepebaşı ve Odunpazarı ilçeleri ile Alpu ilçe merkezinin havası kirlenecektir. Başta Porsuk olmak üzere bölgedeki su kaynakları kirlenecektir. Kısacası çok büyük çevre sorunlarına yol açacaktır. Eskişehir’in geleceğini düşünen herkes bu projenin karşısında olmalıdır” diyor. Büyükerşen, dünyada termik ve nükleer santrallerden vazgeçildiğine vurgu yapıyor ve gelişmiş ülkelerde kömür ocaklarının da kapatıldığını hatırlatıyor.

Özaydemir: Düşük kalorili ve derinde

Eskişehir Sanayi Odası Başkanı Savaş Özaydemir de bulunan kömür rezervinin düşük kalorili olduğunu ve çok derinde olduğunu söylüyor. “Bu kömürü çıkarmak için toprağı deşecekler ve tarım arazisini duman edecekler, çıkarmaya değmez” diyor ve ekliyor; “Bütün dünya artık bunları kapatıyor, yenilenebilir enerjiye dönüyor. Afşin-Elbistan santralleri de böyle bir maceranın ürünüdür, oralar duman oldu, bakmaya dayanamazsınız. Aynısının Alpu ovasına yapılması doğru değil, burası birinci derece tarım arazisidir, yazık olur” diyor.

Konuya en son Tüketiciyi Destekleme Derneği (TÜKDES) Genel Başkanı Süleyman Bakal dahil oldu, projenin yerine karşı çıktı ve bir de öneri getirdi, “Alpu ovasında bulunan kömür Mihallıççık ilçesindeki Adularya tesislerinde işlensin” dedi. Süleyman Bakal, termik santralin zararlarından söz ederek, “Tepebaşı ilçe sınırları içerisinde yer alan termik Santral Sahası Eskişehir il merkezine yaklaşık 32 km, Tepebaşı ilçe merkezine 25 km mesafede yer alıyor. Anadolu’nun buğday deposu 51 bin hektar Alpu Ovası tarımsal sit alanıdır. Dernek olarak Alpu ovasında bulunan kömürün ovaya 90 km, Eskişehir kent merkezine 140 km mesafede kurulu bulunan Mihalıççık ilçesindeki Adularya Termik Santrali’nde elektriğe dönüştürülmesini öneriyoruz. Adularya, verimsiz topraklar üzerinde kurulmuş, yoğun nüfusun yaşadığı kent merkezinden uzaktadır. Böylece hem ekonomik, hem de Eskişehir’e zararlı olmayacak bir çözüm olur” dedi.

Termik santralin bulunduğu bölgedeki toprak sahiplerinin ve köylülerin bilgilendirilme adı altında iknaya çalışıldığı ve bununla ilgili toplantılar yapıldığı da konuşuluyor. Ancak köylülerin ikna olduğu pek söylenemez zira onlar da projeye karşılar. Çevre kirliliği ve küresel iklim değişikliği nedeniyle tarım arazilerinin yok olacağını düşünüyorlar.

Alpu Belediye Başkanı Rafet Demirtaş herkesten farklı düşünüyor ve Termik Santral’in yararlarından söz ediyor. Şimdilik santrali savunan açıklamalarda bulunan tek kişi olarak “Termik santrali, hem şehrimiz için hem de ülkemiz için çok güzel meyveler verecek bir ağacına benzetiyorum. Buradan çıkan suyu seralara verecekler, böylece ilçemizde seracılık başlayacak, binlerce insan seracılık yapacak. Hava sıcaklığı burada artık eksi 1’in altına düşmeyecek. Ilıman bir havaya kavuşacağız, don olmayacak. Herkes su gibi para kazanacak. insanlar artık Alpu’ya yaşamak için gelecek” diyor.

Kaçak kömür madeni nasıl çalışıyor?

Cudi Dağı eteklerindeki kömür ocakları bölgesinde bulunan 3 No’lu açık kömür ocağında meydana gelene göçükte 8 maden işçisi hayatını kaybetmişti. CHP’liler konuyla ilgili raporu açıkladı

Şırnak ile Cizre arasında, Cudi Dağı eteklerindeki kömür ocakları bölgesinde bulunan 3 No’lu açık kömür ocağında, 17 Ekim Salı günü saat 15.00 sıralarında yaşanan göçükte 8 işçi yaşamını yitirmiş, bunun üzerine Cumhuriyet Halk Partisi Genel Merkezi tarafından İstanbul Milletvekili Sezgin Tanrıkulu ve Kocaeli Milletvekili Fatma Kaplan Hürriyet, 18 Ekim 2017 Çarşamba günü bölge hakkında inceleme yapmak üzere bölgede görevlendirilmişti. Oluşturulan Cumhuriyet Halk Partisi heyeti; Şırnak Valiliği, CHP Şırnak İl Başkanlığı, Şırnak Ticaret Odası ve hayatlarını kaybeden vatandaşların ailelerini ziyaret etti. Milletvekilleri Sezgin Tanrıkulu ve Fatma Kaplan Hürriyet tarafından oluşturulan ‘Şırnak Maden Kazası Raporu’ Cumhuriyet Halk Partisi Genel Merkezine iletilmiş olup, kamuoyu ile de paylaşıldı.

Raporda şu ifadeler yer aldı: Şırnak ile Cizre arasında, Cudi Dağı eteklerindeki kömür ocakları bölgesinde bulunan 3 nolu açık kömür ocağında,17 Ekim 2017’de saat 15.00 sıralarında yaşanan göçükte 7 işçi yaşamını yitirdi. Şırnak Cumhuriyet Başsavcılığı olayın ertesi günü göçükle ilgili soruşturma başlattı. Madende çalışan ve hayatını kaybeden işçiler çay molasında iken üzerlerine kaya düşmüştür. Ocak, açık bir ocaktır. Kurtarma ekipleri ve ambulanslar olay olduktan çok sonra bölgeye intikal etmişlerdir. Bunun nedeni madenlerin olduğu yere ulaşımın çok zor olduğu, ikincisi de yeterli iletişimin kurulamamış olmasıdır. Madenin sahibi daha önce burayı TKİ’den alan Standart Teknoloji isimli bir firmadır. Bu firma da Safine Madencilik isimli firma ile anlaşma yapmıştır. Safine Madencilik şirketi adına bu madeni Özmağrur isimli firma çalıştırılmaktadır. (Not: Bu bilgi görüştüğümüz kişiler tarafından şifahi olarak tarafımıza iletilmiştir. Ancak resmi olarak teyide muhtaç bilgidir.)

Şimdi yeni bir ihale yapılmıştır. O ihale ile yeni bir firmaya verildiği ifade ediliyor. Bu konuda net bilgi alamadık. Ancak şu var ki kazanın meydana geldiği alanda henüz bir çalışma izni olmadan kömür çıkarılmış. Yaralı kurtulan ancak hastanede vefat eden yurttaşımız ile birlikte 3 yurttaşımızın sigortası yok. Sigortasız çalışmışlar. Yaralı kurtulan ancak daha sonra hastanede vefat eden işçi 17 yaşında. Tam olarak ocakta çalışıp, çalışmadıkları da belli değil. Bütün bunları inceleyeceğiz, araştırmaya devam edeceğiz.

KAÇAK MADEN HERKESİN GÖZÜ ÖNÜNDE NASIL ÇALIŞIYOR?

Vali ruhsatın varlığını teyit etmedi. Üretim kaçak olsa da pazarlamasının “yasal” olduğu görülüyor. Göçüğün yaşandığı bölgede Şırnak İl Özel İdaresi tarafından ‘İş Sağlığı ve İş Güvenliği önlemlerine ve Maden Mevzuatına uyulmadığından üretime kapatılmıştır’ tabelası asılmasına rağmen herkesin gözü önünde kömür çıkarılmaya devam edilmiştir. Kömürün pazarlama aşaması hükümetin kontrolündedir. Kömür kaçak sigara gibi değildir. Yani kömür, 1 kilo çantanıza koyup götüreceğiniz herhangi bir malzeme değil. Kamyonlarla taşınan, pazarlanan bir madenden bahsediyoruz. Sonuçta kamyonla, traktörlerle kontrol noktasından geçen bir üründür. Ocaklara 1 kilometre mesafede Maden Askeri Karakolu bulunurken bölge Cudi Dağı’na yakın olduğu için askeri operasyonların güzergâhı olarak da kullanılıyor. Yine alandan çıkarılan kömürler onlarca arama noktasından sorunsuz bir şekilde geçiriliyor. Fiş olmadan, kontrol noktalarından geçmesi mümkün değil. O kontrol noktalarına görünmeden insanlar geçemiyor. Koca koca yüklü kamyonların da geçmesi mümkün değil. Yani burada kaçak kömüre kaçak sigara muamelesi yapılmamalı. Bölgeden çıkarılan kömürün 20’nin üzerinde İl’e gönderildiği belirtiliyor. Özellikle Sosyal Yardımlaşma Kurumunun dağıttığı, otel ile okulların kömür ihtiyacı bölgeden karşılandığı bilgisi tarafımıza iletilmiştir. Şırnak’ta yaşayan vatandaşlardan ve kanaat önderlerinden alınan bilgiler ve yapılan incelemelerin ortak değerlendirilmesi aşağıdaki gibidir;

MADEN ÖZELLEŞTİ İŞÇİLER KÖLELEŞTİ

Cudi dağının Şırnak’a bakan yüzünde 25 bin hektarlık alan kömür madenleri ile doludur. İşçilerin kölelik koşullarında çalıştığı tespit edilmiştir. Öyle ki işçilerin başlarında baretleri dahi bulunmamaktadır. Madenlerin olduğu ve kömür çıkarılan alanlar çok dar alanlardır. Şırnak halkının bu madenlerde çalışmak dışında başka alternatifleri yok. Madenlerde denetimler yok denecek az, işçi sağlığı ve güvenliği konusunda önlemler çok çok yetersiz. İşçiler adeta ilkel koşullarda çalışıyor. Görüşülen vatandaşlardan aldığımız bilgilere göre Şırnak’taki madenlerde mühendis ve başka teknik personel çalıştırılmamaktadır. Bu ocaklarda 3 bin civarında işçi çalışıyor. İşçilerin çoğu baretsiz, maskesiz çalışıyor. İş güvenliği ve iş sağlığı konusunda hiçbir şart işletmeler tarafından yerine getirilmiyor. Her an göçük tehlikesi ile karşı karşıya kalan işçiler oksijensiz kalıyor. İşçiler günde 12 saat çalışıp asgari ücret alıyorlar. Basına yansımayan birçok kaza oluyor. Bu madenlerden çıkarılan kömür fişlendiriliyor ve çeşitli fabrikalara veriliyor. Şırnak’ta binlerce insanın hayatı pahasına çalışmak zorunda kaldığı ocaklarda yaşanan her göçük sonrası, sorunlar kısa bir süre gündeme gelse de çözüm için adım atılmıyor. Devlet yetkililerinin ruhsatsız dediği bölgedeki tüm ocaklara DEDAŞ tarafından elektrik veriliyor. Ocaklara 1 kilometre mesafede Maden Askeri Karakolu bulunurken bölge Cudi Dağı’na yakın olduğu için askeri operasyonların güzergâhı olarak da kullanılıyor. Yine alandan çıkarılan kömürler onlarca arama noktasından sorunsuz bir şekilde geçiriliyor. Bölgeden çıkarılan kömür 20’nin üzerinde ile gönderildiği belirtiliyor. Özelikle Sosyal Yardımlaşma Kurumunun dağıttığı, otel ile okulların kömür ihtiyacı bölgeden karşılanıyor.

GENEL DEĞERLENDİRME VE ÇÖZÜM ÖNERİLERİ

Şırnak’taki kanaat önderleri ve vali ile görüşüldü ve bilgi alındı. Şırnak’ın çok ağır sorunları var. Şırnak’a öncelikle bu acıya ortak olmaya gittik.

ŞIRNAK’A YATIRIM YOK

Güvenlik olmadığı için Şırnak’a hiçbir yatırımcı gelmiyor. 10 kişinin bile istihdam edildiği bir imalathane yok. Bir sürü teşvik verildi bölgeye bugüne kadar ama bir yatırımcı bölgeye gelmedi maalesef, çünkü güvenlik yok. Bir de üretime dönüştürecek başka bir ortam yok Şırnak’ta. O nedenle Şırnak kömüre mahkum durumda. 25 bin hektarlık bir alan var. Cudi’nin, Şırnak’a bakan yüzü olduğu gibi kömür. Bu kazaların nedeni politiktir. Siyasal tercihlerdir, özelleştirmedir, taşeronlaştırmadır ve bütün bunların üzerine eklenen denetimsizliktir. Herhangi bir denetim yok. Denetim olmayınca da insanlarımız, 40-50-60 liraya yerin 150 metre dibine girip nerdeyse canlarını ortaya koyarak, kömür çıkarmaya çalışıyorlar. Ocakların kendisi ilkel koşullarda. İşletmeler kar hırsı uğruna işçileri düşünmüyor. Özelleştirmeler, şartları çok daha zorlaştırıyor. Bölgede “kaçak” olarak adlandırılan fakat herkesin bilgisi dahilinde üretim yapan çok sayıda ölüm kuyusu var ancak bölgedeki işsizlik sebebiyle gençler hiçbir sosyal güvencesi olmaksızın, güvenliksiz ve denetimsiz madenlere girmek zorunda kalıyorlar.

OCAKLARIN MODERNİZE EDİLMESİ LAZIM

Kaza varsa teknik açıdan ihmal vardır. Ama olayın meydana geldiği yerin güvenli olmadığı çok açık. Değil üretim yapmak, yaklaşmak bile çok tehlikeli durumda. Ocağın bulunduğu alandaki su tahliyesi ile birlikte üretime ön hazırlık yapılsa bile bunun için de ciddi önlemlerin alınması gerek. Şırnak’ta kömür ocaklarının modernize edilmesi, iş güvenliğinin maksimum düzeyde sağlanması, bunun için de sıkı bir denetim mekanizmasının oluşturulmasıyla ölümlerin önüne geçilebilir. Aksi halde kara haberler almaya devam ederiz. Ocakların kapatılması sorumluluktan kaçmaktır. Devletin bu soruna kalıcı bir çözüm bulması gerekir.

İŞ KAZALARI KADER DEĞİLDİR. İŞ KAZALARI FITRAT DEĞİLDİR.

Eğer bu şekilde denetimsiz yapılırsa İŞ KAZALARI AÇIKTAN CİNAYETTİR. Tıpkı Soma’da olduğu gibi. Ama maalesef hükümet Şırnak’taki bu madene uzun yıllardır sadece politik nedenlerle baktığı için yakınlarına ve çevresine bir rant odağı haline getirmiştir. Bölgede konu hakkındaki araştırmalarımız devam edecek. Orada yaşayan vatandaşlarımızın mağduriyetlerini en yüksek sesle dile getirmeye, uyarıcı ve denetim görevlerimizi yapmaya devam edeceğiz. Şırnaklıların bir daha böyle acı yaşamaması için elimizden geleni yapmaya çalışacağız.

Kocaeli Barış Gazetesi

Günün Madencilik Makalesi

Enerji Bakanı Berat Albayrak, 2018 hedeflerinin yerli kömür üretiminde rekor kırmak olduğunu söyleyeli iki gün oldu.
Albayrak bu hedefi, Hattat Holding ve Eren Holding arasındaki yerli kömüre dönüş protokolünde açıkladı. Geçen yıl 70 milyon ton yerli kömür üretildiğini, bu yıl 80 milyon tonun geçileceğini, hedefin de seneye 100 milyon tonu yakalamak olduğunu anlattı.
Çok muhtemeldir ki, bu iddialı hedefleri koyarken Meclis’te görüşülen “torba kanun”daki maddeye güveniyordu Bakan.
Türkiye Taşkömürü Kurumu (TTK) ile Türkiye Kömür İşletmeleri’nin (TKİ) kömür sahalarını bölerek yeni ruhsat isteme ve bunları ihale etme yetkisi veren maddeye yani.
Fakat işler farklı gelişti.

***

İşçiler Zonguldak’ta büyük tepkiye yol açan bu maddenin kaldırılması için kendilerini madene kilitledi. 2 bin maden işçisinin katıldığı eylem 21 saat sürdü.
Direniş etkili oldu. Genel Maden İşçileri Sendikası, Ankara’da Türkİş Genel Başkanı Ergün Atalay’ın Ankara’da hükümet yetkilileriyle yaptığı görüşme sonrası maddenin tasarı metninden çıkarılması sözü alındı.
Hükümetin bu sözü ne kadar süreyle ve nasıl tutacağı konusunda garanti yok. Bakan Albayrak’ın bahsettiği 100 milyon ton üretim, ancak sahaların bölünüp parçalanıp satılmasıyla mümkün olacaktı. O da iş kazalarının artması pahasına maden şirketlerinin kâr hırsıyla sürekli çalışmasıyla…
Tasarının Plan Bütçe Komisyonu tartışmaları sırasında Enerji Bakanlığı Müsteşarı’nın tutanaklara yansıyan sözlerini aktarmakta yarar var:

Kaynak kısıtlıymış da
“Orada bizim 4-5 tane müessesemiz var, onlar da aslında yine tek ruhsataltında çalışma yapıyorlar. Bununla biz bu imkânı kazanmış olacağız. Mevcut yasalarda bu ruhsatı bölme imkânı yok. Özel sektör ruhsat bölme talebiyle geldiğinde Bakanlığın yetkisi var. Ancak, TTK ve TKİ’nin elindeki ruhsat alanları bölünemiyor idi, buna imkân vermiş olacağız.
Bir diğer husus da TTK ve TKİ yine, bu ruhsat alanlarını bölerek işletmeleriniaçık bir ihaleyle özel işletmecilere de verme imkânına kavuşmuş olacak.
Kamu eliyle belli bir yere kadar işletmecilik yapabiliyoruz ancak hepsineyetişme imkânımız yok mevcut kaynakların sınırlı olmasından dolayı. Özelsektör de bu konuda kendisini zaman içerisinde geliştiriyor. Özel sektörün,özel girişimin, teşebbüsün de önünü bu yeni madde düzenlemesiyle de açmış olacağız.”
Böyle işte. Kamu eliyle işletmeciliğin “bir yere kadar” olduğunu söyleyen Müsteşar, “mevcut kaynakların sınırlı olmasını” gerekçe diye gösteriyor. Ki o da bütçe kaynakları tabii.
Oysa bir devletin temel dertlerinden biri kaynakları arttırmak olmalı. Ama bizim devleti yöneten AKP kadrosu, mevcut kaynakları, karayolu. Havaalanı, metro cezaevi müteahhitlerine çıkardığı davetlerle milyon milyon saçıyor.
Vergi cenneti ülkeler listesini yayımlasa, Başbakan’ın çocuklarının şirketlerinden yüzde 30, Hazine lehine kesinti yapacağı halde yapamıyor.
Sıra zaten yıllardır çok ağır bedeller ödeyen Zonguldak’taki kömür madenlerini doğru düzgün işletmeye geldiğinde de “kaynak sıkıntısı”.
Sonra da “100 milyon ton üretim rekoru” sözleriyle o sahaları bölüp ruhsatlandırıp şirketlere ihale etmece. Çok iyi düzen.
100 milyon ton üretim hedefini, AKP kadrosunun maden şirketlerine verdiği söz olarak okumak gerekiyor.
Dolayısıyla torbadan çıkarılma sözü verilen maddenin nasıl şekilleneceği, önemini koruyacak.

Günün Madencilik Makalesi

Dünyanın en pahalı coğrafyasında kurulan Türkiye Cumhuriyeti Devletimiz kuruluşunun 100. Yılına yaklaştığımız bu dönemde Devletimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün göstermiş olduğu muassır medeniyetler seviyesine ulaşmak, bu kanla yoğrulmuş coğrafyada tam bağımsız olarak varlığını sürdürmek için Ak Parti Hükümetleri ile dünyanın gıpta ile seyrettiği, dostlarımızı sevindiren,  düşmanlarımızı çatlatan bir çok önemli milli ve yerli projelere imza atmış ve bu projeleri sürdürmeye de devam etmektedir.

Bu projelerden bazıları gerek ekonomik büyüklükleri, gerek milli ekonomiye katkıları ile dünyanın en büyük projeleri arasında yer almaktadırlar. Ekonomimize katkı sunan projelerin yanı sıra, bu zorlu coğrafyada varlığımızı devam ettirmemiz bakımından savunma sanayimize çığır atlatan yerli ve milli projelerde de önemli adımlar atmaktayız.

Marmaray, Avrasya Tüneli, İstanbul’a yapılanan 3. Köprü, 3. Havaalanı, Bakü-Tiflis-Kars Demir İpekyolu, Yıldırım Beyazıt Köprüsü, Sinop ve Akkuyu Nükleer santralleri, İstanbul- İzmir otoyolu, birçok ilde yapılan YHT hatları, Haydarpaşa limanı  vb. ekonomik anlamda katma değeri olan projeler olma özelliği ile önem arz ederken Savunma Sanayii anlamında öne çıkan ALTAY Tankı, ATAK taarruz helikopteri, İnsansız hava aracı ANKA, taktik insansız hava araçları, SİHA’lar, MİLGEM savaş gemileri TCG Heybeliada ve Büyükada gemileri, eğitim uçağı HÜRKUŞ, Barış kartalı uçaklar, Milli piyade tüfeği, Mayın avlama gemisi ve daha birçok proje milli ve yerli projeler olmaları bakımından son derece önem arz etmektedir.

Bu projelerin ekonomimize katacağı katma değerleri ve savunma sanayimize katacağı değerleri önümüzdeki zamanlarda sonuçlarını çok daha iyi görmüş olacağız. Bu yerli ve milli projelerin olumlu sonuçlarını terörle mücadelemizde ve sınır operasyonlarında hep beraber görmekteyiz.

Bu önemli projelere bir yenisini ekleyeceklerinin müjdesini Enerji Bakanımız Sayın Berat Albayrak verdi. Yeraltı rezervleri ve kalitesi ile kömür rezervleri bakımından dünyada söz sahibi ülkeler arasında yer almamıza rağmen kömürü ithal eden bir ülke olmamızın üzüntü verici olduğunu Sayın Enerji bakanımızda ifade ettiler.

Önümüzdeki günlerde yerli kömür üretiminde yapılacak yatırımlar ile hem kömür sahalarımızı daha verimli kullanmış olacağız, hem de mevcut kömür kalitemizi daha da artırarak kömür ithal eden bir ülke olmaktan kurtulacağız. Bu çok önemli proje ile özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesinde bulunan kömür sahaları işlev kazanacak, bölge halkına yeni istihdam sahaları oluşturacak, bölgenin ekonomisi canlanacak, bu ekonomik canlanma ile Terör bölge halkının kaderi olmaktan çıkacaktır.
Bu gerekçeler ile Sayın Bakanımızın açıkladığı yerli kömür projesini son derece önemli buluyor, bölgeye katma değer katacağına inanıyor ve destekliyoruz.

Zonguldak’taki maden işçilerinin yer altından ilk fotoğrafları

Zonguldak’ta Türkiye Taşkömürü Kurumu’nda (TTK) çalışan maden işçileri, kurumun özelleştirilmesinin önünü açan torba yasa tasarısını protesto için ‘maden ocağından çıkmama’ eylemi devam ediyor.

İşçilerin madenden çıkmama eylemi 12 saate ulaştı. Eylemin kurumun diğer madenlerinde de devam ettiği belirtildi. Üzülmez müessesesinde devam eden yeraltından çıkmama eyleminden ilk kareler geldi.

Günün Madencilik Makalesi

Meclis’teki torba yasa tasarısında şu hüküm yer alıyor: “Türkiye Taşkömürü Kurumu (TTK) ile Türkiye Kömür İşletmeleri (TKİ), uhdelerinde bulunan maden ruhsat sahalarını işletmeye, işlettirmeye, bunları bölerek yeni ruhsat talep etmeye ve bu ruhsatları ihale etmeye yetkilidir.”

Bu düzenleme, TTK ve TKİ’nin denetimindeki maden sahalarının özel sektöre devredilebilmesi, diğer bir deyişle, bu önemli iki kuruluşun özelleştirilmesi anlamına geliyor.

Bu tasarıya, Temmuz 2017 istatistiklerine göre, 8487 üyesi bulunan Genel Maden-İş Sendikası tepki gösterdi. Bu yazının yazıldığı tarihe kadar 25.935 üyesi olan Türkiye Maden-İş Sendikası’ndan bir tepki gelmemişti.

Türkiye Maden-İş Sendikası, eğer bu tasarıya karşı eylemli bir tepki göstermezse, belki belirli yerler tarafından takdir edilecek ancak tarihine kötü bir sayfa daha eklemiş olacak.

Genel Maden-İş Sendikası ise kararlı davranır ve gereken desteği de sağlayabilirse, tarihine övünülecek bir sayfa daha ekleyecek.

1990 GREVİ VE 1991 MADENCİ YÜRÜYÜŞÜ

Türkiye işçi sınıfı ve sendikacılık hareketinin en önemli eylemlerinden biri, Genel Maden-İş üyesi TTK işçilerinin 30 Kasım 1990 günü başlattıkları grevin ardından, 4-8 Ocak 1991 günleri Zonguldak’tan Mengen’e kadar yaptığı yürüyüştür. 1990 yılında TTK’da 42 bin işçi çalışıyordu. Madenciler, Zonguldak’ı her gün bir eylem alanına çevirdi. Ocaklardan kente yürüyen on binlerce işçi ve aileleri, haklı taleplerini dile getirdi. İşyerlerinde grev komiteleri oluştu. İşçiler, grevin ilk günü çocuklarını okula göndermedi. 4 Ocak 1991 günü de, Ankara’ya otobüslerle gidilmesi kararlaştırılmışken valiliğin otobüsleri engellemesi üzerine, on binlerce işçinin ve ailesinin Ankara’ya doğru yürüyüşü başladı. Yürüyüş, 112 km. uzaklıktaki Mengen’e kadar sürdü. Askeri birlikler yolu kesti. 8 Ocak 1991 günü işçiler Zonguldak’a geri döndü. İmzalanan toplu iş sözleşmesiyle, ortalama çıplak brüt ücret 478 bin liradan, birinci yıl ilk altı ay için 1 milyon 470 bin liraya, ikinci altı ay için 1 milyon 868 bin 760 liraya yükseltildi. Eylemin başarısında Zonguldak halkının ve ülkemizin dört bir yanındaki işçilerin ve demokratik kitle örgütlerinin büyük katkısı oldu. Zonguldak işçisi, niteliği tartışmalı olan 1965 Kozlu Olayları sonrasında ilk kez çok büyük bir kitlesel eylem gerçekleştirdi.

BUGÜNKÜ DURUM

Bugün TTK yeniden saldırı altında.

5 Nisan 1994 istikrar programında da TTK’nın bazı ocaklarının kapatılması öngörülüyordu. Ancak o tarihlerde gerçekleştirilen eylemlerle bu adım engellenmişti. Ancak hükümetler sistemli bir politikayla TTK’daki işçi sayısını 1990 yılındakinin beşte birine indirdi. Bazı ocaklara ilişkin maden ruhsatları özel şirketlere kiralandı (rödovans).

Bugün Genel Maden-İş Sendikası’nın özelleştirmeye karşı şimdiye kadar gösterdiği kararlı tavır önemlidir ve desteklenmelidir.

Ancak bugün işçilerin işleri 1990 yılındakinden çok daha zor. Bu zorluk bilinerek, çok daha sistemli bir mücadele örgütlenmelidir.

1990 yılında işçilerin ücretlerinin satınalma gücü çok düşmüştü; herkes ayaktaydı. Bugün ücretlerde önemli bir sorun yaşanmıyor.

1990 yılında 42 bin işçi vardı; bugün 7 binler civarında işçi çalışıyor.

1990 yılında işçilerin ortalama kıdemi yüksek değildi; günümüzde yüksek.

İnsanların gözü eskisi kadar kara değil; daha ihtiyatlılar.

Bu zor koşullarda, başarının önkoşulu, 1990 yılındakinden çok daha geniş ve etkili bir destek sağlanması ve dayanışma yaratılmasıdır. Bu dayanışmanın yaratılmasında ise gazete ve televizyon kanallarının önemi çok büyük.

Ekonomiyi, özelleştirme değil üretim güçlendirir!

Ruhsatları Türkiye Taşkömürü Kurumu (TTK) ve Türkiye Kömür İşletmeleri’ne ait kömür sahalarını, parçalayarak özelleştirmeye açan torba yasa tasarısı tartışılmaya devam ederken Aydınlık, Genel Maden-İş Sendikası’nın hazırlattığı ve Hükümete sunduğu TTK raporuna ulaştı.

Bülent Ecevit Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Maden Mühendisliği Bölümü’nden Prof. Dr. Vedat Didari, Prof. Dr. Nuri Ali Akçın, Prof. Dr. İhsan Toroğlu, Yard. Doç. Dr. Erdoğan Kaymakçı ve Araştırma Görevlisi Utku Sakız’ın hazırladığı “Zonguldak Havzası Kömür Madenciliği Potansiyeli ve Türkiye Taşkömürü Kurumu” raporunda havza madenciliğinin önemine dikkat çekildi. Dünyada ve bölgemizde enerji savaşları devam ederken ekonomiyi güçlendirmenin yolunun özelleştirmenin aksine üretim ekonomisinden geçtiğine vurgu yapılan raporda istihdamı artırmaya yönelik girişimlerin de üretim ekonomisiyle bir bütün olarak düşünülmesi gerektiğine işaret edildi. Ülkemizin enerjide dışa bağımlılığının azalmasını hedefleyen politikaların ancak milli kömür ve hidrolik enerji kaynaklarına dayalı olarak oluşturulabileceğine vurgu yapılan raporda, şu çarpıcı bilgilere yer verildi:

‘ÖZELLEŞTİRMEYE DEĞİL ÜRETİME YATIRIM’

“Dünyada elektrik üretiminde kömürün payı yüzde 41 iken ve pek çok ülkede yüzde 60-90’lara erişmekteyken ülkemizde yüzde 29 oluşu düşündürücüdür. Dünya ham çelik üretiminin yüzde 70’i taşkömürüne bağlıyken ülkemizde bu oranın yüzde 24 düzeyinde oluşu düşündürücüdür. Durumu normalize etmenin yolu yüksek fırın teknolojisinin üretimdeki payını artırmaktan yani daha çok taşkömürü kullanmaktan geçmektedir. Kendi topraklarımızdaki zenginlik olan kömürün payını artırmaya yönelik politikalara gereksinim vardır.”

Raporda Zonguldak taşkömürü havzasında demir-çelik sektörü için yapılan, yılda 500-600 bin tonluk üretimin, ithalatı gerekli kıldığı belirtilirken toplam taşkömürü ithalatının yılda 30 milyon tona yükseldiği kaydedildi. Havzada üretimi artırma çalışmalarının öncelikli olarak hedefinin “kâr” değil “asgari zarar” olması gerektiği ifade edilen raporda şöyle denildi:

“Zonguldak taşkömürü havzasında üretim faaliyetleri, gerekli yatırımlar yapılarak sürdürülmeli ve teşvik edilmelidir. Havzada koklaşabilir kömür üretiminde sağlanacak artışla tasarruf edilecek dövizin taşkömürü üretimine verilen desteği rahatça finanse etmesi yanında çok önemli stratejik kazanımları da beraberinde getireceği açıktır.

ÜRETİM TEK ELDEN YÖNETİLMELİ’

Bir zamanlar konmuş olan ‘TTK tarafından 5 milyon ton, özel sektörce 5 milyon ton olmak üzere yılda 10 milyon ton üretim’ hedefi uzun vadeli de olsa canlı tutulmalıdır. Ancak özel sektörün üretime girişi havza bütünlüğü ve tek elden yönetim ilkesini bozmadan gerçekleşmelidir. TTK, özel sektöre yön veren ve örnek olan teknik ve idari birimleri ile Zonguldak taşkömürü havzasının lider kuruluşu olarak madencilik faaliyetlerini sürdürürken organizasyon ve denetim görevini de etkin bir şekilde yapmalıdır.”

Zonguldak taşkömürü havzasının koşullarına uygun üretim sistemlerinin uygulamaya konulmasıyla üretimde artış sağlanacağı ve maliyetin de düşürüleceğine dikkat çekilen raporda, böylelikle dışa bağımlılığı azaltarak ülke ekonomisine önemli katkıda bulunulabileceğinin altı çizildi.

MİLLİ KÖMÜR İŞSİZLİĞİ ÇÖZER

Yeraltı taşkömürü madenciliğinin yan sektörleriyle birlikte en önemli sorunlarımızdan olan işsizliğe çözüm için etkili bir alan yaratacağına vurgu yapılan raporda “Kömür madenciliğinin sağladığı doğrudan 1 istihdama karşı 9-15 dolaylı istihdam önemli bir rahatlama sağlayacaktır” denildi. Raporda, Hükümetin, havzayı gözden çıkarmak yerine finansal destek sağlayacağı büyük projelerle, milli kalkınma hedefiyle birlikte düşünerek hareket etmesi gerektiğine dikkat çekildi. Yakın coğrafyamızdaki enerji savaşlarının, ulusal kömür politikalarında önemli değişikliklerin gerekliliğine ilişkin mesaj verdiği belirtilen raporda şu önerilerde bulunuldu:

HAVZA MADENCİLİĞİ İLKESİ

“Türkiye’nin ulusal politikalarının öz kaynaklarına dayalı ve sürdürülebilir bir biçimde yaşama geçirilmesi için Zonguldak havzasının ‘havza madenciliği’ ilkelerine uygun yönetilmesine ihtiyaç bulunmaktadır. Havzanın ulaşılabilir hedeflerle yeniden planlanmasının ve ülkemizin bir numaralı sorunu olan istihdamın da mutlaka bu planlama içinde yer almasının gereği vardır. TTK yönetiminin bu görev ve hedefleri esas alarak yeniden yapılanmasının önemi büyüktür. Oluşturulacak yetkin bir üst yönetim kadrosu; gerek şişmiş üretim dışı kadroların azaltılıp normalize edilmesinde ve gerekse emekliliklerle eriyen işçi kadrolarının proje hedeflerinin altına düşmemesi yönünde tam olarak yetkilendirilmelidir.”

Aydınlık Gazetesi

Günün Madencilik Makalesi


AK Parti hükümetinin kömürle var olan Zonguldak başta olmak üzere Türkiye Taş Kömürü Kurumu ile Türkiye Kömür İşletmeleri’nin uhdesindeki maden sahalarını bölerek ihaleye çıkararak ekonomiye kazandırılmasını hedefleyen girişimler karaelmas diyarında tepkilere ve kademeli eylemlere yol açtı.

TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’nda görüşülen 130 maddeden oluşan, torba yasada 58.madde olarak yer alan maden Yasası’ndaki değişiklik 8 Kasım 1829’da Ereğli’nin Köseağzı deresinde kömürü bulan Uzun Mehmet’i 188.anma yıldönümüne sayılı günler kala bölgede tepkileri de beraberinde getirdi.  Alacağazı ve Amasra-B sahalarının ihaleyle verilmesine karşın beklenen sonuç alınamayınca yerli kömürün enerjiye ve ekonomiye kazandırılması projesine başlandı.

Bu kapsamda başta maden yasasında değişiklikler ile Maden Yönetmeliği”, “Maden sahaları ihale Yönetmeliği” yürürlüğe girerken maden sahalarının bölünerek özel sektör eliyle işletilmesi uygulama aşamasına geldi.

Plan ve Bütçe Komisyonu’nda TTK ve TKİ’nin uhdesindeki maden sahalarının bölünerek ihaleye çıkarılması muhalefetin ve Genel Maden işçileri Sendikası’nın karşı çıkmasına karşın kabul edildi.

Zonguldak’ta sendika üretim bölgelerinde bilgilendirme toplantıları yaptı.550 milletvekiline de mektup göndererek 58.maddenin geri çekilmesini ve tasarıdan çıkarılması istendi. GMİS’e sektör sendikalarıyla STÖ’lerden destek ziyaretleri yoğunlaşırken sendikacılar MHP Genel Başkanı Bahçeli’yle görüşerek İktidar yöneticilerine konunun hassasiyetini anlatmasını talep ettiler. CHP Lideri Kılıçdaroğlu’da TBMM Grup toplantısında karara sert tepki gösterdi.” Zonguldak’ı da Soma gibi yapacaklar… Sırf o ocakları kapatmak için 50 numara çekiyorlar.. 2014’te 29 milyon ton kömür ithal ediyorlar… Türkiye’de kömür mü yok? Var. Bu ithalat hangi gerekçeyle yapılıyor? Neden elimizin altında kömür varken çıkarmıyoruz? Kim köşeyi dönüyor bu ithalattan? Benden fazla sizin sormanız lazım. Özellikle AK Parti’ye oy veren işçi kardeşlerime sesleniyorum. Senin haklarına ben sahip çıkıyorum… ” sözleriyle işçilere ve sendikaya destek verdi. Kılıçdaroğlu’nun önümüzdeki günlerde Zonguldak’a gelerek maden ocağına girecek.

 Hükümetin,“2018 yılı programının uygulanması, Koordinasyonu ve İzlenmesine dair Bakanlar Kurulu Kararı’ ek’i ile 233 sayılı KHK ile kurulan KİT’lerin 2018 Planlaması kararları Resmi Gazete’de yayınlandı. Kamu İktisadi Teşebbüsleri ve Özelleştirme başlıklı bölümde, “Mevcut durum” arabaşlıklı kısımda,“3213 sayılı maden kanununda 2014 yılında yapılan istihdama yönelik düzenlemelerin etkisiyle üretim maliyetleri yükselen TTK’ya 2017 yılı sonuna kadar 1 milyar tutarında sermaye transferi yapılması beklenmektedir.  2017 yılı içerisinde ihtiyaç sahiplerine bedelsiz olarak 2.2 milyon ton kömür dağıtılması ve aynı yıl içerisinde TKİ’ye 1.290 milyon TL ve TTK’ya 22 milyon TL görev zararı ödemesi yapılması öngörülmektedir”  denilirken 2018 hedefleri bölümünde, Madencilik sektöründe karmaşık ve uzun izin süreçlerinin basitleştirilmesi, ham olarak ihraç edilen madencilik ürünlerinin yurt içinde işlenerek ihraç edilmesinin getireceği potansiyel katma değer artışının değerlendirileceği vurgulanıyor.

Yerli kömür kaynaklarının elektrik enerjisi üretimi içindeki payının artırılacağı ifade ediliyor.

Düzenleme şöyle:  Enerji üretiminde dışa bağımlılığın azaltılması hedefiyle uyumlu olarak yurtiçi ve yurt dışında petrol ve doğalgaz arama faaliyetleri hızlandırılacak. Bu kapsamda MİGEM’in misyonu genişletilecek. MTA yeniden yapılandırılacak. Kaya gazı ve kömür yataklarındaki metangazı envanteri hazırlanacak. TPAO, MTA ve TTK tarafından 2018-2020 yıllarında planlanan10 adet sontajdan 2’si 2018 de yapılacak. Türkiye ekonomisi için temel ve kritik olan madenler belirlenerek bu madenlerin güvenli teminine yönelik strateji oluşturulacak. Yerli kömür sahalarının etüt çalışmaları tamamlanacak ve bu sahalar yatırıma açılacak.

Enerji Bakanından İstihdam Müjdesi

Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanı Berat Albayrak ‘ta toplu açılış töreninde konuştu. Albayrak “İnşallah 2018’de madencilik alanında çok daha büyük istihdamın önünü açacak önemli projelere başlayacağız” dedi

Bakan Albayrak’ın açıklamalarından satır başları;

Bizler cumhurbaşkanımızın bize koyduğu çıtaya erişmek için özellikle enerji bakanlığı olarak her zamankinden çok çalışmaya devam edeceğiz.

BÜYÜK ADIMLAR ATACAĞIZ
Manisa ve Soma özelinde bu önümüzdeki dönemde eskisinden daha fazla yatırım ve istihdam için büyük projeleri destekleme konusunda çok büyük adımlar atacağız. Bugün buradan bunun müjdesini verebilirim

İSTİHDAMIN ÖNÜNÜ AÇACAĞIZ
İnşallah 2018’de madencilik alanında çok daha büyük istihdamın önünü açacak önemli projelere başlayacağız

HEDEFE YÜRÜYORUZ
Hepsinden öte büyük ve güçlü Türkiye hedefine ulaşmak için bu ve benzeri açılışlar vesilesiyle emin adımlarla hedefine yürüyor

.