Günün Madencilik Makalesi

Adsız
Uluslararası Enerji Ajansının (IEA) raporuna göre, yeni tip koronavirüs (COVID-19) salgını küresel enerji sistemine son 70 yılın en büyük şokunu yaşattı. IEA’nın Küresel Enerji Görünümü Raporu’nda, COVID-19 salgınının bu yıl kömür, petrol, doğal gaz, yenilenebilir enerji ve elektrik gibi kaynaklarla karbon emisyonlarına etkisi ele alındı. Rapora göre, bu yıl enerji talebi, 2008 küresel finansal krizi sonrasında yaşanan düşüşten 7 kat daha sert bir düşüşle % 6 gerileyecek. Bu düşüş, dünyanın en büyük üçüncü enerji tüketicilerinden biri olan Hindistan’ın enerji talebinin tamamıyla yok olması anlamına geliyor. Enerji talebindeki düşüş, en fazla gelişmiş ekonomileri etkileyecek. ABD’de % 9 ve Avrupa Birliği’nde % 11’lik talep düşüşü görülecek. Krizin enerji talebine etkisi, salgının yayılmasını önlemeye yönelik tedbirlerin süresine ve sertliğine bağlı olacak. Küresel olarak sokağa çıkma kısıtlamasının yıl boyunca nisan ayının başındaki seviyede devam etmesi halinde her ay % 1,5 düşüş olacak.
Enerji Kullanımı Düştü
IEA’nın Küresel Enerji Görünümü Raporu’nuna göre, küresel enerji talebi % 6.1 azalacak, bu düşüş Fransa, Almanya, İtalya ve İngiltere’nin 2019’daki toplam enerji taleplerine eşdeğer. Böylesine bir düşüşün 2008 krizinden 7 kat daha fazla etkiye sahip olacağı ve son 5 senedeki talep büyümesini tamamını sileceği tahmin ediliyor. Rystad Energy adlı araştırma şirketinin raporundan aktardığına göre, geçen yıl küresel ölçekte toplamda 2,47 trilyon dolar gelir elde eden petrol ve doğalgaz şirketlerinin, 2020’deki gelirinin 1 trilyon dolar düşüşle 1,47 trilyon dolara düşmesi öngörülüyor. Salgın öncesinde 2020 için beklenti 2,35 trilyon dolar düzeyindeydi. Rystad Energy, 2021 için de, daha önce 2,52 trilyon dolar olan eski beklentisini değiştirerek 1,79 trilyon dolara çekti.
Bu duruma paralel olarak dünya üzerindeki elektrik talebi de önemli ölçüde azalmıştır. Pandemi günlerinde konutlarda kullanılan elektrik miktarlarında artışlar gözlenirken durma noktasına gelen ticari ve endüstriyel operasyonlardaki elektrik kullanımında ciddi düşüşler yaşandığından dünya genelinde toplam elektrik kullanımı % 20’ler civarında bir düşüş yaşamıştır. Uzun bir süre seyreden bu durumu araştırmacılar, uzun süren bir Pazar gününe benzetmiştir. Elektrik enerji kullanımında bir diğer önemli değişiklik de fosil yakıtlar ve HES’lerin yerine giderek yenilenebilir enerji ve doğalgazın alması olarak görülmelidir.
Kömür Talebi En Düşük Seviyede
Küresel kömür talebinin 2019’un ilk çeyreğine göre 2020 yılının ilk çeyreğine göre % 8 düşmesini bekleniyor. Bu önemli düşüş, kömürün üçte ikisinin tüketildiği elektrik sektöründeki düşük talepten kaynaklanıyor. Küresel elektrik üretiminde gaz ve kömürün toplam payının, 2020’de % 3 oranında düşerek 2001’den bu yana görülmeyen bir seviyeye gerilemesi bekleniyor. IEA’nın raporuna göre en olumsuz etki petrolün ardından kömürde yaşanacak. Küresel kömür talebinin % 8 oranında, kömür yakıtlı elektrik üretiminin de % 10 oranında azalması öngörülüyor. Küresel gaz talebinin de % 5 oranında azalması bekleniyor.
Ülkeler bazında bakıldığında; Çin, dünyanın kömürün yarıdan fazlası tüketiyor. Çin’de COVID-19 salgını kömür temini ve kömür talebinde belirgin bir düşüş yaşandı. Kömür tüketimi, 2020 yılının ilk çeyreğinde 2019’a kıyasla % 8 azalırken, Çin ekonomisi % 6,8 daraldı ve kömür enerjisi üretimi % 9’a yakın düştü. ABD’nde hafif geçen kış şartları, doğalgaz bolluğu ve artan yenilenebilir enerji miktarı kömür tüketimini azaltmıştır. Tüm bu sebeplerden kaynaklı olarak 2020 yılı ilk 3 ayında geçtiğimiz yıl aynı döneme ait kömür kullanımında % 30 azalma görülmüştür. ABD’nde yaşananlara benzer gelişmeler Avrupa Birliği ülkelerinde de yaşanmış ve özellikle fosil yakıtlardan çekilme politikaların da etkisi ile kömür tüketiminde % 20-25 bir küçülme izlenmiştir. Benzer bir gelişme büyük kömür tüketicisi Hindistan’da da yaşanmış, Mart ayı başlarında yaşanan ekonomik durgunluk kömür talebini oldukça düşürmüştür. Dünyanın geri kalanında, kömür talebi 2020’de belirgin bir şekilde düşmektedir. Kömür tüketim oranları Japonya’da % 10, G.Kore’de % 5 oranında düşerken Malezya ve Tayland kömürden elektrik üretim taleplerini revize etmiştir.
Küresel Karbon Salınımı 2020’de %8 Azalacak
Öte yandan, rüzgâr, güneş, hidroelektrik ve nükleer gibi kaynakların kullanımı, bu yıl da artmaya devam ederek küresel enerji üretiminin % 40’ını karşılayacak. Bu payla, düşük karbonlu kaynaklar kömürden elektrik üretimini geçmiş olacak. Rüzgâr ve güneşten elektrik üretimi, 2019 ve 2020’nin başlarında tamamlanan yeni projelerin etkisiyle yılın geri kalanında da yükselmeye devam edecek. Yenilenebilir enerji kaynakları, bu yıl büyüme gösterecek tek kaynak olsa da bu büyüme diğer yıllara kıyasla daha düşük seviyede kalacak. Yenilenebilir kaynaklardan elektrik üretimi, bu yıl % 5 artış gösterecek. Nükleer enerjiden elektrik üretiminde ise 2019’da yaşanan rekordan sonra % 3’lük düşüş olacak.
Söz konusu kaynaklardan üretim, kömür ve doğal gazdan elektrik talebini de etkileyecek. Küresel elektrik üretiminde kömür ve gazın toplam payı % 3 azalışla 2001’den bu yana görülmemiş bir seviyeye gerileyecek. Küresel kömür talebi ise bu gerileyiş oranıyla İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana ki en büyük düşüşü gösterecek. Kömürden elektrik üretimi, 2018’deki zirvenin ardından bu yıl % 10’dan daha fazla azalacak. Tüm bu gelişmelerin etkisiyle, küresel enerji kaynaklı karbon emisyonları bu yıl % 8 gerileyerek 2010’dan bu yana ki en düşük seviyesine ulaşacak. Bu, şimdiye kadar yaşanan en büyük düşüş olarak kayıtlara geçecek.
2020 ilk çeyreğinde küresel karbon salınımı halihazırda %5’lik bir düşüş kaydetti. Karbon salınımının enerji talebinden daha büyük bir oranda düşüş yaşaması, karbon yoğun yakıtların kullanımındaki ciddi düşüşten kaynaklandı. Karbon salınımı COVID-19’dan en erken ve en çok etkilenen bölgelerde ciddi düşüşler yaşadı. Bölgesel olarak Çin’de %8, Avrupa Birliğinde %8 ve ABD’de %9’luk bir düşüş kaydetti. IEA raporuna göre enerji sektöründeki CO2 emisyonlarında bu yıl yaklaşık % 8 (2,6 gigaton) oranında düşüş yaşanarak 2010’dan bu yana en düşük seviyesine inecek. En son küresel mali kriz nedeniyle 2009’da yaşanan düşüş ile kıyaslandığında 6 kat daha büyük bir azalma olduğu görülüyor.
Sonuç
IMF Başkanı Georgieva, karbon salınımındaki bu düşüşün “yeşil toparlanma” adı ile bir şans olarak değerlendiriyor. Açıklamasında; “(COVID-19) krizin ciddiyeti dikkate alındığında, özellikle toparlanma aşamasında önemli ilave çabalara ihtiyaç duyulacaktır. Eğer bu toparlanma sürdürülebilir ve dünyamız daha dirençli olacaksa “yeşil toparlanmayı” teşvik etmek için elimizden gelen her şeyi yapmalıyız” ifadelerine yer verdi. IMF’nin, sadece enerji sektöründe, düşük karbonlu ekonomiye geçişin 10 yıl boyunca yıllık 2,3 trilyon dolarlık yatırım gerektireceğini tahmin ediliyor. Kırılgan ekonomiye sahip ülkelerin salgınla mücadelede desteğe ihtiyaç duyduğu gibi gelişmekte olan dünyanın da karbon emisyonlarını azaltmada ve en önemlisi iklim değişikliğinin sonuçlarına uyum sağlama konusunda desteğe ihtiyacı olacağı görülüyor.
Karbon emisyonlarının oldukça azaldığı bu günlerde hükümetlerin yeşil teknoloji, temiz taşımacılık, sürdürülebilir tarım ve iklim değişikliğine yönelik yatırımlara öncelik vermesi oldukça önem arz ediyor. Uzmanlar, sadece enerji sektöründe, düşük karbonlu ekonomiye geçişin 10 yıl boyunca yıllık 2,3 trilyon dolarlık yatırım gerektireceğini tahmin ediyorlar. Küresel CO2 emisyonlarının % 8 veya neredeyse 2,6 gigaton’a 10 yıl önce düşmesi bekleniyor. Bu tür bir yıllık düşüş, küresel mali kriz nedeniyle 2009’da 0.4 Gt olan önceki rekor düşüşten altı kat daha büyük ve sondan bu yana önceki tüm düşüşlerin toplamından iki kat daha büyük olacaktır.
Temiz Hava ve Enerji Üzerine Araştırmalar Merkezi (CREA) yayınladığı son raporda, koronavirüs tedbirleri ile sokağa çıkma kısıtlamaları uygulanan Avrupa’da temizlenen hava sebebi ile 11 bin daha az ölüm görüleceği kaydedildi. COVID-19 salgınının önüne geçmek için Avrupa’da alınan önlemler ekonomileri yatay seyre geçirirken kömür bazlı enerji kullanımında % 40 azalma oldu. Petrol bazlı enerji kullanımı ise üçte bir düştü. Bu durum kıtadaki hava kirliliğini de gözle görülür bir şekilde düşürdü. Çalışmaya göre kömür ve petrol kullanımındaki düşüş sebebi ile havadaki nitrojen dioksit (NO2) yüzde 37 düştü. PM 2.5 olarak bilinen hava kirletici küçük parçacıkların oranı da yüzde 10 azaldı. Myllyvirta kömür, petro ve gaz yakımı ile ortaya çıkan bu toksitlerin oranının dünyanın farklı yerlerinde de aynı seviyede düştüğünü belirtti. Bu sebeple araştırmacı Myllyvirta, hava kirliliğine bağlı ölümlerdeki azalmanın daha da fazla olabileceğini aktardı.
Nadir Avşaroğlu
Maden Mühendisi

Günün Madencilik Makalesi

1212

Geçmişte Mükellefiyet Kanunuyla ülke sanayisinin gelişmesi için zorla madende çalıştırılan Zonguldaklılar, bugün yine zorla işsizliğe, açlığa ve göçe mahkûm edilmektedir.

Ülkemizin sanayisini kurmak ve geliştirmek uğruna beş binden fazla maden şehidi vermiştir Zonguldak!

Her yılda maden şehitleri veriyoruz.

Çaresiz gençlerimiz, çaresiz baba ölümü göze alarak yerin metrelerce altında çalışmaktan korkmadılar!

Yüz karası değil, ekmek parası için yerin metrelerce altında her gün ölüm korkusuyla girdiler maden ocağına!

Tarih 17 Mayıs 2010 Türkiye Taşkömürü Kurumu (TTK) Karadon Müessese Müdürlüğü’ne ait maden ocağında grizu patlaması sonucu, 30 maden işçimizi kaybettik.

O dönemin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Ömer Dinçer’in sözleri ise tarihe geçti.

“Güzel öldüler”

Oysaki o maden şehitlerimiz yerin metrelerce altında ekmek parası için çalışıyorlardı.

Bu ilk değildi!

Geçmiş yıllarda da binlerce maden işçimizi şehit verdi Zonguldak!

Tarihin en büyük maden kazaları Zonguldak’ta yaşandı…

1983 yılında Armutçu’da 103 madencimiz

1992 yılında Kozlu’da 263 madencimiz öldü..

Onlar güzel ölmediler…

Maden ocaklarındaki göçük facialarıyla nice anaların yürekleri yandı…

Nice yuvalara ateş düştü… Kaç çocuk babasız, kaç kadın kocasız kaldı…

Hayatını kaybeden maden şehitleri yakınlarının çığlıkları hepimizin yüreğini dağladı.

Arkalarında gözü yaşlı eş, ana, baba, evlat ve kardeş bıraktılar.

Yüz karası değil ekmek parası için yerin yüzlerce metre altında madende şehit olmuş, hayatlarını yitirmiş evlatlarını yetim bırakmış tüm madencilerimizi rahmetle anıyoruz mekanları cennet olsun.

Yazıma Orhan Veli’nin şiiriyle bitirmek istiyorum.

Siyah akar Zonguldak’ın deresi,

Yüz karası değil, kömür karası,

Böyle kazanılır ekmek parası.

Kömürün bulunmasıyla başladı; Zonguldak’ın “Kara Elmas”ı oldu “Kara Yas”ı…

Sevgiyle kalın!

http://www.safakgazete.com/maden-sehitlerimiz-makale,548.html

Günün Madencilik Makalesi

Adsız

Bursa‘nın Yenişehir ilçesi Kirazlıyayla mahallesi bir süredir kamuoyunun gündeminde.

Zira, Meyra Madencilik isimli şirket pandemi sürecinde bölgeye Kurşun-Çinko-Bakır Zenginleştirme (Flotasyon) ve Atık Barajı Tesisi inşa ediyor.

Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) onayı alınan tesisin yapımına vatandaşlar sert tepki gösteriyor.

Şirketin faaliyette bulunduğu alanda çok sayıda ağacın katledileceği tahmin ediliyor.

Üstelik bölgede endemik bitkiler mevcut.

Ayrıca Yenişehir Ovası’nda yetişen yaş sebze ve meyveler sadece Türkiye pazarına gönderilmiyor.

İhraç da ediliyor.

Bölge halkı hem doğasını korumak, hem de tarımsal üretimin darbe yememesi için direnişe geçti.

Tesise karşı eylemler sürerken, söz konusu firma da jandarma eşliğinde inşaat faaliyetine devam ediyor.

Konu, yerel boyutu aştı.

Eylemler sosyal medyaya taşındı ve Meyra Madencilik’e yapılan Bursa’yı terk et çağrısı ülke gündeminde ilk sırada yer aldı.

Peki, Kirazlıyayla’da tam olarak ne oluyor?

Meyra Madencilik yetkililerinin savunduğu gibi kurulacak tesis ülke ekonomisine büyük fayda sağlayacak mı?

İddia ettikleri gibi çevreyi koruyarak madenleri çıkarmak mümkün mü?

Yoksa vatandaşların da ısrarla vurguladığı gibi Kirazlıyayla’nın üstü altından daha mı değerli?

Doğayı tahrip edip, o madenleri çıkarmak ekonomimizi kurtaracak mı?

Çevreyi koruyup, tarımın devamını sağlamak mı daha karlı?

Tüm bu soruları Bursa’da çevre mücadelesi denilince akla gelen ilk isimlerden olan DOĞADER‘den Murat Demir‘e sordum.

Demir, “Meyra Madencilik tarafından Yenişehir ilçesi Kirazlıyayla mahallesinde H23-A4 pafta 200610145 ruhsat numaralı, 345,62 hektarlık maden sahasında içerisinde belirlenen 23,65 ha’lık kısımda 300.000 ton kapasiteli Kurşun, Çinko, Bakır zenginleştirme (Flotasyon) tesisi ve atık barajı kurulup işletilmesi yapılmak istenmektedir.

Yapılmak istenilen Flotasyon tesisinde sadece Kirazlıyayla’dan çıkacak madenin yanı sıra çevre illerden Kütahya, Balıkesir, Çanakkale’den de zenginleştirilmek (ayrıştırma) için cevher getirilecek.

Her gün 55 ton işlenecek cevher için 894 ton pasa atık barajına gömülecek.

Günlük 894,88 ton 3.780.000 m3 hacimli atık depolama alanlarında depolanacak.

Zenginleştirme sonrasında çıkan maden atıkları 29417 sayılı maden atıkları yönetmeliği Ek 5’e göre tehlikeli atık(A sınıfı) olarak tanımlanmıştır. Bu pasalar potansiyel asit üretici olarak tanımlanmıştır.

Firma mahallenin muhtarını yanına çekmiş muhtarla yapmış oldu iş birliğiyle köylünün haberi ve onayı olmadan ÇED almıştır” şeklinde konuştu.

Demir, “Ülkemizdeki yatırımlarda en büyük yanlış yapılan hesaplarda sadece yatırımın ne üreteceği ve bunun sonucundaki artı değerin firmanın karı üzerinden yapılmasıdır. Bu hesaplar sosyal etki değeri yani o alandan faydalanan geçimini sağlayan yaşayan insanların yapılacak faaliyete göre ellerinden alınacak olan mera, orman, yayla, tarla, dere, su gibi yaşam varlıklarının yok olması sonucunda oluşacak kaybı ve yine burada yapılacak faaliyet sonucunda sağlık etki değerlendirilmesi yani faaliyetin oluşturacağı sağlık sonuçları bütün bunların ülke ekonomisine vereceği zarar hesaplanmamaktadır.

Kirazlıyayla’da yapılmak istenilen tesisle ilgi birkaç maddi değerlendirme örneği verecek olursak şunu diyebiliriz bu tesisin İznik gölünden yılda 750 bin ton su kullanacak daha şimdiden köyün yıllardır kullandığı Sarıyer dersini kuruttu yapılacak atık havuzları heyelan bölgesinde olması nedeniyle Yenişehir ovası tehdit altında şimdi biz soruyoruz bütün bunların maddi değeri nedir” ifadelerini kullandı.

“Çevreyi  koruyarak maden çıkarmak mümkün mü?” soruma ise Murat Demir, “Hayır mümkün değil hele bizim ülkemizde hiç mümkün değil ülkemizde madencilik kanunu defalarca değişti her seferinde koruma kullanma dengesi korumacılığı azaltıp kullanmacılığın önünü açtı ülkemizde iyi madenciliğe örnek çevreye zarar vermemiş bir tane bile maden yoktur.

Hatta yasa gereği madencilik faaliyeti bittikten sonra sahanın rehabilete  edilip yeşillendirilmesi gerekiyor lakin hiçbir firma bunu yapmıyor. Ülkemizde son yıllarda kapasitenin çok üstünde binlerce maden ruhsatı verildi değişen yasalar gereği de en değerli doğa varlıklarımız olan ormanlar tarım alanları su kaynakları gibi alanlara verildi bu ruhsatlar. Bir yanda yüzde 60 Lübnan ortaklı bir firma diğer yandan yüzyıllardır orda yaşayan Kirazlıyayla halkı… Köylüler yıllardır kendilerini ve bizleri besleyen tarım ve hayvancılık yapıyorken madenin ömrü sayılı yıllar sonuçta madencilik faaliyeti bitiminde geri dönüşümü olmayan ölü bir doğa bırakacak. Diğer yandan üreten var eden sürekli artı değer üreten bir doğal yaşam var… Madencilikle zengin olunsaydı elmas madenciliği yapılan Afrika ülkeleri dünyanın en zengin ülkeleri olurdu. Ülkemizdeki madencilik faaliyetleri kısa sürede kişileri ve firmaları zengin etse de uzun vadede ülkemizin doğal varlıklarının zarar görmesi nedeniyle Türkiye olarak ciddi bir ekonomik zarar göreceğiz. Bu pandemi günleri çok güzel yanıtlıyor yaşamın garantisi güvenliği tarımın devamlılığına dayalı… Ülke  ve dünya olarak bunu çok iyi gördük” yanıtını verdi.

Kirazlıyayla gerçeği tam olarak bu.

Vatandaşlar ve çevre savunucuları görüldüğü gibi son derece haklı gerekçelerle tesisin yapımına karşı çıkıyor.

Bursa Valisi Yakup Canbolat‘ın sürece müdahil olması, halkın haklı çığlığına kulak vermesi bekleniyor.

http://www.bursadabugun.com/yazarlar/yaman-kaya-113/bursa-yi-terk-edin-27865.html

Günün Madencilik Makalesi

Yenilenebilir enerji şimdiye kadar COVİD‑19 ile birlikte yaşadığımız bu sıkıntılı döneme en dayanıklı enerji kaynağı olduğu görülmektedir. Yenilenebilir enerjinin diğer kullanımlarına olan talep düşerken, yenilenebilir elektrik enerjisi bu süreçten büyük oranda etkilenmedi. 2020 yılının ilk çeyreğinde, tüm sektörlerde yenilenebilir enerjinin küresel kullanımı 2019’un ilk çeyreğine göre yaklaşık %1,5 arttı. Yenilenebilir elektrik üretimi, özellikle geçen yıl tamamlanan yeni rüzgâr ve güneş PV projeleri (fotovoltaik güneş panelleri) nedeniyle oldukça önemli bir potansiyele sahip oldu.

Tüm dünyada küresel elektrik üretimindeki yenilenebilir kaynakların payı, 2019’un ilk çeyreğindeki %26’dan, 2020 yılının ilk çeyreğinde yaklaşık %28’e yükseldi. Yine benzer şekilde 2020 yılının ilk çeyreğinde, güneş enerjisi PV ve rüzgâr enerjisi şeklinde değişken yenilenebilir enerji kaynakları, 2019’un ilk çeyreğindeki % 8’den % 9’a ulaştı.

Madenler Yenilenebilir Enerjinin Lokomotifi

 IEA (Uluslararası Enerji Ajansı) yayınladığı bir raporda belirli madenlerin güvenli bir tedarik zincirine sahip olmasının yenilenebilir enerji üretimi için önemli olduğunu belirtmiştir. Uluslararası Enerji Ajansına göre yenilenebilir enerji teknolojisi fosil yakıt temelli rakiplerine göre çok daha fazla madencilik ürünü kullanımına ihtiyaç duyuyor. Elektrikli bir araba benzinli bir arabadan 5 kat daha fazla madene ihtiyaç duyarken, kıyı tipi bir rüzgâr tribünü tesisiyse bir doğalgaz temelli elektrik santralinden 8 kat daha fazla madencilik ürünü kullanılıyor. IEA yayınladığı raporda; belirli madenlerin güvenli bir tedarik zincirine sahip olmasının yenilenebilir enerji üretimi için önemli olduğu belirtiliyor.

Koronavirüs önlemleriyle beraber birçok ülkenin sokağa çıkma sınırlaması uygulaması maden sektörünü de etkileyerek temiz enerji için gerekli tedarik zincirinin önemi bir kez daha hatırlattı.

Öte yandan talepteki düşüş de maden fiyatlarını aşağı yönlü etkiledi. Geçtiğimiz haftalarda birçok şirket düşük fiyatlardan ve devam eden krizden ötürü yeni yatırım projelerini ya erteledi ya da askıya aldı. Projelerin iptal edilmesinin etkisi de en çok bakır ve nikel çıkarımında hissedildi. Talep toparlandıktan sonra bu madenlerde, önümüzdeki yıllar için, tedarik dengesizlikleriyle karşılaşılabilir. Rapora göre şu an bakır ve nikel üreten tesisler üretim kapasitelerinin sınırına ulaşmış durumdalar, eğer yeni projeler ile bu üretim kapasitesi arttırılmazsa yenilenebilir enerji dönüşümü için gerekli olan maden miktarının sağlanmasında zorluklar yaşanabilir.

Enerji jeopolitiği genellikle petrol ve doğalgaz ile ilişkilendirilir fakat rüzgâr, güneş ve diğer yenilenebilir enerji teknolojileri böyle bir riskten etkilenmeyecekmiş gibi düşünülür. Bazı madenleri etkileyebilecek jeopolitik tehlikeler aslında yenilenebilir enerjinin üretimini ve depolanmasını da etkileyebilir. Bu madenlerin üretimi de petrol ve doğalgazdan daha dar bir alana sıkışmış durumda. Lityum, kobalt ve çeşitli değerli madenlerin en büyük üç üreticisi tüm üretimin %75’ini karşılıyor. Bazı ülkeler ise belirli ürünlerin yarısından fazlasını üretiyor.

Çin tek başına küresel lityum ve kobalt işleme tesislerinin %50 ile %70’ini kontrol ediyor, değerli madenlerin ise %62,9’unu üretiyor. Demokratik Kongo Cumhuriyeti dünyadaki kobaltın %71,4’ünü üretiyor, Güney Afrika ise küresel platin üretiminin %72,2’sini karşılıyor.

Küresel lityum üretiminde Avustralya dünyadaki üretimin %54,5’ine, Şili ise %23,4’üne sahip.

2020 için tahminimize göre, yenilenebilir enerji talebi diğer tüm enerji kaynaklarının aksine 2019 seviyelerinden yaklaşık %1 oranında artmaktadır. Yenilenebilir elektrik üretimi, tedarik zincirine ve COVİD‑19 krizinin neden olduğu inşaat gecikmelerine rağmen yaklaşık % 5 oranında büyüyor. Bunu yaparken, yenilenebilir enerjiler küresel olarak elektrik arzının neredeyse %30’una ulaşarak kömürle olan boşluğu yarıya indiriyor (2019’un yüzde 10’undan). Genel olarak, yenilenebilir enerji büyümesi geçen yıla göre daha yavaş ancak 2016’dan bu yana genel yavaşlama eğilimine paralel. Hidroelektrik enerji üretimi, dünya genelinde tüm yenilenebilir üretimin neredeyse %60’ını oluşturduğundan ve yağışa bağlı olduğu için 2020’de en büyük belirsizlik olmaya devam ediyor.

Tedarik zinciri aksamaları ve işgücü kısıtlamaları inşaatı geciktirdiğinden, 2020’de yenilenebilir enerji kapasitesi ilavelerinin hızı düşebilir. Farklı ülkelerdeki kilitlenmelerin süresi ve kapsamı ve sosyal uzaklaşma önlemleri, ekonomik gerileme karşısında ekonomik teşvik paketlerinin kapsamı ve zamanlaması ile birlikte yıl için toplamı etkileyecektir. Daha hızlı veya daha yavaş bir toparlanmanın, 2020’de yenilenebilir elektrik üretimi üzerinde sınırlı etkileri olacaktır ve çoğu koşulda yıllık büyüme beklenmektedir. Yenilenebilir elektrik üretimi, büyük ölçüde doğal kaynakların mevcudiyetine bağlıdır, çünkü hava, tüm yenilenebilir elektrik üretiminin yaklaşık %90’ını oluşturan hidroelektrik, rüzgâr ve güneş PV için ana belirleyicidir.

Kaynak ; IEA Global Energy Rewiev 2020 ve Erol Oytun ERCAN bloomberght.com’dan derlenmiştir. Grafikler: IEA.

 

Günün Madencilik Makalesi

Türkiye, bor rezervleri bakımından dünyanın en şanslı ülkesi. Toplam rezervin yaklaşık dörtte üçünü elinde bulunduruyor, küresel üretimin ise yarıdan fazlasını gerçekleştiriyor.

Bor madenleri, Türkiye için son derece önemlidir. Ancak bu denli önemli olmaları, yurt dışına satılarak döviz elde edilebileceği için değildir. Genellikle “sanayinin tuzu” olarak adlandırılan bor mineralleri pek çok endüstri alanında kullanılabiliyor. Ancak daha önemlisi; savunma, havacılık ya da enerji gibi kritik endüstriler için vazgeçilmez olan pek çok ileri teknoloji ürününün yapımında da bu mineraller tercih ediliyor.

BOREN NEDEN KURULMUŞTU?

Söz konusu teknoloji ürünlerini üretebildiği ve sahip olduğu borları bu ürünlerde kullanabildiği ölçüde, Türkiye bor varlıklarından gerçek yararı elde edebilecektir. Dolayısıyla, bor minerallerine dayalı ürün ve teknolojilerin araştırılması, geliştirilmesi ve üretilmesi öncelikli amaç olmalı. Ulusal Bor Araştırma Enstitüsü (BOREN), on yedi yıl önce bu amaca yönelik olarak, büyük umutlarla kurulmuştu.

YÜKSEK KATMA DEĞER SİHİRBAZLARI

Son yıllarda giderek daha fazla duyduğumuz nadir toprak elementleri, sahip oldukları benzersiz bazı özellikler nedeniyle, yapımında kullanıldıkları ürünlere yüksek katma değer kazandırırlar. Nadir toprak elementi ilâve edildiğinde -sanki sihirli bir el değmiş gibi- malzeme daha hafif, daha hızlı ya da daha dayanıklı olabiliyor; enerji tüketimi düşüyor ya da zararlı salımları azalıyor; parlaklığı ya da rengi değişiyor veya sıra dışı termal özellikler kazanıyor.

NATEN NEDEN KURULMUŞTU?

Böyle olduğu için günümüzün pek çok teknolojik yeniliğinin arka planında nadir toprak elementleri bulunuyor. Elektronikten iletişime, enerjiden ulaşıma, sağlıktan savunmaya kadar sayısız alanda kullanılan ileri teknolojinin içerisinde hep bu elementler vardır.

Kendi savunma sanayisini geliştirmekten, yeni nesil teknolojilerden, elektrikli otomobillerden söz eden her ülke için nadir toprak elementleri vazgeçilmezdir. Türkiye bu kaynakları arayıp bulmalı, daha da önemlisi bu elementlere dayalı ürün ve teknolojileri araştırıp geliştirmelidir. Nadir Toprak Elementleri Araştırma Enstitüsü (NATEN), yaklaşık iki yıl önce bu amaca yönelik olarak kurulmuştu.

SATTIĞINI YARI MAMÜL OLARAK GERİ ALMAK

Türkiye madencilik endüstrisinin Araştırma ve Geliştirme (Ar-Ge) ihtiyacı bunlarla sınırlı değildir. Türkiye, son derece değerli madenlerini genellikle ham olarak yurt dışına ihraç ediyor. Aynı madenler yarı mamul ve mamul maddeye dönüşmüş olarak misli fiyatlarla ülkeye geri dönüyor. Dahası, Türkiye madencilik sektöründe ileri teknoloji kullanımı oldukça sınırlı. Gelişmiş bir madencilik makina-ekipman sanayii yaratılamamış ve ihtiyaç büyük ölçüde ithalat yoluyla karşılanıyor.

MADENCİLİK SEKTÖRÜNDE AR-GE KURUMU EKSİK

Bu nedenle sektörde teknoloji kullanımı ve üretimine yönelik Ar-Ge çalışmalarının yapılması, Türkiye’nin madenlerini yurt içinde işleyerek katma değeri yüksek ürünlere dönüştürmesi gerekir. Bununla beraber, Türkiye’de bugüne kadar madencilik endüstrisine ilişkin Ar-Ge’yi amaçlayan kurumsal bir yapı oluşturulamamış durumda.

ENERJİ BAĞIMLILIĞINA ÇARE ARAYIŞI

Aynı ihtiyaç, Türkiye’nin sahip olduğu kömürler için de söz konusu. Türkiye, enerji kaynakları bakımından şanslı bir ülke değildir, petrol ve doğalgaz kaynakları sınırlıdır. Bununla beraber, ısıl değerleri düşük de olsa önemli sayılabilecek kömür kaynaklarına sahiptir. Enerji bağımlılığı sorununa bir ölçüde çare olabileceği için Türkiye’nin bu kaynaklardan yararlanması gerekir.

TEMİZ KÖMÜR ÇÖZÜMLERİ ARAYIŞI

Ancak, bir taraftan çevresel baskılar diğer taraftan yenilenebilir kaynakların rekabeti kömürün yeraltından çıktığı gibi kullanımını giderek zorlaştırıyor. Bu nedenle, temiz kömür teknolojilerinin geliştirilmesi; kömür zenginleştirme, gazlaştırma, sıvılaştırma, kömürden yeni ürün eldesi, yakma teknolojileri gibi alanlarda Ar-Ge çalışmalarının yürütülmesi Türkiye için bir zorunluluktur.

Türkiye’de şimdiye kadar bu amaca yönelik bir yapılanmaya da gidilmemiştir.

ÖNEMLİ BİR GİRİŞİM: TENMAK

Dolayısıyla, geçtiğimiz Mart ayının sonunda yayınlanan Cumhurbaşkanlığı Kararnamesiyle Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’nın (ETKB) ilgili kuruluşu olarak kurulan Türkiye Enerji, Nükleer ve Maden Araştırma Kurumu’nu (TENMAK) önemli bir girişim olarak görüyorum. Ancak, daha önce Kalkınma Planı ya da Stratejik Plan gibi temel politika dokümanlarında rastlamadığım bu kurumun yapılanmasında bazı sorun ya da eksiklerin de bulunduğunu söylemem gerekir.

TENMAK’IN AKTİVASYONU İÇİN

Öncelikle, enerji ve maden alanlarının aynı yapı içinde bir arada bulunmasını anlamak zor. Elbette bu iki sektörün ortak noktaları çoktur, ancak Ar-Ge söz konusu olduğunda farklılıkları çok daha fazladır. Enerjinin çok daha öne çıkacağını ve madencilik Ar-Ge’sinin ikinci plana düşeceğini, -bugüne kadar olan deneyimlere bakarak- şimdiden söyleyebilirim. Kurumun isminde maden kelimesi geçmekle birlikte, oluşturulan enstitüler arasında -zaten kurulu bulunan- BOREN ve NATEN dışında madencilikle ilgili bir enstitünün bulunmaması ileri sürdüğüm bu yargıyı güçlendiriyor.

TEMİZ ENERJİ ENSTİTÜSÜ NE YAPACAK?

Kararnamede, enstitülerin ihtiyaca göre kurulacağı belirtilmekle beraber, bor ve nadir toprak elementleri dışında madencilik ya da kömür endüstrisindeki Ar-Ge ihtiyacının kuruluş aşamasında tespit edilememiş olması bir eksikliktir. Bu arada, enstitüler arasında geçen Temiz Enerji Araştırma Enstitüsü’nün ise tam olarak ne hedeflediğini anlamakta güçlük çektiğimi söylemeliyim.

AR-GE BİRİMİ Mİ KOORDİNASYON ORGANI MI

Daha önce BOREN ve NATEN’de olduğu gibi, bu kurumda da Ar-Ge üretiminin değil daha çok koordinasyon ve finansman niteliklerinin öne çıktığı görülmekte. BOREN deneyiminden hareket edecek olursak, bu yapının çok da sonuç alıcı olmayacağını söylemek zor olmaz. Dahası, oluşturulan enstitülerin üzerlerinde bu defa birkaç katman bürokrasinin bulunduğu ve neredeyse birer daire başkanlığı yapısında görünmeleri, beklenilen yararın elde edilmesini daha da zorlaştıracaktır.

STRATEJİK PLANDA HEDEF KOYULMAMIŞ

Son olarak, yaklaşık 1,5 yıl gecikmeli olarak geçtiğimiz günlerde yayınlanan ETKB 2019-2023 Stratejik Planı incelendiğinde ise yeni yapıya plan döneminde doğrudan sorumlu olacağı bir amaç ya da hedefin tanımlanmamış olduğu görülmekte. Bu bakımdan, mevcut yapıyla ilgili en azından 2023 yılına kadar fazla bir beklenti içinde olmamamız gerektiğini düşünüyorum. Bununla birlikte, teknoloji ve yenilik üretme iddiasıyla kurulmuş bu yapının, tüm olumsuzluklarına karşın zaman içerisinde gelişmesi ve başarılı olması, elbette Türkiye’nin yararına olacaktır.

Kaynak: Madencilik sektöründe Ar-Ge ihtiyacı ve TENMAK – Dr. Nejat TAMZOK

Günün Madencilik Makalesi

Bugün Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın başkanlığında yapılacak olan Bakanlar Kurulu toplantısında normalleşme süreci ele alınacak.

Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay geçen hafta bakanlıklardan ve sivil toplum kuruluşlarından normalleşme sürecine ilişkin önerilerini aldı, onlarla toplantılar yaptı. Geniş bir veritabanı oluşturmaya özen gösterildi. Sağlık Bakanlığı’nın ve Bilim Kurulu’nun önerileri ise belirleyici oldu. Fuat Oktay, titiz bir hazırlık süreci sonunda bir taslak hazırladı. Bugünkü Bakanlar Kurulu toplantısında da kapsamlı bir sunum yapacak.

Salgın sürecine ilişkin iyi, orta ve kötü senaryolar dikkate alınarak normalleşme sürecinin dinamik bir şekilde yönetilmesi kararı alındı. Hijyen, sosyal mesafe, maske kullanımı ve kalabalık yerlerde bir arada bulunulmaması, normalleşme sürecinin de kırmızı çizgilerini oluşturacak. Salgının yayılması ve bulaşın önlenmesi temel yaklaşım olmaya devam edecek.

Koronavirüsle mücadele sürecinde berber ve kuaförlerin hayatımızda ne denli önemli olduğu ortaya çıktı. Erkeklerin bu konuda ne kadar beceriksiz olduğunu gördük. Bir milletvekili, “Benim eşim köylü kızı. Babasıyla koyun kırkmışlar. Eli yatkın. Beni eşim tıraş etti” diye anlatmıştı. Kuaförlerin kadınların hayatındaki önemi de bir kez daha ortaya çıktı. Sahte sarışınlar açısından zor bir dönem oldu. Neyse, bundan kurtuluyoruz. Yaşasın berberler ve kuaförler! Mayıs ayında küçük esnaf, berberler, kuaförler, kafe ve pastane, restoran gibi hizmet veren yerler açılıyor. Tabii çok sıkı önlemler geliyor.

TURİZM HAZİRANDA

Turizm Türkiye’nin bacasız sanayisi. Onlar mayıs ayını hazırlık süreç olarak değerlendirecekler. Konaklama, açık büfe ve sosyal etkinlikler sıkı kurallara bağlanıyor. Ama haziran ayında turistik tesisler açılıyor. Otel, motel, müze ve örenyerleri açılacak. Kültürel etkinlikler yine haziran ayında başlatılıyor. Ancak tatil merkezlerimiz açısından çözüm bekleyen bir sorun, turistlerin durumu olacak.

 UÇUŞLAR HAZİRANDA

Türk Hava Yolları’nın iç hat uçuşları haziran ayında başlayacak. Dış hat uçuşları ise ülkelerin durumuna göre belirlenecek. Tren seferleri de haziran ayında başlıyor. Çalışma hayatı, adalet ve ekonomi ise haziran-eylül arasında kademeli olarak normalleşme sürecinde yerini alacak.

CAMİLER HAZİRANDA AÇILIYOR

Koronavirüs nedeniyle camilerde vakit namazlarının ve cuma namazlarının kılınması yasaklanmıştı. Bayram namazında da aynı yasağın devam etmesi bekleniyor. Ama haziran ayının ortasına doğru camiler ibadete açılacak.

65 YAŞA RAHATLAMA GETİRİLİYOR

Bugünkü Bakanlar kurulu toplantısından sonra Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 65 yaş ve üstündekilere dönük bir açıklama yapması bekleniyor. 21 Mart’tan bu yana dışarı çıkamayan 65 yaş ve üstündekiler için kısmı rahatlama getiriliyor.

SAĞLIK DİPLOMASİSİ

İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener’e katılmıyorum. Türkiye’nin kendisinden yardım talep eden ülkelere sağlık yardımında bulunması “Yeni Cami’de dilenip Sultanahmet’te sadaka dağıtmaya” benzemiyor. Türkiye, koronavirüsle ortaya çıkan durumu kendi lehine yönetmeye çalışıyor.

1- Türkiye bu süreçte iki şey yaptı. ABD gibi dünyanın süper gücüne iki uçak dolusu tıbbi yardım gönderdi. ABD yönetiminden daha çok Türkiye karşıtı olan Amerikan basınında hakkımızda olumlu yazılar yazıldı. Daha düne kadar Türkiye’ye yaptırımların konuşulduğu Amerika’da lehimize olumlu bir hava oluştu. Milyar dolarlar verseniz bu çalışmayı yapamazdınız.

2- Devletlerin, milletlerin de bir hafızası var. Kolera, İspanyol gribi gibi küresel salgın dönemlerindeki yardımlaşma filmlere konu olmuş, romanlar yazılmıştı. Yaptığımız sağlık yardımları da dünyada Türkiye algısını olumlu yönde etkiledi.

3- Bazı hastalıklı kafalar İsveç’ten ambulans uçakla getirilen Emrullah Gülüşken’in Sağlık Bakanı’nın akrabası olduğu yalanını yaymakla meşgul oldu ama Türkiye bu olayla müthiş bir imaj çalışması yaptı. Bir dönemler develerle sembolize edilen Türkiye’den hasta vatandaşını İsveç’ten ambulans uçakla getiren Türkiye konuşulur oldu.

Şimdiye kadar bizden yardım isteyen 57 ülkeye yardım gönderdik. Buna “koronavirüs diplomasisi” demiştim. İsterseniz siz imaj çalışması deyin.

İŞ DÜNYASININ BEKLENTİLERİ

ŞİMDİYE kadar koronavirüsün sağlık boyutunu konuştuk. Bundan sonra ise siyasi ve ekonomik boyutu önplana çıkacak. Ekonomide dinamik bir süreç yönetimi yaşanıyor. Geçen hafta özel bankalar sorunu büyümüştü. Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak’ın müdahaleleriyle sorun büyük ölçüde aşıldı. Ama çözüm bekleyenler de var.

MASKE SORUNU

Maske sorunu bireysel kullanım olarak karşımıza çıkıyor ama işin bir de üretim aşamasında maske takma zorunluluğu olan sektörler boyutu var. Başta çimento ve seramik ile maden işletmelerinde FFP-2 ve N95 maskelerinin kullanılması zorunlu. Ancak maske satışına yasak getirilmesi nedeniyle bu sektörlerde sıkıntı başlamak üzere. Sektörde 40 milyon maske ihtiyacından söz ediliyor. Tek istekleri, eskiden olduğu gibi maskeyi ücretle almalarına izin verilmesi.

İŞYERİ KİRASI

Çalışanların sorunu kısa çalışma ödeneği ile gideriliyor. Ancak restoran, kafe, berber gibi küçük işletmeler kira sorununa el atılmasını bekliyor.

MÜCBİR SEBEP

Koronavirüs ortaya çıktığında mücbir sebep kapsamında sigorta ve vergileri 6 ay ertelenen sektörler oldu. Ama bunların içinde ticari olarak faaliyeti devam edenler olduğu gibi mücbir sebep kapsamında olmadığı halde sıkıntıda olan meslekler var.

https://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/abdulkadir-selvi/iste-normallesecek-sektorler-41509004