Günün Madencilik Makalesi

Sefehisar, Bergama, Kemalpaşa, Menemen, Buca ve Yeni Şakran’da taş ocağı izni için Çevresel Etki Değerlendirme’ye (ÇED) gerek yoktur kararları verildi.
Buca’da izin verilen bölge, orman alanında yer alıyor.
Yılda 275 bin dinamit patlatılmasına rağmen ormanın zarar görmeyeceği yönünde rapor çıktı.
Şakran’da taş ocağı için izin verilen bölge de, şehir merkezine sadece 250 metre uzaklıkta.
Son örnek ise Aliağa’dan. Güzelhisar Mahalle-si’nde yıllık 500 bin ton kapasiteli andezit-bazalt ocağı için ÇED gerekli değildir kararı verildi.

Aliağa’daki söz konusu alan 98.59 hektar. Taş ocağına en yakın yerleşim birimi 600 metre mesafede.
Güzelhisar ve Çıtan mahallelerine 2, Aliağa Merkezi’ne ise altı kilometre uzaklıkta.
Proje sahasının büyük bir bölümü 1/25000 Ölçekli Çevre Düzeni Planı’nda orman alanı olarak görünüyor. Küçük bir kısmı da makilik ve fundalık alanlar kapsamında yer alıyor.
Ayrıca 780 metre uzaklıkta Çıtak Göleti, 300 metre kuzey doğusunda ise Çıtak Göleti Sulama Sahası yer alıyor.
Orman Bölge, Devlet Su İşleri ile Gıda, Tarım ve Hayvancılık Müdürlükleri bütün bunlara rağmen gerekli izinleri verdi.
İzin verildiğine göre demek ki taş ocağı; ne gölete ne ormana ve ne tarım alanlarına zarar veremeyecek.
Ama bu nasıl olacak, anlamak güç.

İzmirliler, taş ocaklarının kapatılması ya da çevreyi kirletmeyecek şekilde çalışmasını için gerekli tedbirleri almasını beklerken, son bir yılda İzmir’de onlarca yeni taş ocağının açılmasına onay verildi.
Andazit, bazalt, kil ve kalker ocağı ile kırma ve eleme tesisleri şeklinde verilen bu izinler, İzmir’i adeta bir taş ocağı kentine çevirdi.
Sadece son bir yılda Aliağa altı, Torbalı’da ve Çeşme’de dört, Selçuk, Urla, Menderes ve Bergama’da iki, Buca, Menemen, Bornova, Karaburun ve Beydağ’da da birer yeni taş ocağı açıldı.
Milyonlarca ton taşı kırma ve eleme kapasitesine sahip bu tesislerin pek çoğu da orman arazisi içinde yer alıyor.
İşin daha da vahimi, çevrelerinde verimli tarım arazileri ile zeytinlik alanlar bulunuyor.
Orman Genel Müdürlüğü verilerine göre İzmir’de; maden arama, işletme amaçlı madencilik faaliyetlerin 1.839 (1 milyon 839 bin metrekare) hektar alanda verilmiş devam eden izin bulunuyor.
İzinlerin gerekçesi ise kamu yararı.
Çevre Bakanlığı’nın İzmir ve Manisa için yaptığı ve kesinleşen 1/100 binlik planlarda da taş ocakları ve çimento fabrikaları için özel bir not var.
Söz konusu plan notlarında kent merkezinde taş ocakları ve çimento fabrikalarının ekonomik ömürlerini yitirinceye kadar çalışması öngörülüyor.
Ne yazık ki, izin verilen taş ocakları onlarca yıl daha faaliyetlerine sürdürecek.
Bugün alınan kararlar sadece bizi değil, torunlarımızı da aynı çevre sorunlarıyla uğraşmak zorunda bırakacak.

Günün Madencilik Makalesi

Altın son 9 ayın zirvesine kadar uzandı

Kıymetli maden yeni haftanın başlamasıyla birlikte satış baskısına maruz kalarak seansı açtı. Son haftalardaki kazançlarını vermek üzere aşağı yönlü seyrine başlamıştı ki imdadına Fed tutanakları yetişti. Faiz konusunda herhangi bir adım atılmaması piyasaların yönünü tekrardan altına çevirmesine neden oldu. Haftanın son gününde 1300,86 dolar/ons’a kadar uzanan altın son 9 ayın en yüksek seviyesini test etse de burada tutunamayarak haftayı 1284,08 dolar/ons’tan kapatarak yüzde 0,3 değer kaybı yazdı hanesine. Diğer taftan gümüş haftalık bazda yüzde 0,7,platin yüzde 0,5 değer kaybederken haftanın tek tek değer kazananı yüzde 3,3 ile paladyum oldu.

Altın 1289,07 dolar/ons seviyesinden haftanın ilk seansı açarken Kuzey Kore-ABD gerilimini düşüren peş peşe açıklamalarla hızla ayı piyasasının etkisine girerek satış baskısına maruz kaldı. Salı günü ABD’den gelen perakende satış verisinin beklentilerin üzerinde açıklanmasıyla poziitif ekonomik büyüme sinyali altının haftanın en düşük seviyesini 1267,39 dolar/ons’la görmesine neden oldu. Hafta ortasında açıklanan Temmuz ayından gerçekleşen FED toplantısı tutanaklarında görüldü ki faiz konusunda üyeler arasında görüş ayrılığı devam ediyor ve bilanço küçültme sinyalleri bir sonraki toplantıya kalmış durumda. Perşembe günü piyasalar rotayı toplantı tutanakları açıklanan ECB nedeniyle Avrupa’ya çevirdi. ECB mevcut para politikasının sürdüreceği mesajını verirken Başkan Draghi’nin sonbahara kadar da para politikasına yönelik büyük bir konuşma yapmayacağı da iddia edildi. İlgi çekici bir haber de Trump’ın biyografisinin yazarı Tony Schwartz’ın, Başkan’ın yıl sonuna kadar istifa edeceğini iddia etmesi oldu. Bununla birlikte Barselona’da yaşanan terör saldırısı sonrası kıymetli maden son 9 ayın zirvesine çıkarak 1300,86 dolar/ons’a kadar uzandı ancak buralarda tutunmakta zorlanan altın haftayı 1284,08 dolar/ons’tan kapattı.

ABD tarafında yaşanan Trump yönetimiyle ilgi endişeler devam ediyor. Siyasi belirsizlikler, piyasalardaki yüksek risk iştahını artırıyor. Kıymetli madeninin 1300 dolar/ons’u test etmesiyle birlikte yukarı yönlü bir alan açılmış oldu. Bu nedenle önümüzdeki günlerde altını bu seviyeleri aşarak daha çok değerlenmesini beklemek gerçekten uzak bir beklenti olmaz.

Günün Madencilik Makalesi

Çin, birkaç ay önce yirmi beş termik santralını kapatma kararı aldı ve çoğunu kısa sürede kapattı. Böylece, 2020’deki karbon salımı 2005’e göre yüzde 40-45 azalmış olacak. Kapatma nedeni olarak, “Çin’in Küresel Isınmayla ilgili anlaşmalara karşı sorumluluğu” açıklaması yapıldı. Bu “sorumluluk açıklaması” büyük ölçüde doğru sayılır. Fakat bir başka (bence asıl) neden daha var: Yayılan kuraklık ve onun yol açtığı çölleşme nedeniyle Pekin’i ve çevresini boğan toz (ve duman) bulutu.

Çin’in kömür yatakları ve termik santralleri ülkenin kuzey bölgesinde (Gobi Çölü çevresi) bulunuyor. Yani neredeyse akarsuyu olmayan, su yoksulu bölgede. Oysa kömür yakıtlı enerji üretimi çok su gerektiriyor. Bu bölgede kurulu santraller su ihtiyacını yeraltı suyundan karşılamış. Sonuç, yeraltı suyunun çok daha derine çekilmesi olmuş. Bunun çok belirgin iki sonucu görülmüş: (1) Civardaki göl ve akarsu kaynaklarının kuruması. (2) Yeraltı suyundan beslenemeyen bitki örtüsünün kurumasıyla çölleşmenin çevreye yayılması, toprağın hızla tozlaşması ve oluşan ince tozun Pekin ve çevresini toza boğması.

Yenilenebilir enerji kaynakları projesinde görevli bir akademisyen kömür santralleri konusunda şunları söylüyor: “En fazla elli yıl sonra dünyanın en stratejik kaynağı su olacaktır. Su zengini olmayan ülkelerin termik santral kurması büyük bir hatadır. Bu hatayı görmemek veya yatırımda ısrar etmek ise ahmaklıktır. Üstelik sadece su kaynaklarını kurutmak ve kirletmekle kalmaz, aynı zamanda, küresel ısınmanın da başlıca sorumlularındandır. Su zengini olmayan ülkelerin en öncelikli sorunu, su kaynaklarını titizlikle korumak ve nüfus artış hızını durdurmaktır”. Yani “En az üç çocuk için önce içecek su bul… ‘Allah verir’ demekle veya yağmur duasıyla su sorunu çözülmez” diyor…

Çölleşme
Kömür santralleri ve kömür çıkarmanın yol açtığı çölleşmenin ıslahı için hazırlanan proje birkaç ay önce uygulamaya konuldu. İlk olarak, Pekin ile bu bölge arasına beş milyon adet ağaç dikildi. Bu sayı her yıl artacak. Çinliler “Kendi kendine büyür” diyecek kadar lakayt olmadıkları için otomatik sulama sistemi kurulmuş.

Memlekette aç gözlü arkaik İslamcılar HES vs gibi talan projeleriyle ülkeyi çöle çevirirken, burada insanlar çölü tarım arazisine dönüştürmek için çaba sarf ediyorlar. Kısaca iki öykü aktarmak istiyorum:

Yirmi beş yıl içinde çölün yirmi hektarlık kısmını kendi çabalarıyla ağaçlandıran bir köylünün buradaki itibarını “hasbelkader zengin olan” Almanya bile kıskanabilir. Ağaçlandırmanın oluşturduğu mikro iklim değişikliği ile çölde arıcılık bile yapılabilecek yeni bitki örtüsü oluşmuş. Dolayısıyla, köylüler yeni bir gelire kavuşmuş. Bu naif ama anlamlı çabayı ÇKP, o fedakâr köylüyü onurlandırarak, “Yoksullukla mücadele programı” kapsamına aldı.

Gobi Çölünde Çin’in en önemli tarım ürünlerinden olan kırmızı darı yetiştirme çalışmaları yaklaşık bir yıldır devam ediyor. Çölde tarım yapmak…hayal gibi; ama gerçek. Birkaç yıllık araştırma sonucunda, Çinli bilim insanları çölde yetişen darı türü geliştirmeyi başardılar ve insanlığa armağan ettiler. On yıl içinde çöl bir darı çiftliğine dönebilir.

Enerji (ve balık)
Yapılan açıklamaya göre, Çin artık kömür santrali kurmayacak ve yenilenebilir ve “temiz enerji”ye yatırım yapacak. Ülkenin uygun olan her yerine güneş panelleri ve rüzgâr türbinleri yerleştiriliyor. Güneş açısından zengin bir bölgede yer alan Cixi baraj gölü enerji üretimi açısından türünün tek örneği. Zemine çakılan yüksek ayaklar üzerine kurulan platform aracılığıyla gölün yüzeyi güneş panelleriyle kaplanmış. Yani bir hidroelektrik santrali aynı zamanda güneş enerjisiyle de üretim yapıyor. Bu göl çevre köylülerin balıkçılık yaptıkları geçim kaynağı. Yükseltici ayaklar köylülerin geçim kaynağına –balıkçılığa- zarar vermemek için çakılmış. Yapılan anlaşmaya göre, bu panellere karşılık köylüler artık göl için kira ödemiyorlar.

Bahsettiğim projeler memlekette ancak ülkenin ve insanlığın kaderini dert edinen uygar insanların duyarlılığı olabilir; fakat sonu iyi olmazdı. Örn. şu Cixi baraj gölü projesi Türkiye’de olsa, din eğitimiyle aklı hadım edilmiş arkaik İslamcılar o baraj gölünü kurutur ve ortasına da bir cami dikerdi. Yeter ki modern insanın aklına ve değerlerine düşmanlık etmek olsun… İnsanlığa önerebilecek hiçbir şeyi olmayan bu kötüler güruhu, insanı insan yapan değerleri ve güzel olan her şeyi de yok ederek var olmaya çalışıyorlar…

Günün Madencilik Makalesi

Dünyanın, 21. yüzyılda karşı karşıya bulunduğu en büyük sorunlardan biri güvenli enerji tedarikidir.
Günümüzde, ülkelerin enerjiyi üretme ve kullanma biçimi sürdürülebilir değildir. Bunun en açık kanıtı insan kaynaklı iklim değişikliğidir. Enerji tüketiminin son 20 yılda yüzde 50 arttığı dünyada, enerjinin yüzde 80’i fosil kaynaklıdır. WWF tarafından yayınlanan “Enerji Raporu” 2050 yılına kadar küresel enerji arzının tamamının yenilenebilir enerjiden karşılanabileceğini ortaya koymaktadır.
Teknik, yasal, toplumsal ve ekonomik anlamda gerçekleştirilecek küresel dönüşümlerle önümüzdeki 40 yıl içerisinde artan enerji gereksiniminin tamamının yenilenebilir enerjiden karşılanması mümkündür. Bunun için yalnız hükümetlerin değil, özel sektörün ve hatta bireylerin üstlenmesi gereken çok önemli roller bulunmaktadır. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’nın 2010-2014 Stratejik Planı’na göre, 2023 yılında elektrik üretiminin yüzde 30’unun yenilenebilir kaynaklardan temin edilmesi hedeflenmektedir.
Türkiye’nin resmi enerji stratejisi, Cumhuriyetin kuruluşunun yüzüncü yılı olan 2023’e kadar ülkenin dış kaynaklara olan bağımlılığını azaltacak, hatta mümkün olduğunca sıfıra indirecek şekilde, iç kaynaklardan maksimum ölçüde yararlanmayı hedefleyen bir yaklaşıma dayanmaktadır.
Yenilenebilir enerji sürekli olarak yenilenen doğal süreçlerden elde edilir. Çeşitli biçimlerinde, doğrudan güneşten ya da dünyanın derinliklerinde oluşan ısıdan elde edilir. Tanımına güneş, rüzgar, okyanus, hidrogüç, biyokütle, jeotermal kaynaklardan elde edilen elektrik ve ısı ve yenilenebilir kaynaklardan elde edilen biyoyakıtlar ve hidrojen de dahil edilir.

İLERLEME KAYDEDİLDİ

Uluslararası Enerji Ajansı’na (IEA) üye ülkeler arasında Türkiye, elektrik üretiminde yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımı açısından 13. sırada bulunmaktadır TEİAŞ’ın tahminlerine göre 2023 yılında Türkiye’nin elektrik talebinin bugüne oranla iki kat artarak 500 milyar MW’a yaklaşacağı ve bu talebi karşılayabilmek adına halihazırdaki toplam kurulu gücün 100 bin MW olması gerektiği varsayımı altında, yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımı ile ilgili yüzde 30’luk hedefin tutturulması bir planlamadan ziyade zorunluluk halini almaktadır.
Son yıllarda global trende ayak uyduran Türkiye’de de yenilenebilir enerji alanında önemli ilerlemeler kaydedilmektedir. Bu kurulu gücün büyük çoğunluğunu hidrolik enerji oluşturmaktadır.
Rüzgâr ve güneş gibi modern yenilenebilir enerji çeşitleri olarak tanımlanan kaynakların oranları ise yıllar içerisinde artmasına rağmen henüz tatmin edici seviyelerde değildir.
Türkiye bulunduğu coğrafi konumu ve jeopolitik yapısı nedeniyle bütün yenilenebilir enerji kaynaklarından faydalanma imkânına sahiptir. Özellikle hidrolik, jeotermal, rüzgâr ve güneş enerjisi potansiyelleri bakımından AB ülkeleri ile karşılaştırıldığında, Türkiye’nin son derece elverişli bir konuma sahip olduğu görülmektedir. Ancak bu kaynaklardan yararlanma oranı düşük seviyelerdedir.
Bu durumun önünde birtakım ekonomik ve hukuki kısıtlar olsa da gelişmeler memnuniyet vericidir. Türkiye’nin gelecek planlamaları ve özellikle 2023 hedefleri kapsamında yenilenebilir enerji konusuna ayrı bir önem vermesi bunu kanıtlar niteliktedir. Bu doğrultuda atılan adımlar neticesinde Türkiye mevcut yenilenebilir enerji potansiyelini değerlendirmeye öncelik vermektedir.

DIŞA BAĞIMLILIK AZALACAK

Türkiye’de son günlerde yenilenebilir enerji konusunda önemli gelişmeler yaşanmaktadır.
Yenilenebilir enerjide Türkiye’de yeni bir dönem başlıyor. Heyecanla beklenen 1 milyar dolarlık Rüzgâr Enerjisi Yenilenebilir Enerji Kaynak Alanları (YEKA) ihalesi gerçekleştirildi.
Bu ihalenin sonucunda, Türkiye’nin ilk yerli rüzgâr türbinlerini üretecek, 100 milyon doların üzerinde yatırım maliyeti olan bir rüzgâr türbin fabrikası kurulacak.
Fabrikada her biri en az 2,3 megavat gücünde yerli rüzgâr türbini üretilecek. 1.1 milyon evin elektrik ihtiyacı rüzgâr enerjisiyle karşılanacak. Yenilenebilir enerji, ülkelerin enerji ihtiyaçlarını yerli kaynaklarla karşılayarak dışa bağımlılıklarının azaltılması, kaynakları çeşitlendirerek sürdürülebilir enerji kullanımının sağlanması ve enerji tüketimi neticesinde çevreye verilen zararların en aza indirilmesi açılarından son derece önemli bir yere sahiptir. Bugün dünya genelinde tüketilen enerjinin yaklaşık yüzde 20’si yenilenebilir kaynaklardan elde edilmektedir.
Mevcut durumda fosil yakıtlara olan bağımlılık yüksek düzeyde olmasına rağmen yıllar itibarıyla yenilenebilir enerjinin kullanım oranları giderek artmaktadır.
Son söz; Rüzgârın yönünü değiştiremiyorsanız, yelkenlerinizi değiştirin.

Günün Madencilik Makalesi

Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Berat Albayrak, Milli Enerji ve Maden Politikası kapsamında gerçekleştirilen ‘Madencilik Sektör Toplantısı’nda yaptığı konuşmada, “Madencilikte ham maddede bir çarpansa, yarı mamulde 8, tam mamule döndüğünde ortalama 24 çarpana kadar çıkabilecek bir katma değer üretebilecek sektörden bahsediyoruz” dedi.
Sayın Bakan doğru söylüyor söylemesine ama madenlerimizin yabancılara satıldığından haberi yok galiba. Türkiye özelleştirme adı altında mevcut olan maden sahalarının çok büyük bölümünü yabacılara satmış durumda. Bir ekonominin gelişmişlik düzeyinin en önemli göstergelerinden birisi nihai mal veya ürün üretebilme kabiliyetidir. Yer altı ve yer üstü kaynaklarını hammadde olarak satmak bir acziyet itirafıdır. Bundan daha aşağıdaki acziyet ise maden sahalarını çok düşük bedellerle olduğu gibi satmaktır.
Merhum bir maliye bakanımızın klişe olmuş “babalar gibi satarım” mantığı maalesef ekonomimizi bu hale getirdi. Maden sahalarımızı alan yabancılar elde ettikleri hammaddeyi işleme tabi tutmadan gemilerle kendi ülkelerindeki fabrikalara götürmeye devam ediyorlar. Mesela Çayeli Bakır İşletmelerini alan Toronto – Kanada merkezli uluslararası “First Quantum Minerals” (FQM) firmasının sahibi olduğu bir madencilik şirketidir. Firma, hammadde olarak çıkardığı bakırı doğrudan kendisi işlemek üzere çıkartıyor. Bu öyle bir mahrumiyet ki Rizeliler işçi olarak bile çalışamıyor. Sayın bakanımızın samimi açıklamalarına güveniyoruz. Lütfen bu işletmelerin bir de özelleştirme bedellerine bakıversin. Aradaki korkunç fiyat farkına o da şaşıracaktır.
Özelleştirme kavramı ile 1980’li yıllarda Özal’la tanıştık. 6 Kasım 1983 seçimleri öncesi TRT’de yapılan ve seçime girecek parti liderlerinin tartışma programının en akılda kalan kısmı, SODEP Genel Başkanı Necdet Calp ile giriştiği “Köprüyü satarım – sattırmam” polemiğiydi. O gün bugündür işletmelerimiz, maden sahalarımız, yollarımız, elektrik iletim hatlarımız kısaca iğneden ipliğe kadar bütün maddi değerlerimiz özelleştiriliyor. Özelleştirmenin “faziletleri” anlata anlata bitirilemiyordu. Devletin cari açığının ve enflasyonun tek sebebi olarak KİT’ler gösteriliyordu. KİT’ler ekonominin günah keçisi ilan edildiler. Özelleştirmeler 35 yıldır tam gaz yapıldığı halde ekonomik sorunlar çözülemiyorsa sebebi sadece KİT’ler değilmiş.
Madenlerimizle ilgili en kapsamlı çalışmayı, Prof. Dr. Haydar Baş yapmıştır.  Milli Ekonomi Modeli’nde madenlere özel bir bölüm ayrılmıştır. MEM’in en önemli dayanaklarından olan kaynaklar kısmının büyük ölçüde ülkemizde bulunan ve değeri, işlendiği takdirde nihai mamul olarak 3 katrilyon dolarlık bir servete sahibiz. Altından toryuma, mermerden bora, bakırdan çinkoya, petrolden doğalgaza kadar yeryüzünde tanımlanmış ekonomik ve ticari değeri olan bütün madenler ülkemizde mevcuttur. Prof. Dr. Haydar Baş, iktidara gelmesi halinde yabancılara çok düşük bedellerle satılan bu madenleri millileştirme yoluyla geri alacağını defalarca anlattı. İşte o zaman madenlerimizi tekrar ele alıp işleyip yüksek bedellerle satabiliriz. Ancak o zaman ülkemizin nimetlerinden faydalanabiliriz.

Hiçbir Ülkeye Muhtaç Olmayacağız

Türkiye enerjide dışa bağımlılığı bitiriyor. Milli enerji ve maden politikası ile yerli ve milli altyapı güçlenecek, Türkiye enerjide bir üst lige çıkacak. Türkiye enerjide her alanda yeniden çığır açacak, kömürde, rüzgarda, güneşte, petrolde, doğalgazda kartları yeniden karacak. Hiçbir ülkeye muhtaç olmayacağı gibi, başka ülkelerin enerji ihtiyaçlarına da cevap verecek. Türkiye, yenilenebilir enerjide dünyanın dikkatini çekiyor. Milli enerji ve maden politikasının en önemli sacayaklarından biri de yenilenebilir enerji… Türkiye’nin hem enerji ithalatındaki dışa bağımlılığını bitirecek hem de teknoloji anlamında yerlileşmesi ve dönüşümü açısından önem taşıyan yenilenebilir kaynaklarda ihaleler birbiri ardına gerçekleştiriliyor. İHALEYİ KALYON VE HANWHA KAZANDI Dünyanın çılgın projesi, en büyük güneş enerjisi santrali için ihale süreci mart ayında tamamlandı. Yabancıların yoğun ilgi gösterdiği ihaleyi Kalyon ve Güney Koreli ortağı Hanwha grubu kazandı.Şimdi sırada Rüzgar Enerji Santrali’nin ihalesi var. Dünya devleri Türkiye’de rüzgar enerjisi yatırımı yapmak için sıraya girdi. Rüzgarın çılgın projesi olarak adlandırılan rüzgar YEKA ihalesine Dünya rüzgar pazarının yüzde 90’ını elinde bulunduran 8 şirket Türk ortakları ile birlikte teklif verdi. Firmaların 4’ü alman, 1’i Amerikan, 2’si Çin ve 1’i Danimarkalı… Özellikle son günlerde iki ülke arasında yaşanan krize rağmen Alman firmaların ihaleyi olan ilgisi oldukça dikkat çekti. Türkiye bununla da yetinmeyecek, kendi güneş panelini de rüzgar tribününü de kendi üretecek. YEKA ihalesiyle ilk defa teknoloji alanında yerli üretim sağlanacak. Bu kapsamda rüzgar yarışını kazanan firma 100 milyon doların üzerinde yatırımla fabrika kuracak. İhaleyi kazanan firma sadece bin megavatlık rüzgar santralı kurmayacak, o santrallerde kullanılacak türbinleri de Türkiye’de kuracağı fabrikalarda üretecek. Tek bir noktada değil. Fabrikalar Türkiye’nin 5 farklı noktasında kurulacak. Üretimde ayrıca yüzde 65 yerlilik oranı olacak. İhaleyi kazanan firma yaklaşık 1 milyar dolar yatırım yapacak. Kurulacak tesislerde toplamda 3 bin 750 kişi istihdam edilecek. Santraller yıllık 3 milyar kilovat saat elektrik üretecek. Böylece yaklaşık 1.1 milyon hanenin elektriği rüzgardan karşılanmış olacak. Açık eksiltme yöntemi ile yapılacak ihale ağustos ayında gerçekleştirilecek. İşte Türkiye enerjideki yerli ve milli yol haritasıyla ekonomisini güçlendirecek, dünya ekonomisinde söz sahibi olacak. Artık eski Türkiye geride kalıyor. “Su akar Türk bakar” döneminden güneşine, rüzgarına sahip çıkan bir ülkeye dönüşüyor Türkiye… Türkiye’nin büyümesinde kilit rol oynayan enerji sektöründe yatırımlar hızla devam edecek. Türkiye’nin hedeflerine koşar adım ilerlemesine hiçbir şey engel olamayacak.

KAYNAK:A HABER

Günün Madencilik Makalesi

Altın geçtiğimiz hafta hem Fed toplantısı öncesinde hem de ABD senatosunda Obama’nın sağlık reformlarının (Obamacare) iptali için görüşmelerin kabul edilmesinin ardından satış baskısına maruz kaldı. FED’in bilanço küçülteceğine dair mesajları nedeniyle fiyat bandını yükselten altın, haftanın son gününde sağlık reformunun iptali için yapılan oylamada, Cumhuriyetçi Parti tarafından önerilen değişikliklerin Senatoda reddedilmesinin ardından ivme kazanarak son 6 haftanın zirvesine çıktı ve yüzde 1,17 getiriyle haftayı tamamlamış oldu. Gümüş yüzde 1,51 ve paladyum yüzde 4,29 değer kazanarak altına eşlik ederken, en az değer kazanan kıymetli ise yüzde 0,08 ile platin oldu.

Haftanın ilk işlem gününde 1254,95 dolar/ons seviyesinden seansa başlayan altın dar bir bantta fiyatlandı. Salı günü ABD’de açıklanan Conference Board (CB) Tüketici Güven Endeksi verisi 116.5’e gerilemesi beklenirken 121.1 olarak kaydedildi. Aynı zamanda ABD Senatosu, Başkan Donald Trump’ın Obamacare’i iptal etmeyi hedefleyen yeni sağlık reformu için görüşmelerin başlamasını 50’ye karşı 51 oyla kabul etti. Trump, yeni tasarının en kısa zamanda hazırlanacağını dile getirirken piyasalar için de göz dağı vermiş oldu. Kıymetli maden bu yaşananların ardından satış baskısına maruz kalarak haftanın en kötü işlem fiyatı olan 1243.84 dolar/ons’a kadar geri çekildi. Hafta ortasına gelindiğinde Temmuz ayı FOMC (Federal Açık Piyasa Komitesi) toplantısı öncesi altın, yükselişe geçerek toplantı sonrası yapılacak açıklamaları beklemeye başladı. Fed toplantısı sonrası piyasaların beklentisi doğrultusunda gösterge faizinde değişikliğe gidilmediği açıklanırken, bilanço küçültme eylem planının tarihi de ‘göreceli yakın bir zaman’ olarak açıklandı. Fed’in bu söylemiyle birlikte bilanço küçültme için piyasalarda Eylül ayında ilk somut adım atılacağı yönünde bir algı oluşmuş oldu. Metinde göze çarpan güvercin söylemler neticesinde altın güç kazanarak yükselişe geçti. Perşembe gününde ABD’de açıklanan Haziran ayı çekirdek dayanıklı mal siparişleri aylık bazda yüzde 0,2 artış gösterirken, dayanıklı mal siparişleri de aylık bazda yüzde 6,5 oranında artış kaydetti. Sipariş verilerinde görülen bu artış piyasalarda olumlu bir hava estirerek altında satışa neden oldu. Haftanın son günü, Trump’ın daha salı günü mecliste görüşmelere kabul ettirdiği sağlık reformunun iptali tasarısı üç Cumhuriyetçi Senatörün de oyuyla bir kez daha reddedildi. Trump’ın Obamacare’i kaldırma girişiminin üçüncü kez başarısız olmasının ardından, güvenli liman altın yatırımcılarının desteğiyle haftayı 1269,65 dolar/ons’tan kapatarak son 6 haftanın en yüksek seviyesinden haftayı tamamlamış oldu.

Bu hafta ABD’de açıklanacak işsizlik oranları ve tarım dışı istihdam verileri piyasalar tarafından yakından takip edilecektir. Bu verilerin beklentileri karşılayamaması durumunda son 6 haftanın zirvesine kadar tırmanan altının yükseliş trendini sürdürmesi kaçınılmaz olacaktır.