Günün Madencilik Makalesi

1

Madenciliğimiz salgını hasarsız atlatabilecek mi?

İçinde bulunduğumuz yıla damgasını vuran iki önemli gelişme, Türkiye’deki pek çok ekonomik sektörü önümüzdeki dönemlerde ciddi şekilde etkileyecektir. Bunlardan ilki Covid-19 salgını nedeniyle ortaya çıkan küresel ve yurtiçi ekonomik daralmadır. Diğeriyse salgın sürecinin etkisiyle dış ticarette korumacılık yanlısı görüşlerin giderek daha fazla uygulama alanı bulmasıdır.

Her ne kadar son günlerde etkisini yitiriyor gibi görünse de salgının bundan sonraki gelişimine ilişkin belirsizlikler henüz tam olarak ortadan kalkmış değil. Giderek sönümlenecek mi yoksa arkasından başka dalgalar da mı gelecek kesin olarak bilinmemekte. Bununla beraber, salgının küresel ekonomide bugüne kadar yaptığı tahribat dünyanın daha önce karşılaştığı ekonomik krizlere göre daha derin olacak.

Küresel ekonomik daralmanın şiddetiyle ilgili pek çok tahmin yürütülmekle birlikte, 2020 yılı için en azından eksi yüzde 3-4 civarında olacağı ve salgın sonrası normalleşmenin uzun zaman alacağı yönündeki tahminler ağırlık kazanmakta. Dünya ticaretinin bu yıl en iyimser olasılıkla yaklaşık yüzde 10 gerileyeceği, paranın gelişmiş ekonomilere doğru kaçacağı, özellikle gelişen ekonomilerde işsizlik ve yoksulluğun tavan yapacağı sıkça dile getirilen diğer olumsuzluklar arasında. Benzer şekilde, ekonomisinin bu yıl yüzde 3-4 oranında küçüleceği tahmin edilen Türkiye’nin de bu olumsuzluklardan payını alması şüphesizdir.

Bir taraftan tüm dünyada daralma yaşanırken diğer taraftan salgın koşullarında ülkelerin kendi kendilerine yeterliliği sorgulanmakta ve bu noktadan hareketle dış ticarette korumacılık eğilimleri giderek öne çıkmakta. Salgın öncesinde de sıkça gündemi işgal eden bu yöndeki görüşler, -döviz kurlarında meydana gelen yüksek artışların da etkisiyle- uzun süredir Türkiye’de “yerli ve milli” teması altında dile getirilmekte. Geçtiğimiz günlerde Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak “stratejik ve ülkemizde üretim imkânı olmayan ürünler haricinde artık ithalat eskisi gibi kolay olmayacak,” ifadeleriyle konuyu tekrar gündeme taşıdı. Bu yöndeki politika tercihi, söylem düzeyinde de kalmadı ve salgın döneminde yayınlanan cumhurbaşkanlığı kararlarıyla binlerce ürüne ek gümrük vergileri getirildi. Henüz bu yeni dış ticaret politikasının tam olarak belirgin olduğu söylenemez. Ancak “yurt içinde üretilebilen malların ithalatının zorlaştırılacağı” ifadesinden 1980 öncesi ithal ikameci politikaları hatırlamamak da mümkün değil.

Aktardığımız bu iki gelişmeden Türkiye madencilik sektörünün de olumlu ya da olumsuz yönde etkilenmesi kaçınılmazdır.

***

Türkiye madencilik sektörü, aslında salgın öncesinde de uzun süreli bir durağanlık içerisindeydi. Bir dönem sektörün lokomotifi olmuş mermer ve traverten gibi doğal taşların, demir ve nikel dışında metalik madenlerin, borlar ve trona dışında neredeyse tüm endüstriyel hammaddelerin üretimleri 2015 yılı sonrasında ya gerilemekte ya da yerinde saymaktaydı. Böyle olduğu için de Madencilik Üretim İndeksi’nde son beş yıldaki artış oranı sadece yüzde 17 düzeyinde kaldı. Bu artışın kaynağında, yukarıda saydığımız demir, nikel, bor ve trona dışında kum, çakıl gibi “yükte ağır pahada hafif” inşaat hammaddeleri ile linyit bulunmakta. Sonuçta, madenciliğin 2013 yılında 10 milyar dolar civarında olan Gayri Safi Yurtiçi Hasıla’ya olan katkısı 2018 yılına gelindiğinde -kurun da etkisiyle- 8 milyar dolar civarına kadar gerilemişti.

Üretimlerde uzun süredir görülen durağanlık ihracat tarafında da söz konusudur. 2000-2013 yılları arasında yaklaşık 9 kat artan madencilik ihracatı 2013 yılından itibaren tek bir yıl haricinde her yıl gerilemiştir. 2019 yılı ihracatı 4,1 milyar dolar seviyesindedir ve bu rakam toplam üretim değerinin yaklaşık yarısına karşılık gelmektedir. İthalat ise 2018 yılında 4,7 milyar doları tek başına kömür olmak üzere toplam 6,7 milyar dolar düzeyindedir.

Salgının madencilik ihracatı üzerindeki etkisi çarpıcıdır. Bu yılın ilk 5 aylık döneminde bir önceki yılın aynı dönemine göre yüzde 15 oranında gerilemiştir. Söz konusu dönemde ihracat kayıpları borlarda yüzde 36, kromda yüzde 54, doğal taşlarda ise yüzde 20 civarındadır. Bununla birlikte, bu rakamların, salgının ihracat üzerindeki etkilerini tam olarak yansıtabildiği söylenemez. İhracatı olumsuz etkileyecek bir talep daralması olduğu açıktır ama önceki krizlerden farklı olarak bu defa salgın nedeniyle dünyada pek çok maden işletmesi üretimini durdurmak ya da sınırlandırmak durumunda kalmış, ayrıca dağıtım kanallarında aksamalar olmuştur. Dolayısıyla arz tarafında da bir geri çekilme söz konusudur. İlk beş aylık dönemde nikel, demir ve bakır gibi cevherlerin ihracatında görülen yüksek oranlı artışlar muhtemelen bu nedenden kaynaklanmaktadır.

Salgının Türkiye madencilik sektörü üzerindeki gerçek etkileri tüm dünya ekonomileri açılıp arz tarafındaki sınırlamalar tamamen ortadan kalktığında görülebilecek, yeni dönemde ortaya çıkacak olan arz talep dengesi belirleyici olacaktır. Bununla birlikte, salgın öncesinde de kriz yaşayan sektörün işi çok kolay görünmemektedir.

Türkiye, maden ihracatını kabaca yüzde 30 Çin’e, yüzde 30 Avrupa Birliği ülkelerine ve yüzde 10 ABD’ye yapmaktadır. Çin ekonomisindeki hızlı geri dönüşün Türkiye için olumlu olacağı söylenebilir, ancak büyümesi son 10 yılda neredeyse yarıya yakın gerileyerek yüzde 6’lara kadar gelen Çin’deki hammadde talebinin bundan sonra da eski hızında olmayacağını söylemek kehanet olmaz.

Salgın nedeniyle en yüksek daralmaların yaşandığı ABD ile Avrupa Birliği ülkelerine ihracat yapmakta olan maden işletmelerinin ise ciddi olumsuzluklar yaşayacağı son derece açıktır. Bu noktada maliyetler elbette belirleyici olacaktır.

Türkiye madencilik sektöründe gerek yatırım malları gerekse işletme giderleri bakımından yüksek oranda bir dışa bağımlılık söz konusudur. Dolayısıyla sektörün maliyetleri döviz kurundaki dalgalanmalardan ciddi ölçüde etkilenmektedir. Kurdaki artışların yanı sıra sektörün ithal girdileri üzerine doğru planlanmadan konulacak yükler, rekabet şansını büyük ölçüde ortadan kaldıracaktır.

Bununla birlikte, Türkiye madencilik sektörünün en önemli sorunlarından biri, üretilen cevherlerin büyük bölümünün katma değeri yüksek ürünlere dönüştürülmeden ham olarak yurt dışına ihraç edilmesidir. Aynı cevherler yarı mamul ve mamul maddeye dönüşmüş olarak misli fiyatlarla ülkeye geri dönmektedir. Bu bakımdan, maden cevherlerinin ithal edilmesine değil tam tersine işlenmeksizin yurt dışına ihraç edilmesine sınırlama konulmalı, yerli ve ithal madenlerin mümkün olduğunca ucuza temin edilerek yerli sanayide kullanılabilmesi teşvik edilmelidir. Ayrıca, maden işletmelerinde kullanılan makina-ekipman ve malzemelerin yurt içinde üretilmesine yönelik sanayilerin geliştirilmesi de aynı ölçüde önemlidir. Türkiye, madencilik politikasını bu çerçevede yeniden gözden geçirmeli, yeni hedef ve stratejiler tanımlamalıdır.

Kaynak: Madenciliğimiz salgını hasarsız atlatabilecek mi? – Dr. Nejat TAMZOK

Günün Madencilik Makalesi

1212

Geçmişte Mükellefiyet Kanunuyla ülke sanayisinin gelişmesi için zorla madende çalıştırılan Zonguldaklılar, bugün yine zorla işsizliğe, açlığa ve göçe mahkûm edilmektedir.

Ülkemizin sanayisini kurmak ve geliştirmek uğruna beş binden fazla maden şehidi vermiştir Zonguldak!

Her yılda maden şehitleri veriyoruz.

Çaresiz gençlerimiz, çaresiz baba ölümü göze alarak yerin metrelerce altında çalışmaktan korkmadılar!

Yüz karası değil, ekmek parası için yerin metrelerce altında her gün ölüm korkusuyla girdiler maden ocağına!

Tarih 17 Mayıs 2010 Türkiye Taşkömürü Kurumu (TTK) Karadon Müessese Müdürlüğü’ne ait maden ocağında grizu patlaması sonucu, 30 maden işçimizi kaybettik.

O dönemin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Ömer Dinçer’in sözleri ise tarihe geçti.

“Güzel öldüler”

Oysaki o maden şehitlerimiz yerin metrelerce altında ekmek parası için çalışıyorlardı.

Bu ilk değildi!

Geçmiş yıllarda da binlerce maden işçimizi şehit verdi Zonguldak!

Tarihin en büyük maden kazaları Zonguldak’ta yaşandı…

1983 yılında Armutçu’da 103 madencimiz

1992 yılında Kozlu’da 263 madencimiz öldü..

Onlar güzel ölmediler…

Maden ocaklarındaki göçük facialarıyla nice anaların yürekleri yandı…

Nice yuvalara ateş düştü… Kaç çocuk babasız, kaç kadın kocasız kaldı…

Hayatını kaybeden maden şehitleri yakınlarının çığlıkları hepimizin yüreğini dağladı.

Arkalarında gözü yaşlı eş, ana, baba, evlat ve kardeş bıraktılar.

Yüz karası değil ekmek parası için yerin yüzlerce metre altında madende şehit olmuş, hayatlarını yitirmiş evlatlarını yetim bırakmış tüm madencilerimizi rahmetle anıyoruz mekanları cennet olsun.

Yazıma Orhan Veli’nin şiiriyle bitirmek istiyorum.

Siyah akar Zonguldak’ın deresi,

Yüz karası değil, kömür karası,

Böyle kazanılır ekmek parası.

Kömürün bulunmasıyla başladı; Zonguldak’ın “Kara Elmas”ı oldu “Kara Yas”ı…

Sevgiyle kalın!

http://www.safakgazete.com/maden-sehitlerimiz-makale,548.html

Günün Madencilik Makalesi

Adsız

Bursa‘nın Yenişehir ilçesi Kirazlıyayla mahallesi bir süredir kamuoyunun gündeminde.

Zira, Meyra Madencilik isimli şirket pandemi sürecinde bölgeye Kurşun-Çinko-Bakır Zenginleştirme (Flotasyon) ve Atık Barajı Tesisi inşa ediyor.

Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) onayı alınan tesisin yapımına vatandaşlar sert tepki gösteriyor.

Şirketin faaliyette bulunduğu alanda çok sayıda ağacın katledileceği tahmin ediliyor.

Üstelik bölgede endemik bitkiler mevcut.

Ayrıca Yenişehir Ovası’nda yetişen yaş sebze ve meyveler sadece Türkiye pazarına gönderilmiyor.

İhraç da ediliyor.

Bölge halkı hem doğasını korumak, hem de tarımsal üretimin darbe yememesi için direnişe geçti.

Tesise karşı eylemler sürerken, söz konusu firma da jandarma eşliğinde inşaat faaliyetine devam ediyor.

Konu, yerel boyutu aştı.

Eylemler sosyal medyaya taşındı ve Meyra Madencilik’e yapılan Bursa’yı terk et çağrısı ülke gündeminde ilk sırada yer aldı.

Peki, Kirazlıyayla’da tam olarak ne oluyor?

Meyra Madencilik yetkililerinin savunduğu gibi kurulacak tesis ülke ekonomisine büyük fayda sağlayacak mı?

İddia ettikleri gibi çevreyi koruyarak madenleri çıkarmak mümkün mü?

Yoksa vatandaşların da ısrarla vurguladığı gibi Kirazlıyayla’nın üstü altından daha mı değerli?

Doğayı tahrip edip, o madenleri çıkarmak ekonomimizi kurtaracak mı?

Çevreyi koruyup, tarımın devamını sağlamak mı daha karlı?

Tüm bu soruları Bursa’da çevre mücadelesi denilince akla gelen ilk isimlerden olan DOĞADER‘den Murat Demir‘e sordum.

Demir, “Meyra Madencilik tarafından Yenişehir ilçesi Kirazlıyayla mahallesinde H23-A4 pafta 200610145 ruhsat numaralı, 345,62 hektarlık maden sahasında içerisinde belirlenen 23,65 ha’lık kısımda 300.000 ton kapasiteli Kurşun, Çinko, Bakır zenginleştirme (Flotasyon) tesisi ve atık barajı kurulup işletilmesi yapılmak istenmektedir.

Yapılmak istenilen Flotasyon tesisinde sadece Kirazlıyayla’dan çıkacak madenin yanı sıra çevre illerden Kütahya, Balıkesir, Çanakkale’den de zenginleştirilmek (ayrıştırma) için cevher getirilecek.

Her gün 55 ton işlenecek cevher için 894 ton pasa atık barajına gömülecek.

Günlük 894,88 ton 3.780.000 m3 hacimli atık depolama alanlarında depolanacak.

Zenginleştirme sonrasında çıkan maden atıkları 29417 sayılı maden atıkları yönetmeliği Ek 5’e göre tehlikeli atık(A sınıfı) olarak tanımlanmıştır. Bu pasalar potansiyel asit üretici olarak tanımlanmıştır.

Firma mahallenin muhtarını yanına çekmiş muhtarla yapmış oldu iş birliğiyle köylünün haberi ve onayı olmadan ÇED almıştır” şeklinde konuştu.

Demir, “Ülkemizdeki yatırımlarda en büyük yanlış yapılan hesaplarda sadece yatırımın ne üreteceği ve bunun sonucundaki artı değerin firmanın karı üzerinden yapılmasıdır. Bu hesaplar sosyal etki değeri yani o alandan faydalanan geçimini sağlayan yaşayan insanların yapılacak faaliyete göre ellerinden alınacak olan mera, orman, yayla, tarla, dere, su gibi yaşam varlıklarının yok olması sonucunda oluşacak kaybı ve yine burada yapılacak faaliyet sonucunda sağlık etki değerlendirilmesi yani faaliyetin oluşturacağı sağlık sonuçları bütün bunların ülke ekonomisine vereceği zarar hesaplanmamaktadır.

Kirazlıyayla’da yapılmak istenilen tesisle ilgi birkaç maddi değerlendirme örneği verecek olursak şunu diyebiliriz bu tesisin İznik gölünden yılda 750 bin ton su kullanacak daha şimdiden köyün yıllardır kullandığı Sarıyer dersini kuruttu yapılacak atık havuzları heyelan bölgesinde olması nedeniyle Yenişehir ovası tehdit altında şimdi biz soruyoruz bütün bunların maddi değeri nedir” ifadelerini kullandı.

“Çevreyi  koruyarak maden çıkarmak mümkün mü?” soruma ise Murat Demir, “Hayır mümkün değil hele bizim ülkemizde hiç mümkün değil ülkemizde madencilik kanunu defalarca değişti her seferinde koruma kullanma dengesi korumacılığı azaltıp kullanmacılığın önünü açtı ülkemizde iyi madenciliğe örnek çevreye zarar vermemiş bir tane bile maden yoktur.

Hatta yasa gereği madencilik faaliyeti bittikten sonra sahanın rehabilete  edilip yeşillendirilmesi gerekiyor lakin hiçbir firma bunu yapmıyor. Ülkemizde son yıllarda kapasitenin çok üstünde binlerce maden ruhsatı verildi değişen yasalar gereği de en değerli doğa varlıklarımız olan ormanlar tarım alanları su kaynakları gibi alanlara verildi bu ruhsatlar. Bir yanda yüzde 60 Lübnan ortaklı bir firma diğer yandan yüzyıllardır orda yaşayan Kirazlıyayla halkı… Köylüler yıllardır kendilerini ve bizleri besleyen tarım ve hayvancılık yapıyorken madenin ömrü sayılı yıllar sonuçta madencilik faaliyeti bitiminde geri dönüşümü olmayan ölü bir doğa bırakacak. Diğer yandan üreten var eden sürekli artı değer üreten bir doğal yaşam var… Madencilikle zengin olunsaydı elmas madenciliği yapılan Afrika ülkeleri dünyanın en zengin ülkeleri olurdu. Ülkemizdeki madencilik faaliyetleri kısa sürede kişileri ve firmaları zengin etse de uzun vadede ülkemizin doğal varlıklarının zarar görmesi nedeniyle Türkiye olarak ciddi bir ekonomik zarar göreceğiz. Bu pandemi günleri çok güzel yanıtlıyor yaşamın garantisi güvenliği tarımın devamlılığına dayalı… Ülke  ve dünya olarak bunu çok iyi gördük” yanıtını verdi.

Kirazlıyayla gerçeği tam olarak bu.

Vatandaşlar ve çevre savunucuları görüldüğü gibi son derece haklı gerekçelerle tesisin yapımına karşı çıkıyor.

Bursa Valisi Yakup Canbolat‘ın sürece müdahil olması, halkın haklı çığlığına kulak vermesi bekleniyor.

http://www.bursadabugun.com/yazarlar/yaman-kaya-113/bursa-yi-terk-edin-27865.html

Günün Madencilik Makalesi

Yenilenebilir enerji şimdiye kadar COVİD‑19 ile birlikte yaşadığımız bu sıkıntılı döneme en dayanıklı enerji kaynağı olduğu görülmektedir. Yenilenebilir enerjinin diğer kullanımlarına olan talep düşerken, yenilenebilir elektrik enerjisi bu süreçten büyük oranda etkilenmedi. 2020 yılının ilk çeyreğinde, tüm sektörlerde yenilenebilir enerjinin küresel kullanımı 2019’un ilk çeyreğine göre yaklaşık %1,5 arttı. Yenilenebilir elektrik üretimi, özellikle geçen yıl tamamlanan yeni rüzgâr ve güneş PV projeleri (fotovoltaik güneş panelleri) nedeniyle oldukça önemli bir potansiyele sahip oldu.

Tüm dünyada küresel elektrik üretimindeki yenilenebilir kaynakların payı, 2019’un ilk çeyreğindeki %26’dan, 2020 yılının ilk çeyreğinde yaklaşık %28’e yükseldi. Yine benzer şekilde 2020 yılının ilk çeyreğinde, güneş enerjisi PV ve rüzgâr enerjisi şeklinde değişken yenilenebilir enerji kaynakları, 2019’un ilk çeyreğindeki % 8’den % 9’a ulaştı.

Madenler Yenilenebilir Enerjinin Lokomotifi

 IEA (Uluslararası Enerji Ajansı) yayınladığı bir raporda belirli madenlerin güvenli bir tedarik zincirine sahip olmasının yenilenebilir enerji üretimi için önemli olduğunu belirtmiştir. Uluslararası Enerji Ajansına göre yenilenebilir enerji teknolojisi fosil yakıt temelli rakiplerine göre çok daha fazla madencilik ürünü kullanımına ihtiyaç duyuyor. Elektrikli bir araba benzinli bir arabadan 5 kat daha fazla madene ihtiyaç duyarken, kıyı tipi bir rüzgâr tribünü tesisiyse bir doğalgaz temelli elektrik santralinden 8 kat daha fazla madencilik ürünü kullanılıyor. IEA yayınladığı raporda; belirli madenlerin güvenli bir tedarik zincirine sahip olmasının yenilenebilir enerji üretimi için önemli olduğu belirtiliyor.

Koronavirüs önlemleriyle beraber birçok ülkenin sokağa çıkma sınırlaması uygulaması maden sektörünü de etkileyerek temiz enerji için gerekli tedarik zincirinin önemi bir kez daha hatırlattı.

Öte yandan talepteki düşüş de maden fiyatlarını aşağı yönlü etkiledi. Geçtiğimiz haftalarda birçok şirket düşük fiyatlardan ve devam eden krizden ötürü yeni yatırım projelerini ya erteledi ya da askıya aldı. Projelerin iptal edilmesinin etkisi de en çok bakır ve nikel çıkarımında hissedildi. Talep toparlandıktan sonra bu madenlerde, önümüzdeki yıllar için, tedarik dengesizlikleriyle karşılaşılabilir. Rapora göre şu an bakır ve nikel üreten tesisler üretim kapasitelerinin sınırına ulaşmış durumdalar, eğer yeni projeler ile bu üretim kapasitesi arttırılmazsa yenilenebilir enerji dönüşümü için gerekli olan maden miktarının sağlanmasında zorluklar yaşanabilir.

Enerji jeopolitiği genellikle petrol ve doğalgaz ile ilişkilendirilir fakat rüzgâr, güneş ve diğer yenilenebilir enerji teknolojileri böyle bir riskten etkilenmeyecekmiş gibi düşünülür. Bazı madenleri etkileyebilecek jeopolitik tehlikeler aslında yenilenebilir enerjinin üretimini ve depolanmasını da etkileyebilir. Bu madenlerin üretimi de petrol ve doğalgazdan daha dar bir alana sıkışmış durumda. Lityum, kobalt ve çeşitli değerli madenlerin en büyük üç üreticisi tüm üretimin %75’ini karşılıyor. Bazı ülkeler ise belirli ürünlerin yarısından fazlasını üretiyor.

Çin tek başına küresel lityum ve kobalt işleme tesislerinin %50 ile %70’ini kontrol ediyor, değerli madenlerin ise %62,9’unu üretiyor. Demokratik Kongo Cumhuriyeti dünyadaki kobaltın %71,4’ünü üretiyor, Güney Afrika ise küresel platin üretiminin %72,2’sini karşılıyor.

Küresel lityum üretiminde Avustralya dünyadaki üretimin %54,5’ine, Şili ise %23,4’üne sahip.

2020 için tahminimize göre, yenilenebilir enerji talebi diğer tüm enerji kaynaklarının aksine 2019 seviyelerinden yaklaşık %1 oranında artmaktadır. Yenilenebilir elektrik üretimi, tedarik zincirine ve COVİD‑19 krizinin neden olduğu inşaat gecikmelerine rağmen yaklaşık % 5 oranında büyüyor. Bunu yaparken, yenilenebilir enerjiler küresel olarak elektrik arzının neredeyse %30’una ulaşarak kömürle olan boşluğu yarıya indiriyor (2019’un yüzde 10’undan). Genel olarak, yenilenebilir enerji büyümesi geçen yıla göre daha yavaş ancak 2016’dan bu yana genel yavaşlama eğilimine paralel. Hidroelektrik enerji üretimi, dünya genelinde tüm yenilenebilir üretimin neredeyse %60’ını oluşturduğundan ve yağışa bağlı olduğu için 2020’de en büyük belirsizlik olmaya devam ediyor.

Tedarik zinciri aksamaları ve işgücü kısıtlamaları inşaatı geciktirdiğinden, 2020’de yenilenebilir enerji kapasitesi ilavelerinin hızı düşebilir. Farklı ülkelerdeki kilitlenmelerin süresi ve kapsamı ve sosyal uzaklaşma önlemleri, ekonomik gerileme karşısında ekonomik teşvik paketlerinin kapsamı ve zamanlaması ile birlikte yıl için toplamı etkileyecektir. Daha hızlı veya daha yavaş bir toparlanmanın, 2020’de yenilenebilir elektrik üretimi üzerinde sınırlı etkileri olacaktır ve çoğu koşulda yıllık büyüme beklenmektedir. Yenilenebilir elektrik üretimi, büyük ölçüde doğal kaynakların mevcudiyetine bağlıdır, çünkü hava, tüm yenilenebilir elektrik üretiminin yaklaşık %90’ını oluşturan hidroelektrik, rüzgâr ve güneş PV için ana belirleyicidir.

Kaynak ; IEA Global Energy Rewiev 2020 ve Erol Oytun ERCAN bloomberght.com’dan derlenmiştir. Grafikler: IEA.

 

Günün Madencilik Makalesi

Türkiye, bor rezervleri bakımından dünyanın en şanslı ülkesi. Toplam rezervin yaklaşık dörtte üçünü elinde bulunduruyor, küresel üretimin ise yarıdan fazlasını gerçekleştiriyor.

Bor madenleri, Türkiye için son derece önemlidir. Ancak bu denli önemli olmaları, yurt dışına satılarak döviz elde edilebileceği için değildir. Genellikle “sanayinin tuzu” olarak adlandırılan bor mineralleri pek çok endüstri alanında kullanılabiliyor. Ancak daha önemlisi; savunma, havacılık ya da enerji gibi kritik endüstriler için vazgeçilmez olan pek çok ileri teknoloji ürününün yapımında da bu mineraller tercih ediliyor.

BOREN NEDEN KURULMUŞTU?

Söz konusu teknoloji ürünlerini üretebildiği ve sahip olduğu borları bu ürünlerde kullanabildiği ölçüde, Türkiye bor varlıklarından gerçek yararı elde edebilecektir. Dolayısıyla, bor minerallerine dayalı ürün ve teknolojilerin araştırılması, geliştirilmesi ve üretilmesi öncelikli amaç olmalı. Ulusal Bor Araştırma Enstitüsü (BOREN), on yedi yıl önce bu amaca yönelik olarak, büyük umutlarla kurulmuştu.

YÜKSEK KATMA DEĞER SİHİRBAZLARI

Son yıllarda giderek daha fazla duyduğumuz nadir toprak elementleri, sahip oldukları benzersiz bazı özellikler nedeniyle, yapımında kullanıldıkları ürünlere yüksek katma değer kazandırırlar. Nadir toprak elementi ilâve edildiğinde -sanki sihirli bir el değmiş gibi- malzeme daha hafif, daha hızlı ya da daha dayanıklı olabiliyor; enerji tüketimi düşüyor ya da zararlı salımları azalıyor; parlaklığı ya da rengi değişiyor veya sıra dışı termal özellikler kazanıyor.

NATEN NEDEN KURULMUŞTU?

Böyle olduğu için günümüzün pek çok teknolojik yeniliğinin arka planında nadir toprak elementleri bulunuyor. Elektronikten iletişime, enerjiden ulaşıma, sağlıktan savunmaya kadar sayısız alanda kullanılan ileri teknolojinin içerisinde hep bu elementler vardır.

Kendi savunma sanayisini geliştirmekten, yeni nesil teknolojilerden, elektrikli otomobillerden söz eden her ülke için nadir toprak elementleri vazgeçilmezdir. Türkiye bu kaynakları arayıp bulmalı, daha da önemlisi bu elementlere dayalı ürün ve teknolojileri araştırıp geliştirmelidir. Nadir Toprak Elementleri Araştırma Enstitüsü (NATEN), yaklaşık iki yıl önce bu amaca yönelik olarak kurulmuştu.

SATTIĞINI YARI MAMÜL OLARAK GERİ ALMAK

Türkiye madencilik endüstrisinin Araştırma ve Geliştirme (Ar-Ge) ihtiyacı bunlarla sınırlı değildir. Türkiye, son derece değerli madenlerini genellikle ham olarak yurt dışına ihraç ediyor. Aynı madenler yarı mamul ve mamul maddeye dönüşmüş olarak misli fiyatlarla ülkeye geri dönüyor. Dahası, Türkiye madencilik sektöründe ileri teknoloji kullanımı oldukça sınırlı. Gelişmiş bir madencilik makina-ekipman sanayii yaratılamamış ve ihtiyaç büyük ölçüde ithalat yoluyla karşılanıyor.

MADENCİLİK SEKTÖRÜNDE AR-GE KURUMU EKSİK

Bu nedenle sektörde teknoloji kullanımı ve üretimine yönelik Ar-Ge çalışmalarının yapılması, Türkiye’nin madenlerini yurt içinde işleyerek katma değeri yüksek ürünlere dönüştürmesi gerekir. Bununla beraber, Türkiye’de bugüne kadar madencilik endüstrisine ilişkin Ar-Ge’yi amaçlayan kurumsal bir yapı oluşturulamamış durumda.

ENERJİ BAĞIMLILIĞINA ÇARE ARAYIŞI

Aynı ihtiyaç, Türkiye’nin sahip olduğu kömürler için de söz konusu. Türkiye, enerji kaynakları bakımından şanslı bir ülke değildir, petrol ve doğalgaz kaynakları sınırlıdır. Bununla beraber, ısıl değerleri düşük de olsa önemli sayılabilecek kömür kaynaklarına sahiptir. Enerji bağımlılığı sorununa bir ölçüde çare olabileceği için Türkiye’nin bu kaynaklardan yararlanması gerekir.

TEMİZ KÖMÜR ÇÖZÜMLERİ ARAYIŞI

Ancak, bir taraftan çevresel baskılar diğer taraftan yenilenebilir kaynakların rekabeti kömürün yeraltından çıktığı gibi kullanımını giderek zorlaştırıyor. Bu nedenle, temiz kömür teknolojilerinin geliştirilmesi; kömür zenginleştirme, gazlaştırma, sıvılaştırma, kömürden yeni ürün eldesi, yakma teknolojileri gibi alanlarda Ar-Ge çalışmalarının yürütülmesi Türkiye için bir zorunluluktur.

Türkiye’de şimdiye kadar bu amaca yönelik bir yapılanmaya da gidilmemiştir.

ÖNEMLİ BİR GİRİŞİM: TENMAK

Dolayısıyla, geçtiğimiz Mart ayının sonunda yayınlanan Cumhurbaşkanlığı Kararnamesiyle Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’nın (ETKB) ilgili kuruluşu olarak kurulan Türkiye Enerji, Nükleer ve Maden Araştırma Kurumu’nu (TENMAK) önemli bir girişim olarak görüyorum. Ancak, daha önce Kalkınma Planı ya da Stratejik Plan gibi temel politika dokümanlarında rastlamadığım bu kurumun yapılanmasında bazı sorun ya da eksiklerin de bulunduğunu söylemem gerekir.

TENMAK’IN AKTİVASYONU İÇİN

Öncelikle, enerji ve maden alanlarının aynı yapı içinde bir arada bulunmasını anlamak zor. Elbette bu iki sektörün ortak noktaları çoktur, ancak Ar-Ge söz konusu olduğunda farklılıkları çok daha fazladır. Enerjinin çok daha öne çıkacağını ve madencilik Ar-Ge’sinin ikinci plana düşeceğini, -bugüne kadar olan deneyimlere bakarak- şimdiden söyleyebilirim. Kurumun isminde maden kelimesi geçmekle birlikte, oluşturulan enstitüler arasında -zaten kurulu bulunan- BOREN ve NATEN dışında madencilikle ilgili bir enstitünün bulunmaması ileri sürdüğüm bu yargıyı güçlendiriyor.

TEMİZ ENERJİ ENSTİTÜSÜ NE YAPACAK?

Kararnamede, enstitülerin ihtiyaca göre kurulacağı belirtilmekle beraber, bor ve nadir toprak elementleri dışında madencilik ya da kömür endüstrisindeki Ar-Ge ihtiyacının kuruluş aşamasında tespit edilememiş olması bir eksikliktir. Bu arada, enstitüler arasında geçen Temiz Enerji Araştırma Enstitüsü’nün ise tam olarak ne hedeflediğini anlamakta güçlük çektiğimi söylemeliyim.

AR-GE BİRİMİ Mİ KOORDİNASYON ORGANI MI

Daha önce BOREN ve NATEN’de olduğu gibi, bu kurumda da Ar-Ge üretiminin değil daha çok koordinasyon ve finansman niteliklerinin öne çıktığı görülmekte. BOREN deneyiminden hareket edecek olursak, bu yapının çok da sonuç alıcı olmayacağını söylemek zor olmaz. Dahası, oluşturulan enstitülerin üzerlerinde bu defa birkaç katman bürokrasinin bulunduğu ve neredeyse birer daire başkanlığı yapısında görünmeleri, beklenilen yararın elde edilmesini daha da zorlaştıracaktır.

STRATEJİK PLANDA HEDEF KOYULMAMIŞ

Son olarak, yaklaşık 1,5 yıl gecikmeli olarak geçtiğimiz günlerde yayınlanan ETKB 2019-2023 Stratejik Planı incelendiğinde ise yeni yapıya plan döneminde doğrudan sorumlu olacağı bir amaç ya da hedefin tanımlanmamış olduğu görülmekte. Bu bakımdan, mevcut yapıyla ilgili en azından 2023 yılına kadar fazla bir beklenti içinde olmamamız gerektiğini düşünüyorum. Bununla birlikte, teknoloji ve yenilik üretme iddiasıyla kurulmuş bu yapının, tüm olumsuzluklarına karşın zaman içerisinde gelişmesi ve başarılı olması, elbette Türkiye’nin yararına olacaktır.

Kaynak: Madencilik sektöründe Ar-Ge ihtiyacı ve TENMAK – Dr. Nejat TAMZOK

Günün Madencilik Makalesi

Bugün Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın başkanlığında yapılacak olan Bakanlar Kurulu toplantısında normalleşme süreci ele alınacak.

Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay geçen hafta bakanlıklardan ve sivil toplum kuruluşlarından normalleşme sürecine ilişkin önerilerini aldı, onlarla toplantılar yaptı. Geniş bir veritabanı oluşturmaya özen gösterildi. Sağlık Bakanlığı’nın ve Bilim Kurulu’nun önerileri ise belirleyici oldu. Fuat Oktay, titiz bir hazırlık süreci sonunda bir taslak hazırladı. Bugünkü Bakanlar Kurulu toplantısında da kapsamlı bir sunum yapacak.

Salgın sürecine ilişkin iyi, orta ve kötü senaryolar dikkate alınarak normalleşme sürecinin dinamik bir şekilde yönetilmesi kararı alındı. Hijyen, sosyal mesafe, maske kullanımı ve kalabalık yerlerde bir arada bulunulmaması, normalleşme sürecinin de kırmızı çizgilerini oluşturacak. Salgının yayılması ve bulaşın önlenmesi temel yaklaşım olmaya devam edecek.

Koronavirüsle mücadele sürecinde berber ve kuaförlerin hayatımızda ne denli önemli olduğu ortaya çıktı. Erkeklerin bu konuda ne kadar beceriksiz olduğunu gördük. Bir milletvekili, “Benim eşim köylü kızı. Babasıyla koyun kırkmışlar. Eli yatkın. Beni eşim tıraş etti” diye anlatmıştı. Kuaförlerin kadınların hayatındaki önemi de bir kez daha ortaya çıktı. Sahte sarışınlar açısından zor bir dönem oldu. Neyse, bundan kurtuluyoruz. Yaşasın berberler ve kuaförler! Mayıs ayında küçük esnaf, berberler, kuaförler, kafe ve pastane, restoran gibi hizmet veren yerler açılıyor. Tabii çok sıkı önlemler geliyor.

TURİZM HAZİRANDA

Turizm Türkiye’nin bacasız sanayisi. Onlar mayıs ayını hazırlık süreç olarak değerlendirecekler. Konaklama, açık büfe ve sosyal etkinlikler sıkı kurallara bağlanıyor. Ama haziran ayında turistik tesisler açılıyor. Otel, motel, müze ve örenyerleri açılacak. Kültürel etkinlikler yine haziran ayında başlatılıyor. Ancak tatil merkezlerimiz açısından çözüm bekleyen bir sorun, turistlerin durumu olacak.

 UÇUŞLAR HAZİRANDA

Türk Hava Yolları’nın iç hat uçuşları haziran ayında başlayacak. Dış hat uçuşları ise ülkelerin durumuna göre belirlenecek. Tren seferleri de haziran ayında başlıyor. Çalışma hayatı, adalet ve ekonomi ise haziran-eylül arasında kademeli olarak normalleşme sürecinde yerini alacak.

CAMİLER HAZİRANDA AÇILIYOR

Koronavirüs nedeniyle camilerde vakit namazlarının ve cuma namazlarının kılınması yasaklanmıştı. Bayram namazında da aynı yasağın devam etmesi bekleniyor. Ama haziran ayının ortasına doğru camiler ibadete açılacak.

65 YAŞA RAHATLAMA GETİRİLİYOR

Bugünkü Bakanlar kurulu toplantısından sonra Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 65 yaş ve üstündekilere dönük bir açıklama yapması bekleniyor. 21 Mart’tan bu yana dışarı çıkamayan 65 yaş ve üstündekiler için kısmı rahatlama getiriliyor.

SAĞLIK DİPLOMASİSİ

İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener’e katılmıyorum. Türkiye’nin kendisinden yardım talep eden ülkelere sağlık yardımında bulunması “Yeni Cami’de dilenip Sultanahmet’te sadaka dağıtmaya” benzemiyor. Türkiye, koronavirüsle ortaya çıkan durumu kendi lehine yönetmeye çalışıyor.

1- Türkiye bu süreçte iki şey yaptı. ABD gibi dünyanın süper gücüne iki uçak dolusu tıbbi yardım gönderdi. ABD yönetiminden daha çok Türkiye karşıtı olan Amerikan basınında hakkımızda olumlu yazılar yazıldı. Daha düne kadar Türkiye’ye yaptırımların konuşulduğu Amerika’da lehimize olumlu bir hava oluştu. Milyar dolarlar verseniz bu çalışmayı yapamazdınız.

2- Devletlerin, milletlerin de bir hafızası var. Kolera, İspanyol gribi gibi küresel salgın dönemlerindeki yardımlaşma filmlere konu olmuş, romanlar yazılmıştı. Yaptığımız sağlık yardımları da dünyada Türkiye algısını olumlu yönde etkiledi.

3- Bazı hastalıklı kafalar İsveç’ten ambulans uçakla getirilen Emrullah Gülüşken’in Sağlık Bakanı’nın akrabası olduğu yalanını yaymakla meşgul oldu ama Türkiye bu olayla müthiş bir imaj çalışması yaptı. Bir dönemler develerle sembolize edilen Türkiye’den hasta vatandaşını İsveç’ten ambulans uçakla getiren Türkiye konuşulur oldu.

Şimdiye kadar bizden yardım isteyen 57 ülkeye yardım gönderdik. Buna “koronavirüs diplomasisi” demiştim. İsterseniz siz imaj çalışması deyin.

İŞ DÜNYASININ BEKLENTİLERİ

ŞİMDİYE kadar koronavirüsün sağlık boyutunu konuştuk. Bundan sonra ise siyasi ve ekonomik boyutu önplana çıkacak. Ekonomide dinamik bir süreç yönetimi yaşanıyor. Geçen hafta özel bankalar sorunu büyümüştü. Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak’ın müdahaleleriyle sorun büyük ölçüde aşıldı. Ama çözüm bekleyenler de var.

MASKE SORUNU

Maske sorunu bireysel kullanım olarak karşımıza çıkıyor ama işin bir de üretim aşamasında maske takma zorunluluğu olan sektörler boyutu var. Başta çimento ve seramik ile maden işletmelerinde FFP-2 ve N95 maskelerinin kullanılması zorunlu. Ancak maske satışına yasak getirilmesi nedeniyle bu sektörlerde sıkıntı başlamak üzere. Sektörde 40 milyon maske ihtiyacından söz ediliyor. Tek istekleri, eskiden olduğu gibi maskeyi ücretle almalarına izin verilmesi.

İŞYERİ KİRASI

Çalışanların sorunu kısa çalışma ödeneği ile gideriliyor. Ancak restoran, kafe, berber gibi küçük işletmeler kira sorununa el atılmasını bekliyor.

MÜCBİR SEBEP

Koronavirüs ortaya çıktığında mücbir sebep kapsamında sigorta ve vergileri 6 ay ertelenen sektörler oldu. Ama bunların içinde ticari olarak faaliyeti devam edenler olduğu gibi mücbir sebep kapsamında olmadığı halde sıkıntıda olan meslekler var.

https://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/abdulkadir-selvi/iste-normallesecek-sektorler-41509004

 

Günün Madencilik Makalesi

Aşağıda yer alan tabloda İBB bünyesinde yer alan İstanbul İstatistik Ofisi tarafından Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası verilerine istinaden banka ve kredi kartları ile Mart ayının ilk haftası ile Nisan ayının ikinci ve dördüncü haftası yapılan harcamalar kıyaslanmıştır. Tabloda yer alan veriler hangi sektörlerin korona virüs nedeni ile daha çok ya da daha az etkilendiğini göstermesi bakımından önemlidir.

Yukarıdaki tabloya baktığımızda Mart’ın birinci haftası ile Nisan’ın üçüncü haftasını karşılaştırdığımızda büyüyen yalnızca 3 sektör bulunmaktadır ve büyüme yüzdeleri aşağıdaki gibidir.

Market %38

Elektrik-Elektronik Eşya, Bilgisayar %12

Çeşitli Gıda %5

Yine yukarıdaki tabloya baktığımızda Mart’ın birinci haftası ile Nisan’ın üçüncü haftasını karşılaştırdığımızda 12 sektör çok ciddi şekilde küçülmüştür.

Havayolları %92

Konaklama %85

Restoran/Yemek %81

Giyim ve Aksesuar %78

Seyahat Acenteleri/Taşımacılık %75

Eğitim/Kırtasiye/Ofis Malzemeleri %56

Araba Kiralama %53

Sağlık/Sağlık Ürünleri/Kozmetik %41

Mobilya ve Dekorasyon %40

Benzin ve Yakıt İstasyonları %40

Hizmet Sektörleri %27

İnternetten Yapılan Alışverişler %1

Yukarıdaki tabloda İstanbul İstatistik Ofisi tarafından sektörlerin tamamının istatistiksel verileri alınmamıştır ama Merkez Bankası’nın sitesinde bu sektörlerin verileri daha geniş olarak paylaşılmaktadır.

HAZİNE VE MALİYE BAKANLIĞI MÜCBİR SEBEP İLAN ETTİĞİ SEKTÖRLERİ DOĞRU BİR ŞEKİLDE BELİRLEMİŞ MİDİR?

Hazine ve Maliye Bakanlığı esas olarak, alışveriş merkezleri dâhil perakende, sağlık hizmetleri, mobilya imalatı, demir çelik ve metal sanayii, madencilik ve taş ocakçılığı, bina inşaat hizmetleri, endüstriyel mutfak imalatı, otomotiv imalatı ve ticareti ile otomotiv sanayii için parça ve aksesuar imalatı, araç kiralama, depolama faaliyetleri dâhil lojistik ve ulaşım, sinema ve tiyatro gibi sanatsal hizmetler, matbaacılık dahil kitap, gazete, dergi ve benzeri basılı ürünlerin yayımcılık faaliyetleri, tur operatörleri ve seyahat acenteleri dahil konaklama faaliyetleri, lokanta, kıraathane dahil yiyecek ve içecek hizmetleri, tekstil ve konfeksiyon imalatı ve ticareti ile halkla ilişkiler dahil etkinlik ve organizasyon hizmetleri sektörlerinde faaliyette bulunan mükellefler bakımından mücbir sebep ilan etmiştir.

Bu sektörlerde faaliyet göstermekle birlikte nace kodları yanlışlıkla farklı girilen mükelleflerin de nace kodları değiştirilerek mücbir sebep halinden yararlanabilecekleri düzenlenmiştir. Mücbir sebep komisyonları da birçok mükellef için olumsuz dönüş yapmıştır.

Mükelleflerin mücbir sebep halinde kabul edilmelerine ilişkin olarak bu köşede korona virüs çıktığından beri çeşitli yazılar kaleme aldım. Israrla vurguladığım konu ise, mücbir sebep halinin genel durum olması, virüsten etkilenmeyen sektörlerin ise mücbir sebep hali dışında bırakılması gerektiği yönünde idi. Yukarıdaki tablo bize göstermektedir ki, 15 sektörden 12’si virüsten çok ciddi şekilde etkilenmiş sadece üç sektör etkilenmemiştir. Yani etkilenmeyenler istisnaidir.

Bu halde veriler ortada iken, ya mücbir sebep hali yeniden değerlendirilerek düzenlenmeli ya da mücbir sebep halinde kabul edilmeyen ama küçülen sektörler için vergi borçları gecikme faizi ya da zammı alınmaksızın en az 6 ay ötelenmelidir. Diğer bir çözüm yolu da acil olarak yeni bir borç yapılandırma kanununun çıkartılmasıdır.

Virüsten olumsuz etkilenen mükelleflerin varlıklarını devam ettirmeleri birincil amaç olmalıdır. Mükelleflerin bu küçülme oranları ile maaşları, kredileri, kiraları vs. ödemeleri bile mucize gözükmektedir. Aynı yöntem kanaatimce krediler için de uygulanarak, kredi taksitleri faiz alınmaksızın bir süre ötelenmelidir. Veriler bu düzenlemelerin gerekliliğini açıkça ortaya koymaktadır.

https://www.finansgundem.com/yazarlar/korona-viruste-hangi-sektorler-kuculdu-hangileri-buyudu-yazisi/1487066

 

Günün Madencilik Makalesi

Bugün özelleştirmelerden payı almış, kaçak – göçek ocaklarda can vermeye devam eden Zonguldak, o ünlü maden işçisi yürüyüşü öncesindeki dönemde, kamu işletmeciliğinin, ekonomik ve sosyal devletin en iyi örneği sayılacak bir modele sahipti

Koronavirüs salgınıyla ilgili olarak hükümetin bugüne kadar aldığı kararlar, ortaya çıkacak ekonomik faturayı işçilerin, emekçilerin ödeyeceğini gösteriyor.

Salgın nedeniyle kapanan işyerlerinden çıkarılan veya üç ay süreyle ücretsiz izne gönderilen işçilerin büyük bölümü, salgından sonra eski işlerine dönemeyecekler.

Talep çöküşü nedeniyle işçi çıkararak veya izne göndererek salgın sonrasında ayakta kalmaya çalışan birçok irili ufaklı işletme de işlerini sürdürme olanağı bulamayacak.

Salgın sırasında işsiz kalanlara salgın sonrasında da yeni işsizler katılacak.

Yüzde 13,4 resmi işsizlik oranıyla rekor kıran Türkiye’de, TEPAV’in araştırmasına göre yüzde 20-30 ekonomik daralma yaşanacak ki, bu da işsizler ordusuna yüzbinlerin ekleneceğine işaret ediyor.

Buna karşın hükümet istihdamı koruyacak adımlar atmadı. Geçici ödemeler veya bir defaya mahsus nakdi yardım ve geri ödemeli kredilerle durumu idare etmeye çalışıyor. Salgın sonrası için yapılmış bir iş ve istihdam planı da henüz yok.

Salgın sonrasında yapılacak hasar tespiti Türkiye ekonomisinin, iş ve istihdamının aldığı yaranın büyüklüğünü ortaya koyacak.

Salgın öncesinde zaten yaşadığımız kriz süreci salgın sonrasında daha da derinleşecek.

Hükümetin ekonomi-politik tercihinin sermayeden ve işverenden yana olduğu biliniyor. Bu nedenle salgın sonrasında ortaya çıkacak kaynak sıkıntısını büyük ölçüde işçi ve emekçiler üzerinden alacağı vergilerle karşılamaya çalışacaktır.

Bugüne kadar da hep öyle oldu.

24 Ocak 1980 kararları da, 5 Nisan 1994 kararları da, Kemal Derviş’in 2000’lerin başında uyguladığı IMF programı da faturayı işçi ve emekçilere kesmiş, acı reçeteyi hep onlar içmiştir.

Türkiye, 1980’lerde Turgut Özal dönemiyle başlayan özelleştirme furyasıyla kamunun elinde ne var ne yoksa satıp savdı.

Devletçiliği, kamu işletmeciliğini “çağ dışı sosyalizm özentisi” diye niteleyerek, Türkiye ekonomisinin temel dayanaklarını ve üretimin bölüşülmesine dayalı sosyal devleti yıkıp geçti.

Kamu işletmeciliği

Talep-üretim-tüketim zincirinin çökeceği salgın sonrasındaki Türkiye ekonomisinin geçici finansal önlemlerle düzlüğe çıkması mümkün değildir.

Hükümetin açıkladığı 2020-2022 ekonomi programının uygulama şansı kalmadığı gibi 2020 bütçesi de tahmin edilenin çok üzerinde bir açıkla borç yükünü artıracaktır.

Türkiye’nin böyle bir krizden çıkması için stratejik kararlar vermesi gerekir. Bunların başında da neoliberal ekonomi politikasını bırakarak, kamu ağırlıklı karma ekonomi modeline dönüş yapmasıdır.

Bütün üretimi ve hizmetleri piyasaya bırakmış olmanın sağlık başta olmak üzere üretim ve hizmetlerde nasıl bir çöküşe neden olduğu ortadadır. Bu kriz ortamında, neoliberal politikalarla; istihdamın, sağlık, eğitim hizmetlerinin geniş halk kitlelerine bedava veya çok ucuza sağlanması mümkün değildir.

Bu nedenle hangi iktidar olursa olsun, Türkiye kamu işletmeciliğine dönerek, hem üretimi, hem istihdamı artırarak, ekonomik ve sosyal krizi aşabilir.

Türkiye, bu sosyal/ekonomik model konusunda çok değerli deneyimlere sahiptir.

Eski Zonguldak modeli

Türkiye’de bu modelin en başarılı uygulamalarından biri eski Zonguldak modelidir.

Bugün özelleştirmelerden payı almış, kaçak – göçek ocaklarda can vermeye devam eden Zonguldak, o ünlü maden işçisi yürüyüşü öncesindeki dönemde, kamu işletmeciliğinin, ekonomik ve sosyal devletin en iyi örneği sayılacak bir modele sahipti.

Bu model, bugünkü gözle bakılacak olursa sosyalizasyondan da öte sosyalist düzene yakın bir modeldi.

Zonguldak kömür üretim ve işleme havzasında model şöyle işliyordu:

Örneğin Asma bölgesinde kömür ocakları ve ortasındaki kok fabrikası üretim bölgesiydi.

Ocakların ve fabrikanın hemen etrafında ağaçlar içinde yeraltı ve yerüstü işçi lojmanları vardı. Bu yaşam alanında sağlık ocağından çok daha gelişkin bir dispanser bulunurdu. Hemen yanında özel ilkokul, onun yayında ortaokul, yanıbaşında büyük bir sinema. Lojman olarak verilmiş işçi evleri, öğretmen evleri, memur, mühendis lojmanlarına eşit mesafade bir futbol sahası ve bir tenis kortu. Ve spor kulübü…

Bu yaşam alanındaki bütün bu hizmetlerden yararlanmak, işçiler ve çocukları için bedavaydı. İşçiler ve aileleri okula ve sağlık hizmetine bedava ulaşmış olurlardı.

Ortaokulu bitirdiğinizde sizi liseye kamyondan dönme de olsa servis aracı götürür getirirdi.

Doktor muayenesi, ilaç ve okul servisi gibi anneleri çarşıya, pazara götüren servisler de bedavaydı. Tıpkı lojmanın, kömürün, suyun bedava, elektiriğin bedavaya yakın olması gibi…

Bütün hizmetleri, sosyal transferleri, yeraltı ve yerüstü işçilerinin işvereni olan kamu kurumu Ereğli Kömürleri İşletmesi (EKİ) karşılardı.

Madencilerin çocuklarını, okulla, hastaneyle, sinemayla, tiyatroyla, sporla, her türlü sanatla tanıştıran bu model, Zonguldak kömür havzasından Türkiye, hatta dünya çapında birçok bilim insanı, siyasetçi, sanatçı yetiştirmiştir. Prof. Dr. Mümtaz Soysal’ı, Prof. Dr. Mehmet Haberal’i anımsamak dahi yeterli fikri verir.

Türkiye bu modeli incelemeli ve güncelleyerek yaşama geçirmelidir.

https://t24.com.tr/yazarlar/fikret-bila/salgin-sonrasinda-cozum-zonguldak-modelidir,26417

 

Petrol fiyatları çıldırdı: Çıkış yolları ve Türkiye

Coronavirüs, sosyal ve ekonomik hayatı felç etmekle kalmadı, enerji alanında da tarihte benzeri görülmedik krizleri de tetikliyor. Birçok ekonomi neredeyse iktisadi büyüklüğünün yüzde 10 ila yüzde 20’sini kaybetmiş durumda, büyüme oranları süratle güney istikametinde iniyor.

Gıda ve su milliyetçiliği, otoriter yönetimlere kayma riski ile at başı gidiyor. Sağlık riskinin yüksek olduğu “kırmızı” bölgelerden “yeşil” daha güvenilir coğrafyalara göçmen akışı başlayacak kısıtlamalar kaldırıldığında.

Küresel enerji hükümranlığından tarihi çöküşe

İlginçtir, kriz öncesi dönemde dünyanın en büyük ham petrol üreticisi olarak Rusya ve Suudi Arabistan’dan pazar payı çalmak, böylece “küresel enerji hükümranlığı” hedefini ilerletmek isteyen Washington, Rusya lideri Vladimir Putin ve Suudi Veliaht Prens Mohammed bin Salman’ın satranç tahtasında yenilgiye uğradı. Bırakın pazar payı kazanmayı, en verimli petrol sahaları bir süre işlemez hale gelecek gibi.

Batı Teksas petrolü diğer dünya fiyatlarından biraz daha farklı seyrediyor, çünkü oradaki petrolü dünya piyasalarına ulaştırmak biraz zor. Zira tankerleri kabul edebilecek en yakın derin şu limanı 800 kilometre uzaklıkta. Korona salgını nedeniyle talep de iyice azalınca, petrol üretimi Oklöhamo yakınlarındaki en büyük stratejik rezerv depolarına aktarıldı.

Lakin üretim devam ettikçe, beklenen ekonomik canlanma gelmediğinden talep de daha düştüğü ve ihracat yapılamadığı için, üstüne üstlük depolarda da yer kalmayınca, fiyatlar tepe taklak oldu.

Bu düşüşün başka bir nedeni de, Trump’ın Amerikan ekonomisini üç aşamalı bir planla yeniden açmayı amaçlaması ama bu planın yetkileri elinde bulunduran çoğu Demokrat Partili eyalet valilerine takılması.

Elektrik piyasalarında da durum parlak değil

Her ne kadar petrole odaklanmış olsak da, dikkat etmemiz gereken başka bir alan da hepimizin yaşamında, her noktamıza kadar girmiş stratejik bir meta olan elektrik tüketimindeki daralma.

Kriz öncesinde, enerji sektöründe, fosil yakıtlardan yenilenebilir temiz yakıtlara doğru bir geçiş olacağını, hatta bu sürecin hızlandığını söylüyorduk. Finans ve yatırım dünyası planlarını buna göre yapıyordu.

Yenilebilir enerjiye muazzam paralar aktarılıyordu. Hatta, öyle bir noktaya ulaşmıştık ki, yenilenebilir enerjiye aktarılan her üç dolara karşılık, fosil yakıtlara 1 dolar yatırım yapılıyordu. Ama şimdi kömür, petrol, doğalgaz ucuzlayınca, yenilenebilir enerjiye olan ilgi ve yatırım biraz daha azalacak.

Benim tahminim, ABD ve Çin’den başlayarak dünya ekonomisinin aşamalı şekilde yeniden açılması, kapsamlı canlandırma ve kurtarma paketlerinin yürürlüğe girmesi ile birlikte elektrik tüketimi korona öncesi düzeylere ancak yılın ikinci yarısının sonuna doğru ya da 2021’de ulaşacaktır.

Sektörel olarak ulaşım, gıda, imalat sanayi, altyapı ve lojistik öncülük yapacak, demir-çelik, cam, seramik, çimento gibi enerji yoğun sektörler arkadan takip edecektir.

Azalmakta olan talep toptan enerji fiyatlarını temelden etkileyecek, bunun yanı sıra elektrik santrallerinin gelirleri, yenilenebilir yatırımları, proje geliştirmeleri, borç ödemeleri üzerinde de nakavt etkisi yaratabilir. Düşük elektrik talebi, arzın bol olduğu bir dönemde, daha ucuz elektrik fiyatı anlamına geliyor. 2020’de tüm elektrik santralleri, tacirleri, tedarikçileri büyük gelir ve pazar kaybı yaşayacaklar.

Fatura Çin’e mi kesilecek?

Enerji piyasaları, Çin’de ekonomik canlanmanın başlamasını, talebin artmasını umuyordu. Zira Çin en fazla petrol ithal eden, Japonya’dan sonra da en fazla doğalgaz ithal eden ülke. Oradaki bir ekonomik canlanma, enerji piyasasına da bir nebze hareketlilik getirecekti.

Ama Trump’ın açıklamalarından kasım seçimleri öncesinde Çin ile yeni bir soğuk savaş başlatılmasının söz konusu olduğunun işaretlerini alıyoruz. Oysa uluslararası iş birliğine ve “detente” dönemine en çok ihtiyaç duyduğumuz zamanlardayız.

Coronavirüsün suçu Çin üzerine atılacak, bunun için tazminatlar istenecek, ticaret daha da zorlaşacak, himayeci önlemler artacak tahminlerine makul kılan veriler var. Nitekim, Almanya’nın da tazminat talebinde bulunacağı başına yansıdı. Çin’deki ABD, Japonya ve Avrupa Birliği firmalarının tedarik zincirlerini başka ülkelere kaydırmaları yönünde baskılar artıyor.

Sadece ekonomide ve siyasette değil, gıda ve su gibi yaşamsal önemi olan alanlarda da milliyetçilik yükselecek. Sağlık korunması amaçlı göç de kabaracak. Sınırların kapanması ya da daha sıkı kontrol edilmesi talepleri artıyor. Küreselleşme çoktan kulvar değiştirdi, daha devlet müdahaleci bir döneme kayıyoruz.

Küresel lider eksikliği

Üstelik işin en vahim boyutu, bu karmaşık krizi yönetecek, bunlara çözüm bulacak, akıllı güçlü bir küresel liderlik ufukta görünmüyor. Şu anda Trump’un birinci önceliği, başkanlık seçimlerini kazanmak. Bu nedenle ekonomiyi aşamalı olarak açmak istiyordu, zira böyle giderse zaten çok sayıda ölüm vakasının görüldüğü ABD’de işler onun açısından iyice tersine dönebilir.

Trump’ın açıkladığı trilyonlarca dolarlık canlanma paketleri de bir işe yaramadı, petrolün düşüşü 2.3 trilyonluk paketi bir anda delip geçti. Trump zaten küresel liderlik iddiasında da değildi, “Önce Amerika” demeyi tercih ediyor her fırsatta.

Avrupa Birliği’ne bakınca İngiltere gemiyi terk ediyor, Almanya Şansölyesi Angela Merkel liderlik üstlenebilirdi ama o da “topal ördek”, yerine geçecek kişiyi bile seçtiler. Fransa hâlâ toparlanabilmiş değil, “Sarı Yelek”lilerin hareketinin etkisini daha üzerinden atamamış Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un da öyle liderlikte ağır top olduğunu söylemek zor.

Japonya böyle bir role geleneksek olarak hazır değil. Çin’de Xi Jinping karizmatik ve güçlü bir lider ama Pekin’in şemsiyesi altına girmeye arzulu ülke bulmak zor. Bu liderlik boşluğunun nasıl doldurulacağı belli değil. Birleşmiş Milletler, G-20 gibi kuruluşlarda da güç, irade ve vizyon yok.

Türkiye’nin önündeki fırsatlar

Bu kriz herkes gibi bizi de derinden vuruyor, daha da vuracak. Ama fırsata çevrilebilecek boyutlarını da gözden ırak tutmamız lazım.

Krizler, yoklukların, sıkıntıların yaşandığı dönemler, aynı zamanda yeniden diriliş için de birer fırsattır.

Biz becerikli olalım ya da olmayalım, Türkiye her zaman dünya haritasında çok önemli bir ülke olmuştur. Orta büyüklükte bir bölgesel gücüz, küresel güç değiliz. Küresel sistemde yüzde 1’lik ülkeyiz, cürmümüz bu kadar ama bunun çok ötesinde etki yaratabiliriz.

Uluslararası iş birliği ve ortaklıklar, liderlik alanındaki boşlukları doldurmamız, yeni kurguya katkımız da küresel düzende yer sağlar bize.

Küresel rol peşinde koşarken aynı zamanda, hatta öncelikle, kendi evimizin içini düzene sokmalıyız. Dayanışmamızı, demokrasimizi, ekonomik rekabet gücümüzü, kaliteli eğitim sistemimizi, adaleti yerleştirmemiz lazım. İşte o zaman, Türkiye kurulmakta olan yenidünya düzeninde, etkili bir bölgesel güç olarak yönetim kurulu üyesi olabilir. Bu düşünceyi yerleştirecek ve onu icra edecek taze vizyona, ehil kadrolara, akıllı liderliğe ihtiyaç var.

https://www.gozlemgazetesi.com/HaberDetay/1124181/petrol-fiyatlari-cildirdi-cikis-yollari-ve-turkiye.html

 

GÜLERKEN ÜZÜLDÜKLERİM

Değerli okuyucular, görüyorsunuz şimdilerde televizyonlar bile, karantina nedeniyle, dizilerin veya eğlence programlarının yeni bölümlerini çekemedikleri için eskileri gösteriyorlar. Ben de bu modaya uymak zorunda kalarak eski defterleri karıştırıyorum. Zaten koronadan başka gündem de yok. Varsa yoksa Korona..
    Bildiğiniz gibi, Anılarla Madencilik isimli kitaptan alıntılar yaparak Madenci Öyküler başlığı ile üç bölümlük bir yazı dizisi yazmıştım. Şimdi de Eşekten Uçağa isimli kitabımdan bir alıntı yapıyorum.
   Başlığa bakıp da ”Gülerken üzülünür müymüş!” demeyin. Aşağıdaki hikayemi okuyunca bana hak vereceksiniz.
    Lisede okuduğum yıllarda, yani 1960’lı yılların ortalarında, o zamanki ismiyle Ereğli Kömürleri İşletmesi Müessesesi Kilimli Bölümü, Sosyal Bakım Servisinde işçi olarak çalışıyordum. Şimdi işçi yurdu dediğimiz tesislere o zamanlar ”İşçi pavyonları” deniliyordu. Benim görev unvanım da ”Pavyon hademesi” idi, yani bu günkü ismiyle temizlik görevlisi..
   Çalıştığım Sosyal Bakım Servisinde 16 tane işçi yurdu vardı. Bunların her biri ortalama 150 kişi kapasiteli idi. O zaman daha oda sistemine geçilmediği için bu binalar tek gözlü bir hangar gibiydi. İçinde ortalama 75 ranza yan yana dizilmişti. Bazıları kaloriferli idi, bazılarında ise büyük bir soba bulunmaktaydı.
   Yatan işçiler vardiya esasına göre yurtlara taksim ediliyordu. Yani bir yurtta aynı vardiyada çalışan işçiler yatırılıyordu. İşçiler hep beraber geliyorlar, hep beraber gidiyorlardı.
   Benim gibi hem öğrenci hem işçi olarak çalışan birkaç arkadaşım daha vardı. Bizi genellikle işçisi ocakta olan boş yurtlarda, ve genellikle de 16.00 – 24.00 vardiyasında görevlendiriyorlardı. Biz de bu sayede boş yurdun boş ranzalarında ders çalışma imkanı buluyorduk. Bizim görevimiz işte bu yurtları beklemek, süpürmek ve sobalı ise sobayı yakmaktan ibaretti.
   Bu yurtlarda görevli iken yaşadığım, hatırladığım zamanlarda gülerken üzüldüğüm iki anımı burada sizlerle paylaşmak istiyorum.
   Birinci anım şöyle:
   O zamanlar işçileri gruplu (dönüşümlü) çalıştırma sistemi vardı. Bir grup işçi çalışırken diğer grup köyde dinlenirdi. Her ayın başında gruplar yer değişirdi.
   Yurtlarda dolap falan yoktu. Köyden gelen yeni grup iş elbisesini aldıktan sonra kendi elbisesini hamam denilen duş binasındaki dolaplarına koyardı. Bazı ufak tefek şeylerini de yurttaki yastıklarının altında saklarlardı. Örneğin; gelirken annelerinin veya eşlerinin verdiği yumurta, pişmiş tavuk, börek veya meyve gibi şeyler..
   Şu an bile üzüntüyle hatırladığım bir gençlik hergeleliğini, şeytana uyarak (Şeytanın ne suçu varsa!..) yaptık. Ama bu bir defa oldu.
   Yine bir grup değişimi idi. İşçiler köyden yeni gelmiş ve ilk günkü vardiyalarına gitmişlerdi. Biz de birkaç arkadaş boş yurtta gevezelik ederken bir yastığın biraz kabarık durduğunu fark ettik. Merak edip altına baktığımızda, bir mendile sarılı kızarmış tavuk ve börek bulduk. Herhalde karnımız da açtı ki, aklımıza bir fırlamalık geldi ve şunu yiyelim de işçiye bir sürpriz olsun dedik!
   Tavukla böreği bir güzel yedik. Yedik ama iş burada kalmadı.. Bir de tavuğun kemiklerini tekrar mendile sarıp yastığın altına yerleştirdik!
   Tabii o an gülmekten kırıldık ama ilerleyen zamanlarda bunu yaptığımıza çok üzüldüm; tıpkı şu anda da olduğu gibi! Belki o işçi yeni evliydi ve karısı ona hediye olarak yolluk yapmıştı, veya anacığı oğluna bir jest yapmıştı.
   Bir de zavallı işçi dünyanın en zorlu işinde ocakta çalışırken, dışarıya çıkınca yiyeceği lezzetli bir yemeğin hayalini kuruyordu mutlaka. Ama yastığı kaldırdığı zaman, hele mendili açtığı zaman uğradığı hayal kırıklığını düşünebiliyor musunuz? Kesin bize hayır dualar okumuştur! Ama biz de bunu sonuna kadar hak ettik doğrusu!
   İkinci anım ise şuydu:
   Sosyal bakım tesislerinde bizleri denetleyen amirlerimize ”kontrol” denirdi. B.G. isminde bir kontrolümüz vardı. Okuma yazma bilmezdi ama nasılsa kontrol olmuştu. Okuma yazma bilmediği için de vardiya sonlarında raporlarını başkalarına yazdırır, kendisi sadece imzalardı.
   Benim uykum çok ağırdır. Bir kere uyuduktan sonra top atsanız uyanamam. Hatta orta okul yıllarımda, tatil için geldiğim köyümde bir harman bekleme hikayem var ki, bayağı komik.
   Bizim köyde hırsızlık olayı olmamasına rağmen; harman zamanı, yine de bir kişi harman yerindeki ürün ve malzemeleri korumak için gece harmanda yatardı. Bu işi ben severek yapardım.
    Bir akşam yine, harmanın hemen yakınındaki köy kahvesinden arkadaşlarımdan önce çıkıp harmandaki yatağıma yatmıştım. Sabah uyandığımda güneş epey yükselmiş, millet harman dövmeye başlamıştı bile.. Fakat o da ne? Ben bizim harmanda değilim! Bizim harmana 50 m. mesafedeki komşunun harmanındayım! Millet bana bakıp gülüyor!
   Uzatmayalım; kahveden benden sonra çıkan arkadaşlar muziplik yapmışlar; beni yatağımla beraber öbür harmana taşımışlar! Güya ben harmanı bekliyordum; adamlar beni alıp götürmüşler haberim yok!
   Neyse, konuya dönüyorum. Yine böyle boş bir yurtta ve boş bir ranzada uyuyakaldığım bir sırada, kolumdan saatim alınmış ve haberim olmamıştı. Uyanınca çok şaşırmıştım ama kimseye de bir şey diyemiyorum. Çünkü iş başında uyuduğum için suçlu olduğum gibi, ayrıca rezil de olacağım. Öyle ya, biz hırsızlık olmasın diye pavyonu beklerken kendimiz soyulmuşuz farkında değiliz!
   Ama bunu kimin yaptığı konusunda bir fikrim vardı. Bunu muhtemelen kontrol B.G. yapmıştı. Çünkü ertesi akşam,”Yahu senin kolunda saat vardı ona ne oldu?” diye sordu. Ben kaybettiğimi söyleyince, ”Kaça almıştın?” sorusunu sorup saatin değerini öğrenmeye çalıştığını görünce onun aldığını düşündüm.
    Ama sen aldın da diyemiyorum çünkü adamı hırsızlıkla itham edip suçumu bir iken iki yapacaktım! Fakat bu bana çok koymuştu. Ne yapıp edip intikamımı almalıydım.
   Beklediğim gün nihayet geldi. Bir gün, vardiya sonunda B.G. raporunu bana yazdırmak istedi. Güya o söyledi ben yazdım. Ama aslında ben onun söylediklerini değil, planladığım senaryoyu yazdım. Yazdığım rapor şöyleydi: ”Pavyon Amirliğine; Vardiyamda herhangi bir vukuat yoktur. Ancak, şahsen ben işe sık sık geç geldiğim ve iş başında uyuma alışkanlığım olduğu için, haram para kazandığımı düşünerek vicdanen rahatsızlık duymaktayım. Vicdanen rahatlayabilmem için şahsıma iki yevmiye tutarı ceza yapılmasını arz ederim. ”
   Tabi B.G. bunu bir güzel imzaladı. Cezayı da yedi! Nedense bana hiçbir şey de söylemedi.
   Şimdi ise içimde küçük de olsa beni üzen bir şüphe var; ya saati o almadıysa!

Yenilenebilir enerji öne geçti

COVID-19 salgın günlerini seyir defterine yazmaya devam ediyoruz.

Salgın ölüm getirdiği için yarattığı diğer etkilere bakma cesaretini gösteremiyoruz. Eve kapandığımız için hava kirliliğinin azaldığını, karbon salımının düştüğünü, hayvanların insanların yaşadığı yerlere geri döndüğünü anlatan haberlere ara ara denk geliyoruz ama kulak arkası ediyoruz daha büyük derdimiz olduğu için. Bugün elektrik üretiminde, Türkiye’nin bu salgın dönemindeki durumunu, bir günlük tüketim üzerinden değerlendirerek, aslında planlama ile dünyayı daha yaşanır bir yapabilme şansımızın olduğunu görelim istedim.Elime geçen veri 6 Nisan 2020’ye ait. 6 Nisan’da günlük elektrik tüketiminde, yenilenebilir enerji kaynaklarından yapılan üretim miktarı, toplam tüketimin neredeyse yüzde 69’u. Tüm yıllardaki rakamlara ulaşabilmiş değilim ama bu rakamın Türkiye için rekor olma ihtimali de var. Daha önce günlük bazda yenilenebilir enerjiden elde edilen günlük elektrik enerjisinde üst rakam bir kaynağa göre yüzde 58 ile 1 Nisan 2018’de olmuş. Gelelim o günkü döküme:

AKARSU HES 16,44 

BARAJLI HES 29,98

RÜZGAR 16,58

GÜNEŞ 0,13

JEOTERMAL 4,07

BİYOKÜTLE 1,65

YENİLENEBİLİR TOPLAM 68.85

İTHAL KÖMÜR 9,29

DOĞALGAZ 6,45

DİĞER 0,12

LİNYİT 15,2

FOSİL YAKITLAR TOPLAM 31,06

GENEL TOPLAM 99.91

Gördüğünüz gibi bu durum bir yandan karbon salımının azalması açısından memnuniyet verici diğer yandan yerli üretim açısından. Düşünsenize doğal gaz ve ithal kömüre paramız gitmiyor. Bakın bu anlamda genelde de bir olumlu gidiş görülüyor. Enerji Bakanlığı’nın internet sitesinde; “2018 yılında elektrik üretiminin yüzde 37,3’ü kömürden, yüzde 29,8’i doğal gazdan, yüzde 19,8’i hidrolik enerjiden, yüzde 6,6’sı rüzgardan, yüzde 2,6’sı güneşten, yüzde 2,5’i jeotermal enerjiden, ve yüzde 1,4’ü diğer kaynaklardan elde edilmiştir” deniliyor.Yine aynı sitede 2019 Eylül ayı sonu itibarıyla bu rakamlar; “Yüzde 31,4’ü hidrolik enerji, yüzde 28,6’sı doğal gaz, yüzde 22,4’ü kömür, yüzde 8,1’i rüzgar, yüzde 6,2’si güneş, yüzde 1,6’sı jeotermal ve yüzde 1,7’si ise diğer kaynaklar şeklindedir” ifadesiyle gelişimin karbon salımı düşük kaynaklara yönelmekte olduğunu da gösteriyor.Ancak bir sıkıntılı durumu da ifade etmeliyim.Türkiye’de günlük elektrik tüketimi 800-900 MWh civarında. 6 Nisan’da ise bu rakam ancak 657 Mwh olabiliyor. Yani normal tüketimin 3’te 2’si kadar. Bu da çarkların durmaya başladığının habercisi.Yine de yenilenebilir enerji kaynaklarının kapasitelerinin tamamının kullanılmadığını da belirtelim.Türkiye, güneş ülkesi malum.Almanya, yenilenebilir enerjide bazı günler tüketiminden fazlasını üretir durumda. Bizde niye olmasın. Kalın sağlıcakla.

https://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/ugur-yilmaz/yenilenebilir-enerji-one-gecti-41498923

 

Ekmek dağıtan paralel yapı ve Zonguldak

Siz evlerinizde karantina uygularken, maden işçisi kömür ocaklarında çalıştırıldığı ve ciğerleri virüs kapmaya ve ölüme çok açık olduğu için “ve Zonguldak”tır… Bunun bilincinde olması gereken ilk kişi de Zonguldak Valisi’dir

Salgınla mücadelede tuhaf bir devlet anlayışı sergileyen iki ülke var: Biri ABD diğeri Türkiye…

Her iki ülke de sadece virüsle değil aynı zamanda muhalefetle mücadele halinde…

ABD Başkanı Trump, salgına karşı önlemleri sıkı tutan eyaletlerin demokrat valileriyle kavga ediyor. “Önlemleri gevşetin” diye baskı yapıyor.

Türkiye’de de iktidar, salgınla mücadele eden, halka ekmek, gıda, ilaç ve nakdi yardım dağıtan CHP’li belediyelerle mücadele halinde.

Son olarak sokağa çıkmanın yasak olduğu hafta sonu halka bedava ekmek dağıtan Mersin Büyükşehir Belediyesi’nin bu faaliyetini valilik emriyle yasakladı. Mersin Valisi, İçişleri Bakanlığı’nın genelgesine dayanarak belediye başkanlığına ekmek dağıtmanın yasaklandığını bildirdi. Büyükşehir Belediye Başkanı Vahap Seçer de valililiğin yasağını kamuoyuna duyurdu. Seçer, bu yasağa karşılık ekmek fiyatını daha da ucuzlatarak 50 kuruşa düşürdü ve halk ekmek bayilerinden satışa sundu.

İktidar ekmek dağıtımını yasaklamakla da kalmadı, AK Parti Genel Merkezi’nden sert bir açıklama da yapıldı. AK Parti’ye göre belediyenin bedava ekmek dağıtmasının devletteki karşılığı “paralel yapı”ydı.

Ve tabii, “bedava ekmek dağıtarak devlette paralel yapı kurmak” çok tehlikeliydi.

Belediyelerin asli görevlerinden biri olan ekmek dağıtmayı devlete paralel yapı kurma suçlamasına vardırmayı kime nasıl izah edeceksiniz?

Bunun, salgın günlerinde halka hizmet götürmeye çalışan CHP’li belediyeleri engellemek dışında bir izahı olamaz.

İktidarın bu tutumu salgın odaklı olmaktan ziyade seçim odaklı siyaset anlayışını yansıtıyor.

Bir de Zonguldak Valisi var

Garip bir devlet anlayışı sergileyen bir de Zonguldak Valisi Erdoğan Bektaş var.

Zonguldak’ta 137 sağlık çalışanının Koronavirüs kaparak hasta olduğunu açıklayan Vali basın toplantısında şöyle diyebildi:

“Her türlü tedbirin alınmasına rağmen maalesef sağlıkçılarımız kendilerini koruyamadılar. Tüm arkadaşlarımızı uyardık. Bu bizim faturamızı ağırlaştıran olay oldu. Normalde sağlıkçılarımızın bize getirdiği yük olmasaydı bugün belki de geri dönüşü konuşuyor olacaktık.”

Canlarını ortaya koyarak hastaları iyileştirmeye çalışan doktorları ve diğer sağlık çalışanlarını böyle suçlamakla da kalmadı Zonguldak Valisi; aşağılayıcı bir yaklaşımla devam etti:

“Misafirhanede onları misafir ettik. Onlardan ücret almadık. Yemek ücreti de almadık. Ama orada kendi aralarındaki ilişkilerinde yeteri kadar dikkatli olmadıkları için hem kendilerini sıkıntıya soktular hem bizi sıkıntıya soktular. Bunun da artık azalacağını varsayıyoruz. Onlar bizim kahramanlarımız. Kendi hayatlarını ortaya koyan insanlar ama yeteri kadar dikkatli olmayınca sıkıntı yaşıyoruz.”

Vali sanki doktorlara, hemşirelere, diğer sağlık çalışanlarına lütfedip misafirhanede yer açmış. Konaklama parası almamış, üstüne yemek vermiş, ondan da para almamış…

Elbette misafir edecek ve para almayacak. O misafirhane valinin işlettiği otel değil. Adı üzerinde misafirhane…

O misafirhaneler madencinindir. Turistler için değil madenciye hizmet edenler içindir.

Hastanede virüsle burun buruna çalışan sağlık personeli, ailelerine virüs taşımamak için evlerine gitmiyorlar. Sevdiklerinden ayrı kalıyorlar. Çocuklarını görmüyorlar.

Valinin bu özverili çalışmaları karşısında onları el üstünde tutacağına yük olarak görmesi, suçlaması, “bedava yatırıp yediriyoruz” demesi kabul edilebilecek bir devlet adamlığı anlayışı değildir. Vali’nin bu haksız yaklaşımı özürle geçiştirilecek kadar hafif bir olay da değildir.

Öyle anlaşılıyor ki Vali, neden “ve Zonguldak” denildiğini anlayabilmiş değil.

Neden, 30 büyükşehir “ve Zonguldak?”

“Ve Zonguldak” çünkü, yaşamı yerin yedi kat altında kazanan bu kentte sağlıklı kalmak zor, hasta olmak kolaydır. Çünkü, ciğerleri kömür tozuyla dolu olan bu kentte ölmek kolay, yaşamak zordur. Çünkü, bu kentte yaşam uzağınızda ölüm her an yanıbaşınızdadır. Çünkü, bu kentte siren çalınca evlere kaçılmaz, aksine anneler, çocuklar, doktorlar, hemşireler, avukatlar, polisler, zabıtalar herkes kömür ocağının ağzına koşar, ocak kimin cenazesini verecek diye gözyaşları içinde bekleşir.

O cenaze ya babanızdır ya arkadaşınızın babası, ya amcanızdır ya arkadaşınızın amcası, ya abinizdir ya arkadaşınızın abisi ya dayınızdır ya arkadaşınızın dayısı. Acı sizin ocağınıza düşmese de komşunuzun ocağına düşmüştür, ortaktır.

Siz evlerinizde karantina uygularken, maden işçisi kömür ocaklarında çalıştırıldığı ve ciğerleri virüs kapmaya ve ölüme çok açık olduğu için “ve Zonguldak”tır…

Bunun bilincinde olması gereken ilk kişi de Zonguldak Valisi’dir.

https://t24.com.tr/yazarlar/fikret-bila/ekmek-dagitan-paralel-yapi-ve-zonguldak,26299

MADENCİ ÖYKÜLERİ – 3

Değerli okuyucular, şimdi geldik Madenci Öyküleri yazı dizisinin 3. ve sonuncusuna. Bu bölümde de 2 öykümüz var.
   Ama önce ilk iki bölümü okumayanlar için bir küçük hatırlatma yapsam iyi olacak.
   Bu öyküler, meslekte en az 40 yıl hizmet vermiş maden mühendislerinin anılarını toplayıp editörlüğünü yaptığım, ve Maden Mühendisleri Odasının ”Anılarla Madencilik” ismiyle bastırdığı kitabımdan alınmıştır. Genellikle trajik olan madenci anılarının içinden, fazla teknik detayı olmayan, karantina günlerinde sizleri gülümsetebilecek espriler içeren, öykü tadındaki anılardan seçilmiştir.
   İlk öykü 1970’li yıllarda, EKİ Kilimli Bölümünde beraber ocak mühendisliği yaptığımız, yakın arkadaşım ALİ KURŞUN’dan.
   1973 yılında çalıştığım EKİ Karadon Bölgesi Kilimli Bölümünde ocak mühendisi iken, baş mühendisliğimizce ilan edilen nezaretçi (Baş çavuş) yetiştirme kursu ilanı neticesi, odama gelen bir işçi, ”Bey-bey- bey, be-ben-ben nez- nez nezaretçi kursuna kat- kat katılmak istiyorum” dedi. Ben de işçinin kekeme olduğunu anladım ve konuşma zorluğu çektiğini, kendisi için bu kursun zor olacağını ve biraz düşünmesini söyledim.
   Bu arada, çok sevdiğim ve saygı duyduğum baş mühendisimizin de kekeme olduğu o an aklıma gelmedi!
   Bu işçimiz baş mühendisimize giderek, tabi ki kekeleyerek,  ”Bey, ben nezaretçi kursuna yazılmak istiyorum. Ali Beye gittim. Ama o ‘Sen kekemesin, senden nezaretçi olmaz!’ diyor.” diye beni şikayet etmiş.
   Yarım saat sonra baş mühendisimiz beni çağırdı ve kekeliyerek şöyle dedi: ”Ali Bey, bir işçi geldi. Baş çavuş kursuna yazılmak istiyormuş. Şartları tuttuğu halde sen ona ‘Kekemesin, senden nezaretçi olmaz!’ demişsin.”  Ben de; ”Doğru, efendim.” dedim. Bunun üzerine o da; ”A-a-Ali Bey-bey, be-be-ben de kekemeyim. Ke-ke kekemeden ba-ba baş mühendis o-oluyor da; ne-neden ne-nezaretçi olmuyor!” deyince uyandım ve çok utandım. Ve özür diledim.
   Bereket versin baş mühendisimiz çok babacan bir adamdı da hiç kızmadı. Hatta bu işe beraber hayli de güldük.
   Odama döndüğümde, ilk işim o işçiyi nezaretçi kursu listesinin en başına yazmak oldu!
  İkinci ve son öykü meslektaşım MUAMMER VARBİL’den geliyor.
   1966 yılında, İTÜ Teknik Okulu Maden Mühendisliği Bölümünü yeni bitirmiştim.
   Sınıf arkadaşım Yücel Özbaş ile İstanbul Beyoğlu’nda film seyrederken, ”Yücel, biz maden mühendisi olduk, artık çalışalım.” dedim. O da ”Peki, tamam.” dedi.
   Zonguldak‘tan başka yerde çalışma imkanı olmadığı için Zonguldak’a gittik.
   Müdür Bey’in karşısına çıktık. ”Biz ikimiz çok samimi arkadaşız; bize aynı yerde iş verir misiniz?” diye ricada bulunduk. Müdür Bey, ”Hay hay, ikinize bir maaş vereyim de aynı yerde çalışın!” diye bizimle dalga geçti. O an çok mahcup olduğumu hatırlıyorum.
   Zonguldak’ta ben Kozlu Bölgesi İhsaniye Bölümünde, Yücel Bey de aynı bölgenin İncir Harmanı Bölümünde işe başladık..
   Aradan 3 veya 4 ay geçince bana güven geldi, ocağa daha önce nezaretçiler le giderken bu sefer tek başıma gittim. Fakat ocağın içinde yolumu kaybettim. Başımda mühendis bareti olan beyaz baret olduğundan, beni gören işçiler kaçıyorlardı.
    Yeraltının karmaşık yollarında yürümeye devam ederken; karşıdan beyaz baretli birinin geldiğini gördüm. Beyaz baretli ile birbirimize yaklaşınca, bir de baktım bu kişi arkadaşım Yücel Bey! Merhabalaştıktan sonra, hiç bozuntuya vermeden ”Yücel, ben bizim ocağı dolaştım, senin ocaktan çıkalım.” dedim. Yücel Bey de bana, ”Ben de kendi ocağımı gezdim. Gel senin ocaktan çıkalım.” dedi.
   Ben sonunda dayanamadım; ”Yücel, ben yolumu kaybettim, o yüzden senin oradan çıkalım.” dedim. O da ne dese beğenirsiniz? ”Vallahi Muammerciğim, ben de yolumu kaybettim!”
   Sonuçta vardiya sonuna kadar bekledik. Vardiya sonunda, ocaktan çıkan işçileri takip ederek ancak dışarıya çıkabildik!

Altın taşıyanlar, taş taşıyanlar

Altın taşıyanların Başbakanı açıklama yapıyor:

– Koronavirüs salgınıyla mücadele için 728 milyon dolar ayırıyorum.

– Parayı düşünmeyin, işimi kaybeder miyim diye korkmayın.

– Siz sağlığınızı düşünün, para bizim işimiz.

– Koronavirüs salgını nedeniyle gelirini kaybeden vatandaşlarımıza dört ay boyunca 2 bin dolar (10.000 TL) aylık maaş vereceğim.

– İşleri duran küçük işletme sahiplerine de para yardımı yapacağım.

– Hiçbir vatandaşımız bu zor zamanlarda kirasını ödemek ya da yiyecek satın almak konusunda endişelenmemeli.

– Size destek için 83 milyar dolar ayırdım. Bu da milli gelirimizin ancak % 3’üdür. (Kanada Devlet Başkanı Justin Trudeau).

Toprak taşımaya layık görülenlere açıklanan koronavirüs paketi ise açıklanan bu desteğin yanında çok küçük kalmıştır.

Zira yapılan yardımların bir kısmı, verilen iban numaraları ile toplanan yardım paralarından geri kalan da, eğer bu krizden çıkılırsa vergi, ceza ve zam yoluyla tekrar halktan çıkarılacaktır.

Peki, altın taşıma, taş taşıma ne alaka diyeceksiniz, sizleri çok değil yaklaşık 8 ay evvele götüreceğim.

Kanadalı maden şirketi Alamos Gold’un CEO’su John McCluskey geçtiğimiz yıl ülkesindeki bir televizyon kanalına demeç vermişti.

CEO’nun açıklamasına göre Balıkesir kaz dağlarında 3 milyon ons altın bulunmuş. Değeri 4 milyar dolar yani 22 milyar 640 milyon lira. Yaptıkları yatırım sadece 100 milyon dolar. “Üretime 2020 yılında başlayacağız ve 15 sene sürecek. TL’nin değer kaybetmesi maliyetleri düşürdü. Yabancı işçi çalıştırmıyoruz. Türkler taş taşımakta çok iyiler” ifadelerine kullandı.

Evet, Kanadalılar kendi ülkelerdeki kaynakları kullandıkları gibi, kilometrelerce uzaklıktaki devletlerin kanunlarındaki boşlukları değerlendirerek, ülkemizin altınlarını Kanada’ya taşıdıklarından dolayı elbette böyle bir paket açıklayacaklar.

Ey Türk milleti, sen “Lozan’da gizli madde var maden çıkaramayız” yalanına inanır ve taş taşımaya devam edersen, elin yabancı şirketi kilometrelerce öteden gelir senin olan altını ülkesine götürür ve doğal olarak halkına da böyle bir paket açıklar.

Biz Türkler hazine üzerinde oturan dilenciler gibiyiz. AKP döneminde 14 kez değişen maden yasası ile çıkan madenin %98’i çıkaran şirkete, % 2’si ise devletimize kalacak, bu taksimi kurt bile yapmaz.

Mustafa Çınkı, “Rant Lordları” kitabında ülkemizdeki yeraltı kaynaklarının nasıl küresel güçler tarafından ele geçirildiğini detayları ile anlatıyor:

“Rio Tinto- 30 Maden Arama Ruhsatı

Cominco- 190 Maden Arama Ruhsatı

Yamas- 233 Maden Arama Ruhsatı

Tuprak- 63 Maden Arama Ruhsatı

Geomar- 3 Maden Arama Ruhsatı

Omya- 85 Maden Arama Ruhsatı

Normandi- 149 Maden Arama Ruhsatı.”

Bu firmaların yanında Magnezit, Eldorado, Anatolia Minerals, Odysf Resources, BHP madencilik, Norando, Knauf gibi yabancı firmalarının da ruhsatını aldığı maden yataklarının toprak ölçümü 400.000 kilometrekareyi aşmış durumda.

Yani topraklarımızın yarısından fazlası bugün maden ruhsatı adı altında küresel firmaların kontrolünde bulunmaktadır.

Türkiye üretim yapılabilecek nitelik ve nicelikteki 50 çeşit maden türüyle maden rezervleri bakımından belki de dünyanın en zengin ülkesidir.

Ülkemizdeki madenlerin değerinin 3 katrilyon dolar olduğu hesaplanmaktadır. Bu kaynakların birkaç milyar dolar karşılığı küresel güçlere devredildiği düşünüldüğünde, ülkemizin nasıl bir kuşatma ile karşı karşıya olduğu daha iyi anlaşılacaktır.

Ey Türk milleti, bu madenler sana kurtuluş savaşını yapan ecdadının emanetidir.

Prof Dr Haydar Baş, seçim beyannamesinde “ben bu madenleri önce devletleştireceğim sonra %51 hissesi devletin %49 hissesi vatandaşın olmak üzere şirketler kuracağım, seni bu madenin ortağı yapacağım, devlete kalan gelir ile de vatandaşlık maaşı vereceğim” demişti ama sen Haydar Hoca’yı dinlemedin. Sana taş taşımayı layık görenlerle beraber oldun

Gelin artık bu inattan vazgeçelim. Rusya ve Çin gibi biz de Sezar’ın hakkını Sezar’a verelim ve kurtulalım.

MADENCİ ÖYKÜLERİ – 2

Bir önceki yazımda söz verdiğim gibi, bu gün madenci öykülerinin 2. bölümünü yazacağım.
   Önce 1. bölümü okumayanlar için hatırlatmada bulunsam iyi olacak.
   Bu öyküler, meslekte en az 40 yıl hizmet vermiş maden mühendislerinin anılarını toplayıp, editörlüğünü yaptığım ve ”Anılarla Madencilik” adıyla Maden Mühendisleri Odası tarafından bastırılan kitabımdan alınmıştır. Genellikle trajik olan madenci anılarının içinden sizleri gülümsetebilecek, nispeten komik sayılabilecek, adeta kısa öykü (anekdot) tadındaki anılardan seçilmiştir. Amaç, evlerde hapis olduğunuz bu kara günlerde sizlere biraz hoşça vakit geçirtebilmek..
    Bu bölümde üç öykümüz var. Birinci öykü  İLTAN ÖKTEM’den.
   1988 yılında, DSİ Genel Müdürlüğü adına sondaj makinaları satın alımı için, Almanya’ya bir teknik gezi düzenlenmişti. Gezimizin tercüman ve ekip şefi Almanca bilen, 2000 yılında kaybettiğimiz, burada saygı ve rahmetle andığım, maden mühendisi ve ilk sondajcılardan Sayın Fehmi Koç idi.
   Fabrikaları ziyaret ederken ve gezinin tanışma faslında, fabrika yetkilileri bize bilgi veriyor, sohbet ediliyor ve karşılıklı fıkralar anlatılıyordu.
   Bir gün, yine bir fıkra anlatma faslında, Alman yetkili bir fıkra anlattı ve Fehmi Koç’un bize tercüme etmesi için sözü ona verdi. Koç, tercümeye başladı. Biraz anlattı. Fakat espriyi herhalde anlayamamıştı. Bize tam olarak anlatamayacağını anlayınca; ”Bana bakın” dedi. Ardından, ”Ben fıkrayı anlayamadım. Şimdi sizlerden anlamış gibi müthiş bir kahkaha bekliyorum. Beni rezil etmeyin!” dedi.
   Bizler öyle bir kahkaha patlattık ki Alman yetkili mest! O bizden daha yüksek sesle kahkahalar atıyor, bize bakıp gülüyor, biz ona bakıp gülüyoruz. Böylece kahkaha krizine girip dakikalarca güldük.
   Bu vesile ile Alman yetkilinin fıkrasından daha güzel ve sıcak, yeni bir fıkra doğmuş oldu!
   İkinci öykü de YENER CANDER’den.
   40 yıllık meslek hayatımda şüphesiz ki çok olaylar gördüm, çok anılarım oldu. Bunlardan birini paylaşmak istiyorum.
   1970’li yılların sonlarında sanayi ve teknoloji müdürüydüm. O tarihlerde Maden İşleri Genel Müdürlüğünün illerdeki görevlerini bizim daire yapıyordu. Ruhsat müracaatları, şikayetler ve ihbarlar ile ilgili faaliyetleri biz yürütüyorduk.
   Bildiğiniz gibi, 6309 Sayılı Maden Kanununa göre, henüz koordinat ile ruhsat müracaatı yapılamadığından, ruhsat sınırları arazide mevcut sabit noktalar ile belirleniyordu. Nirengi noktaları olarak; hükumet konağı, cami, türbe, çeşme gibi sabit yerler ruhsat sahasının sınırlarını belirliyordu.
   Mücavir (yan, bitişik, komşu) 2 krom sahasından birinin sahibi, komşu ruhsat sahibinin kendi ruhsat sahasına tecavüz ederek buradan krom üretimi yaptığını ve bunun durdurulmasını istedi. Biz de yanımıza bir harita mühendisi de alarak ruhsat sahasına gittik.
   Ölçümleri yaptık. Sınırı bir türbe belirliyordu. Şikayet edilen şahsa, üretimin tam sınırda olduğunu ve bundan sonra diğer sahaya geçeceğini, bu nedenle o yöne doğru daha fazla üretim yapmamasını ve türbeyi geçmemesini söyledik. Ve oradan ayrıldık.
   Aradan iki ay gibi bir zaman geçti. Yine aynı şikayet yapıldı. Tekrar sahaya gittik.
   Yaptığımız ölçümlerde türbenin 200 metre kadar diğer sahaya taşındığını, ruhsat sınırı bu türbe noktası olduğu için buna göre üretimin kaçak olmadığını; ancak, türbenin ilk yerine göre de kaçak üretim olduğunu belirledik.
   Kaçak üretim yapan ruhsat sahibine, ” Senin ruhsatının sınır noktası türbenin eski yeri idi. Ama sen türbenin yerini değiştirmişsin. Niye yaptın?” diye sorduğumda; ”Müdür Bey, bu türbede yatan zat Allah’ın bir evliyası, ermiş bir insan. Kendisi yer değiştirmişse ben ne yapabilirim. Demek ki ruhsat alanımı büyütmek istemiş!” dedi.
   İşte bizim bazı madencilerimiz böyle pratik çözümler de üretebiliyor!
   3. öykü öykü de ORHAN ÇAKIR kardeşimizden.
   1970-1972 yıllarında, TKİ Tunçbilek Açık Ocaklar baş mühendisi olarak çalıştığım dönemde idi.
   Merkezden uzak bir panoda çalışan bir dozer operatörüne yapacağı işi anlattım ve iş yerine gönderdim. Bir iki saat sonra kontrol için oraya gittim. Gittiğimde dozerin çalışır vaziyette olduğunu ama hiçbir iş yapılmadığını gördüm. Operatöre kızarak fırçaladım ve oradan ayrıldım.
   Aynı panoya 1-2 saat sonra tekrar gittiğimde, operatör beni uzaktan görünce, kızacağımı bildiği için, namaz vakti olmamasına rağmen namaza durdu. Ben de başında durdum ve namazın bitmesini bekledim.
   Ancak aradan 20 dakika geçtiği halde namaz bir türlü bitmek bilmiyordu! Ben de, aklınca kurnazlık yapan operatörün kafasını ellerimle tutup, bir sağa bir sola döndürdüm ve ”Hadi namaz bitti!” diyerek selam verdirdim. Namaz da böylece bitmiş oldu!
   Sonra da hesap sorma faslı başladı tabii ki!

Koronavirüs ve küresel ısınma

İstatistiki rakamlara da dayanarak koronavirusun bütün dünyada çok büyük çapta korku salınması ve netice alınmasının birkaç sebebinin başında “küresel ısınma/sera etkisini” azaltmak planı yatıyor olabilir mi?

Küresel İklim Değişikliği (KİD) endüstri, tarım ve enerji faaliyetlerde petrol, kömür, doğal gaz gibi fosil yakıtların yanması sonucu atmosfere karbondioksit, metan ve azot oksitleri gibi zehirli gazların yayılması sera gazlarının artmasına sebep olur. Sera etkisi de dünya sıcaklık ortalamalarını arttırarak küresel ısınmasına…

Sera gazı emisyonları insan faaliyetleri ile artıyor. Karbondioksit  en önemli sera gazı olup; araç egzozlarından, ısınma amaçlı yakılan yakıtlardan, fabrika bacalarından atmosfere bırakılmaktadır.

Küresel iklim değişikliğinin temel sebepleri şunlara bağlanıyor: “Nüfus artışı ve buna bağlı enerji tüketimi, toprak kullanımı, uluslar arası ticaret ve ulaşım gibi diğer insan aktivitelerindeki artış ile sanayinin gelişmesidir.”

Küresel ısınmanın asıl sebebi psiko-sosyaldir ve maneviyat eksikliğidir. Yani, “Hırs, tama / açgözlük, evkoliklik, israf ve tüketim…” Daha çok yemek, içmek, daha çok gezmek, daha çok eğlenmek, daha çok tüketmek için daha çok refah ve bunun için de daha çok kazanmak…

Bilim adamları, küresel ısınma mevzuu ve dehşetli sonuçları hakkında hemfikir: Buzulların erimesi, yağmur miktarındaki sağanak şeklinde yağışlarda artış, denizlerin su düzeyinde yükselme, hasarlarının artması, tundraların erimesi, buharlaşma miktarında artış, kuraklık, çölleşme, yağışlardaki dengesizlik ve sapmalar, su baskınları, tayfun, fırtına, hortum, hava kirliliği vb. meteorolojik, jeolojik, ekolojik felâketler… Ve bunlara bağlı bir sürü hastalıklar!

Şimdi gelelim küresel ısınmanın koronavirus ile bağlantısına.

İnsanoğlu ölmek istemiyor. En azından daha uzun, rahat ve huzurlu bir hayat istiyor. Uzayda hayata ulaşmak şimdilik uzak görünüyor.

Avrupa Nükleer Araştırma Örgütü’nün (CERN) Dış İlişkiler Direktörü John Ellis’ten de alabiliriz:

“Çalışmaların temelini maddenin araştırılması ve anlaşılması oluşturuyor. Ama aslında cevaplamaya çalıştığımız soru, ‘Nereden geliyoruz, neyiz, nereye gidiyoruz?’ Bu çok geniş bir yorum isteyen bir soru. Belli bir cisme ya da öze dayandırarak da buna cevap verebilirsiniz, metafizik olarak da, dinî olarak da tartışabilirsiniz. Bizim yaptığımız fizik açısından yaptığımız bir çalışma.” (Gazeteler)

Bir taraftan da küresel ısınma, dünyayı yaşanmaz hâle getiriyor, adeta öldürüyor!

İlim adamları ve yöneticiler ve küresel sermaye, ilim ve teknoloji gücünü elinde bulunduranlar, ciddî çalışmalarla “küresel ısınmayı” durdurmaya çalıştılar. Ne var ki, teknik, teknolojik bir çare bulamadılar.

Dünya Meteoroloji Örgütü Başkanı Petteri Taalas, “İklim değişikliğini tamamiyle anlayabilen ilk jenerasyonuz ve bu konuda bir şeyler yapabilecek sonuncusuyuz. Yeterince iyi adamlar atamadık. Bu yükselişteki en büyük sebeplerden birisi fosil yakıtlar. Sera etkisi yapan gazların yoğunluğu yine rekor seviyelere ulaştı ve eğer bu trend devam ederse yüz yılın sonuna kadar sıcaklıklar 3 ila 5 derece artabilir.”

En nihayet buldukları çare, teknolojisizlik, fabrikasızlık, otomobilsizlik olabilir mi? Bunun için de koronavirus imdada yetişti.

“Aman, aman, çok hızlı, çok sinsi, herkese bulaşacak, yaşlıları öldürecek! 162 ülkeyi sardı. Avrupa ve ABD’yi bile perişan etti. Aman, evlerinize kapanın!”

Fabrikalar, iş yerleri kapandı, resmî daireler boşaldı, insan ve yük taşıyan kara, deniz, hava araçları nerede ise durma noktasına getirildi. Neticede hava kirliliği azaldı, ozon tabakası tamir olmaya başladı.

https://www.yeniasya.com.tr/ali-fersadoglu/koronavirus-ve-kuresel-isinma_516509

Günün Madencilik Makalesi

Zonguldak, mavisi ve yeşiliyle güzel bir kent. Kömürün 1820’li yıllarında keşfedilmesiyle birlikte elmas karası rengiyle de güzelliğine ”değer” katarak paha biçilmez bir kent haline gelmiştir.
Kömürün bulunuşuyla maden ocaklarının açılışı önce mükellefiyet daha sonra da ocakların kurumsallaşmasıyla (TKİ, EKİ) ”maden işçiliği” mesleği Zonguldak halkının yaşam biçimi olmaya başlamıştır. Bununla birlikte yaşam kalitesi gelişime yönelik evrilme göstermiştir. Kömürün işletilmesi için Maden Mühendislerinin ve diğer kentlerden çalışmak için farklı özelliklerde insanların kente gelişi sosyal, kültürel ve sportif alanların açılmasını sağladı ve bu durum  Zonguldak’ı modern, gelişmiş bir kent haline getirdi. 60’lı yıllarda Zonguldak’ta tenis kortlarının, sinemaların çokluğu bu gelişime örnektir.
Kömürün keşfedilmesiyle birlikte elmas değerinde bir kent olan Zonguldak dün olduğu gibi bugün de sermayenin göz bebeği olmuştur.
Özelleştirme genel olarak kamu iktisadi teşebbüslerinin özel sektöre devredilmesi şeklinde tanımlanır. Kamu kurumlarının verimli çalışamadıkları, bundan dolayı da devletin bütçesine yük oldukları, dolayısıyla bunların özel sektöre satılmasını sağlayan bir devlet politikasıdır.
24 Kasım 1994’de dönemin Başbakanı Çiller: PTT’nin özelleştirilmesiyle başlayıp bugüne gelen süreci “Türkiye coğrafi bölgesinde son sosyalist devlet oluşmuştu, özelleştirmeyle biz onu yıktık” diyerek özelleştirmenin kendi politik ideolojilerine göre nedenini açıklamıştı.
Dünden bugüne siyasetçilerin ülkenin zararına aldıkları her kararın haklı nedenini vatan, millet savunması olarak beyan etmeleri de çok manidardır.
Tüm Türkiye’de özelleştirilmek istenen kamu kurumlarının içinde elbette TTK’da vardı ve bu sadece çalışan maden işçisi için değil bir kent olarak Zonguldak için fazla tehlikeli bir durumdu. Özelleştirme Yasası son haliyle 27 Kasım 1994 tarihinde yayınlanarak yürürlüğe girdiğinde görüldü ki sadece çalışan maden işçilerinin değil Zonguldak’ın pimi çekilmişti. Çünkü maden işçisi olmazsa Zonguldak olmaz, yaşanmaz ve sadece karası kalan bir kasaba olur.
Zonguldak’ta bu satıştan payını alacaktı. Ama 94’de ama 2017’de.
Bunu bilen Zonguldak halkı ve esnafı özelleştirilmenin yürürlüğe girmesiyle birlikte kentine, ”Madenci Feneri’ne” sahip çıkarak 1994 Kasımında kepenk indirdi ve yağmura, soğuğa rağmen sokağa çıktı. Gün boyu araçların kontakları kapatıldı, parti ve demokratik kitle örgütleri tabelalarının üzerine siyah örtü çekti, halkın büyük bir bölümü çocuklarını okula göndermedi. Bu eylem Zonguldak’ın 1991-92 Ankara yürüyüş eyleminden tarihsel bir deneyim geçirmiş olduğunun bir kanıtıydı.
Zonguldak ekmeğini en çok madenden kazanır. Maden işçisinin huzuru, Zonguldak’ın huzurudur. Maden işçisinin ekonomik düzeyi Zonguldak’ın ekonomik düzeyidir. Maden işçisinin sosyal, kültürel, politik düzeyi Zonguldak’ın sosyal, kültürel, politik düzeyidir. Şuanda sadece TTK’nın maden ocaklarında 7.500 işçi çalışmakta. Özel ocaklarda çalışan işçisi 1000 – 1500 civarı. Esnaf, en çok maden işçisinden yani işçi ailelerinin yaptığı harcamalardan kazanıyor. Öyle ki, alışverişlerde meslek sorulduğunda ‘’madenci’’ yanıtı alan esnaf hiç düşünmeden bütün kapılarını açıyor. Maden işçici olmazsa memurun ve öğrencinin harcamaları esnafı ayakta tutmaya yetmeyecek. Bu da esnafın 90’lı yıllarında olduğu gibi eylemlilik adına değil ticari olarak kepenk kapatması demektir.
Bu yüzden Zonguldak’ta direnişler, sadece maden işçisinin sınıf bilinciyle ortaya çıkan direnişler değildir. Aynı zamanda Zonguldak halkının, esnafının kentine sahip çıkma biçimidir de. Maden işçisiyle esnafın ekmek kavgaları aynı orantıyla sürdürülmektedir. Eğer bu kentte madenciye el uzanırsa madenciden önce esnaf ekmek parası uğruna işçiden de önce sokağa çıkar veya işçi sokağa çıkmışsa Zonguldak halkı, esnafı arkasından gider. Bunun örnekleri Zonguldak tarihine yazılmıştır.
Kömürün bulunuşuyla birlikte Zonguldak madencilik sektöründe ilerleme göstermiş, başka illerden göç almış farklı kentlerden, farklı halklardan insanların zengin mozaiği olan bir kent olmuştur. Ama bu mozaik ne fikir, ne yaşam biçimi ne de inanç ayrılığına sebep olmamış, hiç kimse diğerini ötekileştirme gereği duymamış. Öncelikleri, ortak noktaları maden ocakları yani kömür olmuş. Komşuluklar, arkadaşlıklar, sohbetler bu ortak neden üzerine kurulmuş; aynı ekmek teknesinde aynı ekonomik, sosyal ve politik yaşam biçimiyle bir kent bilinci oluşturmuşlardır.
Aynı zamanda madencilik öylesine öncelikli olmuş ki, doğa güzelliği olan bu kentte turizm yatırımı hiç yapılmamış. Liman zenginliği olsa da denizcilik ticaretine yatırım yapılmamış. Verimli toprakları, hayvancılığı sadece köylü halkın geçim kaynağından öteye gitmemiş. İnsan mozaği bile öylesine zenginken kültüre, eğitime de yatırım yapılmamış. Yani başka bir sektörün gelişimine hiç izin verilmemiş ya da başka sektörler Zonguldak halkının ilgisini çekmemiş. Babadan oğula geçen miras bir meslek olarak yerli halkını da, göçle gelen insanları da yıllarca doyurmuş.
Zonguldak yetiştirdiği şairler, yazarlar, oyuncular, siyaset insanları bulundukları yerlerde nam salsa da bu onların kömürün önüne geçmesine yetmemiş. Çünkü Zonguldak’ta madenci olmak şair, yazar, oyuncu, sanatçı, siyaset insanı; mimar, doktor, öğretmen, akademisyen vb. olmaktan çok daha önemli bir hale gelmiş.
Ve bugün, işte bu yüzden tek silahla savaşa giden bir ordu gibi güçsüz, çaresiz ve inançsız kalmış bir kenttir Zonguldak
Artık Zonguldak, maden işçisinin direnişine;
Madenci, esnafın ve halkın madenlere sahip çıkmasına;
Esnaf, madencilik sektörünün yaşamasına muhtaç bir kent olarak bekleyiştedir.
Ne yazık ki, bu bekleyişi aldığı darbelerden kaynaklı geri dönüşü imkansız kayıplarla sürmektedir.
Özellikle 90-91 büyük madenci yürüyüşünden sonra kuruma hiçbir yatırım yapılmaması, TTK’nın Türkiye’deki özelleştirme politikalarının bir parçası olarak yok edilmek istenmesi bunlara bağlı olarak yeterli sayıda işçi alınmaması ve kurumun (belki de bilinçli olarak) kötü yönetilmesi TTK’nın yani Zonguldak’ın aldığı kapanmaz darbeleridir.
Ama en büyük darbe 1994 tarihinde yürürlüğe giren özelleştirme yasasının bugün bir kamu kurumu olan TTK’ya yani Zonguldak’a sıranın gelmesiydi.
28-29 Kasım 2017 tarihlerinde meclis genel kurulunda kabul edilen son torba yasa içerisine yerleştirilen ‘’Türkiye Taşkömürü Kurumu ile Türkiye Kömür İşletmeleri, uhdelerinde bulunan maden ruhsat sahalarını işletmeye, işlettirmeye, bunları bölerek yeni ruhsat talep etmeye ve bu ruhsatları ihale etmeye yetkilidir”  şeklindeki düzenlemeyle TTK’nın yetkisinde  bulunan maden ruhsatlarını özel sektöre vererek TTK’nın parça parça satılarak tamamen özelleştirilmesinin önünü açan 51. Maddedir. Bu madde TTK’nın ve  Zonguldak’ın bitişinin başlangıcıydı.
Ancak maden işçilerinin tarihinden gelen bir deneyimle 6-7 Kasım 2017 tarihlerinde yeraltında yaptıkları beş üretim bölgesinde eş zamanlı gerçekleştirdikleri 21 saat süren eylem sonucu tasarıya ‘’Ancak TTK’nın halen kendisi tarafından, doğrudan işletilen işletme alanlarında oluşturulacak ruhsatlar bu madde kapsamında ihale edilemez’’ hükmünü  ekleyerek tasarı yeni şekliyle meclisten geçirilmiştir. Yasa tasarısına eklenen bu cümle yeraltında devam eden eylemi sonlandırmaya yetmiştir ama ne yazık gerçek anlamda TTK’nın ve Zonguldak’ın geleceğini kurtaran, madencinin ekmek teknesini yüzdürecek bir düzenleme olmamıştır. Hükümet aslında bu düzenlemeyle hem maden işçilerinin eyleminin uzamasını engel olmuş hem de Zonguldak üzerindeki rant politikalarından vazgeçmediklerini belgelemiştir. Aldığı bu darbe çok büyüktür Zonguldak’ın.
Özelleştirme özellikle bizim gibi az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde kamu iktisadi girişimlerinin verimli çalışamadıkları, bundan dolayı da devletin bütçesine yük oldukları, dolayısıyla bunların özel sektöre satılması için yürürlüğe sokulan bir yasa tasarısıdır demiştik.
Peki, TTK gerçekten verimli çalışmıyor muydu? Devletin bütçesine yük müydü?
1991-92 Zonguldak grevinde yüzbin kişi Ankara’ya yürümüş, dönemin iktidarını korkutmuş ve o günden bugüne potansiyel tehtid olarak görünen Zonguldak işlevsiz hale getirilmeye çalışılmış, kente o yürüyüşün dersi verilmeye çalışılmıştır. Zonguldak’ı küçük, verimsiz hale getirmenin yolu da TTK’yı yok etmekten geçecekti elbet. Bunun için öncelikle işçi alımını durdurmak gerekiyordu. Yaklaşık 50-55 bin işçisi olan TTK bu günlere geldiğimizde görüyoruz ki 7500 gibi bir sayıya gerilemiştir. Bununla birlikte 1994 yılından başlayarak ve 2000’li yıllara kadar süren kitlesel, zorunlu (Reysen) emeklilikle kurumun günden güne erimesine ve nitelikli iş gücünün kaybolmasını sağlayarak göz ardı edilemeyecek kayıplar vermesine neden olunmuştur.
TTK’nın bu duruma gelmesindeki en önemli faktörlerden biri de Türkiye’deki diğer kitler gibi kamu zihniyetiyle hantal bir şekilde  yönetilmesi, kurumun işleyişini yavaşlatmış, yönetimine siyasi, ticari aktörlerin dışardan müdahalesi ( Siyasilerin kurum içi atamalarda ya da çalışanların yer değişikleri vb.) kurumun işleyiş dengesini bozmuştur.
Görülüyor ki, 1990’dan bugüne iktidarlar, Ankara’dan alınan gelirden çok daha fazlasını katma değer olarak Ankara’ya geri veren Zonguldak’ı, kentin yaşam biçimini belirleyen TTK’ya işçi alımını durdurarak, verimsiz bir kent olarak göstermeye çalışılmaktadırlar. Çünkü onlar da biz Zonguldak halkı da biliyoruz ki, TTK demek Zonguldak demektir ve TTK biterse Zonguldak’ta bitmiş demektir ve onlara göre verimsiz bir kenti karlı duruma getirmenin en güzel yöntemi de elbette özelleştirmedir. Yani parsel parsel kurumuyla, işçisiyle, toprağıyla patronlara satmak demektir.
Aslında hepimiz biliyoruz ki, TTK verimli kömür rezervleriyle, çalışabilecek işçi sayısıyla kazandırmaya, bir ülkenin ekonomisinin baş aktörü olmaya devam edebilecekken, özelleştirmenin zarar eden baş aktörü olmayı hiç haketmiyor.
Ve sorgulanması gereken bir konu olarak buraya not düşüyorum ki; bu kentte kömürden daha başka ülke ekonomisine kazandırılabilecek hangi yatırım var ki, Zonguldak halkının geleceğiyle oynanacak kadar, bir kenti yok edecek kadar ve bunca insanı göç ettirecek kadar?
Biz bu kentte doğduk. Dedelerimiz babalarımızı, babalarımız bizi bu kentte doyurdu. Çocukluğumuzu bu kentte yaşadık. Bu kentin kültürü bizim yaşam biçimimiz oldu. Kömürümüzle, alın terimizle, madencimizle övündük. Madenci fenerimiz bizim simgemiz, onurumuz oldu.
Kimimizin dedesinin, kimimizin annesinin, kimimizin evladının mezarları bu kentte. Ne anılarımızdan vazgeçebiliriz, ne yaşam biçimimizden ne de madenci fenerimizden vazgeçebiliriz. Mezarlarımızı burada bırakıp gidemeyiz, gitmeyeceğiz. Yerin altındaki kömür daha yıllar yıllarca hem bizi, hem de ülkemizi doyurmaya yetecek miktardadır. Ekmeğimizi, emeğimizi hiç kimseye yedirmeyeceğiz. Bu kentin de, bu  ülkenin geleceğini de patronlara peşkeş çekmeyeceğiz.
Neyi bekliyoruz ki..?
Şimdi, madencimizle, esnafımızla, memurumuzla, öğrencimizle ve bu kentte yaşan bütün insanımızla madenlerimize Zonguldak’ımıza, Karaelmas’ımıza sahip çıkma zamanıdır. Yavaş yavaş ölmeyi, çürümeyi bekleyemeyiz. Eksilerek yok olmayı bekleyemeyiz. Bu kenti, geçmişimizi ve geleceğimizi özelleştirmeye kurban edemeyiz.
Haydi..! Gelin  geçmişten bugüne gelen tarihsel direnişlerimizi örnek alarak; madencisiyle, esnafıyla, memuruyla bir Zonguldaklı olma bilinciyle bizim olana yani Zonguldak’ımıza sahip çıkalım.
Ve bir an önce TTK’ya işçi alınması için bir araya gelerek siyasilere, iktidara sesimizi duyuracak bir çalışma ortaya koyalım.
Onurumuz olan ‘’Madenci Feneri’ni kendi ellerimizle söndürmeyelim.

Günün Madencilik Makalesi

Son haftalarda kömür üzerinden yürüyen bir hükümet propagandası var. İçinde bol bol müjde, rekor kelimeleri geçiyor.

2018, kömürün altın yılı olacakmış. Yerli kömürde rekorlar kırılacakmış. Vs. vs. …
Türkiye Taşkömürü Kurumu’na (TTK) yıllardır yeni işçi alınmaz, yatırım yapılmazken bu rekorlar nasıl kırılacak diye insan merak ediyor tabii.

Maden işçisi kendisini ocağa kilitleyince, AKP, kömür sahalarının bölünüp parçalanmasına dair maddeden vazgeçti malum. Bu vazgeçiş pek ikna edici görünmedi. Arka planında geçen yıl zaten hazırlanmış bir başka özelleştirme planının yer aldığı belirtiliyor.

CHP Bartın Milletvekili M. Rıza Yalçınkaya geçen gün TBMM Genel Kurulu’nda can alıcı bilgiler verdi.

“Gözümüz gibi korumamız lazım” dediği TTK’ye bağlı Amasra B sahasını 2005’te alan 20 yılda 56 milyon ton kömür çıkarma taahhüdü verdiği halde taahhüdüne uymayan “bir firmadan” söz etti.

Mezarlığa el atmak

Bu firmanın kömür çıkarmak yerine, kurmak istediği termik santral için sürekli çalıştığını, hükümetin hesap sormak bir yana sürekli arka çıktığını anlattı.

Yalçınkaya, “firmaya yapılan son güzelliği” ise şöyle aktardı:

“Amasra ilçesinin Gömü ve Tarlaağzı köylerinde yaşayan vatandaşlara aittaşınmazlar kamulaştırılmış, Bakanlık da kamu yararı iddiasıyla onaylamıştır.Neden yapıldığı bilinmeyen bu işlemle, yıllardır köylerinde oturan insanların taşınmazlarına el atılmış, üstelik bu alana mezarlık da dahil edilmiştir.”

Evet mezarlık, yanlış okumadınız. Yalçınkaya, TTK’nin o bölgede hiçbir yatırım faaliyeti çalışması olmadığını vurgulayıp sordu: “Vatandaşın elinden taşınmazını almak kime yarayacak? TTK’ye mi, yoksa termik santralı kuracak firmaya mı?”
Biz Enerji Bakanlığı’na daha açık soralım: Gömü ve Tarlaağzı’nda yaşayan köylülerin taşınmazlarına, mezarlık alanını da içine alacak şekilde kimin için el koydunuz? Hattat Holding bünyesindeki Hema için olabilir mi?

 

Günün Madencilik Makalesi

Eskişehir, Termik Santrali tartışıyor

Eskişehir’in Alpu İlçesi’nde kömür rezervi bulundu. Bölgenin özelleştirilmesi ve termik santral kurulması için Elektrik Üretim A.Ş (EÜAŞ) ihaleye çıktı. Ama belediyeler başta olmak üzere Eskişehir’deki kurum ve kuruluşların tamamına yakını termik santrale karşı. Sadece Alpu Belediye Başkanı bunu çok istiyor, onun söylediklerini yazımın sonuna ekleyeceğim ki, böyle düşünenlerin varlığı da bilinsin isterim.

Önce kömür rezervinin bulunduğu bölgeye, kurulacak termik santrale ve ihalesine bir bakalım; Alpu İlçesi Eskişehir’e en yakın ilçelerden birisi, kent merkezine sadece 32 kilometre, merkez ilçe Tepebaşı’na ise 25 kilometre mesafede, iki kilometre çevresinde 4-5 tane köy var. Tarım yapılan geniş bir ovaya sahip ve Türkiye’nin tarımsal sit alanı ilan edilen 141 ovasından birisi. Sadece kentin değil bölgenin önemli bir tarım alanı, buğday üretimi yapılan verimli bir bölgesi.

Lületaşı’nın da çıkarıldığı Beyazaltın köyüne termik santral kurulması planlanıyor. 1.125 hektarlık alana 1080 MW’lık bir santral kurulacak. Yılda 6.3 milyon ton kömür yakılacak. Oluşacak 1.6 milyon ton taban külü ve çıkarılacak 350 bin ton alçı taşı ile birlikte toplamda yıllık 2 milyon ton atık oluşacak. Yatırım için 1 milyar 800 milyon lira harcanacak.

Özelleştirme İdaresi Başkanlığı’nın yapacağı ihale ile birim başına en düşük elektrik satış fiyatını veren istekliye sahalar devredilecek. Kömür Rezerv Alanı ile Enerji Üretim Alanı, sahalardaki kömür rezervine dayalı olarak çalışacak elektrik üretim santrali kurma şartıyla işletme hakkının devri yoluyla özelleştirilecek. İhale pazarlık usulü uygulanarak gerçekleştirilecek. İhaleye ön yeterlilik için son başvuru tarihi 26 Ocak 2018 olarak belirlenirken, yalnızca tüzel kişiler ile Ortak Girişim Grupları katılabilecek. İhalenin geçici teminatı ise 25 milyon TL olarak belirlendi.

Elektrik üretiminde yerli kömürün payını arttırmaya yönelik olarak kurulması planlanan Termik Santral, son günlerde Eskişehir’in gündemini oluşturuyor. Ciddi bir çevre kirliliği yaratacağı ve tarım arazilerinin yok olacağı endişesini taşıyan Eskişehir’deki belediyeler dahil çoğu kurum ve kuruluşlar ile sivil toplum örgütleri Termik santralin kurulmasına karşı çıkıyor. Dünyanın yenilenebilir enerji kaynaklarına yöneldiği ve termik santralleri hızla terk ettiği günümüzde Eskişehir’e, üstelik verimli tarım alanına termik santral kurulmasının yanlışlığı tartışılıyor ve bir kamuoyu oluşmuş durumda.

Büyükşehir Belediye Başkanı Yılmaz Büyükerşen akıldışı buluyor

Eskişehir Büyükşehir Belediye Başkanı Prof. Dr. Yılmaz Büyükerşen, Eskişehir’in Alpu ilçesine kurulması planlanan termik santral projesinin gerçekleşmesi halinde bölgedeki tarımsal üretim ve hayvancılığın sona ereceğini belirtiyor ve “Ülkemiz ve kentimiz böylesi akıldışı projeleri hak etmiyor. Bu projeyle son derece tehlikeli bir iş yapılıyor. Proje hayata geçerse bölgede hayvancılık bitecek, meralar zarar görecektir. Partikül ile dolu meradan beslenen hayvanlar hastalanacaktır. Birçok ürünün yetiştiği Alpu ovasında tarım yapılamayacaktır. Dünyada sadece Sepetçi köyünde çıkarılan lületaşı işlemeciliği sona erecektir. Eskişehir kent merkezi, Tepebaşı ve Odunpazarı ilçeleri ile Alpu ilçe merkezinin havası kirlenecektir. Başta Porsuk olmak üzere bölgedeki su kaynakları kirlenecektir. Kısacası çok büyük çevre sorunlarına yol açacaktır. Eskişehir’in geleceğini düşünen herkes bu projenin karşısında olmalıdır” diyor. Büyükerşen, dünyada termik ve nükleer santrallerden vazgeçildiğine vurgu yapıyor ve gelişmiş ülkelerde kömür ocaklarının da kapatıldığını hatırlatıyor.

Özaydemir: Düşük kalorili ve derinde

Eskişehir Sanayi Odası Başkanı Savaş Özaydemir de bulunan kömür rezervinin düşük kalorili olduğunu ve çok derinde olduğunu söylüyor. “Bu kömürü çıkarmak için toprağı deşecekler ve tarım arazisini duman edecekler, çıkarmaya değmez” diyor ve ekliyor; “Bütün dünya artık bunları kapatıyor, yenilenebilir enerjiye dönüyor. Afşin-Elbistan santralleri de böyle bir maceranın ürünüdür, oralar duman oldu, bakmaya dayanamazsınız. Aynısının Alpu ovasına yapılması doğru değil, burası birinci derece tarım arazisidir, yazık olur” diyor.

Konuya en son Tüketiciyi Destekleme Derneği (TÜKDES) Genel Başkanı Süleyman Bakal dahil oldu, projenin yerine karşı çıktı ve bir de öneri getirdi, “Alpu ovasında bulunan kömür Mihallıççık ilçesindeki Adularya tesislerinde işlensin” dedi. Süleyman Bakal, termik santralin zararlarından söz ederek, “Tepebaşı ilçe sınırları içerisinde yer alan termik Santral Sahası Eskişehir il merkezine yaklaşık 32 km, Tepebaşı ilçe merkezine 25 km mesafede yer alıyor. Anadolu’nun buğday deposu 51 bin hektar Alpu Ovası tarımsal sit alanıdır. Dernek olarak Alpu ovasında bulunan kömürün ovaya 90 km, Eskişehir kent merkezine 140 km mesafede kurulu bulunan Mihalıççık ilçesindeki Adularya Termik Santrali’nde elektriğe dönüştürülmesini öneriyoruz. Adularya, verimsiz topraklar üzerinde kurulmuş, yoğun nüfusun yaşadığı kent merkezinden uzaktadır. Böylece hem ekonomik, hem de Eskişehir’e zararlı olmayacak bir çözüm olur” dedi.

Termik santralin bulunduğu bölgedeki toprak sahiplerinin ve köylülerin bilgilendirilme adı altında iknaya çalışıldığı ve bununla ilgili toplantılar yapıldığı da konuşuluyor. Ancak köylülerin ikna olduğu pek söylenemez zira onlar da projeye karşılar. Çevre kirliliği ve küresel iklim değişikliği nedeniyle tarım arazilerinin yok olacağını düşünüyorlar.

Alpu Belediye Başkanı Rafet Demirtaş herkesten farklı düşünüyor ve Termik Santral’in yararlarından söz ediyor. Şimdilik santrali savunan açıklamalarda bulunan tek kişi olarak “Termik santrali, hem şehrimiz için hem de ülkemiz için çok güzel meyveler verecek bir ağacına benzetiyorum. Buradan çıkan suyu seralara verecekler, böylece ilçemizde seracılık başlayacak, binlerce insan seracılık yapacak. Hava sıcaklığı burada artık eksi 1’in altına düşmeyecek. Ilıman bir havaya kavuşacağız, don olmayacak. Herkes su gibi para kazanacak. insanlar artık Alpu’ya yaşamak için gelecek” diyor.

Enerji Bakanından İstihdam Müjdesi

Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanı Berat Albayrak ‘ta toplu açılış töreninde konuştu. Albayrak “İnşallah 2018’de madencilik alanında çok daha büyük istihdamın önünü açacak önemli projelere başlayacağız” dedi

Bakan Albayrak’ın açıklamalarından satır başları;

Bizler cumhurbaşkanımızın bize koyduğu çıtaya erişmek için özellikle enerji bakanlığı olarak her zamankinden çok çalışmaya devam edeceğiz.

BÜYÜK ADIMLAR ATACAĞIZ
Manisa ve Soma özelinde bu önümüzdeki dönemde eskisinden daha fazla yatırım ve istihdam için büyük projeleri destekleme konusunda çok büyük adımlar atacağız. Bugün buradan bunun müjdesini verebilirim

İSTİHDAMIN ÖNÜNÜ AÇACAĞIZ
İnşallah 2018’de madencilik alanında çok daha büyük istihdamın önünü açacak önemli projelere başlayacağız

HEDEFE YÜRÜYORUZ
Hepsinden öte büyük ve güçlü Türkiye hedefine ulaşmak için bu ve benzeri açılışlar vesilesiyle emin adımlarla hedefine yürüyor

.

Enerji ve Madencilikte Ağustosta 88 Şirket Kuruldu

Ağustosta Enerji ve Madencilik Sektörlerinde 88 Şirket Ve 23 Gerçek Kişi Ticari Işletme Faaliyete Geçti. Aynı Sektörlerde 58 Şirket Ve 3 Gerçek Kişi Ticari Işletmesi Kapandı.

Enerji ve madencilik sektörlerinde faaliyet göstermek üzere ağustosta 111 şirket ve gerçek kişi ticari işletmesi kuruldu. Türkiye Odalar ve Borsalar Birliğinin (TOBB), ağustos ayına ilişkin kurulan ve kapanan şirket istatistiklerine göre, Türkiye’de toplam 9 bin 925 şirket ve gerçek kişi ticari işletmesi faaliyete geçti, 2 bin 598 şirket ve gerçek kişi ticari işletmesi de kapandı.

Elektrik, gaz, buhar ve iklimlendirme üretimi ve dağıtımında 42 şirket, madencilik ve taş ocakçılığında ise 46 şirket faaliyete geçti.  Kurulan gerçek kişi ticari işletme sayısı ise elektrik, gaz, buhar ve iklimlendirme üretimi ve dağıtımında 16, madencilik ve taş ocakçılığında 7 olarak gerçekleşti.

Böylece ağustosta enerji ve madencilik alanında toplam 111 şirket ve gerçek kişi ticari işletme faaliyete girdi. Söz konusu alanlarda temmuzda 102 şirket ve gerçek ticari işletmesi kurulmuştu.

KAPANAN ŞİRKETLER

Türkiye’de ağustosta söz konusu sektörlerde 61 şirket ve gerçek kişi ticari işletme kapandı.  Elektrik, gaz, buhar ve iklimlendirme üretimi ve dağıtımı sektöründe 50 şirket, madencilik ve taş ocakçılığı sektöründe ise 8 şirket faaliyetlerine son verdi.

Kapanan gerçek kişi ticari işletme sayısı ise elektrik, gaz, buhar ve iklimlendirme üretimi ve dağıtımında 2, madencilik ve taş ocakçılığında 1 olarak gerçekleşti.  Söz konusu alanlarda temmuzda 51 şirket ve gerçek kişi ticari işletme kapanmıştı.

Günün Madencilik Makalesi

Altın geçtiğimiz hafta hem Fed toplantısı öncesinde hem de ABD senatosunda Obama’nın sağlık reformlarının (Obamacare) iptali için görüşmelerin kabul edilmesinin ardından satış baskısına maruz kaldı. FED’in bilanço küçülteceğine dair mesajları nedeniyle fiyat bandını yükselten altın, haftanın son gününde sağlık reformunun iptali için yapılan oylamada, Cumhuriyetçi Parti tarafından önerilen değişikliklerin Senatoda reddedilmesinin ardından ivme kazanarak son 6 haftanın zirvesine çıktı ve yüzde 1,17 getiriyle haftayı tamamlamış oldu. Gümüş yüzde 1,51 ve paladyum yüzde 4,29 değer kazanarak altına eşlik ederken, en az değer kazanan kıymetli ise yüzde 0,08 ile platin oldu.

Haftanın ilk işlem gününde 1254,95 dolar/ons seviyesinden seansa başlayan altın dar bir bantta fiyatlandı. Salı günü ABD’de açıklanan Conference Board (CB) Tüketici Güven Endeksi verisi 116.5’e gerilemesi beklenirken 121.1 olarak kaydedildi. Aynı zamanda ABD Senatosu, Başkan Donald Trump’ın Obamacare’i iptal etmeyi hedefleyen yeni sağlık reformu için görüşmelerin başlamasını 50’ye karşı 51 oyla kabul etti. Trump, yeni tasarının en kısa zamanda hazırlanacağını dile getirirken piyasalar için de göz dağı vermiş oldu. Kıymetli maden bu yaşananların ardından satış baskısına maruz kalarak haftanın en kötü işlem fiyatı olan 1243.84 dolar/ons’a kadar geri çekildi. Hafta ortasına gelindiğinde Temmuz ayı FOMC (Federal Açık Piyasa Komitesi) toplantısı öncesi altın, yükselişe geçerek toplantı sonrası yapılacak açıklamaları beklemeye başladı. Fed toplantısı sonrası piyasaların beklentisi doğrultusunda gösterge faizinde değişikliğe gidilmediği açıklanırken, bilanço küçültme eylem planının tarihi de ‘göreceli yakın bir zaman’ olarak açıklandı. Fed’in bu söylemiyle birlikte bilanço küçültme için piyasalarda Eylül ayında ilk somut adım atılacağı yönünde bir algı oluşmuş oldu. Metinde göze çarpan güvercin söylemler neticesinde altın güç kazanarak yükselişe geçti. Perşembe gününde ABD’de açıklanan Haziran ayı çekirdek dayanıklı mal siparişleri aylık bazda yüzde 0,2 artış gösterirken, dayanıklı mal siparişleri de aylık bazda yüzde 6,5 oranında artış kaydetti. Sipariş verilerinde görülen bu artış piyasalarda olumlu bir hava estirerek altında satışa neden oldu. Haftanın son günü, Trump’ın daha salı günü mecliste görüşmelere kabul ettirdiği sağlık reformunun iptali tasarısı üç Cumhuriyetçi Senatörün de oyuyla bir kez daha reddedildi. Trump’ın Obamacare’i kaldırma girişiminin üçüncü kez başarısız olmasının ardından, güvenli liman altın yatırımcılarının desteğiyle haftayı 1269,65 dolar/ons’tan kapatarak son 6 haftanın en yüksek seviyesinden haftayı tamamlamış oldu.

Bu hafta ABD’de açıklanacak işsizlik oranları ve tarım dışı istihdam verileri piyasalar tarafından yakından takip edilecektir. Bu verilerin beklentileri karşılayamaması durumunda son 6 haftanın zirvesine kadar tırmanan altının yükseliş trendini sürdürmesi kaçınılmaz olacaktır.

Günün Madencilik Makalesi

İTÜ AKADEMIK ORYANTASYON ÇALIŞTAYI

Önceki yazılarımızda, İTÜ TMDK THO lisansta ismi geçen “Akademik oryantasyon” isimli dersin yanlış olduğunu belirtmiştik.  http://www.internethaber.com/itu-tmdk-tho-lisans-ve-gd-yl-programinda-terminolojik-yanlislar-1779484y.htm

Tezimizi destekleyen ve doğru olan  bir “Akademik Oryantasyon Çalıştayı” çağrısı  İTÜ Rektörlüğü’nden geldi. İlgili arkadaşlarımıza sunmak istiyoruz:

“….Bu çalışmaların başlangıç adımı olacak “İTÜ ME2M – 2017 Akademik Oryantasyon Çalıştayı-I”, Ayazağa Yerleşkesi – Süleyman Demirel Kültür Merkezi’nde 5-7 Eylül 2017 tarihlerinde gerçekleştirilecektir. Yardımcı Doçent kadrosundaki tüm öğretim üyelerinin katılımıyla gerçekleştirilmesi hedeflenen çalıştayda; “eğitim bilimi, psikoloji ve rehberlik, ölçme-değerlendirme, akademik danışmanlık, eğitimde kalite, akreditasyon, mühendislik eğitimi yaklaşımları” odaklı konular, uzmanları tarafından aktarılacaktır. İlerleyen aylarda çalıştayın devamı niteliğinde “İTÜ ME2M – Akademik Eğitsel Gelişim ve Destek Programları” düzenlenecek ve profesör, doçent, araştırma görevlisi gibi tüm kadroların katılımına açık olacaktır. Dolayısıyla bu ilk adıma göstereceğiniz ilgi ve yapacağınız tüm geri bildirimler, süreci şekillendirmek; özünde de İTÜ’nün akademik eğitimini geleceğe hazırlamak adına değerlidir. Katkınız olmadan anlamlı çıktılara ulaşmamız mümkün değildir.

Çalıştaya katılan tüm öğretim üyelerimize, üzerinde “Mesleki Gelişim Kredisi – MGK (Professional Development Hours – PDH)” yer alan bir katılım sertifikası da sunulacaktır. Bu ve benzeri programlara katılım ile alınacak mesleki gelişim kredisinin önümüzdeki 2 yıl içinde yapılacak düzenlemeyle İTÜ’deki akademik kadro atama ve yükseltmeleri için zorunlu koşul haline getirilmesi planlanmaktadır. Akademik başvuru ve destekler için de bu programlara katılmış olmanın ayrıcalık sağlaması amaçlanmaktadır….”  (İTÜ Rektörlüğü duyurusu) 

Artvin yolculuğuna devam ediyoruz….

Kafkasör…

Bize boğa şenliklerinde gelmeyin, çok kalabalık olur, kalmada sorun olabilir  demişlerdi, doğru söylemişler, Belediye Başkanı’nın söylediğine göre, bu sene  4000 üzerine araç girişi olmuş, bu büyük bir rakam..Başkan; “Avrupa’nın Davos’u varsa, Kafkaslar’ın da Kafkasör’ü var” diye kolları sıvamış.

Kafkasör, Artvin’den 8 km yukarda ve  1200 rakımlı. Yaklaşık 200 yıllık Artvin geleneği olan boğa güreşleri, Sanat Kültür Festivali içinde yer alıyor. Sorumlu Özden Güven bizi sıcak karşıladı,  bölge ile ilgili bilgi verdi…Bir akşam geceledik, akşam soğuktan neredeyse üşüdük. Ama, bu kadar güzel  ve temiz bir orman  olamaz. Orman renkten renge giriyor…Hafta sonu yöre buraya akıyor. İsteyen bungalov evleri kiralayıp, ya da Belediye Tesisleri’nde veya Armoni Otel’de (İl Özel İdareye bağlı)  kalabiliyor. Biraz aşağıda Koliba Otel var, hepsi manzaraya dönük yapılmış; çay içerken, yemek yerken manzara ve yeşillik sizi büyülüyor. Burada tesis müdürü Özden Güven ve atanamayan Tarih öğretmeni Devrim Bey, çok yardımcı oldular. Bizi yalnız bırakmadılar, sohbetler/verdikleri bilgiler çok önemli ve güzeldi, damat ta isteyince,  hemen çözüm ürettiler ve kaldık… Gündüz sıcağına göre gece çok soğuktu, ama güzeldi.  Sabah kahvaltısı mükemmeldi.

Tipi bora dağa gelir, Bülbül olan bağa gelir

Kafkasörde meydanlarda, karşılıklı boğa gelir

 

Boğalar kıymetlenir, güreşte gayretlenir

Hasımını yenerse, sahibi şöhretlenir

…………………….

Boğa boğaya bakışır, birbirine yakışır

Festivaller bahane, kardeşlik pekişir. (Aşık Ahmet Yoramoğlu)

Cerattepe…

Artvin’e kuş uçuşu 4 kilometre uzaklıkta. Artvin kent merkezinin yamaçlarında yer aldığı tepelerden birinin zirvesine verilen isim Cerattepe. Türkiye’nin ve dünyanın en zengin bitki örtüsüne sahip noktalarından ve kuşların göç güzergahlarından biri. Ormanda; ladin, sarıçam, göknar ve kayın ağaç cinsleri ağırlıklı olarak yer alıyor.

Cerattepe’ye Kafkasör’den gidiliyor, çalışmalar başladığı için sık sık kamyonlarla karşılaşabiliyorsunuz.. Partili partisiz  bütün Artvin Cerattepe’deki maden araştırmalarına karşı…Her sohbet Cerattepe ile başlıyor. İş yerlerinde  “biz terörist değiliz” afişleri var. Olaylar sırasında yapılan biber gazı v.b. milleti çok etkilemiş. Danıştay’ın daha önce “olmaz” kararı verip, şimdi “olur” kararı vermesi halkın konuştuğu konu…Maden, şimdi kapalı yapılacakmış, ancak insanlar; bunun göz boyama olduğunu, bir süre sonra açık üretime geçileceğini, su kaynaklarının yer değiştireceğini, siyanür nedeniyle halkın olumsuz etkileneceğini, burasının heyelanlı bir bölge olduğunu, Artvin’in sürekli kaymasını bu  ormanlık bölgenin önlediğini, bilim adamlarının bu ormanlara dokunulduğunda buranın tutulamayacağını belirttiklerini  söylüyor ve buna inanıyor. Yeşil Artvin Derneği çok aktif… “Yeşili vermeyeceğiz, kazanacağız”  diyorlar. Ayrıca bazı köşe yazarları, burayı görmeden, gönderilen metinler üzerinden ahkam kesiyorlar ki bu olmamalı. (Mesela M.Alphan/Hürriyet) Gel…Gör…Konuş…Yaz…

Her yerde konuşulan…ama inanılmayan…

Cerattepe’den çıkan toprağı teleferikle, Marina’nın yanına indirecekler, kamyonlarla Hopa’ya oradan işlenmek/ayrışmak üzere Samsun’a götürecekler. Ancak, bunun maliyeti karşılamayacağı, zamanla işlenmenin maliyetli olduğu gerekçe gösterilerek Artvin’de yapılacağı, bunun da Artvin için ölüm olacağı belirtiliyor. Ayrıca, ihaleyi alan M.Cengiz’in, daha önce kamuoyuna yansıyan sözleri nedeniyle hiç sevilmediği, Artvin’de istenmediği’ni de söylemek lazım.

Artvin’li yeşili korumak istiyor; “yürüyüşe katılan –ellerinde sopa/silah v.b. olmayan insanların üstüne biber gazı sıkılması, çok fazla polis ve jandarmanın şehre getirilmesi, devlet memurlarına yürüyüşe katıldınız diye uyarı, kınama v.b. cezaların verilmesi, kişilerin terörist olarak adlandırılmaları” hiç hoş karşılanmamış…Ayrıca, maden işletmesi ile ilgili yetkililerin halkı bilgilendirmediği de söylenenler arasında.Kısaca, kimse anlatılanlara inanmıyor..

Coşkun Çoruh üzerine yapılan baraj çok geniş bir alanı kaplamış ve  iklimi değiştirmiş. Artvinliler; “biz nem bilmez, hiç terlemezdik, şimdi ise nemden terliyoruz”  diye dert yanıyor. Baraj gölü istimlaklarından kişiler çok iyi para almışlar ama, şimdi –paraları harcamışlar-  hiç beğenmiyorlar.

Esnaf…

Bu çalışmaya (madene) karşı olmayan esnaf yok…Hepsi; “işlerinin bozulacağından, Artvin’i yeşilden uzaklaştıracağından, su kaynaklarını bozacağından, insanları hasta edeceğinden, yoksullaştıracağından” son derece eminler…Bir kısmı, “AK Parti’nin bu ilde ne işi var?” bile diyor, bir kısmı ise “parti önemli değil, önemli olan Bayrağımız, yeşilimiz; Bayrağımıza ve yeşilimize  karşı olmayan her parti geçerlidir” anlayışında. Kısaca, partili partisiz herkes yeşil Artvin’i  korumanın peşinde…

Hes’ler…

Akarsular boyunca HES’ler (nehir tipi elektrik üretme tesisi) -dağdan inen borularla- uzanıyor. Sular borular içine alınarak, toplanıyor enerji için kullanılıyor, sonra dereye bırakılıyor. Küçük santraller kurulmuş, halk dertli, sularının hapsedilmesini, doğallığının kaybolmasını istemiyor. Derelerde su kesilmiş, bitki örtüsü kayboluyor…Artvinlilerin bütün sorunları şiirlere yansımış. “Torunlarımıza yeşil bir Artvin bırakmak istiyoruz” diyorlar.

Çardak Restoran…

İnternetten iyi yemek yenecek yer ararken, Merkez’de Çardak çıktı karşımıza. Sahibi, Sinan Sarı  Bey…Aktif, madene karşı çalışanlardan…Güzel bir et ziyafeti ve salata yendi. Sohbet, elbette Cerattepe…

Atatepe…

Ülkemizin en büyük Atatürk heykeli burada. Bir iş adamı tarafından projelendirilmiş, yer tahsisi yapılmış, hibe edilmiş, altında restoran var, ama henüz açılmamış. Yolu çok iyi değil, ama Artvin’e gelenlerin uğradığı bir alan olmuş.

Halk Oyunları Heykeli…

Artvin halk oyunları ile sürekli ödül almakta. Zaten Artvin’de Halk Oyunlarını bilmemek ayıp gibi!..Bunun karşılığı olarak Halitpaşa Kavşağı’na halk oyuncularının (kız-erkek) en büyük heykeli yapılmış.

Artvin Kafkasör Kayak Merkezi

Başka bir özellik ve güzellik. Kışın ve 15 tatilde yoğun misafir geldiği belirtiliyor. Biz göremedik, çünkü, maden çalışmaları nedeniyle çevrilmiş durumda, izin verilmiyor.

Cam Seyir Terası

Yeni açılmış, güzel bir düşünce…Ancak, yol çok dar ve bir taraf vadiye bakıyor, manzara mükemmel…. Bu ara yol kenarından Artvin’e  su boruları döşeniyor. Ama, 280 m yükselikteki cam üzerinde yürümek gerçekten zor ve heyecanlı. Geçtiğimiz aylarda bir nikah kıyılmış ve üzerinde 35 kişi horon tepilmiş.Bu, Karadeniz insanı!…

Ö Z L A D I M (Yöresel dille)

Doğdum Ardanuçta Lengethev köyda
Havası çok hoştur derman bin derda
Alabalıkları çimar dereda
Çoruh nehirini, na çok özladım

Çıkar tağlarında kaval çalardım
Karagölda hergün suya talardım
Babamın cepindan tütün çalardım
Kaçak tütünları, na çok özladım

Güzel Artvinimda bulunmaz kavşak
Meşelari boldur; Ardanuç, Şavşat
Gözal Yüsüfelini yakından görsak
Sularda raftingi, na çok özladım

Borçkanın sulari bulanık akar
Arhavim hopam deniza bakar
Damalı Murğuli vadidan dökar
Bakır cevherini, na çok özladım

Meşelari çoktur tertemiz havva
Artvinli bilir mi, hayatta kavğa
Mahkemeler boş, bulunmaz dava
Şimdi değerini, na çok özladım

Misafir perverdir insanı sıcak
Her kim olur olsun, açarız kucak
Kafkasöre çıksak birda gülaşsak
Boğa güreşleri, na çok özladım

Mevlüt yaparidi kuzudan döner
Rizede havalar kanımı emar
Çok fena özladım gözlarım sönar
Hastetle Artvinim, na çok özladım (Ardanuçlu Halk Ozanı Çağlari/Mevlüt Akbulut)

Gelecek yazı: Artvin’deyiz;  Şavşat yaylaları, Ardanuç’u ve Karagölleri…(3)  

 6236 AYETIN BIN KADARI DIŞ DÜNYA ILE ILGILI…

“Kur’an bilime/teknolojiye karşı mı?” başlıklı yazım çok paylaşıldı. Basında benim görüşlerimi  destekleyen bir görüşü aşağıya almak istedim.

“….Programlar tatile girince Gündem Özel favorim haline geldi. Haksızlık yapmayayım, Deniz Bayramoğlu‘nun seçtiği konular çarpıcı. Dört katılımcısından biri dünyanın oluşumunu dini bilgilerle ele aldı.Yrd. Doç. Dr. Emre Dorman‘ın şu sözleri ilginçti; “Toplam 6236 ayetin bin kadarı dış dünya ile ilgili”. Peşinden eklediği “Allah yeri göğü eşsiz ve kusursuz yarattı” şeklindeki alıntısı önemliydi. Yine Dorman’a göre bin yıl önce bilimin her dalında öncü olan Müslümanlar gerilediler. Neden? Asıl soru bu. Sadece Nobel Ödüllerini incelemekle cevabını bulmak mümkün. Bu en önemli başarı belgesinin sahibi sadece üç Müslüman var. Bunlardan Mısırlı ve Pakistanlı olanların ülkelerine girememesini ise iyi düşünmek gerek. Sonuncusu da iki arkadaşıyla birlikte kazanan Prof. Dr. Aziz Sancar. Etiyopya’daki kara derili Fallaşalar dahil, dünyadaki toplam nüfusu 16 milyon olan Musevilerin durumuna bakalım. Aldıkları Nobel Ödülü’nün sayısı 79. Adına lobi, etkinlik, torpil ya da ne derseniz deyin gerçek bu. Avrupa Birliği kapılarında sürüm sürüm sürünmemizin ana nedeni de bu düşünce. Dünya ekonomisi ve medyasını yönetiyorsanız “kazanan siz oluyorsunuz”. Daha önce de yazdım; New York’ta İsrail’dekilerden fazla Musevi yaşamakta. Çünkü burası “yeryüzünün ekonomik başkenti”…”.http://www.yenicaggazetesi.com.tr/insani-uzaya-iten-guc-43467yy.htm

Ermenek maden faciasında yeni gelişme


KARAMAN’ın Ermenek İlçesi’nde 2014 yılı Ekim ayında 18 işçinin yaşamını yitirdiği maden faciasıyla ilgili yerel mahkemenin verdiği cezaları az bulan madenci aileleri, karara itiraz etti. Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 12’nci Ceza Dairesi’nde görülen duruşmada, olayın ardından tutuklanıp, geçen yıl tahliye olan ve tutuksuz yargılanırken yerel mahkeme tarafından 11 yıl 3 ay hapis cezasına çarptırılan ruhsat sahibi Ermenek Cenne Linyit Kömürü İşletmesinin o dönemki müdürü ve hissedarı Abdullah Özbey’in tutuklanmasına karar verdi.

Ermenek Ağır Ceza Mahkemesi’nde  2’si tutuklu 16 sanığın ‘Taksirle birden fazla kişinin ölümüne neden olma’ suçundan yargılandığı dava 19 Temmuz 2016 tarihinde karar duruşmasıyla sona erdi. Karar duruşmasında; tutuklu sanıklardan Has Şekerler Madencilik Şirketi sahibi Saffet Uyar 13 yıl 9 ay, Ermenek Cenne Linyit Kömürü İşletmesi teknik nezaretçisi tutuklu Ali Kurt 13 yıl 9 ay, ‘resmi belgede sahtecilik’ suçundan da 2 yıl 1 ay ceza aldı.

GEÇEN YIL TAHLİYE OLDU

Olayın ardından tutuklanan ve geçen yıl 4 Mayıs günü tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılan ruhsat sahibi Ermenek Cenne Linyit Kömürü İşletmesinin o dönemki müdürü ve hissedarı Abdullah Özbey de, 11 yıl 3 ay hapis cezasına çarptırıldı.

Diğer tutuksuz sanıklar Has Şekerler Madencilik şirketinin maden mühendisleri Cemile Karaca 6 yıl 8 ay,  yaklaşık 3 ay tutuklu kaldıktan sonra tahliye olan ve hakkında yeniden tutuklama kararı çıkarılan ancak halen yakalanamayan Yavuz Özsoy 18 yıl 9 ay, aynı şirketin iş güvenlik uzmanı Engin Yetim 5 yıl 6 ay, barut biriminde görevli işçi Naci Özsoy, ‘Evrakta sahtecilik’ suçundan 3 yıl 1 ay hapis cezası aldı. Has Şekerler Madencilik şirketinin maden mühendisi Nuray Yetiş, Ermenek Cenne Linyit Kömür İşletmeleri Müdürü Mehmet Zeybek ile eski yönetici ve çalışanlar Hayrettin Kirazcı, Hüseyin Hüsnü Özbey, Ojen Ünlü, Cemal Demircioğlu, Şerafettin Zeybek, Ahmet Dağdeviren, Mustafa Ayan da beraat etti.

MADEN SAHİBİNE YENİDEN TUTUKLAMA KARARI

Karar duruşmasının ardından mahkemenin verdiği cezaları az bulan madenci aileleri itirazda bulundu. İtiraz üzerine Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 12’nci Ceza Dairesi’nden geçen 13 Temmuz 2017 tarihinde görülen duruşmada, tutuklu sanıklar Saffet Uyar ve Ali Kurt’un tutukluluk hallerinin devamına, hakkında yakalama kararı olmasına rağmen halen yakalanamayan Yavuz Özsoy’un  yakalanmasına karar verildi.

Mahkeme heyeti, geçen yıl mayıs ayında tahliye olan ve 11 yıl 3 ay hapis cezası alan Abdullah Özbey hakkında ise ‘kaçma şüphesinin giderilmemiş oluşu, atılı suçla ilgili olarak kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin bulunması ve devam etmesi, bu aşamada adli kontrol hükümlerinin uygulanmasının yetersiz kalacağı konusunda oluşan kanaat’ sonucu tutuklanmasına karar verdi. Duruşma ertelendi.

 

Bir Dönemin En Büyük Kömür Üreten Adasıyken, 38 Yıldır Issızlığını Koruyan Gizemli Ada

Japonya 6.852 adadan oluşan bir takımada ülkesi. Ülkenin kültürü kadar, adaları da birbirinden farklı özelliklere sahip. Ülkenin güney batısında yer alan minnacık Hashima adası bir zamanlar dünyanın en kalabalık şehirlerinden biriyken, uzun bir süredir ıssızlığını koruyor. Adada yaşayan kişi sayısı sıfır. Adanın tarih içerisindeki yeri ve günümüze gelişinin hikayesini okuduğunuzda Japonya bir kere daha ilginizi çekecek.

Japonya’nın ünlü şehri Nagasaki açıklarında bulunan terk edilmiş gizemli ada Hashima 19. yüzyılda 5000 kişinin yaşadığı, dönemine göre oldukça kalabalık bir adaydı.

01-heizan

Geçtiğimiz senelerde turizme açılan ada Nagasaki’ye deniz yoluyla 15 kilometre uzaklıkta.

1-hashima-kids

Turizme açılmış olmasına rağmen Hashima’da yıllardır hiç kimse yaşamıyor.

6c6f4e9ea01bdc77238ac7d3ad68f033

Adanın görünüşü savaş gemisini akıllara düşürmesinden ötürü “Battleship Island” ismiyle de anılıyor.

12-hashima-1

Hashima Japonya’nın takımadalarının güney batısındaki Kyushu adasında yer alıyor.

12-hashima-5

Terk edildikten sonra hayalet şehir olarak bilinen Hashima minik bir şehirden bile oldukça küçük; 480×160 metre genişliğinde.

16-mamagoto

Sanayi devriminden seneler sonra, 1887’de adada kömür madeninin bulunmasıyla adanın kaderi bir anda değişti ve hızlı göç almaya başladı.

59cd80e1e0179a9b106d5826b7670cbd

Öyle ki, Hashima’ya bir dönem dünyanın en kalabalık şehri unvanı verildi.

97c1b3aef1f967e97b318b743b4162be

1800’lerin sonlarında endüstrileşmenin Japonya’da etkin olduğu dönemlerdi.

hashima-school

Hashima’dan elde edilen kömürlerin kalitesi adaya, dev enerji şirketi Mitsubishi’nin talip olmasını sağladı.

800px-Nagasaki_Hashima_01

Ünlü enerji şirketi adayı satın aldıktan sonra, maden ocaklarından maksimum verim sağladı, madenler denizin 1100 metre altına kadar indi.

2411a50ea30c9a0b7222e8728ec6d667

Bu verimli kömür madenlerinde çalışan işçiler aileleriyle adaya yerleşince, ada nüfusu 5.300’lere kadar yükseldi.

3659cc05ccd6f189cffe5a900b06b8ee

Adanın bir diğer öne çıkan tarafı ise tsunami ve tayfunlardan etkilenmemesi için çevresinin beton duvarlarla çevrili olması.

ca2d98b6635ffa479f827f778d76fd6b

Bir diğer önemli detay ise, dünyada ilk betonarme yapı dokuz katlı olarak Hashima’da yapıldı.

e1557b52a75dfad5b74b5f960371d3ca

1900’lü yıllarda kömür enerjisinin yerine petrol tercih edilmeye başlanınca, 1960’lı yıllarda Japon sanayisi de yönünü petrole çevirdi.

Petrolün enerji sektöründe kömürün yerine geçmesi, adanın sonunu hazırladı.

hashima-2-9

Enerji ve otomotiv devi Mitsubishi 1974 yılına gelindiğinde maden ocaklarını kapatma kararı aldı. Bu karar, ada sakinlerine adayı terk etmenin zamanının geldiğini gösteren karardı.

hashima-03-uchida

Adada yapacak iş bulamayan sakinler ne kadar eşyası varsa bırakıp adayı terk ettiler.

hashima-7-7

1974’te nüfusu sıfıra inen ada, o zamandan beri hayalet şehir olarak anılıyor.

38 sene boyunca enerji devinin mülkü olan ada, 2009 yılında hiçbir bedel talep edilmeden Nagasaki yönetimine bırakıldı.

hashima-9-6

Sanayi devrimi sonrasında enerji sektörüne katkısı sebebiyle Hashima, önümüzdeki süreçte UNESCO dünya mirasları listesine alınabilir.

Boşaltıldığından bu yana adada yaşayan insan sayısı sıfır, adayı ziyaret eden kişi sayısı da çok az.

2005 yılında gazetecilerin ilgisini çeken Hashima, Nagasaki yönetiminin bir dizi çalışmalarıyla, binaların oluşturduğu tehlikelere çözüm bulunmasıyla turizme açılacak.

z_hashima-8-5

Kaynak : http://listelist.com/hashima-adasi-japonya/

Günün Madencilik Makalesi

Çemişkezekli çok arkadaşım vardır. Örneğin yarım yüzyıldır Vatan Partisi saflarında örgütlü macadele veren Şamil İlter Çemişkezeklidir. Daha 1950’li yıllarda mahalle arkadaşım ve 1968 Gençlik Hareketinden bu yana Partili arkadaşım Prof. Dr. Cüneyt Akalın nerede doğmuş bilmiyorum ama dedeleri oradan. Zaten Çemişkezekliler çoğunlukla öyledir. Çok göç veren bir yöremiz. Türkiye’nin büyük kentlerinde, nitelikli emek olan her yerde onlara rastlanır.

EKÂBİR ADLANDIRMALARI

Kendini beğenmişlerin dilinde bir “Çemiş” lafı vardır ya, o sözle Çemişkezeklilere gönderme yapıldığı rivayet olunur. İstanbul’un ekâbir muhitlerinden çıkmış olmalı o sözcük. Bütün gurbetçilere Çemişkezekli diye bakmışlar.

Mülkiye’de de Anadolu’dan gelen çocukların ortak adı Arapgirlidir. İdare bölümünde öğrenim görenlerin çoğu Anadolu’dan geldiği için o bölüme eskiden “Arapgir” denirdi. Örneğin Ankara’nın eşrafından olan Ceyhan Mumcu Ağabeyimiz İdare bölümünde okuduğu için, Arapgirli rütbesine yükseldi. Acaba bu isimlendirme hâlâ sürüyor mu?

İN DELİKLERİNDEN GELEN BAYRAM KUTLAMASI

İstanbul’da tanıştığım Çemişkezekli arkadaşlarımdan, seçkin Maliyecilerimizden Eyüp Ergür ile söyleşiyorduk. “Biliyor musunuz” dedim, “dünyada madeni ilk işleyenler Çemişkezeklilerdir.”

İşte bütün Çemişkezekliler gibi Türkiye’nin güvenilir ve hakikatli aydınlarından olan Eyüp Bey, bayramın ilk günü eposta yollamış, şöyle yazıyor: “Çemişkezek’teyim ve sizin bahsettiğiniz in deliklerini ziyaret ettim. Şeker tadında bayramlar.”

Eyüp Bey sağolsun bir de Çemişkezek resmi yollamış. Resmi birinci sayfada gururla yayımlıyoruz. Maden çıkarmak için dört-beş bin yıl önce açılan mağaraları resimde görüyorsunuz. İşte o in delikleri Çemişkezek’in uygarlık nişanlarıdır.

MADENİ İŞLEMENİN TARİHSEL ANLAMI

Bundan beş altı bin yıl önce, Milattan Önce 3. ve 4. binyıllarda Yukarı Fırat boylarında Subarlar denen kavim yaşıyor. Yeryüzünde madeni önce onlar işliyor. İlk uygarlık olan Sumer dahil Mezopotamya’ya işlenmiş maden ihraç ettikleri saptanıyor. “İlk uygarlık” derken duraksayarak yazıyoruz, Göbeklitepe’de bulunan tapınak taşlarının boyuna bosuna bakınca, ilk sınıflı toplumun, başka deyişle ilk uygarlığın 12 bin yıl önce bizim Güneydoğumuzda doğduğu görülüyor.

Reklamdan sonra devam ediyor

Her neyse, o konulara da geleceğiz. Şimdilik tarihçiler arasında yerleşmiş bulgulardan gidelim. Mezopotamya’nın büyük kültürünün köklerinin Yukarı Fırat havzasında olduğu, bilim adamları tarafından öne sürülmektedir. Bu Subarların Türkçe gibi bitişgen bir dil konuşan Hurrilerin bir kolu olduğu da bilinmektedir.

Bu Yukarı Fırat, bir başka âlem. Başlığa Çemiş horlamasına inat olsun diye Çemişkezek’i çıkarttık. Yukarı Fırat’ta nice uygarlık merkezleri var: Divriği, Kemah, Kemaliye (Eğin), Arapgir, Keban, Arguvan vb.

ÇAĞ AÇAN TARİHTEKİ KÖKLER

Çemişkezek, beş bin yıl önce maden çıkarılmış dağlara yaslanmış bir uygarlık ocağı. Madenlere yaslanmak, çağ açan tarihe yaslanmaktır, insanlığa çağ atlatan yaratıcı emeğe sırt dayamaktır.

Köklerimizden demirciler, madenciler çıkıyor. Ne mutlu bizlere böyle bir coğrafyada yaşıyoruz.

KİTAPLAR

Yukarı Fırat havzasında maden işçiliği ve madeni ilk işleyen Subarlar konusunu merak edenler şu kaynaklara bakabilir:

 

Günün Madencilik Makalesi

 

 

 

 

 

 

Meslek hastalığı, sigortalının çalıştığı veya yaptığı işin niteliğinden dolayı tekrarlanan bir sebeple veya işin yürütüm şartları yüzünden uğradığı geçici veya sürekli hastalık, bedensel veya ruhsal engellilik halleridir.

Örneğin; kömür madenlerinde çalışan sigortalıların tutuldukları ‘Pnömokonyoz’ ve ‘Antrekozis’, mermer ocakları veya kot taşlama işyerlerinde çalışanların tutuldukları ‘Silikozis’, tütün işletmelerinde çalışan sigortalıların yakalandıkları ‘Tabakozis’ gibi hastalıklar, işin niteliğine göre tekrarlanan bir sebeple meydana gelen tipik meslek hastalıklarındandır.

Meslek hastalığına tutulan sigortalıya, SGK tarafından geçici iş göremezlik ödeneği verilmekte veya sürekli iş göremezlik geliri bağlanmaktadır. (5510 sayılı Kanun Madde 16)

Diyelim ki, bir sigortalı işten ayrıldıktan bir süre sonra hastalanmış olup, hastalığının çalışmış olduğu iş şartlarından kaynaklandığından, şüphe etmektedir.

Bu sigortalı, meslek hastalığına tutulup tutulmadığını nasıl tespit ettirecek? İş göremezlik ödeneği alması için ne yapması gerekir?

İşte işlemlerin süreci:

1.Başvuru ikametgahınızda

Sigortalı meslek hastalığı tespiti için en son çalıştığı işyerinin bağlı bulunduğu sosyal güvenlik il müdürlüğü/sosyal güvenlik merkezine başvuracak ve işlemler söz konusu sosyal güvenlik il müdürlüğü/sosyal güvenlik merkezince takip edilecektir.

Ancak, sigortalının işten ayrılmış olması durumunda, ikametgâhının bulunduğu yerdeki en yakın sosyal güvenlik il müdürlüğü/sosyal güvenlik merkezine de başvurma kolaylığı sağlanmıştır. (SGK 2016/21 sayılı Genelge)

2-Başvuruda rapor gerekli değil

Sigortalıların meslek hastalığı tespitine yönelik sevk talepleri, görevli sosyal güvenlik merkezlerince, sağlık hizmet sunucularından (hastane vb.) alınmış meslek hastalığı şüphesi bulunduğuna dair mevcut bir rapor olup olmadığına bakılmaksızın kabul edilecektir.

Bu şekilde başvuruda bulunan sigortalının meslek hastalığının tespiti için muayene, tetkik ve tahlil işlemlerinin sigortalının ikametgâhının bulunduğu ildeki yetkili sağlık hizmet sunucuları tarafından yapılma imkânının bulunması halinde sevk sigortalının ikametgahının bulunduğu yetkili sağlık sunucularına (hastane vb.) yapılacaktır.

3-Başvurudan en fazla altı ay önce alınmış rapor varsa

Şayet, sigortalıların, yetkilendirilmiş sağlık hizmet sunucuları tarafından (sigortalının sosyal güvenlik merkezine başvuru tarihinden en fazla 6 ay öncesine kadar) düzenlenmiş, sağlık kurulu raporlarının bulunması halinde, meslekte kazanma gücü kaybı tespitine yönelik talepleri sosyal güvenlik merkezlerince kabul edilecektir. Bu durumda, tekrar ikinci bir sağlık kurulu raporu alınması için sağlık hizmet sunucusuna sevk işlemine gerek görülmeyecektir.

4-Süre geçse bile imkan var

Meslek hastalığı sigortalının işten ayrıldığı tarihten sonra meydana çıkmış ve sigortalının çalıştığı işten kaynaklanmış ise, eski işinden fiilen ayrılmasıyla hastalığın meydana çıkması arasında bu hastalık için Çalışma Gücü ve Meslekte Kazanma Gücü Kaybı Oranı Tespit İşlemleri Yönetmeliğinde belirtilen süreden daha uzun bir sürenin geçmemiş olması şartı aranacaktır.

Peki yönetmelikte belirtilen söz konusu sürenin aşılmış olması halinde ne yapmalı?

Herhangi bir meslek hastalığının klinik ve laboratuvar bulguları ile belirlendiği ve meslek hastalığına yol açan etkenin işyerindeki inceleme sonunda tespit edildiği hallerde, meslek hastalıkları listesindeki yükümlülük süresi aşılmış olsa bile, söz konusu hastalık sigortalının başvurusu üzerine Sosyal Sigorta Yüksek Sağlık Kurulunun onayı ile meslek hastalığı sayılabilecektir.

Günün Madencilik Makalesi

Türkiye’nin bu cennet köşesinin ortasında ise dev bir kirlilik kaynağı olanYatağan Termik Santralı.

Bu santral 1985’te üç ünitesiyle enerji üretimine başladı. Ardından, yerel gruplar ile avukatlar insan sağlığı ve çevreye olumsuz etkileri nedeniyle santralın kapatılması için ilgili bakanlıklara, TEAŞ’a ve Muğla Valiliği’ne başvurdu. Ama geri dönüş bile olmadı. Davalar açıldı; 1996’da bilirkişiler santralın üretimini durdurma kararı verdi. Ama mahkemeler kapatma talebini reddedince konu AİHM’ye taşındı ve 2005’te AİHM başvurucuları haklı buldu, Türkiye’ye ceza kesti. Hatta bu ceza üzerine dönemin çevre bakanı Osman Pepe, “Yatağan’da insan sağlığı açısından sınır değerleri aşılırsa santralı tamamen kapamamız gerekecek”açıklamasında bulundu.

Yatağan o dönem kapatılmadı. Üstüne, 2014’te santrala kömür sağlayan madenle birlikte özelleştirildi.

*

Bir termik santralın ömrü en fazla 35 yıl. Ama Yatağan, özelleştirilince ömrü uzadı. Kamyonlar vızır vızır santrala kömür taşıyor.

Halihazırda Türkiye’nin en eski, verimsiz santrallarından olan ve emekliye ayrılması gereken Yatağan, alandan çıkan kalitesiz linyit kömürü adeta ‘içtiği’ için, ona kömür tedarik eden linyit sahası da giderek genişlemek zorunda kalıyor. Bu verimsiz santralda bir ‘ver yansın’ durumu var.

*

Kömür sahası 2012’de genişletildiğinde, altından kömür yatağı çıkan, sınırlarında 10 tane 800 yaşında zeytin ağacı olan, 4500 yıllık tarihi geçmişe sahipYeşilbağcılar köyü taşınmak zorunda kalmıştı. Hem köyün hem de tarihi eser statüsündeki 109 yıllık caminin beraber tek bir yere taşınacağının sözü verilmişti ama TOKİ konutları yetmeyince belediyenin tahsis ettiği ucuz arsalara 187 konut daha yapıldı. Yani köylüler ikiye bölünüp taşındılar ve köy dağıldı. Cami taşınmadı, halen maden alanının yanında duruyor.

Son günlerde, TOKİ konutlarına taşıdıkları insanları birkaç yıl içinde yeniden başka bir yere taşıyacakları çünkü taşındıkları TOKİ konutlarının altında da kömür olduğu konuşuluyor.

*

Yeşilbağcılar köyünden sonra sırada Turgut köyü var.

Yeni maden genişlemesi için Turgut’un alt tarafındaki 93 parsel zeytinliğe istimlak kararı çıkarıldı. Bu zeytinliklerin altından köyün içme suyunu sağlayan artezyen kaynağı geçiyor. Yani, köyün içme suyu risk altında. Buraya kepçe girdiği anda su kaynağının tamamı zarar görecek. Toprağı tutan zeytinlikler giderse de yamaçtaki köy heyelandan kurtulamayacak. Bir köy daha zorla yerinden edilmek üzere.

*

Turgut’un önemi sadece halkının aile çiftçiliği ve zeytincilikle geçinmesinden gelmiyor. Eski adı Leyne olan Turgut’un sınırları içinde bir de tarihi miras bulunuyor: Lagina. Bin yıllardır paganizmin ibadet merkezi olarak dünyanın her yerinden turist çeken Hekate Tapınağı’nın 150 metre ilerisine de yeni bir termik santral yapılmak isteniyor. 2007’den beri planlanan santralın 2017’de ÇED düğmesine basıldı.

*

Özetle, bir yandan çoktan kapanması gereken Yatağan’ın maden sahasını genişletme girişimi, bir yandan da yeni termik santral planıyla hem Turgut köyü ve zeytinlikleri hem de inanç turizmi merkezlerinden bir arkeolojik alan tehlikede.

Kömür için doğayı ve tarihi mirası katletmek kabul edilemez.

Yazık, günah.

ÇOK ESKİ ÇAĞLARDAN BEBEK MEZARLARI

Yatağan’da kömür için doğa-tarih katlediliyor

 YATAĞAN Termik Santralı’nın maden sahasının genişletildiği bölgeden tarih fışkırıyor. Daha 15-20 gün  önce çok sayıda eski çağlardan kalma bebek mezarı çıktı. Kepçe ve ağır tonajlı araçlar buraya girmemeli!

Günün Madencilik Makalesi

Zonguldak’ ın kömür kenti olduğunu yazıyoruz.
Enerji şehri diyoruz.
Çelik sanayinin kalbi Zonguldak.
Ve bugün Termik santraller gerçeğinden bahsedeceğiz.
Zonguldak’ın gerçeği.
Bazı gruplar bunu kabul etmese de .
İlimizin bir parçası olan termik santralleri konu edeceğiz.
Termik santraller bizim enerji sanayi konumuz.
ÇATES özelleşti.
Devlet enerji sektöründen Zonguldak’ta çekildi.
Artık bereket Holding var.
ELSAN grubu var.
Devamla ,
EREN Enerji var.
Eren çok büyük yatırım yaptı.
Bugün Eren Enerjide 2000 kişi çalışıyor.
ÇATES ‘de 500 kişi çalışıyor.
Enerji sektöründe 2500 çalışanımız var.
Bu az bir rakam değil.
Bir OSB kadar istihdam var.
Aileleri ile birlikte 10 bin kişi.
Verdiği katma değer.
Ekonomiye katkı.
Ülkemizin enerjisine destek.
Çok önemli yatırım ve ekonomiye can simidi.
Kısaca enerji santrallerimizin genel durumunu kısa ve öz anlattık.
Bugün Enerji santrallerimizin en büyük ham maddesi kömür.
Çünkü kömür ile çalışıyorlar.
Ülkemizde kömür ile çalışan santraller cazip.
Ve devletimiz yerli kömür ile çalışan termik santrallere teşvik verdi.
Yerli kömür kullandıkları an , prim alıyorlar.
Teşvik alıyorlar.
Ücret alıyorlar.
Belli bir karşılığı oluyor.
Ve çok önemli destek.
Bugün için Zonguldak’ta karşılık bulmadı.
Bulamadı.
Devam ediyoruz.
Termik santraller için kömüre teşvik var.
İthal kömüre teşvik yok.
Doğalgaz ile çalışanlar ise çok da cazip olmuyor.
Gelelim Zonguldak’ a
Ülke elektrik ihtiyacının neredeyse % 10 luk kısmını karşılıyoruz.
O seviyeye geldik.
Hatta daha da bu oran yükseltilebilir.
ÇATES 1000 MEGAWAT’ a ulaşabilir.
EREN 5000 MEGAWAT sınırlarını zorlayabilir.
Bugün ise ÇATES 300 – EREN 3000 toplamda 3300 MEGAWATT sınırındayız.
Yıllık kömür ihtiyacı ÇATES 1.6 milyon ton.
EREN Enerji ise tam kapasite ile çalışınca 15-18 milyon tonları harcıyor.
Eren Enerjinin kömür stok sahası 720 bin ton kapasiteli.
Varın gerisini siz düşünün.
Bu gerçek karşısında yerli kömür ÇATES kullanıyor.
ÇATES ikinci üniteyi açıyor.
Kömür bulamıyor.
EREN Enerji 160 ve 600 MEGAWAT santralini bakıma aldı.
Yerli kömür olsa.
Faaliyete geçirecek.
EREN 760 MEGAWAT santralde yılda dört milyon ton kömür harcıyor.
Talep var.
Kömür yok.
Ve Zonguldak’ta yılda yakılan 20 milyon ton kömürün, biraz abartı gelecek ama ,
Yüzde doksan’ ı ithal.
Zonguldak yılda iki milyon ton kömür verebiliyor.
Peki bir çözüm var mı?
Var .
Bayramdan sonra bir müjde gelecek.
Kamu kömür üretimi mekanizasyon sitemine tüm havzaya yayıyor.
Ayrıca belli bir acil işçi alımı da TTK gündemde .
TTK ‘ya işçi alımında bir müjde alabiliriz.
Sayı net değil .
Önemli bir oran olacağını düşünüyorum.
Ve Cumhuriyet tarihinin en büyük özel sektör kömür üretim yatırımı .
HEMA Endüstri kömür üretimine başlıyor duyumunu aldık.
Çok da mutlu olduk.
HEMA işçi alımı yapacak.
Zonguldak bölgesinden işçi alımı gerçekleşecek.
İşçiler GMİS ‘ e bağlı ve sendikalı olacak.
İlk etapta önemli bir işçi alımı olacak.
Kömür üreten şirketlere teşvik de verileceğini öğrendik.
Bunu da önemli buluyorum.
Bugün köşemizi termik santraller gerçeğine ayırdık.
Kimse termik santralleri yok saymasın.
Külfet görmesin.
Onlar da bizim çok önemli değerlerimiz.
Bugün ÇATES ve Eren kül barajlarında çok büyük maddi yatırım yapıyorlar .
Bunu da ilave edelim.
Çevre konusunda çok hassaslar.
Bugün için para kazanmamalarına rağmen hassaslar .
Titizler.
Ve bu çerçevede üretim yapıyorlar.
Bugün termik santralleri yazdık.
Daha sonra da çelik sanayisini analiz edeceğiz.
Çelik sanayi ve Zonguldak kömürünü harmanlayacağız.
Çünkü çelik sanayinin hammaddesi de Zonguldak’ın derin topraklarının altında duruyor ve çıkarılmayı bekliyor.

Günün Madencilik Makalesi

KÖMÜR İŞLETMECİLİĞİ 90 YIL GERİYE GİTTİ !

Siz, büyüklerimizin Zonguldak’ı “orta derece zengin il” ilan etmesine ve buna koşut olarak teşvik basamağını da ortalarda (3) tutmasına filan bakmayın…

Zonguldak, (af buyurun), henüz ayvayı yemediyse bile, yemek üzere !..

CHP Zonguldak milletvekili Ünal Demirtaş’ın hazırladığı rapora göre, kent 2002’den bu yana göç veriyor. Göç rakamı 35 bin.

İşsiz sayısı ise 24 bin. (Bunlar kayıtlı işsizler, kayıtdışı işsizlerle birlikte rakam daha da büyüyor.)

İcra dairelerinde 100 bin civarında dosya var.

Son 15 yıldır Zonguldak’a, herhalde “zenginliği kendine elverir” denilerek istihdam yaratan yatırım yapılmamış. Madene de !..

Bu yüzden, kömür işletmeciği de çöküyor. Bir devlet işletmesi olan Türkiye Taşkömürü Kurumu’nda çalışan işçi sayısı 7 bine gerilemiş durumda. Üretim, 1 milyon tonun altında…

Rödevans ocaklarında çalışan işçilerin sayısı, son yıllarda 3 bin 500’den 1000’in altına inmiş…

Peki niye ?

Kömür mü kalmadı yeraltında ?

Kömür, kıyamet gibi ! Bir hesaba göre 1 milyar ton, bir hesaba göre, 2,5 milyar ton kömür var yeraltında…

Kömürü bitiren ne peki ?

Soyut bir yaklaşımda bulunursak, neoliberalizm ! Somut olarak yatırımsızlık ve ithalat !..

GMİS’in hesaplarına göre, Türkiye yılda 4 milyar dolarlık kömür ithalatı yapıyor.

Niçin ?

Çünkü, TTK ihtiyacı karşılayacak kadar kömür üretemiyor, ayrıca ithal kömür daha ucuz.

Örneğin, başlıca taşkömürü tüketicisi olan Kardemir ve Erdemir bu nedenle, ithal kömür kullanıyor.

Dahası, ortakları arasında rödevansçıların da bulunduğu Çatalağzı termik santrali de ithal kömür kullanıyor ! Yani bunlar ithal kömürü, kendi ürettikleri kömüre tercih ediyorlar !..

Vahşi kapitalizm ya da neoliberalizm böyle bir şeydir işte !

Nerede ucuz var, oraya yönelinir. Millilik, milli sanayi filan hikayedir.

Yok, öyle olmasa, öncelikle TTK’ya daha çok, daha ucuz kömür üretmesi için yatırım yapılırdı, işçi alınırdı…. Yatırım da yok, işçi de alınmıyor.

 o          o          o

Taşkömürü Havzasının Devletçilik Dönemi’ni yazarken, yatırım-emek-üretim arasındaki organik münasebeti daha somut ve rakamlara dayalı şekilde görme fırsatı bulmuştum.

Zonguldak taşkömürü, I.Mecid’in fermanıyla 1848’de işletmeye açılıyor. İlk işletmeci, Hazine-i Hassa ! Padişah efendimizin özel hazinesi !..

Bu dönem 19 yıl sürüyor. 19 yıllık toplam kömür üretimi, tahmini (istatistik yok) 600 bin ton civarı. Yıllık 30 bin ton ! İşçi sayısı belli değil.

Kömür işletmeciliği, 1867’de Bahriyeyi geçiyor. Maden-i Hümayun Nazırı (Maden Bakanı) Dilaver Paşa (mirliva/tuğgeneral) aynı yıl bir nizamname ile Ereğli köylerinde yaşayan 13-55 yaş arasındaki erkek nüfusa, madende çalışma yükümlülüğü getiriyor. Yahut, “mükellefiyet” !

Bu dönemde (1867-1882) madende çalışan işçilere ilişkin istatistiki bilgi yok. Ama üretim rakamları var.

Rakamlar tüvonan (ayıklanmamış, yıkanmamış) olarak şöyle:

Yıl: 1870/64,347 ton.

Yıl: 1875/142,321 ton.

Üretim ilk üç yılda ikiye, beş yıl sonra da, bir önceki döneme göre 6’ya katlanıyor.

Üretimin uçmasının nedeni, daha çok işçi çalıştırılması ile üretim zorlaması ! Onikişer günlük nöbetler (münavebe) halinde çalışan işçiler günde 14-16 saat kazma-kürek sallıyor. İşçilere maaş da verilmiyor; onun yerine kalay, basma,kefen bezi gibi ayni ödeme yapılıyor.

1880’li yılların başında ise, maden özel sektöre açılıyor. Daha çok yabancılara… Bu şekilde Kışla düzeni son buluyor, mükellefiyet kaldırılıyor, madene özellikle Doğu Karadeniz ve Güneydoğu’dan işçi akını oluyor. Özel sektör o döneme göre önemli sayılabilecek yatırımlar yapıyor.

Kömür üretimi de yeniden uçuyor:

1897: 148.540/ton.

1900: 420.460/ton.

1910: 764.397/ton.

Cumhuriyetin ilanı ile üretim rakamları daha da yükseliyor. 1924’te 769.032/tona, 1926’da 1.350.833/tona, 1930’da 1.600.000/tona fırlıyor.

Şimdi sıkı durun !

Zonguldak’tan üretilen kömür, yurt ihtiyacını tümüyle karşıladıktan sonra, ihraç da ediliyor. 1930’lu yıllarda kömür ihraç ettiğimiz belli başlı ülkeler şunlar:

Yunanistan, İtalya, Romanya, Suriye, Mısır, Malta, Macaristan, Cezayir, Basra…

1927-1932 yılları arasındaki ihracatımız 714.177 ton. Zonguldak limanından yabancı gemilere yakıt olarak verilen kömürün miktarı da 520.258 ton. Yakıt ve ihracat olarak altı yıl içinde yabancı ülkelere 1.234.435 ton kömür satılmış.

Madenin tümüyle millileştirildiği 1936/40 aralığında ise, Zonguldak, Kemalist iktidarın ilgi odağı haline geliyor. Çünkü yeni bir paylaşım savaşının eşiğinde dünya. Tam millileştirilmeden sonra, bir yandan Milli Koruma kanunu’na dayanılarak maden, demiryolu ve limanlarda çalışan işçilere yeniden çalışma zorunluluğu (İkinci Mükellefiyet) getirilirken, diğer yandan da geniş çaplı yatırımlara girişiliyor. Mükellefiyet, savaş döneminde (1940-48) sürüyor.

Doğal olarak bu önlemler kömür üretimini sıçratıyor. Birkaç rakam vereyim:

1940: 3.019.458/ton.

1948: 4.021.797/ton.

Bu dönemde, 1930’lu yıllarda 12-13 bin olan işçi sayısı 21 bine çıkıyor.

Aynı dönemde, üretim zorlaması nedeniyle işkazaları da tavan yapıyor. Birkaç rakam vereyim:

1941/Ölü: 75, yaralı: 3.274.

1942/Ölü: 108, yaralı: 3.154.

1947/Ölü: 121, yaralı: 2.664.

Uzatmayayım.

Kömür madeni, sonraki yıllarda da sıçramalı bir gelişim gösteriyor. 1984’te tüvonan üretimi 7.103.413 tona çıkarken, (satılabilir: 3.631.736) işçi sayısı da 37.645’e ulaşıyor.

İlginçtir, 1980 sonları ile 1990 başları, TTK’nın (kömür işletmeciliğinin) çöküş dönemin de başlangıcı oluyor:

KİT’lere, bu arada TTK’ya karşı tasfiyeci bakış, en berrak ifadelerini bu dönemde buluyor:

İktidarda Turgut Özal’ın ANAP’ı var. Neoliberalizmin en hararetli savunucularından olan Özal, ABD ve İMF ile el ele vererek Türkiye için neoliberal yeni bir ekonomi-modeli inşaa ediyor. Bu modelde kamu kuruluşlarına, bu arada TTK’ya yer yok. Neoliberalizmin, gelişmekte olan ülkelerin milli sanayilerini çökertme siyaseti, Özal tarafından kabul görüyor ve TTK’nın ipi çekiliyor !

O kadar ki, bir ara TTK’nın kapatılması bile gündeme geliyor. İşçi direnişleriyle TTK’nın kapatılması önleniyor, ama, madenin 60 yıl sonra yeniden özel sektöre açılması önlenemiyor.

Sonuç ortadadır !

Şöyle özetleyebilirim:

TTK’nın ipini çeken Özal’ın ANAP’ıdır. AKP, onu izliyor.

TTK bugün, 1 milyon tonun altındaki üretimi ve 7 bin işçisi ile 90 yıl öncesinden daha geride !..

Kına yaksınlar !..

 o          o          o

Şimdi, canalıcı noktaya geliyorum…

Kömür madeni ve onun ekseninde varolan Zonguldak tepetaklak giderken, siyasal ve toplumsal muhalefet ne yapıyor ?

Hiçbir şey !

Zonguldak’ın iki muhalif (CHP’li) milletvekili var. Birisi Ünal Demirtaş, öteki Şerafettin Turpçu.

Demirtaş, Zonguldak için bir şeyler yapmaya çalışıyor. Turpçu kardeşimiz ise, sözcüğün tam anlamıyla, arazi !.

CHP İl örgütünün özellikle maden konusunda varlığı ile yokluğu eşit ! Aynı şeyi CHP’li belediye yönetimi için de söyleyebiliriz.

Belediye Başkanı Muharrem Akdemir, etliye sütlüye karışmayan, uzlaşmacı efendi bir insan. Ama, politikacı değil ! Dahası, belediyeci değil ! Çünkü belediyeciliğin politik işlevinden haberi yok ! Memur ! Oysa, Zonguldak’ın gerçek anlamda bir politacı-başkan’a ihtiyacı var.

Öteki parti ve kitle örgütlerini hiç sormayın !..

Örneğin İşçi Partisi iken, Dr. Hikmet Kıvılcımlı’nın tarihi Partisi’nin adını alan sevgili dost Doğu Perinçek’in Vatan Partisi, Zonguldak genelinde tabeladan ibaret ! Ben bunu, birkaç ay önce Perinçek’in de katıldığı bir toplantıda da yüzlerine söylemiştim. Örneğin Ereğli’nin Terzi köyünde kuvars işçileri ayaklanıyor, İşçi (Vatan) Partisi, arazi !..

Başka örnekler de verebilirim, ama yazı uzadı.

Şanlı bir mücadele tarihi olan Genel Maden İşçileri Sendikası da, arada bir yayınladığı raporlar, geçim endeksleri ve törenlerde atılan nutuklarla durumu idare ediyor !..

Özetle…

Zonguldak’a adam gibi sahip çıkan yok !..

Aksi olsa, Türkiye’nin ilk sanayi kenti bu hale gelir miydi !..

Günün Madencilik Makalesi

Türk mermerinde 2. Çin vakası Hindistan olabilir

Mermerde dünyanın en büyük rezervine sahip Türkiye için ikinci bir şans doğdu. Türkiye’nin toplam ihracatının yarısı alan Çin’in ardından mermerde kotaları kaldıran Hindistan’ın Türk mermer ve taşına ilgisi artmaya başladı.

Mermer ve travertende dünyanın en büyük rezervlerine sahip Türkiye, 2 milyar dolara varan ihracatının yarısını Çin’e yaparken büyük bir pazarın daha kapısı aralandı. Kotaları kaldıran Hindistan’dan Türk doğal taş ürünlerine talep artmaya başladı. Eskişehir, Bilecik, Afyon ve Muğla olmak üzere toplam 4 ocakta üretim yapan Temmer Mermer Yönetim Kurulu Başkanı Rüstem Çetinkaya “Hintliler önceden ithalat yapmak için devletten lisans almak zorundaydı. Hindistan’ın tüm dünyadan alabileceği mermer kotası da sadece 600 bin tondu. Oysa Çin bizden yılda 4.5 milyon ton alıyor. Şimdi Hindistan’da bu kota kalktı. Ciddi potansiyel var” dedi.

BÜYÜK POTANSİYEL VAR

Hindistan’da fuara katıldıklarını da belirten Çetinkaya “Tüm mermercilerin beklentisi büyük. Büyük potansiyel var. Hindistan ikinci bir Çin olacak mı olmayacak mı diye mermerciler arasında tartışıyoruz” diye konuştu. Türk mermerinin yarısını alan Çin’deki 2 yıllık duraklama döneminin de bittiğini belirten Çetinkaya “Çin pazarı yeniden yükselmeye başladı” dedi. Dünya doğal taş rezervlerinin yüzde 35’inin Türkiye’de olduğunu hatırlatan Çetinkaya “Türkiye üreten bir ülke haline gelmiştir. Türkiye’nin üretimle ilgili bir sorunu kalmamıştır. Türkiye’nin yapmak zorunda olduğu şey artık, Türk doğal taşı marka haline getirmek, ucuza satmamak ve karlılığı arttırmaya dönük çalışmalar yapmak olmalı “dedi. Bu doğrultuda sektörün odaları, birlikleri, devlet kurumları ile beraber çalışarak adeta ekonomik bir seferberlik ilan etmesi gerektiğini söyleyen Çetinkaya “İhracatçılarımızın sürdürülebilir karlılığını arttırmaya dönük çalışmalar yapılmalı” dedi.

ALLAH ÇİNLİLER’DEN RAZI OLSUN

Çetinkaya, Türk mermer sektörünün gelişmesinde Çinliler’in yaptığı büyük alımların etkili olduğunu da söyledi. Çetinkaya “Eskiden teknoloji eskiydi. Çeşitlilik yoktu. Büyük plakalar üretilmiyordu. Allah bu Çinliler’den razı olsun, bu kadar ocak açıldıysa onlar sayesindedir. Bu çok net. Yoksa ne sermaye yeterdi ne de başka birşey. Mermerci bu süreçte kendini geliştirdi. Ama tanıtımı unuttuk” dedi. Çetinkaya Çin’in blok mermer aldığını da belirterek “Sürekli Türkiye’deler. Burada yatıp kalkıyorlar. Ocakları bizden daha iyi biliyorlar” diye konuştu.

Tek duraklı mermer marketi kurdu

Dış pazardaki gelişmelere bağlı olarak yeni yatırımlar yaptıklarını anlatan Çetinkaya “Muğla ocağını aktif hale getirdik. Büyük talep gören Turkish Carrara tipi doğal taş üretiyoruz” dedi. Biri Afyon diğeri Haliç-İstanbul’da iki tane plaka galerisi açtıklarını da belirten Çetinkaya “Ayrıca Afyon’da bir de 600 metrekare showroom açtık. Türkiye’nin birçok bölgesindeki taşları toplayıp tek duraklı mermer marketi kurduk. Bu üç iş için 4.7 milyon dolar harcadık” dedi.

Günün Madencilik Makalesi

Devlet mühendisine bakamıyor

Kamuda 5 yıl içinde işe alınan 3 bin 113 mühendisin yarısı devleti terk etti. Bin 522 mühendis, devletteki görevini bıraktı. TBMM’ye bu konuda Meclis araştırma önergesi veren CHP Niğde Milletvekili Ömer Fethi Gürer, “Mühendislerin kamuda iş başı yapıp, belirli deneyim sonrası işten ayrılmaları, yetişme süreci, verim, iş akışının düzenliliği gibi sorunların oluşmasına neden olmaktadır” dedi.

EN ÇOK AYRILMA DSİ’DE

Türkiye Taş Kömürü Kurumu’nda (TTK) 186 mühendisten 52’si ayrıldı. Elektrik Üretim AŞ’deki 550 mühendisten de 86’sı ayrıldı. Devlet Su İşleri (DSİ) 871 yeni mühendis alırken, eskilerle birlikte 940’ı işten ayrıldı. Karayolları Genel Müdürlüğü’nde de 782 mühendis göreve başladı, 167’si daha sonra işi bıraktı.

Gürer, araştırma önergesinde şunları belirtti: “Mühendislerin kamu kurumlarından ayrılmalarında farklı etkenlerin varlığından da söz edilebilir. Ayrıca kuruma mühendis alımı, seçiminde uygulanan yöntem ve bu kişilerin deneyim kazanarak işten ayrılmaları da araştırılmaya değerdir. Kurum bilgilerine vakıf ve kurum projelerinde yer alanların farklı özel sektör kuruluşlarına geçmeleri kamunun yaptıklarının doğal rakibi sayılacak kuruluşlara geçmesine vesile olacaktır. Keza yatırımlarda imza atan uygulamaları inceleyen denetleyen kamu görevlilerinin kurumda kalıcılığı sağlanması önemlidir. Nedeni kapsamlı ele alınmalı ve Meclis araştırması ile incelenmelidir.”

BEŞ YILDA YARISI İŞİNİ BIRAKIP GİTTİ

CHP Niğde Milletvekili Ömer Fethi Gürer, MTA, TKİ, TTK, ETİMADEN, EÜAŞ ve DSİ’de son 5 yıl içinde göreve başlayan mühendislerin yarıya yakın bir bölümünün işini bıraktığına dikkat çekti. Ömer Fethi Gürer’in tespitlerine göre, son 5 yılda MTA 214 mühendis işe alırken, 201’i ayrıldı. Eti Maden, 266 mühendis aldı, 49’u ise ayrıldı. TKİ’de işe başlayan 244 mühendisten ise, 27’si istifa etti.

Günün Madencilik Makalesi

Türkiye ispatladı: Nükleer ve kömür pahalı

Türkiye son yarışmalar ile kömürün ve nükleerin pahalı, güneşin ve özellikle rüzgarın ucuz olduğunu ispatladı. Şimdi bu verilere dayanarak, inadı bırakıp kömür ve nükleere verilen imtiyazları, hatta pahalı ve kirli çözümleri bitirmeli.

Yıllardır dünyadan örnek vermekten sıkılmıştık. Yok İskoçya kömür santrallerini kapattı, yok Almanya o gün bütün enerjisini rüzgardan ya da güneşten elde etti, yok Şili, güneşte rekor düzeyde ucuz fiyat açıkladı. Nükleer karşıtı başka ülkelerden örnek verir, iklimcisi Almanya der, diğer taraf başka telden çalar ve hiç anlaşamazlardı. Şimdi artık bu konuda hiçbir sıkıntımız kalmadı. Geçen hafta Türkiye’de yaşanan gelişmeler ile artık kömür ve nükleerin diğerlerinden çok daha pahalı olduğu ortaya çıktı.

HAYAT HÂLÂ KÖMÜRE GÜZEL

Türkiye’de isteyen istediği kadar kömür santrali kurabiliyor. Hatta yan yana iki, belki beş hatta on santral bile kurabiliyor. Ancak yan yana iki güneş projesi çıkarsa “trafoda yer yok” denebiliyor. Hatta kömürde en az projenin yarısı kadar bedeli ithalata harcıyorsunuz, ona bile anlayış gösteriliyor. Rüzgar ve güneş projeleri için durum farklı. Hem yerli katkı tartışmaları hem de yarışma gibi özel uygulamaya sahipler. Ancak bu yarışma işini de kabul etseniz bile iş bitmiyor. Mesela Nisan 2015’de 3 bin MW’lık kapasite tahsisi için tam 42 bin MW’lık başvuru geldi. Bu kadar ilgi olunca yarışmaya karar verildi. Ancak o yarışmadan hâlâ bir haber yok.

Yani ortada sahipsiz bir rüzgar ve güneş var ve hayat, hiç hesap vermeyen, yarışmayan tesisi ithal eden, trafo kısıtlaması olmayan kömüre güzel.

HANGİSİ DAHA PAHALI?

2016 yılında “ortalama elektrik takas fiyatı” yani üreticilerin ortalama elektrik satış fiyatı 14,06 krş/kwh olarak gerçekleşti. 2016 yılı ortalama kuru ile buna 5 sent diyelim. Hatırlarsınız Ruslar ile Akkuyu Anlaşması’nda verilen alım garantisi 12.35 sent/kwh idi. Yani 2,5 katı gibi bir şey. Demek ki nükleer çok pahalı imiş.

Türkiye 3 bin MW’a yakın rödovans yoluyla elektrik üretim ihaleleri yaptı. Bu ihalelerin bedelini hiç açıklamadı. Sonra “rödovans yerine özelleştirme modelini kullanacağım” dedi. Çayırhan B için yapılan böylesi ihaleden devlet milyonlarca ton karbondioksit ve kül salacak proje için şirkete tam 6,04 sent/kwh para ödemeyi kabul etti. Demek ki yeni kömür santralleri de pahalı imiş.

Ardından geçen yıl Haziran ayında Elektrik Piyasası Kanunu’nda yapılan değişiklik ile “yerli kömür zarar ediyor” dedi ve çoğu linyit yakan santrallere 18,5 krş ödeyeceği yeni bir uygulamaya geçti. Yani eski ama maliyetini çıkartan bu santrallere bile çok pahalı ki 2016 ortalamasından 4,5 krş daha fazla ödemenin yolunu açtı. Demek ki çalışan kömür santrallerinin elektriği de pahalı imiş.

Çok açık ki bugün nükleer, kömür ve yerli kömür yanına yaklaşılmayacak kadar pahalı yakıtlar. Türkiye’deki fiyatlar bunun açık ispatı.

.

RÜZGARDA ÜSTÜNE PARA VERİYORLAR!

Kömürde herkesin istediği yere santral yapabildiği ülkemizde geçen hafta önemli bir rüzgar yarışması oldu. Devlet belli kentlerde belli kapasiteler için yarışma düzenledi.

Bir firmanın Bilecik-Eskişehir-Kütahya bölgesinde 50 MW’lık bir santral kurmak için devlete teklifi -1,03 sent oldu. Yani kömürde her 1 kwh üretim için ortalama fiyat 5 sent dersek, devlet Çayırhan’da her 1 kwh elektrik için üreticiye 6,04 sent verecek dersek, burada üretici devletten para istemiyor, üstüne para vermeyi teklif etti. Hatta Kırklareli’nde 70 MW’lık santral ihalesini kazanan firma devlete üstüne 1,61 sent vermeyi teklif ederek rekor kırdı. Yarışmada en düşük fiyat -1,61 sent çıkarken, ortalama fiyat yaklaşık 3,3 sent olarak çıktı.

TÜKETİCİYE YANSIMAYACAK!

Rüzgar bu fiyatı veriyorsa haliyle elektrik fiyatlarının düşmesi beklenir. Gerçi ağırlığı az bile olsa bu pek imkanlı görülmüyor. Çünkü üstüne para veren rüzgarcının parası muhtemelen kömür santrallerinin pahalı elektriğine gidecek. Ancak unutulmasın ki Türkiye’nin kömüre verdiği destekler azalsa, bu ciddi bir maliyet düşüşü anlamına gelebilir. Ancak 14 krş’luk elektriği vergileri ile birlikte bize 42 krş olarak ödetmeye devam etmek daha pratik gibi görünüyor.

EKSİ FİYAT NE DEMEK?

Eksi fiyat, yatırımcının kendi müşterisine sattığı elektrik ile üretim maliyeti arasındaki farkın bir kısmını devlete ödeyebilmesi ile mümkün oluyor. Türkiye’de bir dizi alıcı olduğu için hepsinde farklı şekillerde açıklanabilir. Ancak üretim maliyeti ve devlete yapılan bu ödemenin toplamının müşteriye satılan fiyattan hâlâ ucuz olduğu anlamına geldiğini söylemek en basit açıklama olacaktır.

UCUZ RÜZGAR İYİ BİR ŞEY Mİ?

Ekonomisini karbonsuzlaştıran, fosil yakıtları desteklemekten vazgeçen ülkeler için bu çok iyi bir şey. Ancak farklı bir motivasyonu olan Türkiye için bunun iyi olduğunu söylemek güç. Bu maliyet avantajını Türkiye’nin yüksek kömür ve nükleer maliyetlerini finanse etme durumu olası. Yani iklim dostu ve ucuz rüzgar belki de kömür ve nükleeri finanse ederek kötü bir işe soyunacak.

Türkiye son yarışmalar ile kömürün ve nükleerin pahalı, güneşin ve özellikle rüzgarın ucuz olduğunu ispatladı. Şimdi bu verilere dayanarak, inadı bırakıp kömür ve nükleere verilen imtiyazları, hatta pahalı ve kirli çözümleri bitirmeli.

Sudan’ın güneyine düşen gök taşı bulundu

Sudan Haber Ajansı SUNA’nın, Sudan Maden Bakanlığı’na bağlı Jeolojik Araştırmalar İdaresi Jeoloji Ekibi Başkanı Osman Ebu Akıle’den naklettiği habere göre, geçen çarşamba Beyaz Nil eyaletinin El-Abbasiyye bölgesine düşen gök taşı parçalarına ulaşıldı.

Jeoloji ekibinin bulduğu numunelerin analiz için Jeolojik Araştırmalar İdaresi merkez laboratuvarına gönderildiği, sahada radyoaktif element ölçüm cihazıyla yapılan ölçümlerin de normal çıktığı kaydedildi.

Jeolojik Araştırmalar İdaresi, geçen çarşamba, Beyaz Nil Eyaleti’ne yabancı bir cismin düştüğünü ve bölge halkında büyük korkuya neden olduğunu duyurmuştu.

Mermer İhracatında Büyük Artış!

Türkiye yılın ilk beş ayında doğal taş ihracatını arttırdı. İhracat yapılan ülkelerin başını Hindistan ve Çin çekti.

5 Ayda 790 Milyon Dolarlık Kazanç

Ege İhracatçı Birlikleri kayıtları Ocak ile Mayıs ayında gerçekleşen doğal taş ihracatının arttığını gösterdi. 2016 yılının aynı dönemine göre artış yüzde 12 oldu. Türkiye 2017’nın ilk beş ayında gerçekleştirdiği ihracattan 790 milyon dolar kazandı.

Hindistan’a İhracat Yüzde 217 Arttı!

Ocak, Şubat, Mart, Nisan ve Mayıs aylarını kapsayan dönemde Çin’e yapılan ihracatın yüzde 32 arttığı gözlemlendi. Çin’e yapılan mermer ve traverten ihracatından elde edilen kazanç 342 milyon dolar oldu. İhracatta artış kaydedilen diğer bir ülke ise Hindistan olarak belirlendi. 2017 yılının ilk beş ayında Hindistan’a yapılan ihracatın yüzde 217 gibi yüksek bir oranda arttığı tespit edildi.

ABD’ye yapılan mermer ve traverten ihracatı yüzde 2’lik oranda arttı, toplam kazançsa 123 milyon dolara ulaştı. Fransa ise alımı yüzde 3 arttırdı. Ülkeye 25 milyon dolarlık ihracat yapıldı. Mermer ve traverten ihracatında Suudi Arabistan’ın alımı düşüş kaydetti. Ege İhracatçı Birlikleri kayıtları verileri düşüşün yüzde 6 olduğunu gösterdi. 5 ayda gerçekleşen ihracattan toplamda 50 milyon dolarlık kazanç elde edildi.

“Sektör Toparlanmayı Sürdürüyor”

Ege Maden İhracatçıları Birliği Başkanı sektördeki gelişmeleri değerlendirdi. Başkan Mevlüt Kaya, 2017’ye iyi başladıklarını ifade ederek; “Sektör toparlanmaya devam ediyor” dedi. Mermer ve traverten ihracatında gelişmiş ve Körfez ülkelerinin işlenmiş ürünleri tercih ettiğini kaydeden Kaya, Çin ve Hindistan’ın ham ürünler tercih ettiklerini belirtti. Hindistan’a yönelik ihracatın artmasında kotanın kalkmasının etkili olduğunu bildiren Kaya, “Hindistan’a yönelik ihracatın ilerleyen dönemde artmasını bekliyoruz” şeklinde konuştu.

http://www.ekonomi7.com/haber/5113/mermer-ihracatinda-buyuk-artis.html

 

Günün Madencilik Makalesi

Rüzgâr, üstüne para verirken devlet kömüre teşvik ediyor

Türkiye’deki elektrik piyasasında ilginç gelişmeler yaşanıyor. TEİAŞ’ın (Türkiye Elektrik İletim A.Ş.) geçen hafta yeni rüzgâr santralları için düzenlediği ihalelerde ortaya çıkan eksi fiyatlar da bu gelişmelerden biri. İhaleleri, ürettiği elektriği şebekeye en ucuza verecek şirketler kazanıyor. Bazı sahalarda ise şirketler eksi (-) fiyat verdi. Ne demek eksi fiyat? Sen bana ihaleyi ver, ben ürettiğim her kilovatsaat için senden para istemiyorum aksine üste para veriyorum demek. Piyasa fiyatının altına elektriği satmaya razı oldular. Alım garantisi yok, teşvik yok.

Pahalı dedikleri rüzgâr sudan ucuz oldu. Kömürcüler, çevreyi kirlettikleri yetmiyormuş gibi piyasa fiyatının üstünde teşvik isterken rüzgâr enerjisi tersini yaptı. Bir ihalede eksi fiyat kilovat başına -1,61 sente (ABD doları) kadar çıktı. Şimdi bir hesap yapalım herkes hangi enerji kaynağının ucuz, hangisinin pahalı olduğunu artık net bir şekilde görsün.
2017 yılı için ‘piyasa takas fiyatı’ ortalaması kilovatsaat başına 4 sent. Diyelim ki, bu rüzgâr santralları üç yıl sonra çalışmaya başlasın ve o zamanki piyasa fiyatı da 5 sent olsun. Bu durumda, geçen haftaki ihalede -1,61 sent teklif eden firma ürettiği elektriği piyasaya 3,49 sentten satacak. Hem de 10 yıl boyunca. Şimdi de hükümetin nükleer ve kömüre verdikleri teşviklerle bu rakamı kıyaslayalım.

Rüzgârın iki katı
Ankara Çayırhan’da kurulmak istenen yerli kömürle çalışacak termik santral için Kolin İnşaat, Kalyon Enerji ve Çelikler Holding ortaklığı ürettikleri elektriği kilovatsaat başına 6,04 dolar sentten satma taahhüdüyle ihaleyi kazandı. Fiyat rüzgârın neredeyse iki katı. Üstelik çevreyi kirletecek, iklimi değiştirecek. Bu mu ucuz kömür? Ucuz olan kömür değil hayatımız.

Nükleeri defalarca yazdık. Yine geçen hafta yüzde 49 hissesi Cengiz Holding, Kalyon ve Kolin İnşaat firmalarına satılan Akkuyu santralı eğer hayata geçerse elektriği şebekeye 12,35 dolar sentten verecek. Rüzgâr enerjisinden nerdeyse dört kat pahalı. Bu mu ucuz nükleer? Nükleer kaza riskiyle yaşayacak olmamız, bölgede birikecek binlerce ton radyoaktif atık ve Akdeniz’de turizmin darbe alması da cabası.

Karapınar’da güneş için verilen fiyat, kömürün biraz üstünde kalıyor gibi gözükse de bu ihale sizi yanıltmasın. O ihalede, Karapınar’a güneş santrali kuracak firmadan Türkiye’de, yılda en az 500 MW güneş paneli üretecek bir fabrika kurulması da istendi. Başka dedikodular da var. Yakında yeni güneş ihaleleri yapılacak ve biz güneşin ne kadar ucuz olduğunu da kısa zaman içinde göreceğiz. Güneş ihalelerinde de eksi fiyat çıkarsa hiç şaşırmayın.

Açıklaması yok!
Rüzgâr ve güneş gibi kaynakların çevreci ve dışa bağımlı olmaması gibi özelliklerini bir yana bırakalım artık diğer enerji kaynaklarına karşı ciddi bir fiyat avantajına da sahipler. Enerjide kömür ve nükleere verilen desteğin ne teknik ne de ekonomik bir açıklaması yok. Varsa Enerji Bakanlığı açıklasın, tartışalım.

Hükümet ne kadar direnirse dirensin enerji devrimi Türkiye’de de gerçekleşecek. Tek korkum, bu fiyatlarla iyice cazip hale gelen rüzgar, güneş gibi enerji kaynakları konusundaki eksik düzenlemelerin çevreyi korumak yerine yeni çevre sorunlarına yol açması. Örneğin, rüzgâr için gürültü sınır değerlerinden halkın katılımına kadar uzanan birçok başlıkta daha belirgin kurallara ihtiyaç var. Bir an önce meslek odaları, ilgili çevre kuruluşları, şirket temsilcileri ve yetkililer bir araya gelip bu işin nasıl yapılacağı üzerinde anlaşmalı.

Son sözüm de sanayiciye, üreticiye, iktidar partisine ve finans kuruluşlarına. Bu saatten sonra, orada burada elektrik enerjisi pahalı, rekabet edemiyoruz nutukları atmayın. Ucuz elektrik istiyorsanız çıkın ortaya, hükümete kömürle, nükleerle uğraşmamasını söyleyin. Daha pahalı enerjiyi tercih eden siyasetçileri uyarın, kömür ve nükleer santrallara kredi vermeyin. Enerji devrimi lobilerin tüm gayretlerine rağmen Türkiye’de de başladı. Ne durdurabilir ne de görmezden gelebilirsiniz.

Günün Madencilik Makalesi

Petrol ve altın fiyatlarında yoğun satış baskısı

Petrol fiyatlarındaki kan kaybı sürüyor. Brent petrol ve Amerikan tipi ham petrol fiyatlarında grafiksel açıdan ciddi hasar oluştu. Bu yılın mayıs ayında görülen fiyat bölgelerinin düşmesi, Kasım 2016 seviyelerinin önünü açtı. Bu fiyatlar da düşerse, 40 dolarlık petrole merhaba diyebiliriz.

Petrolle ilgili temel sorun değişmedi. Dünya ekonomisinde de, Amerikan ekonomisinde de yeterli talep yok. Diğer taraftan petrol arzı artıyor. ABD’de aktif sondaj kuyusu sayısı yükseliyor. Kaya gazı üreticilerinin geri adım atmaya pek niyetleri yok. Haftalık olarak yayımlanan ABD’nin petrol üretimi rakamı artıyor. Bu kadar petrolün stoklar dışında gidecek bir yeri bulunmuyor. Trump başkan seçildikten sonra esen rüzgarla enerji fiyatları aldı başını gitti. Başta vergi indirimleri olmak üzere, Trump’ın ekonomik vaatleri piyasadaki pozitif algıyı pekiştirdi. Ancak zaman geçtikçe Trump’ın eli zayıfladı. Halihazırdaki ekonomik büyümeyi destekleyecek ne vergi reformu, ne de başka bir adım var. Trump halk desteğini ve özel sektör tecrübesini kullanamadı. Trump, Obamacare olarak bilinen sağlık reformunu bile feshedemedi. Bundan sonra işi zorlaştı. FBI’ın Rusya soruşturmasında Trump suçlu bulunursa, görevden indirilme olasılığı var. Davaların açılması Trump’ın hareket alanını iyice daralttı. Bundan sonra, ‘‘özel savcıdan bir telefon gelir mi” kaygısıyla görevini sürdürecek. Dört yıllık başkanlık dönemi bu şekilde geçebilir. Kampanya döneminde verdiği ekonomik sözlerin bundan sonra ne kadarını tutabilir?

Modern finans piyasalarının önemli oyuncuları olan hedge fonlar (serbest fonlar) bile petrol konusunda pes ettiler. Şubat ayına kadar bu fonlarda bir coşkunluk hali vardı. Alım pozisyonlarını sürekli artırıyorlardı. Trump’ın ekonomik ajandasına güveniyorlardı. Şu aşamada rüzgar dinmiş gibi gözüküyor. Gerçi enerji hisseleri Trump’a kısa bir süreliğine inandı. Aralık ayı ortasından beri enerji sektörü hisseleri düşüyor. Petrolde spekülatör pozisyonlarını incelerken vadeli işlem fiyatlarına bakıyoruz. Tabii spekülatörler hızlı biçimde pozisyon değiştirebilirler. Diğer taraftan uzun vadeli düşünen yatırım ve emeklilik fonları Aralık 2016’dan beri enerji sektörü hisselerinde satış yapıyorlar. Bu süre zarfında bu hisselerde bazı günlerde sert yükselişler oldu. Hemen ardından sert satışlar geldi. Tipik bir düşüş piyasası aksiyonudur. Açıkçası enerji hisselerine yönelik olarak iyimser görüşlere sahiptim. Önümüzdeki dönemde yine fırsat olabilir. Ancak karşımızda düşüş yani ayı piyasasına girmek üzere olan bir sektör duruyor. Enerji hisselerinden destek gelmeden petrol fiyatının gidecek bir yeri olamaz. Kısa vadeli yükseliş hareketleri satış fırsatı olarak değerlendirilir.

Madencilik hisseleri de altın fiyatına sene başından beri hiç destek vermedi. Yılın ilk yarısında jeopolitik risklerden dolayı altın fiyatı zaman zaman yükseldi. Madencilik hisseleri bu rallilere pek katılmadı. Madencilik endeksi yılbaşındaki fiyatına düştü. Borsa endekslerinin güçlü performansı da altına darbe vurdu. Altın fiyatında majör sıkıntı, hedge fonların altın kontratlarındaki ve opsiyonlarındaki alım emirlerinin çok yüksek olmasıdır. Alım pozisyonlarının uç seviyelerde olması, satış potansiyelinin de güçlü olduğu anlamına gelir. Grafiksel açıdan zaten zayıflayan altın fiyatı biraz daha düşerse, hedge fon grubu uç seviyelerdeki alım pozisyonlarını azaltabilir.

Gümüş fiyatının performansı da petrol fiyatına benziyor. Esasen güçlü büyüme beklentilerinin törpülenmesi iki emtiayı vuruyor. Yukarıda belirttiğim gibi, petroldeki sorun talep düşüklüğü ve arz fazlasıdır. Gümüş tarafındaki sorun enflasyon beklentisinin düşük olmasıdır. Piyasanın enflasyon beklentisini gösteren 10 yıllık başa baş enflasyon oranı, Trump başkan seçildiği günkü seviyesine indi. Bu açıdan bakıldığında, piyasanın enflasyon beklentilerini iyi yansıtan gümüşün zayıf performansını fazla sorgulamamak gerekir. Hedge fonların gümüş aşkı da bitmiş gibi gözüküyor. Fonların gümüşteki net alım pozisyonları sadece iki ayda yüzde 50 düştü. Kısacası, Trump yönetiminden ekonomik büyümeyi destekleyecek bir hamle gelmeden petrol ve gümüş fiyatlarının kalıcı bir yükseliş trendine girmesi zor gözüküyor.

Yeraltındaki Tuz Krallığı – Wieliczka Tuz Madeni

Kraków’un en önemli iki turistik ziyaret odağının ikisi de başka şehirlerde. Auschwitz dışında Wieliczka Tuz Madeni’ni de muhakkak anmam gerektiğini düşünüyorum. Nitekim burası örneğine rastlaması neredeyse imkansız bir tuz madeni ve yerin altında adeta bambaşka bir şehir ve deneyim sunuyor ziyaretçilerine. 1978’den beri UNESCO dünya mirası listesinde.

Wieliczka Tuz Madeni’ne Nasıl Gidilir?
Wieliczka, Kraków’un 10 km kadar güneyinde yer alan bir şehir. Maden girişi de şehir içinde. Kraków şehir merkezindeki tur şirketleri buraya turlar düzenliyor, ama lüzumsuz yere buralara para yedirmemenizi öneririm. Kraków’dan dolmuşlar çalışıyor buraya, yaklaşık 20 dakikada madene yakın bir yerde bırakıyor, trenle gitseniz belki 5 dakika daha az yürürsünüz. Dolmuş ücreti 3 zlotiydi. İndiğiniz yerden en fazla 15 dakika madene ulaşmak, her yerde yönlendirmeler var zaten. Üzerinde Wieliczka yazan bir dolmuşu durakta durdurup Wieliczka Kopalnia Soli falan deyin, derdinizi anlarlar. Yalnız dönüşte şehrin hangi kısmına gideceğinize göre dolmuş seçin, her Kraków yazan dolmuş aynı yere gitmiyor. Bazıları kale tarafından, bazıları daha doğudaki Oskar Schindler Fabrikası’na yakın kısımdan gidiyor. Ona göre dönmenizde de bir problem olmaz, indiğiniz yeri unutmayın sadece.

Madene Kraków’un ana tren garı Dworzec Główny’den de gidiliyor, 20 küsur dakikada Wieliczka Rynek-Kopalnia garında oluyorsunuz. Özetle gitmesi pek problem bir yer değil.

Bu maden 20 yıl önce üretimi durdurana dek 700 yıl gibi bir süre tuz çıkarmak için kullanılmış. Rehberimizin anlattığına göre tuz işi artık pek karlı olmadığından üretim durmuş ve maden böyle turistik amaçlar için hizmet etmeye başlamış. Halen madende çalışan 200 madenci var ve bunlar, madenin ayakta kalması için sürekli kontrollerde bulunuyorlarmış, biz de bazılarına rastladık dolaşırken. Hediyelik eşya bölümünde satılan kaya tuzlarının nereden geldiğini sorduğumda, yakında akan nehirden toplandığını söyledi.

St. Kinga Efsanesi
Bölgedeki madenciliğin başlangıcının dayandığına inanılan St. Kinga efsanesinin temsili…

Öncelikle turistler için 2 ana turun bulunduğunu not edeyim: Turist yolu ve Madenci yolu. Birincisi çok daha turistik, fotoğraf çekip yer altında olmanın ve bütün bunların nasıl yapıldığını görüp hayret etmelik, kiliseyi ve diğer enteresan yapıları görmelik bir rota, ikincisine gitmedim ama anladığım kadarıyla madencilerin yaptığı bazı işleri yaptığınız, baret, lamba, tulum gibi kıyafet ve gereçleri kuşandığınız, 3 saat kadar fiziksel işler yaptığınız ve turist rotasından tamamen farklı bir güzergahı kat ettiğiniz bir rota bu da. İkisinin de fiyatı aynı, giriş yerleri biraz farklı. Ben ilkine gittim.

Peki bu rotada neler var? Bir madende olmasını normal karşılayacağınız uzun tünel ve galeriler var elbette. Onun dışında geniş, yüksek tavanlı “salonlar”, kiliseler, turun bittiği yerde restoranlar, hediyelik eşya satılan dükkanlar, tuvaletler, belli yerlerde internet ve telefon bağlantısı, yani standart bir müzede bulunan her şey burada da mevcut. Sadece yerin yedi kat altında… Evet tam olarak yer seviyesinin tam 130 metre altına kadar iniliyor bu turda, madenin gerçek derinlikleri çok daha fazla tabii, 320 metreye kadar gidiyormuş maden. Madenin her tarafını görebilmek için birkaç yıl çalışmak bile yetmeyebiliyormuş rehbere göre, tünellerin toplam uzunluğu 300 km neredeyse. Turun başında 380 basamaklık uzunca bir merdivenden yaklaşık 60 kat aşağı iniyorsunuz. Klostrofobik kimselere tavsiye edilecek cinsten değil açıkçası. Bazı yerlerde alçak tavanlı galerilerden geçiyorsunuz, ayakta tutan tahtalara şöyle bir bakıyorsunuz ama güvenlik önlemleri sağlam görünüyor. Burada 600 kişilik bir balo salonunda mezuniyet, düğün bayram gibi çok çeşitli organizasyonlar düzenleniyor. Birkaç tane de küçük göl var madenin içinde, Lübnan’daki Jeita Grotto’yu hatırlattı nedense bu kısımlar. Oradaki kadar görkemli olmasa da tuzdan sarkıt ve dikitlere rastlıyorsunuz tur boyunca.

Madende hava gerçekten çok temiz ve sağlığa oldukça yararlıymış, ömrü uzatıyormuş rehberin dediğine göre. Sıcaklık mevsim değişikliklerinden pek etkilenmiyor, yıl boyu 14-16 °C civarı, gayet iyi yani. Madene gittiğinizin farkında olarak zaten topuklu ya da yürüyüşü zorlaştıracak ayakkabılar giymeyi aklınızdan bile geçirmeyeceğinizi varsayıyorum. Arada sırada rehber, sizi her şeyin tuzdan yapıldığına inandırmak istercesine duvarları yalayabileceğinizi, tuz saçaklarını tırnaklarınızla kazıyarak aldığınız tuzların tadına bakabileceğinizi anlatıyor. Ben yaptım, evet gerçekten her yeri tuz, bildiğimiz tuz. Bir yerde akan bir su vardı, o da aşırı tuzluydu doğal olarak. Keresteden yapılan duvarlar bile zamanın ve tuzun etkisiyle taştan, betondan sert bir hale gelmiş. Yollar, heykeller, avizeler, neredeyse her şey tuzdan yapılmış, çok az materyal dışarıdan getirilmiş. Onun dışında galerilerde ilerlerken rastladığınız kapılarda birini kapatmadan diğerini açamıyorsunuz, yerin çok altında olmamıza rağmen iki kapı aynı anda açıldığında ciddi hava akımları oluşabildiğini söyledi rehberimiz.

Tabii Polonyalılar’ın ne kadar dindar Katolikler oldukları malum. Yeraltında bile bunu göstermişler, 20 civarında irili ufaklı kilise ve şapel oymuşlar. En inanılmazı ise tuz madencilerinin koruyucusu olduğuna inanılan Azize Kinga’ya adanan büyük kilise. Temelde sadece 3 tane madencinin (Józef ve Tomasz Markowski kardeşler ile Antoni Wyrodek) emekleriyle, yıllar süren çabalarıyla ortaya çıkmış devasa bir yer. Diğer bütün şeyler gibi burada da her şeyin tuzdan yapılma olduğu konusunda rehberimiz bizi bilgilendirdi. Böyle birşeyi insanoğlu nasıl ve neden yapmış, onu bilemiyorum. Duvarlara oyulmuş çeşitli dini tablolar, örneğin “Son Akşam Yemeği” var. Papa 2. Jean Paul’un anısına yapılan, ancak kendisinin hiç göremediği bir heykeli de Polonya’nın birçok yeri gibi buraya da yapılmış. Böylesini başka bir yerde görebileceğinizi pek sanmıyorum, bu kadar derinde, bu kadar geniş, tamamen tuz kayalarının oyulmasıyla yapılan bir kilise bulunmaz.

Son Akşam Yemeği, Wieliczka
Wieliczka’daki St. Kinga Şapeli’nden bir başka müthiş detay, “Son Akşam Yemeği”

Madenin en aklımda kalan özelliklerinden biri de yüzyıllar boyunca atların çalışması diyebilirim. Devasa tuz bloklarını, atların çektiği vagonlarla bir yerden bir yere iletip yine atların döndürdüğü makaralı sistemlerle yukarı yolluyorlarmış. Aşağıda at ahırı bile varmış. Madendeki son at (Basia), artık ihtiyaç kalmayınca 2000’li yılların başında yeryüzüne çıkmış. Burada çalışmış belki binlerce at, ömürleri boyunca gün ışığını bile görmemiş. İlk kez güneş ışığını görmüş bir atın tepkisini düşünemiyorum, rehberin anlattığına göre işte o son at, birkaç yıl önce ölene dek normal bir şekilde hayatını sürdürmüş yukarıda ve de kör değilmiş.

1.5 saatte indiğiniz yeri 45 saniyede çıkmanızı sağlayan asansörle yeryüzüne dönüyorsunuz. Ama bunu yerine isterseniz turdan ayrı müze bölümüne yapılan geziye de aynı biletle katılabiliyorsunuz. Sizi turdan gezdiren rehber, müze kısmında da size yardımcı oluyor. Ama buraya pek rağbet yokmuş sanırsam, yaklaşık 25 kişinin katıldığı turun sonunda benimle birlikte sadece 2 kişi müzeye devam etti. Müzede de madencilerin eski zamanlardaki günlük rutinlerine ilişkin sergileri, madencilerin kıyafet ve tören üniformalarını, başka şapelleri görüp yerin altında bulunduğunuz zamanın tadını çıkarabilme fırsatı buluyorsunuz fazladan 1 saat daha. Ve bu müze bölümüyle birlikte yürüdüğünüz toplam mesafe 3.5 km’ye ulaşıyor.

Bir yandan da şu geldi aklıma, rehberimiz olan genç kadın -adının Samantha olduğunu söylemişti-, en az 2 kuşaktır madenciymiş, dedesi ve babasıyla birlikte nişanlısı da madende çalışmışlar. Wieliczka gibi başka önemli bir iş kolunun bulunmadığı küçük bir yerde sanırım madencilik de bir çeşit kader gibi. O da tıpkı o atlar gibi gün ışığını pek görmüyor. Ama şöyle bir iyiliği varmış, yeraltı kilisesinde ücreti karşılığında düğün yapılmasına izin veriliyor, orada çalışanlara büyük indirimler yapılıyormuş. Düğününü gerçekten müthiş bir yerde yapacağı için mutlu mudur bilmiyorum, asıl kömür madencileri gibi çok daha zorlu şartlarda çalışmadığına sevinmeli belki de.

Kelime oyunu yapmıyorum, madene girmek biraz tuzlu. 84 zloti (yaklaşık 75 TL) tek kişilik standart giriş ücretinin yanında fotoğraf çekmek için ayrıca 10 zloti vermeniz gerekiyor. Yukarıda almadıysanız aşağıda da satılıyor fotoğraf izin etiketi, ancak fotoğraf çekerken rehberin ya da başka birinin bu etiketi kontrol ettiğini görmedim, yani risk alıp yakalanmamayı başarırsanız 10 zloti cebinizde kalır ama 84 zloti verdikten sonra pek birşey farkeder mi bilemiyorum. Ayrıca içeri giriş sadece rehber eşliğinde toplu halde mümkün, İngilizce’nin de aralarında bulunduğu birkaç dilde tura katılabilirsiniz. Gelmeden önce size uygun tur saatlerini, madenin sitesinden kontrol etmenizi öneririm, çok sayıda İngilizce tur var, ama aynı zamanda gelen de çok.

Wieliczka Tuz Madeni
Buradaki tüm heykel ve eserler, inanılmaz bir sabrın ürünü olmalı…

Benim için Paris’te gördüğüm katakombları hatırlatan, ama çok daha uzun ve farklı bir deneyim sunan Wieliczka’yı Kraków’a gelen ve zamanı olan herkese tavsiye ediyorum. Tuzlu zeminde attığınız her adımda yüzlerce yıl öncesinden günümüze gelen, onbinlerce madencinin alın terinin olduğunu düşünün, bu bile sizi başka yerlerde olduğundan daha farklı hissettirecektir.

Kaynak :

Yeraltındaki Tuz Krallığı – Wieliczka Tuz Madeni

 

Madenlere sığınma odası

Yeraltı maden işyerlerinde iş kazalarının önlenmesi konusunda son yıllarda çalışma mevzuatında bir çok önemli düzenlemeler yapıldı. Bu düzenlemelerden biride6645 sayılı Kanunlayapılan düzenlemeydi. Buna göremaden işyerlerinin hangilerinde sığınma odalarının kurulabileceği ve bu odaların teknik özelliklerine dair usul ve esaslar Bakanlıkça belirleneceği yönünde düzenleme yapıldı. Kanundaki bu düzenlemeye istinaden  8 Nisan 2017 tarihinde Resmi Gazetede yayınlanan Yeraltı Maden İşyerlerinde Kurulacak Sığınma  Odaları Hakkında Tebliğ çıkarılmıştır. Tebliğ, sığınma odalarının kurulmasına ilişkin esasları belirlemiştir. Söz konusu tebliğ 1 Temmuz 2018 tarihinde yürürlüğe girecek. Tebliğin önemli kısımlarını açıklayalım.

İşverenin sığınma odası kurma şartları 

Sığınma odalarının maden işyerlerinde kurulup kurulmayacağı ile konumlandırılması hususlarında işveren;

a) Sığınma odalarını muhtemel acil durum senaryosunu göz önünde bulundurmak şartıyla Maden İşyerlerinde İş Sağlığı ve Güvenliği Yönetmeliğinin ilgili  hükümleri gereğince çalışanlarda kişisel solunum koruma cihazları bulundurarak kuracak veya inşa edecek,

b) Henüz hazırlık aşamasında olan ve üretim aşamasına geçmemiş faaliyet alanları hariç, sığınma odalarını, çalışma alanlarına olan uzaklığı en fazla 700 metre olacak şekilde kuracak veya inşa edecek.

c) Henüz hazırlık aşamasında olan ve üretim aşamasına geçmemiş faaliyet alanları hariç, sığınma odalarını, çalışma alanlarının temiz hava girişi sağlayan kuyu dibine veya insan naklinin gerçekleştirildiği ana ve bağlantı yolları kullanılarak yeryüzüne olan mesafesinin 700 metreyi aşması durumunda kuracak veya inşa edecek.

İşverenin yükümlülükleri 

İşveren;

· Sığınma odalarını yangın, patlama, göçük, zehirli veya boğucu gazların açığa çıkması gibi durumlarda kullanılmak üzere her zaman kullanıma hazır vaziyette bulunduracak,

· Acil durum planında sığınma odasının konumunu ve sığınma odalarında bulunan kişilerin kurtarılmasına yönelik hususları belirtecek,

· Sığınma odalarını temiz hava giriş yolları öncelikli olmak üzere vardiyadaki çalışan sayısı, sığınma odasının kapasitesi ile ortaya çıkabilecek muhtemel acil durum senaryoları göz önünde bulundurarak konumlandıracak ve sığınma odalarının sayısını belirleyecek. Çalışma esnasında acil durumların belirlenmesinde maden işyerinin kapsamlı muhtemel acil durum senaryolarını esas alacak.

· Sığınma odaları hayat hattı ile erişime mümkün hale getirilecek,

· Sabit sığınma odalarını, sağlam dayanıma sahip ve dışarıdan zehirleyici, boğucu ve patlayıcı gaz sızıntısı olmayacak şekildeki kayaç içerisine kurar veya inşa eder. Taşınabilir sığınma odalarını ise, yine sağlam dayanıma sahip güvenli bölgelere kurar. Sığınma odalarının bulunduğu alan oluşabilecek süreksizliklere karşı uygun tahkimat ile sağlamlaştırır.

· Sığınma odalarının amacı dışında kullanılmasını engelleyecek.

Çalışanların bilgilendirilmesi  

İşveren, sığınma odalarının konumu ve kullanımına ilişkin olarak tüm çalışanları bilgilendirecek.

İşveren, asgari olarak sığınma odasının kullanım koşulları ve sığınma odasında acil durumlarda yapılması gerekenleri içeren yazılı bir talimatı uygun ve görülebilecek yerlere ilan edecek. Sığınma odasına ilişkin bilgilendirme ve yazılı talimatların, basit ve kolay anlaşılır bir şekilde olması sağlanacak. Acil durum tatbikatlarına sığınma odalarının kullanımı dâhil edilecek.

Sığınma odasının kontrol ve bakımında görevli çalışanlara, her vardiyada en az bir kişi olacak şekilde işverence eğitimleri sağlanacak. Söz konusu eğitimlerin birincisi sığınma odalarının kurulumu sırasında üretici ya da kurulumu yapan firma tarafından, diğer eğitimler ise 6 ayda bir işverence belirlenen yetkili kişiler tarafından verilecek.

36 saate kadar solunabilir hava olacak 

Sığınma odasının teknik özellikleri madenin türü, üretim planı, vardiyadaki çalışan sayısı, acil durum planı ve kaçış yolları dikkate alınarak belirlenecek.

Sığınma odalarının kullanılması durumunda içinde bulunan kişilere en az 36 saat yetebilecek solunabilir hava sağlanacak. Ayrıca en az 36 saate kadar yedek enerji kaynağı bulundurulacak.

Yeraltı Maden İşyerlerinde Kurulacak Sığınma  Odaları Hakkında Tebliğ 1 Temmuz 2018 tarihinde yürürlüğe girecek. Yeraltı maden işletmeleri işverenlerinin bu tarihe kadar sığınma odalarına ilişkin düzenlemelerini yapmaları gerekiyor.

Maden Hukukunun Tarihsel Gelişimi

Türklerin madenle tanışması Ergenekon Destanıyla başlamıştır. Ergenekon kelimesi maden yeri anlamına gelir. Osmanlı Devletinin Anadolu’da hâkimiyetini sağlaması ile Osmanlı Madenciliği başlamıştır. Osmanlı’da maden kaynaklarının işletmesi, madenin bulunduğu toprağa bağlı olarak yapılmıştır. Vakıf arazi madenleri, vakıf; devlet arazisindeki madenler devlet tarafından çıkartılır ve kullanılırdı. Özel-tapulu arazide yer alan madenlerde ise, arazi sahibi sermaye koyarak madeni çıkartmalı ve yılda 1/5 oranında devlete pay vermelidir. Eğer arazi sahibi madeni çıkartmazsa madene devlet tarafından el konulurdu.

Osmanlının gerileme döneminde ise, kapitülasyonlar, 1838 Osmanlı – İngiliz Ticaret Sözleşmesi sonrasında diğer ülkelerle de aynı sözleşmelerin yapılması Osmanlı Devletinin madenlerini diğer  ülkelere pazar haline getirmiştir. 1858 Arazi Kanunu yapılmasından sonra kimin uhdesinde olursa olsun devlet madenleri tekelinde toplamaya başlamıştır. 1861 Maadin Nizamnamesi ve 1862 Paris Anlaşması, Osmanlı Madenlerini batılı ülkelere bir pazar ve ucuz hammadde kaynağı haline getirmekteydi.

1865 yılında Balıkesir’deki Boraks madenleri işletme imtiyazının «DESMAZURES» adlı Fransız şirkete verilir ve 1810 tarihli Fransız Kanunundan mülhem yeni bir «Maadin Nizamnamesi» yürürlüğe girer. Ayrıca, 1862 Paris Anlaşmasında -1867 Yabancıların Mülk Edinmeleri Yasası–1869 Maadin Nizamnamesi arasında birbirini tamamlayan ve yabancıların Osmanlı Madenlerini ucuz bir bedelle hatta bazı durumlarda karşılıksız olarak kullanmasını sağlayan bir oluşum meydana getirilmiştir.

Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla madencilik; yazılı hukuk kuralları ve maden politikaları çerçevesinde yasallaşmıştır. Cumhuriyet dönemi madenciliği ise izlenen politikalar açısından kendi içinde gruplara ayırarak incelemek gerekmektedir.

1923-1933 dönemi: Özel teşebbüsler ile sanayileşmeye çalışılmıştır. Cumhuriyetin kurulması ile maden okulları açılmış ve maden alanında uzmanlaşması için yurtdışına öğrenci gönderilmiştir.

17 Şubat – 4 Mart 1923 tarihleri arasında yapılan İzmir İktisat Kongresinde madencilik açısından radikal kararlar alınmıştır. O dönemin madencilik politikası yabancı sermayeye karşı durmamış, sadece Osmanlı Devletinde olduğu gibi ayrıcalıklar bekleyen sermayecilere karşı durmuştur. Kaldı ki dönem itibarıyla maden işletmeciliği küçük işletmeler şeklindedir. Teşviki Sanayii Kanununun kabul edilmiş ve maden alanında teşvik oluşturulmuştur.

Yabancı sermayeli şirketler dönem itibarı ile Türk sermayeli şirketlerden gerek sayı gerekse sermaye miktarı açısından fazladır.

1933-1941 dönemi: Devletçilik politikasının en ağır şekilde uygulandığı dönemdir. 10 yıllık özel teşebbüslere teşvik başarılı olamamıştır. Gerek Lozan Barış Anlaşmaları’nın olumsuz etkisi gerekse 1929 ekonomik krizi sebebiyle özel teşebbüs ikinci sıraya alınarak devlet madencilik sektörüne girmiştir.

5 Yıllık Sanayi Planı (BBYSP) ve ikinci 5 Yıllık. Sanayi Planı (İBYSP) programlarında madencilik sektörüne ağırlık verilmiş ve başarı ile de uygulanmıştır.

Bu dönem maden ile ilgili birçok kurum ve kuruluşun temelini oluşturur. 1935 yılında Etibank–1935 yılında Maden Tetkik ve Arama Enstitüsü (MTA) kurulmuştur.

1940-1945 dönemi: İkinci Dünya Savaşının başlaması her ne kadar savaşa girilmese de maden alanında gerekli lojistik amacıyla maden üretimine ağırlık verilmiştir. 

1940 yılında yürürlüğe giren Milli Koruma Kanunu savaş unsurunu dikkate alarak hazırlanmış ve gerektiğinde devletin madenlerin işletmesini alabileceğini ya da program verebileceğini içerir. 

“İkinci Dünya Savaşının başlaması ve ülkemizde savaş ekonomisinin uygulanmasından ötürü, bu dönemde devlet üretim tesislerine el koymuş, vergiler artmış, fiyat, üretim ve tüketim kontroller sıklaştırılmıştır. Ayrıca ithalat ve ihracatın kısıtlanması, yeni tesislerin kurulamaması, başlamış projelerin beklemesi, Milli Korunma Kanunu, Varlık Vergisi Kanunu, Paralı İş Mükellefiyeti gibi tedbirler bu dönemin özelliklerindendir.”

1945-1960 dönemi: Savaş sonunda iletişim içinde bulunulan devletlerden kendi çıkarlarına uygun baskılar olmuş ve bu baskılar sonunda da belirli düzenlemeler ortaya çıkarılmıştır. Bu baskılar ağırlıklı olarak ABD’den yapılmıştır. Bunun ispatı ise ABD’den alınan 500 milyon dolarlık kredi ile 1947 Kalkınma Planı’nın uygulanmaya çalışılmasıdır. ABD’nin Marshall Planı ile Osmanlı Devletinde olduğu gibi bu kez ABD’ye ayrıcalıklar verilmiştir.

1960-1980 dönemi: 27 Mayıs I960 hareketiyle başlayan yeni dönemde kabul edilen 1961 Anayasa’sının 41. maddesi planlı kalkınmayı öngörmüştür. Madencilik hakkında ilk Anayasal düzenleme yine 1961 Anayasası’nın 130. maddesinde düzenlenmiştir. Bu durumu takiben 1963 yılında Cumhurbaşkanlığı onayı ile Enerji Ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı kurulmuştur.

12 Mart Muhtırasından sonra, işbaşına gelen hükümetler madencilik alanında da bazı reform hareketlerine başlamıştır. 1713 sayılı “Maden Reformu Kanunu” çıkartılmış ve Cumhurbaşkanı tarafından veto edilmiştir. 7.5.1975 tarihinde kabul edilen 1895 sayılı “Devletçe işletilecek Madenler Üzerindeki Hakların Geri Alınması ve Hak Sahiplerine Ödenecek Tazminat Hakkında Kanun” yürürlüğe girmiş, ancak bu Kanun da Anayasa Mahkemesinin 5.2.1.976 gün, E: 1976/5, K: 1.976/7 sayılı kararıyla biçim yönünden iptal edilmiştir.

Bu dönemde nüfusun artışı ve enerji ihtiyacındaki açıklık sebebiyle yabancı ülkelerden enerji satın alınmaya başlanmıştır.

1980 ve Sonrası Dönem: 24 Ocak Kararları olarak bilinen devlet politikası, madencilik sektöründe yeniden özel sektöre dönüş şeklini almıştır. Ancak 1981 Anayasası’nda 1961 Anayasası’ndaki ilgili hükümler korunmuştur. Devletçe İşletilecek Madenler Hakkında Kanun yürürlükten kaldırılmış, kamulaştırılan maden alanları eski sahiplerine iade edilmiştir. 

15.6.1985 tarih ve 3213 sayılı Maden Yasası çıkartılmıştır. 03.02.2005’te Maden Kanunu Uygulama Yönetmeliği, 06.11.2010’da Madencilik Faaliyetleri Uygulama Yönetmeliği, 30.06.2012’de ise İş Sağlığı Ve Güvenliği Kanunu yürürlüğe girmiştir. Uluslararası Düzeyde: Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) sosyal adaletin sağlanması yoluyla dünyada kalıcı bir barışın gerçekleştirilmesi için 1919 yılında Versailles Barış Antlaşması uzmanlık kuruluşu olarak kurulmuştur. 1932 yılında Milletler Cemiyeti’ne üyeliğimiz ile ILO üyeliğini de kazandık.

Türkiye, aralarında temel çalışma haklarına ilişkin sekiz sözleşmenin de bulunduğu uluslararası çalışma sözleşmelerinden 57 sini onaylayarak ulusal mevzuatına katmıştır.

Sonuç olarak,1981 Anayasası ile liberal devlet politikasının uygulanması sonucu devletin bu iş kolunu tamamen özel ve yabancı sermayeye bırakmış olduğu görülmektedir. Sermaye sahiplerinin sermayelerini artırma amacı taşıması sonucunda denetim, güvenlik ve özen yükümlülüklerini tam olarak yerine getirilmesinde problemler oluşmaktadır 

İş sağlığı ve güvenliğinin yeni yeni yasallaşması, madencilik alanında uzmanlaşmamış işçilerin çalıştırılması ve büyük sermayelerin madencilik alanında sanayileşmemiş – sırf emeğe dayalı- bir işletim yolu yürütmeleri sektörün büyümesini engellerken, bu durum iş kazalarının, hatta facialarının artmasına neden olmaktadır.

Artvinli gençlerden Cerattepe bildirisi

artvinli-genclerden-cerattepe-bildirisi-223482-5

Cerattepe ile ilgili yaşanan son gelişmelerle ve maden şirketi çalışanlarının tünel ağzında yayınlanan fotoğrafıyla alakalı olarak Artvinli Gençler bir bildiri yayınladı.

”Ülke genelinde ilan edilen OHAL ile yetinmeyen madenci şirket, Artvin Valiliği’ne ikinci bir OHAL kararı aldırtmıştır” denilen bildiride, ”Ne iş bahaneniz ne ülke ekonomisine katkısı ne de yer altı zenginliklerinin yer üstüne çıkarılması gibi süslü söylemlerin hiçbirine kanmıyoruz. Son sözümüz: Madene Hayır!” denildi.

Artvin’li gençlerin açıklamasında şu ifadelere yer verildi:

Bilindiği gibi yaklaşık 25 yılı aşkındır Artvin’in ve tüm doğa dostlarının verdiği mücadelede artık yeni bir döneme girmiş bulunmaktayız. Mücadele tarihi boyunca demokratik eylem ve etkinliklerle bugüne gelmiş ve hukuksal mücadelede her zaman zafer elde etmiş olan Artvinlilere, tarihin en hukuksuz ve adaletsiz dönemi yaşatılmaktadır.

Mahkeme kararlarını siyasal hamlelerle, bakanlar kurulu kararlarıyla aşan şirket, kendisine karşı oluşacak tepkileri önlemek adına Artvin Valiliği’ni de kendine bağlamıştır. Ülke genelinde ilan edilen OHAL ile yetinmeyen madenci şirket, Artvin Valiliği’ne ikinci bir OHAL kararı aldırtmıştır. Artvin halkının valisi olması gereken, Artvinlinin çıkarlarını korumak zorunda olan vali, Cengiz Holding’in çıkarlarını korumaktadır. Artvin’de olağanüstü bir olay olmamasına rağmen OHAL kararı alan Valiliğin kararı yeniden uzatması durumunda, bu kararı tanımayacağımızın bilinmesini istiyoruz. Bu sürecin uzatılması Artvin halkına ihanettir. Çünkü uzatılacak OHAL ile maden şirketinin Cerattepe’deki faaliyetlerinin daha rahat yapılabilmesinin amaçlandığının farkındayız. Bilinmelidir ki OHAL kararı, Cerattepe’nin kalbine saplanmak istenen hançer karşısında bizleri durduramayacaktır. Talebimiz; Artvin’de OHAL’in OHAL’i olan Valiliğinin yasaklarının bir an önce sonlandırılmasıdır.

Artvin kararını verdi: Madene hayır!

Yeşilin hakim olduğu, yamaçlarında horona durduğumuz, sevdiklerimize türkü yaktığımız, canımız sıkıldığında, dertlendiğimizde, biraz nefes almak istediğimizde gölgesine sığındığımız ağaçlarımız, sığınağımız yaylalarımız.

Üzerinde barındırdığı güzellikler olmazsa Artvin’in yaşanılır bir tarafı kalmayacağını biliyoruz. Cerattepe giderse hayatımızın hatta pek çok canlının hayatının da biteceğinin farkındayız. Bu yağmacı zihniyetin hiçbir yerde insanları rahat bırakmayacağını görüyoruz bu nedenle göç seçeneğinin de faydası olmayacağını da biliyoruz. Başka bir yerde mutlu olamayız biz. Cerattepe biterse buralarda hayat biter. Yaşamla ölüm arasında bir tercihtir Cerattepe. Yaşam için direnmeyi seçiyoruz biz. Yaşam için duyarlılığımız, bu dik yamaçlarda doğduğumuz andan beri verdiğimiz mücadeleden geliyor. Ne iş bahaneniz ne ülke ekonomisine katkısı ne de yer altı zenginliklerinin yer üstüne çıkarılması gibi süslü söylemlerin hiçbirine kanmıyoruz. Son sözümüz: Madene Hayır!

Madencilere ve destekçilerine uyarımızdır!

“İşe ihtiyacım var, başka ne yapabilirim, mecburum” şeklindeki madende çalışmayı meşru kılacak hiçbir söylemi kabul etmiyoruz. İşsizlikten memleketinden göçenler, zor şartlarda çalışan Artvinliler her koşulda nasıl kentine sahip çıkıyorsa bugün madende çalışanlar da aynı zorlukta başka işlerde çalışacak ama Artvin’i yok edecek bu işte çalışmayacaklardır. Cerettepe’deki maden Artvin’deki işsizliği bitirecek, ülke kalkınmasına katkı sunacak bir proje değildir. Bunun en iyi örneği Afrika ülkeleridir. Afrika halkları madenlerde köle gibi çalıştırılmakta, emekleri sömürülmekte ancak hala açlık sınırında yaşamaktadırlar. Ülke kalkınmasına katkı sunacak veya işsizliği azaltacak olsa bile tarihimizi, kültürümüzü yok edecek, gelecek nesillerin yaşam alanlarını, sağlıklı bir çevrede yaşama hakkını gasp edecek, geri dönüşü olmayacak bu projeyi tanımıyoruz. Bu projede çalışanlar, komşusuna, gurbette yaşayan Artvinlilere, çocuklarına ettikleri geri dönüşü olmayacak bu ihanetin hesabını tarih önünde er ya da geç vereceklerdir. Her Artvinlinin eli bu madende çalışanların yakasında olacaktır.

Bugün bu madende çalışanlar, binlerce Artvinlinin hakkını gasp etmektedir. Hakkımızı ne pahasına olursa olsun koruyacak, memleketimize, yarınlarımıza sahip çıkacağız!

Önerimiz ve uyarımız; madende çalışanların biran önce bu yanlıştan vazgeçmesidir!

Ağabeylerimize, ablalarımıza ve arkadaşlarımıza çağrımızdır!

Ülkemiz zor günlerden geçiyor. İşte bu zor günleri fırsata çeviren hainler var. OHAL’i fırsat bilen hainler gizlice, adeta bir hırsız gibi Cerattepe’ye jandarma eşliğinde araç sevkiyatı yapmışlardır. İstanbul’da onlarca canın acısı dinmeden, biz yas tutarken madenciler acımızı fırsat bilerek Cerattepe’de çalışma başlatıyorlar.

Bugün en büyük yurt savunması Artvin’i korumaktır. Artvinlinin başka bir seçeneği yoktur. Mücadelemizi büyütmeli ve kentimizi korumalıyız. Taşın altına elimizi koymalı, bugünden yarını kurmalıyız.

Başka Artvin yok. Biz Artvin’i korumazsak başka biri Artvin’i korumak adına adım atmayacaktır. Bilmeliyiz ki, hukuk da adalet de bizden yana, meşru ve güçlüyüz. Ülkenin dört bir yanından bu kenti savunmak isteyecek milyonlar var. Biz adım atarsak milyonlar bizimle yürüyecektir.

Gençlik gelecektir, gelecek yeşil bir Artvin’dir!

Kuşkusuz gençlik Cerattepe için her eylemde ön saflarda yerini almış, Yeşil Artvin Derneği’nin her çağrısında alanları doldurmuş, 16 Şubat’ta o kutlu direniş günlerinde hiçbir zaman kentini savunmaktan geri durmamıştır.

Artvin gençliği her zaman demokrasiden, hukuktan ve adaletten yana olmuştur. Ancak hukukun ayaklar altına alındığı, insanların parayla satın alındığı bu dönemde gençlik artık daha örgütlü ve güçlü bir şekilde mücadelede bir adım öne atılmaktadır. Gençlik uzun sürecek olan Cerattepe mücadelesini daha örgütlü ve disiplinli sürdürmek amacıyla bu birlikteliğe imza atmıştır.

Artvin gerek doğal güzellikleri gerekse sosyal yapısıyla ülkemizin zenginliklerindendir. Bu zenginlik, ahlaksız bir şirketin eline teslim edilmek isteniyor. Kentimizi rantçıya, yağmacıya teslim etmeyeceğiz. Kentini yok edecek bu projede menfaati bulunan, ailesinden başka kimseyi düşünmeyen, üç kuruşluk maaş karşılığı madende çalışacak olanlara Artvin’i asla yok ettirmeyeceğiz!

Bizler Balcıoğlu’nun, İskebe’nin, Haypet’in sokaklarında büyümüş gençleriz. Korzul’un rampasında terleyerek, Naşop’un suyundan içerek, Kolorta’nın rüzgarında serinleyerek bugünlere geldik. Bizler Artvin’in liselileri, asgari ücretlileri, üniversitelileri, mahallelileri, işsizleri, ataması yapılmayan öğretmenleri birlikte Cerattepe’yi daha güçlü savunmak adına bir adım öne çıktık. Artık daha cüretkar ve daha örgütlüyüz. Hukukun ve demokrasi dersinin en güzel hikayesini Artvinliler yazmıştır. Artık deneyimlerimizi toplumsal mücadeleye dökme zamanı gelmiştir. Barajların, HES’lerin yok ettiği topraklarımızın ve kültürümüzün bir yıkımla daha karşılaşmaması için kararlıyız. Bugünden ötesi yok! Mücadeleyi büyütüyoruz.

Ya Artvin’in zenginliklerini koruyacağız ya da ahlaksız Cengiz’e ve onun Cerattepe’deki paralı uşaklarına zenginliklerimizi teslim edeceğiz.

Ya korkup köşemize çekileceğiz ve her gün daha çok kirleneceğiz ya da mücadele edecek, başımız dik alnımız ak güzel yarınlara yürüyeceğiz. Cesaretimiz, gücümüz ve öfkemiz var. Biz halkız, haklıyız, kazanacağız!

Birgün

Mermerlerin Ağırlığı Nasıl Hesaplanır?

mermer-parcasiBinaların iç ve dış yüzeylerinde bol miktarda mermer kullanıldığını hepimiz biliyoruz. Hem mükemmel görüntüsü olan hem de binalarımızın sağlamlığı konusunda bizlere yardımcı olan mermer insanların vazgeçilmezi haline geldi. Sağlam bir yapısı olan mermer ile baştan aşağı dekore edilmiş mimari bir yer yönünde tercihinizi kullandıysanız bu konuda size sizin çok işinize yarayacağınızı düşündüğümüz küçük tüyolar vermek istiyoruz. Mermer insanların özellikle mutfakların bankolarında çok kullandıkları malzemedir. Bunun nedeni ise granitin en sert ve dayanıklılık süresi en uzun taş olmasından kaynaklanır. Bir diğer çok tercih edilen traverten ise cilalama, tonlama, dolgu, fırçalama, damar kesim ve bunun gibi daha birçok yöntemde kaplama malzemeleri olarak en çok tercih edilen malzeme olarak kullanılırlar. İnsanların en çok kullandığı, dolayısıyla gözümüze en çok takılan mermer renkleri gri ve krem renkleridir. Ülkemizde eski diyebileceğimiz antik eserlerde genel olarak görülen renkler bunlardır. Mermerler çok tercih edilen bu renkler dışında yapılan karışımlarla pembe, kırmızı, bej, mavimtırak, koyu renkler ve sarı gibi renklerde de görülürler. Tabi ki mermer renk tercihi kullanmayı düşündüğünüz ortama ve kişisel zevkinize göre değişiklik gösterir. Burada asıl önemli olan konu ise dış ya da iç dekorasyonla ilgileniyorsanız ya da satıcıysanız mermerin ne olduğundan daha önemlisi nasıl kullanıcıya ulaşması gerektiği sorusunun çözümünü en iyi şekilde bulmak olacaktır.

Mermerlerin bir diğer adıyla travertenlerin ağırlıkları ortalama olarak aşağıda verilmiştir. 1cm kalınlığı olan bir mermerin 1m2’sinin ağırlığı tam olarak 27Kg’dir. Ancak net olarak 27 Kg’da olsa – ya + 2 KG oynayabilir.

1,2Cm kalınlığındaki mermerlerin 1 m2’sinin ağırlığı ise 30 KG’dir. Burada da yine + ve – yönünde 2 Kg oynaması mümkündür.

2cm kalınlığı bulunan bir mermerin 1 metrekaresinin ağırlığı ise net olarak 54 Kg’dır. Diğerlerinde olduğu gibi bunda da oynamalar görülebilir.

3cm kalınlığındaki mermerin 1 metrekaresinin ağırlığı ise 83 Kg olarak bilinmektedir. Yukarıdaki özellik bu hesaplamada da aynen geçerlidir. Bu değerler değişen ürün modellerine göre değişiklik gösterebileceğinden dolayı bizleri arayarak daha detaylı bilgiler alabilirsiniz.

MTA yurt dışına açılabilecek

308620Maden Tetkik ve Arama Genel Müdürlüğü (MTA), yurt dışında arama ve araştırma yapabilecek. Bu faaliyetlerin yürütülmesi için kurumun yurt dışında şirket kurabilmesinin de yolu açıldı.

MTA Ortaklık kurabilecek

Genel Kurul‘da kabul edilen kanuna göre MTA, yerli veya yabancı gerçek veya tüzel kişilerle yurt dışında şirket veya ortaklık kurabilecek; imtiyazlı ortak olabilecek; şirketler veya ortaklıklarla ilgili her türlü pay, hisse senedi ve diğer ortaklık paylarını alıp satabileceği gibi yurt dışında çalışma bürosu açabilecek. MTA, Kamu Kuruluşlarının Yurt Dışındaki İhalelere Katılması Hakkında Kanun‘a tabi olmaksızın bu faaliyetlerini yürütebilecek.

Düzenlemenin yürürlüğe girmesinin ardından kömür madenlerine ilişkin ruhsatlar, rezerv kaybına neden olmayacak şekilde elektrik üretimine yönelik olmak üzere bakanlık onayıyla, ayrı ruhsatlara bağlanabilecek. Kanunda Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu‘nun yapısı ile ilgili değişikliğe de gidildi. Kurul’un üye sayısı 9’dan 7’ye indirildi.

Doğalgazda yüzde 10 depolama şartı

Her yıl ithal edilecek doğalgazın yüzde 10’u kadar bir miktar 5 yıl süreyle depolanacak.Doğal gaz dağıtımı  faaliyeti yapacak tüzel kişilerden kurumca belirlenen taahhüt ve garanti alınırken, kabul edilen kanunla buradaki doğalgaz miktarındaki sınırlama kaldırıldı ve yeraltı depolama ibaresi getirildi.

Doğalgaz arz güvenliğinin sağlanabilmesi ile ilgili düzenlemeler de yasalaşan kanunda yer aldı. Arz güvenliğinin sağlanabilmesi için gerekli günlük kapasite ihtiyacının, kesinti olması durumunda da yönetilebilmesi amacıyla ulusal topraklarda depolanacak doğalgaz miktarını artıracak düzenleme getiriliyor. Dağıtım şirketlerinin yurt çapında sahip olabilecekleri lisans sayısı ile ilgili kısıtlama kaldırılıyor.

Maden ve Güneş Enerjisi Yatırımlarında Bürokrasi Bitiyor

maden-ve-gunes-enerjisi-yatirimlarinda-burokrasi-8498307_x_4688_300Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı, maden sahaları ve güneş yatırımlarında yeni bir modele geçmeye hazırlanıyor. Geçmişte en çok parayı teklif edene verilen ihale modeline dayanan maden sahalarında yeni modelde, termik santral kurması şartı getirilecek. Yatırımcılara her şeyi hazır arsa teslim edilecek. Yapılacak ihalede de devlete en ucuz elektriği satacak firma öne geçecek. Güneş yatırımlarında da yurtdışı firmaların gelmesi için yüksek megavatlı üretim sahaları açılacak.

EÜAŞ HERŞEYİ HAZIRLAYACAK

TBMM Genel Kurulu’nda görüşmeleri devam eden elektrik piyasasına yönelik tasarı ile maden sahaları termik santral kurulması şartıyla verilecek. Enerji Bakanlığı yetkilileri, eskiden maden sahalarının ihaleye çıkıp en çok parayı verene verildiğini belirterek, kamunun artık tek derdinin elektriğin kaça satılacağı olacağını söylediler. Enerji Bakanlığıyeni sistemle ÇED, izinler, ruhsatlar hazır şekilde yatırımcıların bürokratik işlemlerle uğraşmayacağı şekilde ihaleye çıkılacak. Maden sahaları ile ilgili bütün prosedürleri Elektrik Üretim AŞ (EÜAŞ) tamamlayacak. Tek şart termik santral kurulması olacak. Termik santral kurmayı vaat eden yatırımcılar devlete elektriği kaça satacaklarına ilişkin ihaleye girecekler. Açık azaltım ihalesi ile ihale yapılacak. Yetkililer, “Diyelim ki A sahasında şu kadar kömür rezervi var, termik santral kurulmasını istiyoruz. Eskiden yatırımcı (sahayı ver, üretip sisteme satarım) diyordu. Şimdi biz en ucuz elektrik vermeyi garanti edene sahayı vereceğiz. ÇED izniyle, ruhsatla uğraşmayacak. Yani termik santrali kurup elektriği üreteceği şekilde hazır sistemi vereceğiz. Böylece yerli kömürün sisteme girmesini sağlayacağız” dedi.

SAHALAR BELİRLENECEK

Enerji Bakanlığı, yenilebilir enerjide de benzer bir modeli hayata geçirmeye hazırlanıyor. Enerji Bakanlığı 100 megawatt yerine büyük güneş sahaları örneğin bin, 2 bin, 3 bin megawatt büyüklüğünde sahalar belirleyecek. Bu sahaların da tüm izinleri hazır edilecek. Yatırımcının burada da bürokratik sorunla karşılaşmaması sağlanacak. Trafo, iletim hattına kadar garanti verilecek. AncakEnerji Bakanlığı‘nın burada da tek şartı panel, tribün gibi üretimlerin Türkiye‘de kurulacak fabrikada yapılması olacak. Enerji Bakanlığı yetkilileri, Türkiye‘de yerli panel üretiminin olmadığını belirterek, şu anda fabrikaların montaj yaptığını, yeni sistemle hedefin dev firmaların Türkiye‘ye gelerek fabrikasını Türkiye‘de kurmasını sağlamak olduğunu söylediler. Bu şartı yerine getireceğini bildiren yatırımcılar bu sefer açık azaltım modeline dayalı ihaleye girecekler. İhale en ucuz elektriği verme modeline göre yapılacak.

YERLİ OTOMOBİLİN LİTYUMU MTA’DAN

Maden Tetkik Arama (MTA) artık yurtdışında da arama yapabilecek. Aynı tasarı ile devlet tarafından ülkenin stratejik madenlerinin tedariğini güvence altına almakla görevlendirilen MTA, kendi tecrübesiyle yurtdışında kömür üretim yerlerinde danışmanlık verebilecek, sahalara ortak olabilecek. Türkiye‘nin ihtiyacı olan doğal madenleri arayabilecek olan MTA, nükleer madenlerle ilgili de arama yapabilecek. Böylece 2020’den önce yollarda olması hedeflenen yerli otomobilin pillerindeki lityum da MTA tarafından tedarik edilebilecek.

İŞTE YASALAŞAN O DÜZENLEME

MTA YURDIŞINDA MADEN ARAYABİLECEK

Kanuna göre, Maden Tetkik ve Arama Genel Müdürlüğü (MTA), yurt dışında arama ve araştırma yapabilecek, bu faaliyetlerin yürütülmesi için yurt dışında şirket kurabilecek.

MTA YURT DIŞINDA MADEN ARAYACAK

MTA, yerli veya yabancı gerçek veya tüzel kişilerle yurt dışında şirket veya ortaklık kurabilecek, imtiyazlı ortak olabilecek, şirketler veya ortaklıklarla ilgili her türlü pay, hisse senedi ve diğer ortaklık paylarını alıp satabilecek, yurt dışında çalışma bürosu açabilecek. MTA, Kamu Kuruluşlarının Yurt Dışındaki İhalelere Katılması Hakkında Kanun’a tabi olmaksızın bu faaliyetlerini yürütebilecek.

NÜKLEER TESİSLERİN YAPIMINA AYRICALIK

Askeri yasak ve güvenlik bölgelerinde, ülke güvenliğiyle ilgili TSK‘ya tahsisli, fiilen kullanımda olan araziler, harekat ve savunma amaçlı yerlerdeki tesisler (konut ve sosyal tesisler hariç) özel güvenlik bölgelerindeki tesisler, rafineri, petrokimya tesisleri ile nükleer santral projeleri kapsamında yapılması öngörülen tesis ve faaliyetler hakkında, Kıyı Kanunu’nun kıyılar, sahil şeritleri, doldurma ve kurutma yoluyla kazanılan arazilere ilişkin yapı ve yapılaşmaya dahil sınırlayıcı hükümleri uygulanmayacak. Nükleer santral projeleri kapsamında yapılması öngörülen tesis ve faaliyetler hakkında, Zeytinciliğin Islahı ve Yabanilerinin Aşılattırılması Hakkında Kanun’un sınırlayıcı hükümleri uygulanmayacak.

NÜKLEER SANTRAL SAHALARINDAKİ TESİSLER

Nükleer santral sahalarında yapılacak yapılarda, Yapı Denetimi Hakkında Kanun hükümleri ile İmar Kanunu’nun fenni mesuliyete ilişkin hükümleri uygulanmayacak. Ancak bu yapıların yapı denetimi, Türkiye Atom Enerjisi Kurumunca yetkilendirilen tüzel kişiliğe sahip yapı denetimi kuruluşları tarafından, denetim kuruluşu ile nükleer santralın lisans sahibi arasındaki hizmet sözleşmesi hükümlerine göre yapılacak.

Yapı denetiminin bu kuruluşlar tarafından yapılması, nükleer santral lisans sahibinin münhasır ve kusursuz sorumluluğunu kısmen veya tamamen ortadan kaldırmayacak.

Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı, elektrik üretim, iletim, dağıtım ve tüketim tesislerinin milli menfaatlere ve modern teknolojiye uygun şekilde kurulması ve işletilmesi için gerekli yükümlülükleriyle ilgili olarak inceleme, tespit, raporlama, proje onay ve kabul işlemleri yapmak üzere; ihtisas sahibi kamu kurum ve kuruluşlarını, Elektrik Piyasası Kanunu kapsamında da dağıtım lisansı sahibi tüzel kişileri veya özel hukuk tüzel kişileri yetkilendirecek. Bakanlık, bu tüzel kişilerden hizmet satın almak ve bu tüzel kişilerin nitelikleri, yetkilendirilmesi, hak ve yükümlülükleri ile bu tüzel kişilere uygulanacak yaptırımları ve diğer hususları da düzenleyecek.

KÖMÜR SANTRALLERİNE LİSANS KISITLAMASI KALDIRILIYOR

Kömür madenlerine ilişkin ruhsatlar, rezerv kaybına neden olmayacak şekilde elektrik üretimine yönelik olmak üzere bakanlık onayıyla, ayrı ruhsatlara bağlanabilecek.

Enerji Piyasası Düzenleme Kurulunun (EPDK) üye sayısı, 9’dan 7’ye indirilecek.

Kurul, ilgili piyasa kanunlarında tanımlanan önlisans, lisans ve sertifikaların verilmesi, tadili, geçici olarak durdurulması, iptali, ön araştırma ve soruşturma işlemlerinin yürütülmesinde, ilgili kanunlarca kendisine verilen yetkilerin bir kısmını veya tamamını başkanlığa veya hizmet birimlerine devredebilecek.

YURTDIŞINDA DOĞALGAZ DEPOLANMASI SINIRI KALKTI

Mevcut düzenlemede her yıl ithal edilecek doğalgazın yüzde 10’u kadar bir miktar 5 yıl içerisinde ulusal topraklarda depolama imkanına sahip olunması hususunda depolama faaliyeti yapacak tüzel kişilerden kurumca belirlenen taahhüt ve garanti alınırken, kabul edilen kanunla buradaki doğalgaz miktarındaki sınırlama kaldırıldı ve yeraltı depolama ibaresi getirildi.

Doğalgaz arz güvenliğinin sağlanabilmesi için gerekli günlük kapasite ihtiyacının, kesinti olması durumunda da yönetilebilmesi amacıyla ulusal topraklarda depolanacak doğalgaz miktarını artıracak düzenleme getiriliyor. Dağıtım şirketlerinin yurt çapında sahip olabilecekleri lisans sayısı ile ilgili kısıtlama kaldırılıyor.

Ülkedeki yeraltı doğalgaz depolama kapasitesinin tüm ithalatçı şirketlerin her yıl ithal edecekleri doğalgaz miktarının depolanmasına ilişkin yükümlülüklerinin yerine getirilmesine imkan verecek seviyede olmasına bağlı olarak kurul, ithalatçı şirketlerin her yıl ithal edecekleri doğalgazın 5 yıl içerisinde ulusal topraklarda depolama yükümlülüklerine ilişkin oranını, ülkedeki mevcut yeraltı depolama kapasitesini dikkate alarak yüzde 20’den fazla olmamak üzere belirleyebilecek.

ABONE SAYISI FAZLA OLAN ŞİRKETE ÖNCELİK

İlgili şehir için aynı il sınırları içerisinde faaliyet gösteren birden fazla dağıtım şirketinin genişleme talebinde bulunması halinde kurul tarafından dağıtım bölgesinin tamamındaki toplam abone sayısı daha fazla olan dağıtım şirketine öncelik verilecek.

Dağıtım lisansı sahibi tüzel kişilerin talep etmesi ve kurulun teknik ve ekonomik olarak uygun bulması durumunda dağıtım bölgeleri tek bir lisans altında birleştirilebilecek veya mevcut dağıtım bölgeleri birden fazla lisans bölgesine bölünebilecek. Dağıtım şirketlerinin birleşme taleplerine ilişkin başvuruların değerlendirilmesinde, işletme verimliliği açısından şebeke bütünlüğü ve bölgesel yakınlık dikkate alınacak.

Dağıtım lisansı sahibi tüzel kişilere ilişkin olarak kendi faaliyet alanındaki tüzel kişilerden birisine belirli sınırlamalar kapsamında iştirak edebilmesi sağlanacak. Böylece dağıtım şirketlerinin kendi aralarında tecrübe bilgi ve teknoloji paylaşımı ile finansman desteği verebilmeleri konusunda esneklik getirilecek.

KAMUNUN ELEKTRİK ALIMLARI İHALEDEN MUHAF OLACAK

Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığına bağlı, ilgili veya ilişkili kurum veya kuruluşlarının faaliyetleriyle ilgili olarak birbirlerinden veya diğer kamu kurum, kuruluşlarından karşılanan enerji, yakıt, mal, hizmet, danışmanlık alımları ve büyük onarım işleri, Türkiye Elektrik Ticaret ve Taahhüt AŞ tarafından tedarik amaçlı yapılacak elektrik enerjisi alımları, Kamu İhale Kanunu hükümlerinden istisna olacak.

Teknik düzenlemelere uygun olmayan LPG‘yi piyasa faaliyetine konu etme fiilini lisans süresince aynı lisansla üç defa işleyen lisans sahiplerinin lisansı iptal edilecek. Bu LPG‘yi ikmal edenler, zararı 3 ay içinde tazmin edecek.

YENİLENEBİLİR ENERJİ KAYNAKLARI

Yenilenebilir enerji kaynak alanlarını kullanacak tüzel kişilerde aranacak koşulların belirlenmesi, Türkiye Elektrik İletim AŞ (TEİAŞ) tarafından bağlantı görüşü verilmesi ve kapasite tahsisi yapılması, yapılacak yarışma, yenilenebilir enerji kaynak alanı tahsisi, teminat alınması, yükümlülüklerin yerine getirilmemesi halinde teminatın irat kaydedilmesi, yurtiçinde üretim veya yerli malı kullanım şartı ile uygulamaya ilişkin usul ve esaslar, bakanlıkça yürürlüğe konulan yönetmelikle düzenlenecek.

Yenilenebilir enerji kaynak alanlarında kurulacak üretim tesislerinde kullanılacak aksam için bakanlık tarafından yönetmelikle belirlenecek şekilde yurtiçinde üretim veya yerli malı kullanım şartı aranacak.

Üretim tesisleri için önlisans ve lisans verme koşulları, iptali ve tadili ile ilgili hususlar, yönetmelikle düzenlenecek.

Yenilenebilir enerji kaynak alanı olarak belirlenecek kamu ve hazine taşınmazları ile özel mülkiyet taşınmazlarında, yenilenebilir enerji kaynak alanı olarak kullanımını ve verimliliğini etkileyici imar planları düzenlenemeyecek.

YENİLENEBİLİR ENERJİ İÇİN ÖZEL MÜKLERE ACELE KAMULAŞTIRMA

Özel mülkiyet taşınmazların yenilenebilir enerji kaynak alanı olarak belirlenmesi halinde, bu alanlar üzerinde acele kamulaştırma yapılabilecek.

Lisans alınıncaya kadar, EPDK tarafından yönetmelikle belirlenen istisnalar dışında önlisans sahibi tüzel kişinin ortaklık yapısının doğrudan veya dolaylı olarak değişmesi, hisselerinin devri veya hisselerin devri sonucunu doğuracak iş ve işlemlerin yapılması veya yükümlülüklerin yerine getirilmemesi durumunda önlisans iptal edilecek.

Nükleer enerji üretim tesisleri için alınacak yapı ruhsatı ve diğer mevzuattan kaynaklanan inşaata ilişkin izin, onay, lisans, ruhsat ve benzeri belgeler ile üretim tesisinin kurulacağı sahanın mülkiyet veya kullanım hakkının elde edildiğine ilişkin belgeler, üretim lisansı verilmesinden sonra olmak üzere, kurul tarafından belirlenen süre içinde EPDK’ya sunulacak.

EPDK tarafından belirlenen süre içerisinde istenen belgelerin mücbir sebepler veya lisans sahibinden kaynaklanmayan haklı sebepler dışında EPDK’ya sunulmazsa üretim lisansı iptal edilecek.

Bu üretim tesislerinde, diğer mevzuattan kaynaklanan yükümlülüklerin yerine getirilmesi kaydıyla üretim lisansı alınmadan önce üretim tesisi ile doğrudan ilgili olmayan yapıların inşasına başlanabilecek.

Hürriyet

Cerattepe’ye yine yasak!

58f4d279045fd3c7_480x270Artvin’de, Kafkasör Yaylası Cerattepe mevkinde şantiye kuran maden şirketinin çalışma yapıp yapmadığını görmek için bölgeye gitmek isteyen, aralarında Yeşil Artvin Derneği üyelerinin de yer aldığı 7 kişilik heyete Artvin Valiliği’nden izin çıkmadı.

Yeşil Artvin Derneği Başkanı Nur Neşe Karahan, Cerattepe mevkinde maden şirketinin çalışma yapıp yapmadığını görmek için, aralarında Artvin Barosu, Ticaret ve Sanayi Odası, Esnaf ve Sanatkarlar Odaları Birliği, Muhtarlar Derneği, Taşlıca Kooperatifi ve TMMOB Artvin temsilcilerinin yer aldığı 7 kişilik heyetin haftada bir kez bölgeye çıkması için Artvin Valiliği’nden izin istedi. Ancak Vali Yardımcısı Mutlu Almalı imzalı cevap yazısında, Cerattepe’de şirket ile ilgili denetim ve kontrol işlemlerinin ilgili kanun ve yönetmelikler kapsamında görevli kurumlarca yapıldığı belirtilerek, mevzuat dışındaki kişi ve taraflara kontrol ve denetim yetkisi verilemediği ifade edilerek izin talebi reddedildi.

Artvin’in Kafkasör Yaylası Cerattepe mevkiinde bakır madeni işletmesi için 17 Şubat tarihinde iş makinelerini bölgeye çıkaran şirkete tepki gösteren Artvin halkına polis ve jandarma ekipleri tarafından biber gazı, cop ve plastik mermi ile müdahale edilmişti. Özel güvenlik görevlilerini silahlandıran şirketin şantiye kurduğu Cerattepe mevkiine Jandarma ekipleri o tarihten bu yana çıkışa izin vermiyor. Cerattepe’de madencilik faaliyeti için, Rize İdare Mahkemesi’nin kararı üzerine bölgede inceleme yapan bilirkişi heyetinin raporu bekleniyor.

SANAYİ SEKTÖRÜNDE MALİYETLER % 10 DÜŞÜYOR

fevzi_bedir-424x244Üretim maliyetlerini yüzde 3-10 arasında düşüren yığın malzeme teknolojileri sayesinde Türkiye’nin sahip olduğu zenginlikleri kilo başına daha değerli hale getirmek için atılması gereken adımlar Yığın Malzeme Taşıma ve Depolama Forumu’nda tartışıldı.

Yığın malzeme taşımacılığı alanında geniş bir üretim alt yapısına sahip olan Türkiye, ülke ekonomisinin yüzde 20’sini ilgilendiren sektöre rekabet üstünlüğü kazandıracak çözümleri bu yıl ilk kez düzenlenen Yığın Malzeme Taşıma ve Depolama Forumu’nda tartıştı. Dökme Malzeme Yönetimi Derneği tarafından 2 Haziran 2016 tarihlerinde WOW Otel ve Kongre Merkezi’nde başlayan Forum, Uzak Doğulu, Avrupalı ve Türk firmaları, sivil toplum kuruluşlarını, akademisyenleri bir araya getirdi. Forum 3 Haziran’da (bugün) sona erecek.

prof_dr_fevzi_bedirİş Güvenliğini Artırıp Maliyeti Düşüren Teknoloji

Sanayinin can damarı olarak kabul edilen yığın malzeme sektörüyle ilgili bilgi veren Yığın Malzeme Taşıma ve Depolama Forumu Organizasyon Komitesi Başkanı ve Gebze Teknik Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Makine Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Fevzi Bedir, yığın malzeme üreten fabrikalarda iş güvenliğiiçin taşımacılığın son derece önemli olduğuna dikkat çekti.

Prof. Dr. Bedir, ağaç, buğday, çimento, kömür, maden cevherleri, yem, gübre gibi yığın malzemelerin üretildiği fabrikalarda taşımacılığın doğru yapılmaması halinde iş güvenliğini tehdit edebilecek emniyet sorunlarının, gürültü ve toz gibi sağlığı ve verimliliği etkileyebilecek problemlerin yaşanabileceğini belirtti. Bedir, işletmelerin yanlış taşımadan kaynaklı malzeme kaybı ve verimlilikte düşüşler yaşayabileceğini de vurguladı. Bedir, bu noktada işletmelerin taşıma teknolojilerini geliştirmeleri gerektiğini ifade ederek, teknolojinin üretim maliyetlerini yaklaşık yüzde 3-10 arasında düşürürken iş güvenliğini ise yukarıya taşıdığını söyledi.

“Malzeme taşımacılığında Türkiye’de standart yok”

Türkiye’de hala yığın malzeme taşımacılığında bir standardın geliştirilmediğini açıklayan Prof. Dr. Bedir, “Ülkemizin oluşturduğu bir standart olmadığı gibi dünyada kabul görmüş bir standardı da henüz kabul edip uygulamaya geçirmedik.” dedi. Bedir bu durumun performans ve maliyet noktasında işletmeler için rekabette dezavantaj oluşturduğunu belirtti.

Sektörün En Prestijli Eğitim Programı Hayata Geçirildi

Yığın malzeme sektörünün sektörde çalışanlar tarafından bile yeteri kadar anlaşılmadığını ifade eden Prof. Dr. Bedir, bu konuda sektörü anlatacak bir sözlük çalışmalarının hazırlığını yaptıklarını ve sektörü tanıtarak öneminin artması için çalışmalar yapacaklarını açıkladı. Bu noktada Forum kapsamında, sektörün en prestijli eğitim programını da hayata geçirdiklerini söyleyen Bedir, Martin Engineering Uluslararası İş Geliştirme Müdürü Michael Max Tenzer ve Avrupa İş Geliştirme Sorumlusu Uwe Schneider tarafından verilen eğitimlerde sektör temsilcilerine maliyet düşürücü tedbirlerin aktarıldığı belirtildi.

Kömür santralleri sektörün amiral gemisi olacak

headlineÖzelleştirme İdaresi Başkanlığı (ÖİB) Enerji Grup Başkanı Atıf Kır, yerli kömürle ilgili teşvik tartışmalarına ilişkin, “(Elektrik Piyasası Kanunu Değişiklik teklifiyle) Yerli kömür yatırımları için yapılan ihalelerdeki tesislerden üretilecek elektrik TETAŞ veya EÜAŞ tarafından alınacak.” dedi.

Türkiye Enerji Vakfı’nın (TENVA) düzenlediği Yerli Kömür Santrallerinde Risk Analizi ve Teşvik Mekanizmaları Çalıştayı’nın Yerli Kömür Santrallerinin Piyasaya Entegrasyonu ve Alternatif Teşvik Mekanizmaları paneli Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı Enerji İşleri Genel Müdürü Zafer Demircan moderatörlüğünde gerçekleştirildi.

Panelde konuşan ÖİB Enerji Grup Başkanı Atıf Kır, TBMM Genel Kurulu’nda görüşülen, Elektrik Piyasası Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun teklifiyle yeni bir model gerçekleştirileceğini ve yerli kömürde yatırıma başlanması için tüm gerekli işlemlerin ihaleler öncesinde tamamlanacağını dile getirdi.

İhaleye teklif verenlerin yeterlilik şartlarını karşılayıp karşılamayacağı yönünde bir ön eleme gerçekleştirileceğini ve böylece yatırımların tamamlanması konusunda emin olmak istediklerini anlatan Kır, “(Elektrik Piyasası Kanunu Değişiklik teklifiyle) Yerli kömür yatırımları için yapılan ihalelerdeki tesislerden üretilecek elektrik Türkiye Elektrik Ticaret ve Taahhüt AŞ( TETAŞ) veya Elektrik Üretim AŞ (EÜAŞ) tarafından alınacak” değerlendirmesinde bulundu.

– “Yatırımlar devam etmeli”

Yerli kömür sektörü üzerine değerlendirmede bulunan Bereket Enerji Yönetim Kurulu Başkanı Ceyhan Saldanlı da Türkiye’nin daha öncesinde elektrikte arz eksikliği ile savaştığını, fakat son 13 yılda büyük yatırımlar yapıldığını söyledi.

Gelinen noktada ise talep eksikliği, arz fazlalığı ve fiyatların düşüklüğünün sektörde bir sorun oluşturduğunu ifade eden Saldanlı, “Bu yatırımlar yapılırken her zaman arz eksikliğini düşündük, talebin bu kadar az gelişeceğini düşünemedik ama henüz istediğimiz noktada değiliz. 2023 için büyük hedeflerimiz ve gidecek yolumuz var, şu anki enerjimiz bu yol için yeterli değil. Bu yüzden yatırımları sürdürmemiz lazım.” diye konuştu.

Türkiye’deki arz-talep dengesinin lisanslama yoluyla ayarlanması gerektiğini vurgulayan Saldanlı, Türkiye’nin şu an 74 bin megavat seviyesinde olan kurulu gücünün 10 yıl içerisinde 95 bin megavata çıkacağını, bu konuda yerli kömürde bugüne kadar yapılandan daha farklı şeyler yapılması gerektiğini savundu.

– “Kömür artık bankacılık sektörünün sorunu oldu”

Aksa Enerji Genel Müdürü Cüneyt Uygun da 5 yıl öncesinde yerli kömürden enerji yatırımının en doğru kaynak ve Türkiye’nin geleceği şeklinde görüldüğünü, fakat gelinen nokta itibarıyla sektörde desteğe ihtiyaç duyulduğunu söyledi.

Aksa Enerji olarak daha önceki yatırımlarında hep dış kaynak finansmanı kullandıklarını aktaran Uygun, Bolu Göynük’teki linyit santralleri için dış kaynak bulmada sıkıntı yaşadıklarını, bu yüzden ilk defa bu santral için yerli bankalardan finansman aldıklarını anlattı.

Uygun, “Yerli kömürdeki finansman sıkıntısı enerji sektörünün sorunu olmaktan çıktı. Bu iş artık bankacılığın sorunu haline gelmiş durumda, bankalar enerji yatırımıyla ilgili hiçbir şey duymak istemiyorlar, 10 yıllık alım garantisiyle teşvik edilmiş yatırımlar hariç.” değerlendirmesinde bulundu.

– “Kömür santralleri sektörün amiral gemisi olacak”

Fina Enerji Yönetim Kurulu Üyesi Karani Güleç ise bankaların 10 sene sonra ne olacağını bilmediği için risk almak istemediklerini belirtti.

Özellikle yenilenebilir enerjide Avrupa’dan bankalarla gelen kaynaklar olmasına rağmen kömürde batıdan bir finansman kaynağı gelmediğini ifade eden Güleç, yerli bankaların da batı menşeli olanların da aynı tavrın söz konusu olduğunu ve dolayısıyla Türkiye’deki yatırımların bundan etkilendiğini kaydetti.

Güleç, şu anda bankalarda “bekle gör” tavrı olduğu için karşı tarafın isteksizliğinden dolayı sektörün de beklemek durumunda olduğuna dikkati çekerek, “Teşvikte netlik olmazsa projeyi gerçekleştirmekten uzaklaşıyoruz. İnşallah herkesi kapsayacak bir sistem olmasını bekliyoruz ve umuyoruz. Teşvik sistemi bankalara olan borcun geri ödenmesine yönelik olmalı. Yerli kömür hem baz yük hem de maliyeti çok düşük santraller, bundan 10-20 sene sonra enerji sisteminin amiral gemisi olacak santraller.” ifadelerini kullandı.

Nuran Erkul

memurlar.net

Maden Mevzuatının Yereldeki Uygulamaları Eğitim Semineri Başladı

maden_mevzuatinin_yereldeki_uygulamalari_egitim_semineri_basladi_h306034_76ad5Enerji Ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı  ile Trabzon Valiliği Yatırım İzleme ve Koordinasyon Başkanlığı’nın ortaklaşa düzenlediği   “Maden Mevzuatının Yereldeki Uygulamaları Eğitim seminerleri Trabzon Valisi A. Celil Öz’ün katılımıyla başladı. Seminerlere  Maden İşletmeleri Genel Müdür Yardımcısı Selahattin Erdoğan, Vali Yardımcısı Murat Dikbaş  ile ilgili kurum amirleri katıldı.

 Madencilik ve doğal kaynaklar konusunda teknolojinin ve talebin artmasıyla beraber ciddi bir faaliyet alanı oluştuğunu vurgulayan Vali Öz “Her geçen gün bu alanda tarama ve işletme konusundaki yoğunlukla beraber bu alandaki çalışmalar arttı.  Diğer bir yandan dünyada ve ükemizde çevre konusundaki duyarlılık yükseldi.Dolayısıyla sürdürülebilir bir çevre, sürdürülebilir bir kaynak kullanımı ve kalkınmanın çevreye saygıyla beraber yürütülmesi gereken bir husustur. Bu alanda hem maden mevzuatı hem de bu alanı ilgilendiren yerel yönetim yasaları olmak üzere pek çok mevzuatta önemli değişiklikler yaşanırken kurumsal yapılarda oluştu. Bunun üzerine kurumsal hafızalarımızı yenilemek, mevzuatla ilgili  yenilikleri tekrar bir gözden geçirmek ve  ilimizdeki bu anlamda koordinasyon ve işbirliğini daha üst düzeyde  gerçekleştirmek için Enerji ve Tabii Kaynaklar Kaynaklar Bakanlığımız ,  Maden İşleri Genel Müdürlüğümüz ile bir ortak eğitim programı gerçekleştiriyoruz” dedi.

 Toplantıda mevzuattaki gelişmeleri, uygulamadaki farklılığı ve pratikliği, koordinasyon açısından yaşanan sıkıntıları ve işbirliğini değerlendirmek istediklerini belirten Öz “Madencilik ve doğal kaynaklar arama ve işletme ruhsatları ve kurumsal görüş aşamasında pek çok husus var. Bu hususlar yeniden düzenlendi. Dolayısıyla bu toplantılarda bir yandan bu yapılanmayı incelemek bir yandan  yaşanan sorunları uygulayıcıların ve bakanlığın en üst düzey yöneticilerin bulunduğu ortamda karşılıklı soru cevaplarla somut sonuçlara ulaştırırsak uygulamamızı sağlamış oluruz. Bir yandan vatandaşın işlemlerini bürokratik engellerden uzak pratik ve sonuca ulaşabilecek bir şekilde tamamlama imkanına  beraberce kavuşmuş oluruz.

Bölgenin ve ülkenin hammade, üretim ihtiyacını  ve istihdam imkanlarını  değerlendirirken diğer taraftan çevreye duyarlılık konusunda gerekli hassasiyeti göstermek durumundayız.   İlimizde bu anlamda Maden Kanunu ve mevzuat gereği Kısıtlı Alanlarla ilgili çalışmayı biz geçtiğimiz aylarda tamamladık. Belirli bölgelerin kısıtlı alanlar ilan edilmesi konusunda bakanlık onayına göndermiş olduk. Bu onaydan sonra bu alanda biraz daha işimiz kolaylaşmış olacak. Kurumların görüşlerine gerek arama,işletme  ve gerek ruhsatlarla ilgili süreçlerde bakanlık onayından sonra bu bizim için bir imar planı gibi bir altlık haline gelecek. Bundan sonra çalışmalarımızı daha sistematik ve kontrollü bir şekilde yapabileceğiz. Yatırım İzleme Koordinasyon Başkanlığımız ve Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğümüz ile uygulama sürecini sıkı takip etmemiz gerektiğini ifade etmek istiyorum.

Bütün alanlarda olduğu gibi doğal kaynaklar konusu bana göre  insan hakkının kul hakkının en yoğun olduğu devletin bütünüyle beraber herkesin üzerine hakkı olan bir konu. Dolayısıyla bu alanda hem işleticilerin  hem  uygulayıcı ve denetim yetkilileri ve sorumluluları   olarak bizimde  büyük vebalimiz ve görevimiz olduğumuzu belirtmek isterim.  Bu konudaki çalışmalarımızda daha duyarlı ve hassas olmalıyız. Özellikle kamu kurumlarımızın, Devlet Su İşleri ve Karayolları’nın işlettiği taş ocaklardan bu kullanımların önüne geçmek için hep beraber gayret göstermemiz gerekir. Diğer ocaklarında mevzuatla beraber düzenlemesi gereken belgeleri hassasiyetle takip etmemiz ve bu milletin hakkını birileri tarafından istismar edilmesinin önüne geçmek için devletin görevini hep beraber yapmamız gerekiyor.Bu eğitim sürecinin uygulayıcı ve düzenleyicileri için merkezi hükümet ve yerel anlamında  iyi bir platform olduğunu düşünüyorum. Bu eğitim sürecine verilen destekten dolayı emeği geçenlere teşekkür ediyorum.” Şeklinde konuştu.

ANKOMAK 2016 fuarı açıldı

untitledİnşaat, madencilik, doğaltaş ve tünelcilik sektörlerini tek bir çatı altında toplayan “Uluslararası İş Makinaları, Yapı Elemanları ve İnşaat Teknolojileri Fuarı – ANKOMAK” ziyaretçilerine 21’inci kez kapılarını açtı.

EUF-E Uluslararası Fuarcılıktan yapılan açıklamaya göre, İstanbul Fuar Merkezinde (CNR Expo) ziyaretçilerini bekleyen fuar, sektörün nabzını tutarak 350’den fazla firmayı bir araya getirdi. Fuara, 80 ülkeden 25 bin ziyaretçinin gelmesi bekleniyor.

5 gün sürecek fuar kapsamında, sektör temsilcilerine satın alma, iş geliştirme, yeni iş ve iş birliği fırsatları yaratılması amacıyla Ekonomi Bakanlığı ve Orta Anadolu İhracatçı Birlikleri (OAİB) desteğiyle “Yurtdışı Alım Heyetleri Programı” da düzenleniyor. Programa 35 ülke katılmakta.

Programa Almanya, ABD, Avusturya, Azerbaycan, Birleşik Arap Emirlikleri, Belçika, Bosna Hersek, Bulgaristan, Cezayir, Çek Cumhuriyeti, Fas, Fransa, Gürcistan, Hırvatistan,Hindistan, Hollanda, Irak, İngiltere, İran, İspanya, İsrail, İtalya, Kanada, Katar, Kuveyt,Macaristan, Makedonya, Mısır, Polonya, Sırbistan, Suudi Arabistan, Türkmenistan,Ukrayna, Ürdün ve Yunanistan‘dan katılım gösteren heyetler sektörün büyümesine katkı sunmayı ve ihracatın artmasına ivme sağlamayı hedefliyor.

“İş makineleri sektöründe 2023’te Avrupa birinciliğini hedefliyoruz”

Fuara ilişkin değerlendirmelerde bulunan ITE Turkey İş ve İnşaat Makinaları Grup Direktörü Nezih Çağın, fuarın, 32 yılı aşan geçmişiyle dünyada ve özellikle Avrasya bölgesinde önemli bir ticari platform oluşturduğunu belirterek iş makineleri pazarının, her geçen gün gelişen inşaat sektörü, kentsel dönüşüm ve mega projelerle büyüme ivmesini hızlandırdığını bildirdi.

İş makineleri imalat sanayisinde Avrupa‘nın 9’uncu büyük ülkesi olan Türkiye‘nin Çin veHindistan‘la birlikte son 8 yıldır en hızlı büyüme oranına sahip ülke konumunda olduğu bilgisini veren Çağın şu ifadeleri kullandı:

“Türkiye’de 45 yıldır iş makineleri imal ediliyor. Aynı zamanda ihracat konusunda Türkiyeekonomisine katkı sağlayan iş makineleri, 25’i AB ülkesi olmak üzere, 127 ülkeye ihraç ediliyor. Aynı zamanda ANKOMAK kapsamında gerçekleşen Yurtdışı Alım Heyetleri Programının yaratacağı iş hacmi, yeni iş ve iş birlikleri ile sektörün Avrupa‘da 4’üncü, dünyada ise 11’inci olan sıralamasını da yükseltmesine katkı sağlayacağı inancındayız. Gelişmişlik ve ekonomi düzeyi göstergeleri arasında yer alan iş ve inşaat makineleri ve ekipmanları sektörü, pazar büyüklüğü bakımından ülkemizin, Çin ve Hindistan sonrasında en hızlı büyüyen pazar olması ve 2023 yılında Avrupa‘da birinci, dünyada ise altıncı sıraya ulaşmasını bekliyoruz.”